27 Aralık 2018 Perşembe

Bir Garibanın Cenazesi *

Cebime "İkindi namazı sonrası defnedilecek" diye bir cenaze mesajı geldi. Memleketlimmiş ama tanımıyorum. Çünkü bildiğim öyle bir soyadı yoktu. Kimse kim? Hazır kar tatili verilmişken bu cenazeye katılayım istedim.

Mezarlığın dibinde olan, öğle ve ikindi vakti birçok cenazenin kalktığı camiye gittim. Her gittiğimde tıklım tıklım olan cami tenha idi. Herhalde havanın soğuk ve hafta içi olması katılımı engelledi diye düşündüm.

Namazdan sonra cenaze namazını kılmak için musallaya doğru yöneldim. Ama katılacağımız cenaze yoktu ortada. Gelmişken orada hazır bekleyen cenazenin cenaze namazına iştirak ettik. Cenaze sahipleri ve yakınları sala omuz vererek kabristana götürdüler. Musallanın önünde kala kala bir 15 kişi kaldık. Baktım bir soyadı baskın. Herkes onlara taziye diliyor. Ben de diledim. 

Beklerken cenaze kim, Biz de böyle soyadı var mı diye sordum. Sonradan soyadını değiştirmiş mevta cevabını aldım. Cenaze nerede dedim. Her kafadan bir ses çıktı. Geldi, geliyor ya da bilmiyoruz dendi.

Eksinin altında beklerken üşümeye başladık. Bulduğumuz bir yerde bir bardak çay içtikten sonra cenaze geliyor haberi üzerine tekrar musallaya vardık. Cenaze yine yoktu orta yerde. İşin garibi "Merhum teyzemin oğlu, amcamın oğlu" diyenler de bilmiyordu. Akşama 50 dakika kala nihayet cenaze geldi dendi. Fakat mezarlık müdürlüğüne daha önce haber verilmediği için mezar yeri hazırlanmamış. Müdürlük bugün olmaz, yetişmez demiş. Sonunda mezarı kendiniz kazarsanız olur denmiş olmalı ki az sayıda bekleyenlere biri "Mezar kazmaya yardım edecek varsa gelsin" diye seslendi.

Bekleyenlerin bir kısmı da bu arada ayrıldı. Eksinin altında bir hava akşama doğru ayazını hissettirmeye başladı iyice. Ne kadar beklediysem baktım olmayacak. Maalesef ben de ayrıldım cenaze namazını kılamadan.

Musalladan ayrılırken bana eşlik edenlerden öğrendiğime göre ölen kişi 60 yaşlarında gözleri görmeyen, hiç evlenmemiş, huzurevinde kalan engelli bir garibanmış. Kimi, kimsesi var ama huzurevinde kaldığına göre bu merhuma kimsesiz veya gariban desem yanlış olmaz. 

Gördüğüm, cenaze ile bir baş tutan olmayınca planlamada gözle görülür aksaklıklar oldu. Ben ayrıldıktan sonra cenazeyi ne zaman defnedebildiler, defin işine kaç kişi kaldı bilmiyorum. Ama bir elin parmaklarını geçmemiştir kalan dememe gerek. Cenazeyi de büyük bir ihtimalle karanlık bir ortamda defnetmiş olmalılar.

55 yaşımda maalesef ilk böyle bir cenaze işi gördüm. Üzüldüm doğrusu. Hatta içimden garibanın cenazesi böyle olur galiba dedim. Ölen kurtuldu gitti ama yine de Allah kimseye böyle bir cenaze kaldırma nasip etmesin. Çünkü düğün ve cenaze işleri eşle, dostla olur. Sözümü Yunus'la bitirmek istiyorum:
Bir garip ölmüş diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin.




* 29/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Allah Kimseyi İşsiz Bırakmasın

Sabah 08.30 sularında iki yolcuyu havalimanına bıraktıktan sonra dönüşte -5 derecede durakta otobüs bekleyen birini arabama aldım. 

Etrafta ev de yok, buradan işe mi gidiyorsun dedim. "Hayır abi, bir iş görüşmesi için gelmiştim olmadı. İhtiyaç kalmamış, geri dönüyorum" dedi. İş başvurusuna ne zaman başvurmuştun soruma "Dün aramıştım. Gel görüşelim demişlerdi. Şimdi de ihtiyacımız yok" dediler. Hayırlısı inşallah kendine uygun bir iş bulursun dedim. Ne iş yapıyorsun dedim. "Muhasebecilik yapıyorum." dedi. Ardından "Lisede meslek lisesi elektrik ve elektronik okuduktan sonra üniversiteyi Sakarya'da bitirdim. Üzerine Konya'da yüksek lisans yaptım. Hem endüstri hem bilişim üzerine okudum. Çoğu yerlere CV'mi bıraktım. Bir yerde iş bulmuştum ki orası da kaç aydır işçilerine maaş veremiyormuş, vazgeçtim. Bu ülkede okumak işe yaramıyor. Okuyacaksan birkaç bölüm okuyacaksın sadece" dedi.

Bugüne kadar değişik fabrikalarda muhasebecilik yapmış iki çocuk babası bu işsiz insanımızı evine bıraktıktan sonra evime geçtim.

Evli ve iki çocuktan sonra işsiz kalmak. Daha bu durumda olan kaç kişi var? Kaçı evine ekmek götürebiliyor, kaçının cebinde harçlığı yok. Kaçı çalıştığı halde maaşını zamanında alamıyor? Kaçının maaşı yeterli gelmeyip kıt kanaat geçinmeye çalışıyor? Bilmiyoruz. Bu durumda olanların işleri kolay değil. Allah yardımcıları olsun. Bu kışta kıyamette kimseyi bir başkasına muhtaç etmesin. İnşallah en yakın zamanda gönüllerine göre bir iş bulurlar da kimseye muhtaç olmazlar.

Firma, işletme, fabrika, esnaf üretim ve ticaretle iştigal eden kim varsa onların da önü ve işleri açılsın, bol para kazansınlar. Kazansınlar ki işçiye ihtiyaçları olsun. İşsizlerimize iş kapısı açılsın.


26 Aralık 2018 Çarşamba

Cemaate Bir Dokundum, Bin Ah İşittim*


Namaza giderken mahallemden cemaatten biriyle birlikte yürüdüm camiye. Bir taraftan ezan okunuyor, biz ise hal-hatırdan sonra laflamaya başladık. Daha doğrusu o konuştu, ben dinledim adımlarken. 

Emekli komşum imam ve müezzinden dertliydi. Müezzinin engelli olması dolayısıyla namazın rükünlerini yapmakta geciktiğini, cemaatin kendisinden önce secdeye vardığını söyledi. Müezzin engelli gerçekten. Allah kimseye vermesin! Sol el ile sol ayağı işlev görmüyor.

Müftülüğe söyleyin bu durumu, müftülük bünyesinde masa başı bir iş ayarlayabilirler dedim. Gidemiyoruz ki dedi. Nedenini sorduğumda imamdan çekindiklerini ve korktuklarını söyledi. Korkacak ne var dediğimde “İmamın müftülükte kardeşi mi, yoksa bir yakını varmış, arkası güçlüymüş” dedi, ardından en ufak bir şeyde aşırı tepki gösteriyor, herkesi paralıyor. Bu yüzden kimse bir şey söyleyemiyor. Bir ara biri kalktı müezzinlik yaptı. Adamın da ne güzel sesi vardı hem de. Arkasından bir de Kur'an okudu. Namaz çıkışı bizim hoca adamı yakaladı: Sen kim oluyorsun, kimden izin aldın da müezzinlik yapıyorsun, bir daha görmeyeyim diyerek adamı azarladı, yerin dibine geçirdi. Oymuş adam bir daha bu camiye gelmedi. Sen olsan gelir misin dedi. İmam kaç yıldır bu camide dedim. 15-20 yıldır burada. Ben ilmine, okumasına bir şey demem. Allah var, iyi de yapıyor ama değişmesi lazım dedi camiye girmeden önce.

Dile kolay 15-20 yıldır aynı camide görev yapmak. Bir insanda bu süre içinde ne heyecan kalır, ne de görev aşkı. Gerçekten imamlar için rotasyon niçin düşünülmez? Bu ülkede öğretmen değişiyor, okul müdür ve yardımcıları dört yıllığına görevlendiriliyor. Kendilerinden memnun kalınırsa aynı okulda bir dört yıl daha görev veriliyor. Sonra? Ya öğretmenliğe dönüyor ya da bir başka okula görevlendiriliyorlar. Müftüler de bildiğim kadarıyla zorunlu yer değiştirmeye tabi. Bu ülkede Cumhurbaşkanı, vekiller bile 5 yıllığına seçiliyor. Tekrar seçilemezse yerini bir başkasına bırakıyor. Hâkimi, savcısı, valisi, kaymakamı aklına kim gelirse şu ya da bu şekilde yer değiştiriyor. Görebildiğim kadarıyla bir cami imamları ve müezzinleri, belediye çalışanları, bir de memurlar değişmiyor. Haydi diğerlerini anladım cami görevlileri belirli periyotlarla aralarında rotasyon yapsa cami cemaatlerine ve görevlilerine bir heyecan gelir. Tayini çıkıp giden iyi biriyse ardından Allah razı olsun denir. Problemli biriyse cemaat şükür kurtulduk der. 

Bence yerinde dura dura bir kişi kendini geliştirmediği gibi bulunduğu yerde iyice kaşarlanır. Ardından cemaati haşlamaya başlar ve mahallesine verebileceği bir şey kalmaz, camiyi kendi mülkü gibi görmeye başlar. Uzun süre bir yerde görev yapmak çoğu zaman bu cemaatin dediği gibi imamla cemaat arasını da açabiliyor. Bir insan, arkasında namaz kıldığı kişiden emin olması lazım. Ne demek cemaatin imamdan çekinmesi? 

Diyanet! Duy bu cemaatin sesini! Camilere bir soluk gelsin. Unutma ki harekette bereket vardır. Uzun süre aynı camide hizmet yapanlar, biraz da başka camilerde hizmet etsin, başka cemaat de bunlardan faydalansın biraz.



* 04/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


"Hak Yol İslam Yazacağız" ***

Kör dünyanın göbeğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Kuşların göz bebeğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Yola, ağaca, pınara
Esen yele, yağan kara
Yağmur yüklü bulutlara
Hak yol İslâm yazacağız.
Koç burcuna, yay burcuna
Bebeklerin avucuna
Minarelerin ucuna
Hak yol İslâm yazacağız.
Bucak bucak, köşe köşe
Kara taşa, kor-ateşe
Yıldıza, aya, güneşe
Hak yol İslâm yazacağız.
Askerlerin miğferine
Kağnıların tekerine
Buda´nın tunç heykeline
Hak yol İslâm yazacağız.
Her kapının eşiğine
Her sofranın kaşığına
Balaların beşiğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Herkes duyacak, bilecek
Saklanmaz gayrı bu gerçek
Yaprak yaprak, çiçek çiçek
Hak yol İslâm yazacağız.

Yukarıdaki şiir Rahmetli Abdurrahim Karakoç tarafından 1960 ihtilalinden hemen sonra yazılmış, sonraları marş şeklinde söylenmeye başlanmış ve halktan özellikle mütedeyyin insanlardan büyük beğeni almış bir eserdir. Çocukluktan çıkıp gençliğe doğru adım attığımda bu marş, katıldığım yürüyüş ve mitinglerde hep birlikte söylenir, gözlerim yaşarırdı. "Hak yol İslam yazacağız" nakaratı bazen "Tek yol İslam yazacağız" şeklinde söylenirdi. Söylendikçe duygulanır ve kulaklarımızın pası silinirdi. Bir derdi, bir davası olan ve bize bu şiiri kazandıran Şairimize Allah'tan rahmet diliyorum.

Şiir/marştan bugüne bakıyorum. Bir heyecanla inanarak söylediğimiz bu marşın bugün neresindeyiz? Dünkü heyecanın kalmadığını söyleyebilirim her şeyden önce. Yine bugün İslam diye bir derdimizin olmadığını, hatta düne göre daha da karamsar olduğumu söyleyebilirim.

Şiirde de görüleceği üzere nerelere "Hak Yol İslam yazacağız" idik hâlbuki? Hiçbir yere İslam'ı yazamadığımız gibi eski samimiyetimiz de kalmadı. Üstelik bütün kurum, kuruluş vb. yerler bugün mütedeyyin insanların elinde olmasına rağmen ideallerimizi yok ettik. Orta yerde laiklik adı altında bize baskı yapacak kimse de kalmayınca bugün neredeyse birbirimizi boğazlayacağız. Ne eleştiriye geliyoruz ne de tavsiyeye. Yanlışımızı da kabul etmiyoruz.

Ben şiirde belirtilen veya başka yerlere İslam'ı yazmaktan geçtim. Kendi çocuklarımıza bari sahip çıkabilsek diyorum. Ne varmış çocuklarımızda demeyelim. Çocuklarımız -hepsi olmasa da- önce deist oluyor, belki de ileride -maazallah- ateist olacaklar. Çünkü onlara biz büyükler iyi örnek olamadığımız gibi onların anlayacağı şekilde İslam'ı anlatamıyoruz. Kendi anladığımız İslam'ı dayatıyoruz onlara. Sorgulama yapmalarına imkân vermiyoruz.

Anlattığımız, şayet onları deist yapmaz ise ya İŞİT gibi düşünüyor, ya da İslam'a mesafeli duruyor. Biz her yere İHO veya İHL açsak da, hafız yetiştiren kurumları çoğaltsak da maalesef durumumuz içler acısı. Camilerimiz de bomboş. Bu aşamadan sonra herkes çoluk-çocuğuna sahip çıksa herhalde bu en büyük kazancımız olacaktır.

Bugünden geriye gitmek istemiyorsak gençliğe kullanacağımız din dilini değiştirmemiz, aramızda tartışmalı dini konuları bırakmamız; nerede, ne iş yapıyorsak işimizi en düzgün şekilde yapmamız, adaleti tesis etmemiz, ehliyet ve liyakati esas almamız, inanç ve fikir hürriyetine geçit vermemiz, herkese güven telkin etmemiz, kısaca ahlak ve etik değerleri öncelememiz önceliğimiz olmalıdır.

*** 05/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Kur'an Ayetlerini Nasıl Değerlendiriyorum?


Tefsirci değilim, Kur'an-ı Kerim'in geneline hâkim değilim. İHL ve İlahiyat okuyarak -tabir yerindeyse- biraz mürekkep yalamış birisiyim. Tefsir başta olmak üzere dini ilimlerin herhangi birinde ihtisas yapmışlığım yoktur. Teşbihte hata olmasın, benim durumum tıbbın herhangi bir bölümünde uzmanlaşmamış pratisyen hekime benzer. Yani ben de tıpkı pratisyen doktor gibi dini ilimlerin her birinden tatmış ve aklımda kalan bilgi kırıntılarıyla düşünmeye çalışan ve konuşan birisiyim. Kendim hakkında bu kadar bahsetmem yeter. Sadede gelelim. Bugün yeterli donanıma sahip olsun veya olmasın herkesin din alanında konuştuğu bir ortamda haddim olmayarak kendimi kamberin yerine koyuyor ve bensiz olmaz diyorum. Cahil cesareti ne edeceksiniz? Yazdıklarım içerisinde yanlış görüşlerimden dolayı Allah beni şimdiden affetsin!

Malum bugünlerde "Kur'an’ın bazı ayetleri tarihselcidir veya tarih üstüdür" tartışması -pardon kavgası- var. Belden aşağı vurularak yapılan bu tartışmanın ne İslam'a ne de Müslümanlara faydası olmayacağını düşünenlerdenim. Ki bu tartışma hayra alamet değildir. 

Kur'an'ın bazı ayetlerinin tarihsel olduğu görüşüne katılmıyorum. Kur'an'ın her asra hitap edecek evrensel bir kitap olduğuna inanıyorum. Burada sorun Kur'an ayetlerini günümüze uyarlayamayınca veya açıklayamayınca ya tarihte kaldı diyoruz ya da "Bu ayeti falan ayet nesih etmiş, yani ayetin kendisi baki olmakla beraber hükmü kaldırılmış diyoruz. (Kavramlar farklı olsa da nâsih ve mensuh ile tarihselcilik aynı şeydir veya birbirinin ikiz kardeşidir bana göre) Bu iki görüşü de kabul etmeyip "Kur'an evrenseldir" dediğimizde de şayet bugün anlamakta zorlandığımız ve izah edemeyeceğimiz bir ayetle de karşılaşınca bu ayeti insanlardan kaçırmaya veya hiç gündeme getirmemeye çalışıyoruz. Sanki ayıplı bir mal gibi görüyoruz hâşâ! Bence Kur'an ayetlerine böyle bakmaktan ziyade ayetten Allah'ın neyi murat ettiğini, Allah’ın hangi ortam veya problemde sorunu çözmek için hangi ayeti gönderip nasıl çözdüğüne odaklansak, yani ayetin mantığını kavrasak daha iyi mesafe alır ve Kur'an’ı ve bugün anlayamadığımız ayetleri daha iyi anlarız diye düşünüyorum. Kelime ve cümlelere takılmadan Allah bize neyi gösteriyor diye  gösterilen hedefe odaklansak iyi bir iş çıkarmış oluruz. 

Ne demek istediğimi örneklendirirsem maksadımı daha iyi ifade etmiş olurum. Mesela "kadını dövme ayeti" diye bilinen ayeti ele alıp "Allah burada dövmeyi kastetti ama peygamber hiç hanımlarını dövmedi" veya "Yok, buradaki fadribû fiili dövmeyi kastetmiyor" diyeceğimize, bu ve devamındaki ayette Allah'ın evlilik müessesinin devamı için eşlerin neler yapmaları, hangi yolları takip etmeleri gerektiğinin yollarını açıklıyor desek Allah'ın muradını daha iyi anlamış oluruz. Yine İslam'da köle ve cariyelik şu ayete göre vardır veya yoktur diyeceğimize, Arap toplumunda bir realite olan kölelik ve cariyeliği Kur'an'ın kaldırmak için önce kölelere iyi davranma, ardından belli cezalar karşılığında azat etmeyi tavsiye ettiğini, peygamberin de bu konudaki uygulamalarını göz önünde bulundursak bu sosyal vakıayı İslam dininin kaldırmayı hedeflediği görülecektir. Ticari bir meselede ticaretin devamı için istenen iki şahit konusunda Allah'ın iki erkek şahit yoksa bir erkek ve iki kadın şahitlik yapabilir sözünü "Bu sadece ticarette böyle veya iki kadının şahitliği bir erkeğe eşittir" diyeceğimize Allah'ın ticaretin devamını istediğini, bunun için o günün toplumunda kabul görmeyen kadının şahitliğini sorunu çözmek için önerdiğini veya bir konuda uzman olmayanların şahitliği ile sahasında iyi olanın şahitliğini Allah eşit görmüyor, bugün kadın ticarette var ve iyi ise hala "Siz kadınlar ancak iki kişi olursanız şahitliğiniz kabul görür" demek, ayeti anlamamak veya anlamak istememek demektir. Kadın ve erkeğin miras oranını veya tartışmalı diğer konuları da aynı şekil ve çerçevede düşünürsek bence Kur'an'ı anlamada çok mesafe kat ederiz. Kısaca Allah bir konudaki sorunu nasıl çözmemizi istemiş, hangi yol ile çözmüş, biz bugün nasıl çözmeliyiz diye düşünüp olayın künhünü, illetini yakalamamız gerekiyor. Bence parmağa değil, parmağın gösterdiği hedefe odaklanmalıyız. Bu, Kur'an'ı değiştirmek değil; onu anlamaktır bana göre.

Kur'an, 23 yıl gibi bir zaman diliminde peyderpey inerken indiği toplumun problemlerini ele almış, çözüm yolları önermiştir. Çünkü problemi kucağında bulmuştur. Hayali bir kitap değildir. Ayakları yere basan bir kitaptır. Anlaşılmak ve tatbik edilmek için gelmiştir, anlaşılmaz kılınmak için değil. Sorun çözen bir kitaptır, sorun olan bir kitap değil. Reçetesi olan bir kitaptır o.

Benim bu konudaki âcizane görüşüm budur. İster katılır, ister katılmazsınız. Kur'an'ı anlamada bir de bu açıdan baksak ne kaybederiz? En azından tarihselci demeyiz veya bu ayeti günümüzde nasıl açıklarım diye yumuşak bir karnımız olmaz. 

Evet bu Kur'an anlaşılmayı bekliyor bizden. Allah bizi Kur'an’la hemhal olan, onu anlayan ve hayatına tatbik eden salih kullarından eylesin! 


25 Aralık 2018 Salı

İçimizden İkinci Bir Öztürk Daha Çıkartabilir miyiz? Ha Gayret! ***


Kur'an'ın bazı ayetlerinin indiği dönemi kapsadığı, bu ayetlerin bu şekilde anlaşılması gerektiği, günümüzde uygulama imkânı olmadığı şeklinde özetleyebileceğimiz tarihselciliği, savunduğundan dolayı Mustafa Öztürk bugünlerde kendi camiası tarafından tu kaka yapılıyor. Sosyal medyada Öztürk hakkında itham ve hakaretler gırla gidiyor. Vuran vurana!

Gelen tepkiler üzerine Sayın Öztürk "Ülkede çalışma imkânım kalmadığından en iyisi yurt dışında bir yerde görev yapmam gözüküyor" şeklinde bir açıklama yapması üzerine, üzerinde yoğunlaşan tepkiler dinmediği gibi atışlar tüm hızıyla devam ediyor. Adamın ne dini kaldı ne de Müslümanlığı. "Durduğun hata... geç bile kaldın... daha önce gideceği yeri zaten ayarlamış...Selman Rüşdi olma yolunda ilerliyor..." gibi belden aşağı saldırıların ardı arkası kesilmiyor.

Sayın Öztürk'ün "Kur'anın bazı ayetleri tarihselci" şeklinde özetleyebileceğimiz görüşüne katılır veya katılmazsınız -ki ben bu görüşüne katılmıyorum- bunun yolu bir bilim adamını hakarete boğmak olmamalıydı. Bu görüşü çürütecek antitezler geliştirerek ilmi seviyede cevaplar verilmeliydi. Şunu unutmayalım ki bu yaptığımız inanç ve fikir hürriyetinin, kişilerin bir konudaki kanaatlerini açıklayabilmesinin önündeki en büyük engeldir. Evrenin, hem bu dünyanın hem de öbür âlemin Rabbinin her insana verdiği inanma ve inanmama tercihine aykırıdır. Dileyen inanır, dileyen inanmaz, dileyen sapıtır. Ki Sayın Öztürk yabana atılır bir bilim adamı değildir. Sahasında otorite sahibi, düşüncesini eğmeden-bükmeden açıklayabilen, mürekkep yalamış, sahasında  dirsek çürütmüş ve halen emek sarf eden biridir.

İşinin uzmanları tarafından Öztürk'e cevap verme yerine onu toplumun önüne atıp hedef göstermenin kime ne faydası var? Öztürk "Ben hatalı imişim, sizin bu hakaretlerinizden sonra payıma düşeni aldım ve savunduğum fikirleri terk ettim. Allah razı olsun" mu diyecek? Yoksa savunmaya çekilip savunduğu fikrini, bulduğu platformlarda anlatmaya devam  mı edecek? Belki de karşı saldırıya geçecek. Yarını bilemem ama Sayın Öztürk mevcut görüşünü terk etmeyeceğine göre umarım karşı saldırıya geçmez.

Sayın Öztürk'e yapılan haklı ve haksız bu yargısız ve orantısız ithamları görünce nedense aklıma Yaşar Nuri Öztürk geldi ve "İçimizden ikinci bir Öztürk daha çıkartabilir miyiz? Ha gayret" dedim. Yaşar Nuri'nin yetişme tarzını bilmiyorum ama son duruşu bizim camianın tasvip ettiği değildi. Çünkü her iki tarafın ömrü birbirini eleştiri ve ithamlarla geçti. Yaşar Nuri bizden, biz de ondan haz almadık desem yanlış olmaz. Sayın Yaşar Nuri durmadan içinden çıktığı camiayı eleştirdi. Öyle zannediyorum Yaşar Nuri farklı fikirlerinden dolayı bu mahallede tutunmadı, tutunamadı veya tutundurulmadı. (Ki katıldığım görüşleri de yok değildi) Teşbihte hata olmasın karşı mahalleye geçerek hep bize vurdu. Bu durumdan sadece Yaşar Nuri mi sorumlu? Onu öbür mahalleye göndermede bizim  menfi tavrımızın payı yok mu? Bence Yaşar Nuri Öztürk, görüşlerine katılmadığımız halde bizim mahallede kalmaya devam edebilirdi. Pekâlâ, "Sayın hocam, şu görüşünüze katılmıyoruz" diyebilir veya görmezden gelebilirdik. Sanırım bu yapılmadı.

Yaşar Nuri Öztürk ile Mustafa Öztürk'ü aynı kefeye koymam. Tarihselci görüşüne katılmasam da yaşayan Öztürk'ün kiminle, nerede duracağını bildiğini düşünüyorum. Kendisini yakıştıramadığı yere de gitmez. Ama yine de dikkat etmek lazım. Bakın ikisinin soyadı da Öztürk, ikisi de prof'tur, ikisi de Kur'an alanında konuşuyor. Ama insanoğlu gönül koymaya görsün, sağlıklı karar veremez. Yaşayan Sayın Öztürk de gördüğüm kadarıyla duygusal biri. Aman ha, aman dikkat! Yaptıklarımızla ikinci bir Öztürk'e kapı aralamayalım. Bir çuval inciri berbat etmeyelim...

*** 29/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Biri Bana Kızmış... Çok da Tın!

Nasrettin Hoca bir gün elektrik direğinin şavkında sağına-soluna bakınarak bir şey arıyormuş. Görenler ne aradığını sormuş. Cevabı alanlar da hoca ile birlikte aramaya koyulmuşlar. Kimse bir şey bulamayınca "Hocam! Emin misin? Burada mı düşürdün" diye sorarlar. Hoca, bir başka yerde düşürdüğünü söyleyince "Be hocam! Başka yerde düşürdüğün burada aranır mı" derler. Hocanın cevabı, düşürdüğüm yer karanlık" olur. Bu fıkrayı duyunca her birimiz gülümseriz. Öyle ya, gülünmeyecek gibi değil. Hoca kaybettiği eşyasını aydınlık yerde arıyor.

İyi de fıkra yerinde ve zamanında anlatılır. Seninki de neyin nesi diyebilirsiniz. Bugün başıma gelen bir olay nedense bu fıkrayı aklıma getirdi. Ben bağlantı kurdum. Umarım siz de bu bağlantımı garipsemezsiniz. Kendi zümre arkadaşlarımın olduğu bir Whatsapp grubumuz var. Toplam 10 kişiyiz. Burada bizden istenen bir talebin altına bir cevap yazdım. Al sen bu cevaba okulun 99 kişiden oluşan whatsapp grubundan vebali boynuna diyerek cevap yaz. Yazılan cevaptan ziyade önü ve arkası olmayan, okuyanların bu ne demek diyebileceği bir cevap yazılan. Halbuki cevap verilecekse o gruba yazılır benim bildiğim. X grubundaki bir konu Y grubunda hiç alakası olmayan kişilerle paylaşılmaz. Paylaşılırsa ne olur? Nasrettin Hocanın yitiğini bir başka yerde aramasına benzer. Bu da amaca hizmet etmez, üzüm yemek hiç olmaz. Olsa olsa bağcıyı dövmek olur. Eğer amaç bir yanlış anlaşılmayı gidermek ise bunun yeri olayın geçtiği yerdir. Ha kendisi grupta olmadığı için yazamıyorsa -ki yazamaz- ya geçici olarak gruba eklenir, cevap verir ya gruptan aracı kıldığı kişiye vereceği cevabı söyler; bu şekilde yazmasını ister ya da uygun bir zamanda ilgili kişiyi çağırır, söyleyeceğini odasında söyler.

Bunların hiçbirini yapmayan bu arkadaşa özelden "Grupta olup biten bir yazının başka grupta önü arkası olmadan paylaşmasının uygun olmadığını ve kırılıp üzüldüğümü hatta bu yaptığının şık olmadığını ifade etmiş olmama rağmen bana "Söylemediği bir sözü kendisine itham etmemden dolayı esas benim şık ve etik davranmadığımı, kırgın ve kızgın olduğunu" içeren yazı yazdı. (Bereket, yazdığıma, yazdığım yerden cevap verdi, okul grubundan yazmadı. Birbirimize derdimizi anlatamasak da özelden cevap yazması bu konuda aşama kat ettiğimizi gösteriyor.)

Halbuki ben kendisini suçlayan bir şey yazmadım, kendisini de kastetmedim. Zira sözü hangi müdür yardımcısının söylediğini bilmiyorum. Yazdığım, "Öğlenci müdür yardımcılarının ricası: En azından son iki saat gelebiliyorlarsa diyorlar, çok sevineceklermiş." ricasına zümre başkanımızın geçen ay söylediğini "Hocam müsait olan arkadaşımız gelir. Daha önce de bu durumu kendi aramızda konuştuk. Bize söylenen, "Siz görevli izinlisiniz. O gün derslere giremezsiniz" demiş öğlenci müdür yardımcılarından biri" şeklinde yazmamdan ibaretti. Bu yazımda ne kendisinin ismi var ne de başkası. Beyefendi üzerine alınarak mantık yürütmüş ve tüm vebalini üzerime yıkmış. Canı sağ olsun! Çekecek çilemiz var ise çekeriz. Problem değil.

Şimdi gelelim bu arkadaşın beni şık ve etik davranmamakla itham eden ve kızgın olduğunu ifade eden sözlerine...

Bir konuda itham etmemek, şık olmak ve etik davranmak güzel bir şey. Zira olması gereken budur. Ama bana bu dersleri verecek kişi/lerin ilk önce kendilerinin etik davranması gerekmez mi? Bakalım siz etik bulabilecek misiniz?

1. Oturduğu koltuğa yazılı sınav puanıyla mı geldi yoksa mülakat yoluyla mı? Şayet yazılı puanına göre gelmişse oturduğu yer helâli hoş olsun. Şayet mülakatla gelmişse oturduğu koltuğun neresi şık, neresi etik? Kanun marifetiyle yardımcılıkları sona erdirilen kişilerin yerini işgal etmektedir bu durumda. Ki bu, kendisinden ziyade böyle ucube bir kanuna imza atan Meclisin ayıbıdır. Ama ben böyle bir durumda ayağı kaydırılan mutsuz insanların üzerine mutluluk kurmazdım. (91 en yüksek yazılı puanımla başladığım müdürlük serüvenim değişik okullarda 11 yıl görev yaptıktan sonra sona erdi. Hem eleyenlerin hem de dostlarımın ısrarı üzerine mülakatla müdürlük seçimine girdim ve verilen puan ile bir okula yeniden müdür olarak atandım. İçime sinmeyen bu sürece tepki göstererek 1,5 yıl sonra müdürlüğü bırakarak öğretmenliğe geçtim. Bundan dolayı kendisini ayıplamıyorum ama ben olsam böyle bir göreve talip olmazdım. Aldığım görevi de görev sürem sona ermemesine rağmen bıraktım, geldim. Bıraktıktan sonra ilçeden "Hocam! Sen bize danışmadan, bize haber vermeden bırakıp geldin, istiyorsan sana her zaman kapımız açık, boş yerler var, sana oralardan verelim" denmesine rağmen hayır dedim.)

2. Müdür yardımcıları Ek Ders mevzuatına göre 6 saat derse girmekle yükümlüdür, 2 saat değil. Böyle bir durum şıklık ve etikliğin ötesinde devleti zarara uğratmadır ve suçtur. (Müdür ya da yardımcılarının hiç derse girmemesini savunan biriyim. Ama bu konuda Bakanlar Kurulunun kararı var. Değişmediği süre içinde belirtilen kadar derse girilmelidir.)

3. Hükümet ve yetkili sendikanın toplu iş görüşmesinde aldıkları karara göre ikili öğretim yapan okulların idarecilerine haftada ikişer saat ek ders ödemesi yapılmaktadır. Yaz ve 15 tatili hariç. Bu karar alınırken ikili öğretim yapan okulların idarecileri emsallerine göre okulu erken açıp geç kapatmaları ve mesai fazlası çalışacakları göz önünde bulundurulsa gerek. Hak böyle iken eğer ikili öğretimden dolayı ikişer saat ücret yazıyorlarsa bu durumda idarecilerin bir kısmının sabah, diğer bir kısmının öğleye doğru gelmesi ne derece doğru ne derece şık ne derece etik! Mesela mesainin 11’den sonra başlaması herhalde etiklikten de öte başka bir şey.

4. Trump'ın twitter'dan ülke ve dünya yönetmeye kalktığı gibi bir okul veya kurumu sadece Whatsapp ile yönetmeye kalkmak ne derece doğru? Hızlı iletişim için kullanılması lazım. Ama buradan herkesi ilgilendiren genel açıklama ve duyurular yapılmalıdır. Tüm öğretmen ve personeli tek gruba hapsederek ilgili veya ilgisiz duyurular göndererek herkesi rahatsız etmek ne derece doğru? Sabahçı öğretmen ve öğrencisinin durumundan öğlenci öğretmene ne? Veya bu gruptan falan arkadaş odama gelebilir mi demeye ne demeli? Pekala bu arkadaşların Whatsappına mesaj gönderilemez mi? Veya Whatsapp sabahçı, öğlenci öğretmenler şeklinde ikiye ayrılamaz mı? Kendilerine bu teklif götürüldüğünde "Zaten haddinden fazla grup var, ne gerek var" denmiştir. Halbuki bölünse çok daha şık olurdu. Hızlı iletişim için kurulan bu Whatsapp grubundan birine "Şöyle diyen falan arkadaş" demek ne derece doğru? Bu arkadaşın ismi yok mu? Ayrıca özel görüşmek için kendilerine tahsis edilmiş odaları var. Pekala odalarına çağırıp mesele ne ise ilgili kişiyle konuşabilirler. Laf sokuşturmak, imalı yazmak, beddua etmek yaraşır mı bir idareciye? İdareci dediğin açık ve şeffaf olur, açık konuşur. Genel hatırlatmaları herhangi bir tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde yazar. 

5. İdareci dediğin okul dışındaki kurul, komisyon ve zümrelere okulundan bir öğretmenin ismini vereceği zaman ilgili öğretmene "Hocam bu konuda biz sizi düşünüyoruz" ya da şöyle bir yere ismini verdik" der. Çünkü etik ve şık olan budur. Öğretmen bir başka okuldan duymaz bunu. Ne olduğunu şaşırmaz.

6.Müdür yardımcısı dediğin sadece nöbetinde gelmeyen öğretmenin yerine doldurma yapıp yerinde oturmaz.  Nöbetçi öğretmenin görev yerinde olup olmadığını, okulda bir aksama var mı diye çıkar bir dolaşır. Herhangi bir nedenle görevini yapamayan, okula gelemeyen nöbetçi öğretmenin yerine görevlendirme yapar. (Bir yerde birden fazla nöbet tutuluyorsa oradaki nöbetçilerden biri boş olan bir yere kaydırılır. Ya da daha az riskli yerdeki nöbetçi buraya kaydırılır.)

7.Bir okul para-pul konusu başta olmak üzere gelir ve giderde şeffaf olur. Toplantıda veya üçer aylık dilimlerde gelir ve gider paylaşılır. Sadece Birlik toplantısında toplamdan bahsedilmez. Fazla çekiliyor diye okulun fotokopi işi öğretmenin üzerine yıkılmaz. Fazla çekiliyorsa idareci ne için vardır? Tedbirini alır, sınırlama getirir. Ama fotokopiyi öğretmenin üzerine yıkmaz. Para mı yok? Pekala sınıf bazında para toplattırılabilir. Ama her bir öğretmen dilenci gibi 50 kuruş, 1 lira toplamaz. Okulun parası olmasa diyecek yok. Parası yok ama fotokopileri öğretmene parayla çeken bir kişiyi çalıştırabiliyor. Merak ediyorum neresi şık bu yapılan tasarrufun?

8.Öğretmen ve öğrencilerin kokusunu alacağı şekilde okulda yemek pişirtip yemenin neresi doğru? Pekala kokusundan dolayı yemeğe özlem duyan öğrenci olabilir. Çünkü okulda bir evde 25 kişi kalan fakir öğrenciler var. (Bu arada burnum koku almaz. Beni rahatsız etmiyor. Ama rahatsız olanların olduğunu biliyorum.)

9. Bir branşta ne kadar ders yükü varsa bu ders yükünden idareci varsa Ek Ders menzuatına göre girmesi gereken 6 saati alır, gerisini branş öğretmenleri arasında eşit ve dengeli bir şekilde dağıtır. Öğretmenler "21 saatten fazla ders almak istemiyorum" şeklinde bir dilekçe vermediği müddetçe geriye kalan ders yükü öğretmenler arasında dağıtılır. Kimseye sorulmadan bir idareciye isteğe bağlı 6 saat daha ilave verilmez.

Niyetim birilerinin cemaziyelevvelini dökmek değil. Zira bu benim mizacıma ters. Ama birileri bana ahlaki ve etik değerlerden bahsederse bunları yazmayı boynumun borcu bilirim. Bana şıklıktan bahseden ilk önce kendisinin şık olması ve etik değerlere uyması gerek. Kafalarını kumdan çıkarıp etrafına özellikle kendisine bakmasında fayda var.

Değmeyen bir konu için uzattım. Allah beni affetsin! Bana bir faydası oldu. Kaç gündür yazma isteğim yoktu. Dert edinince elim açıldı. Kendisine bu vesileyle teşekkür ederim. Rabbim ona, bana ve cümlemize selamet versin. 25/12/2018