27 Kasım 2018 Salı

Teyzem, Allah Yardımcın Olsun! ***


Boşta kalırsa zaman zaman kullandığım, ayağımı yerden kesen eski model bir arabam var. Arabayı 13.00 gibi oğlandan aldım. 14.00’deki toplantıma kadar bir dostu ziyaret edeyim istedim. 15-20 dakika içerisinde dostumun çayını-kahvesini içip çıktım.

Ana caddeden tali yola girdim. Tali yol dedimse bilenler için işlek bir yol ama özel otoların dışında toplu taşımanın işlemedi bir yol girdiğim yol. Hemen sağda yaşı 75’i geçmiş kilolu bir teyzeyi bekler gördüm. Önünde de birkaç poşet market alışverişi var. Sanırım ana caddede bulunan marketlerden alışveriş yaptıktan sonra taşıyabildiği kadar taşımış, dinlenmeye koyulmuş. Durdum yanında. Teyze! Gideceğin yere kadar götüreyim teklifime “İyi olur yavrum” dedi. Poşetleri arabanın arka koltuğuna koydum. İster arka sola bin veya ön koltuğa otur teyze dedim. Zorlanarak ön koltuğa oturdu. Bana “buradan nereye gidiyorsun” dedi. Toplantıya gidiyorum dedim. “Kuzum! Allah ne muradın varsa versin, çok iyi oldu. Allah razı olsun! Şuradan şuraya getiremedim işte” diyerek duanın birini bıraktı, diğerine geçti. Belki de hayatım boyunca bu kadar duayı aynı anda işitmemiştim. Aslında bir şey yapmadım. Ne yolumu saptım, ne de oyalandım.

Görüntüsünden ayakta zor duran teyze ile birlikte 3-4 km yolculuk yaptım. “İşte burası evimiz, ben burada ineyim” dedi. Eşyalarını indirdim.   Göz ucuyla oturduğu eve bir göz attım. İçinde kaç oda var bilmiyorum ama ev yıkıldı yıkılacak. Eskinin tek katlı kerpiç evlerinden bir ev. Ev diyorum ama belki de tek gözlü bir ev. Burası sizin mi dedim. “Yok yavrum! Kira. Yeni artırdılar” dedi. Kaça oturuyorsun burada dedim. “250.00 liraya” dedi. Kimin kimsen yok mu soruma “Kocam var evde yatıyor, hasta kalkamıyor. Bu iş bana düştü. Ben de hastayım. Çalışıyordum, hastalığım artınca bırakıverdim” dedi. Sosyal güvenceniz var mı dedim. “Yok, ne arasın” dedi. Oğlan-kız yok mu dedim. “Var bir oğlum var. O bizden muhtaç ve beter durumda. Kendine hayrı yok ki bize olsun. Evliydi eşinden ayrıldı. Kaç çocukla bir başına kaldı. Mahalle muhtarına durumunu hiç anlattın mı dedim. “Anlattım, işte bu durumdayız” dedi. Teyze, Allah yardımcın olsun dedim, toplantıya yetişmek için yanından ayrıldım.

Toplantı salonuna geçtikten az sonra görevli kişi kalabalık bir topluluğa sunumunu yapmaya başladı. Ama nedense seminere kendimi veremedim. Vücut olarak salondaydım ama kafam teyze de takılı kaldı. Bir türlü aklımdan çıkmadı. Ne yer ne içerdi? Kim bakardı bunlara? Kirayı verebiliyorlar mıydı? Gerçi kiranın pek bir ehemmiyeti yoktu ama 250 lira bile onlar için bir şey ifade ediyor olmalıydı. Sonra o evde nasıl oturuyorlardı? Büyük bir ihtimalle ne doğal gazı var, ne de içeride bir su şebekesi. Soba yakıyor olmalılar. Çünkü o eve ne doğalgaz izni verirler, ne de oturma ruhsatı. Yıkılacağı günü bekliyor. Metruk bir ev teyzenin oturduğu yer anlayacağınız.

Biz Konya merkezde doğalgazlı konforlu bir evde keyif çatarken ayakta kalmak ve hayata tutunabilmek için yoklukta yaşam mücadelesi veren bu şekilde daha kaç hane var? Biz bilmiyoruz ama Allah biliyor. Elbette hesabı bizden sorulacak öbür dünyada. Öyle fildişi kulelerde halktan kendini soyutlayarak koltuk işgal etmeyle bu işler olmuyor. Tıpkı yetimlere bakan koca karının “Adli ilahi Ömer’den sorar onu” dediği gibi belediyesinden, muhtarından, kaymakamından da hesabı sorulacak elbet.

Mahalle muhtarı mahallesini adım adım gezerek muhitindeki bakıma muhtaç olan bu tipleri listesine almalı. Kaymakamlığın uhdesinde olan Fak-Fuk-Fon bunlara kesenin ağzını açmalı, belediyeler yaptıkları sosyal yardımlarda bu tip aileleri pas geçmemeli. Çünkü sosyal devlet olmanın gereği budur. Öyle “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” ile bu işler olmuyor maalesef!

*** 29/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.


Şöhret Afettir *


Allah herkesi farklı farklı imtihan eder. Bazılarına "Yürü ya kulum" der, gelmeleri gereken yere hızlı bir şekilde yükseltir. Kimine para, kimine makam vermek suretiyle çoğu kimseye nasip olmayacak şekilde kısa yoldan şöhret sahibi yapar.

Şöhret olmak, herkesçe tanınır olmak çoğumuzun istediği bir durumdur. Ama esas önemli olan zirvede tutunabilmektir. Nice şöhret olan kimseler vardır ki  bir müddet sonra tepetaklak aşağıya inmiştir. Şöhret olmayı taşıyamamışlardır. Çünkü şöhret bir afettir. İnsanı vezir yaptığı gibi rezil de eder.

İnsan tam şöhreti yakalamış ve tadını çıkaracağım dediği zaman niçin düşer? Aslında kişi doğal yoldan şöhreti yakalasa ve şöhret olduktan sonra kendi olmaya devam etse yani rol yapmasa çıktığı yerden kolay kolay düşmez. Çünkü hiçbir kalite tesadüf değildir. Tırnaklarıyla gelmiştir geldiği yere. Ama kişi ehil olmadan birilerini kullanarak kendini olduğundan farklı göstererek şöhret basamaklarına birden tırmanırsa bu şekil yakaladığı şöhretin altında ezilir. Çünkü kaldıramaz ve taşıyamaz. Çünkü şöhret olduktan sonra kameraların gözdesi olacak, ekranlar peşinde koşacak; yaptığı konuştuğu haber olacak, önüne mikrofon uzatılacak, altında koltuğu olacak, herkesin gözü üzerinde olacak. Yani bu durumda kişinin hiç kendine özgü özel bir hayatı olmayacak. Çünkü sürekli takip edilecek. Bu durumda kişi kendini ne kadar gizleyebilir ve kendini olduğundan farklı gösterebilir? Şöhretin hep devam edeceğini sanır. Ama bilinçaltında gizlediklerini bir gün boşaltır: Ya konuşmak ya yazıp paylaşmak ya da bir tasarrufta bulunmak suretiyle kendini ele verir. Çünkü kişi dilinin altında gizlidir.

Hangi şekilde gelirse gelsin şöhreti yakalayan kimse bulunduğu yerde tutunmak istiyorsa;
-Fazla konuşmayacak, bin düşünüp bir konuşacak.
-Yazıp çizmeyecek. Şayet yazıp çizecekse yayımlamadan önce cümlelerinin her birini tekrar tekrar okuyup yanlış anlamaya mahal vermeyecek şekilde yazısını düzenlemelidir.
-Twitter ve Facebook gibi sosyal medyayı kolay kolay kullanmayacak. Şayet kullanacaksa fincancı katırlarını ürkütmeyecek paylaşımlar yapmalıdır.
-Mikrofon uzatıldığında hemen beyanat verme yoluna gitmeyecek.
-Ben meşhur oldum, her şeyi bilirim diyerek her konuda fikir beyan etmeyecek. Sahasında konuşma yolunu tercih etmeli. Başka alanları işin uzmanlarına bırakmalıdır. Buna had bilme diyoruz.
-Özellikle kadın konusuna girmeyecek. Çünkü kadın konusuna girmek netameli bir alandır. Ha bu konuya girmişsin ha mayın tarlasına. Kadınlarımız kendileri hakkında erkeklerin konuşmalarından pek haz almıyorlar. Onların kabullenemediği bir görüşü ileri sürersen sonucuna katlanmayı göze almalısın.
-Neyi, nerede, kiminle, ne amaçla kullandığına ve zamanlamasına dikkat edecek.
-Nerede, kiminle görüştüğüne, ne yiyip içtiğine, kimi ziyaret edeceğine ve kimlerle fotoğraf karesinde yer alacağına özen gösterecek.

Kısaca bahsetmeye çalıştığım bu hassasiyetlere şöhret sahibi dikkat etmezse kendi düşen ağlamaz. Ne idim ne oldum pişmanlığını duyar. Bunun da bu aşamada şöhret sahibine faydası olmaz. Düştüğünde dostu da olmaz. Hasılı şöhret afettir, dil bir afettir, mikrofon bir afettir, sosyal medya bir afettir, koltuk bir afettir.

* 01/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.









25 Kasım 2018 Pazar

Belediye Başkan Adaylarını Belirlemede Kıstasımız

Türkiye’nin belediyecilik tarihi başarı ve başarısızlık örnekleriyle doludur. Çok geçmişe gitmeden halkımız 80’den sonra halkımız ANAP’ı tek başına iktidara getirdi. “Halka hizmet Hakka hizmet” parolasıyla yola çıkan bu partiyi belediyelerde de iktidara taşıdı. Bu partinin bazı belediyelerinin yolsuzluğa bulaştığı ayyuka çıkınca halk bunları indirerek “Sosyal belediyecilik” yapacağız diyen SHP’ye belediyeleri verdi. Ardından bu partiyi koalisyon ortağı yaptı. Bu parti belediyecilikte ve iktidarda fazla tutunamadı. Çünkü çöp yığınlarıyla anılır oldu ve İSKİ’de yapılan yolsuzluk patlak verdi. Hem belediyeleri hem de iktidarı kaybetti.

Küçük bir muhalefet partisi olmasına ve Mecliste temsil edilmemesine rağmen Şanlıurfa, Van, Kahramanmaraş, Konya ve Sivas belediyelerinde kendini ispatlayan RP’ini seçmen, 1994 mahalli seçimlerinde belediyelerin çoğunu bu partiye verdi ve 1996 yılında yapılan genel seçimlerde bu partiyi iktidarın büyük ortağı yaptı. Belleklerde Refah Belediyeciliği kaldı. Başarı dendi mi bu belediyeler akla geldi.

RP’inin ve ardından kurulan FP’inin kapatılmasıyla birlikte Milli Görüş çizgisinden gelen bu parti SP ve AK Parti şeklinde iki ayrı parti olarak siyaset arenasındaki yerini aldı. Mevcut belediye başkanlıklarının çoğu AK Partide siyaset yapmaya başladı. Özellikle İstanbul ve Ankara’da yapılan hizmetler AK Partiyi iktidara taşıdı. 2002’den bu yana AK Parti ülke yönetiminde hem de belediyelerini çoğunda söz sahibi. Yani belediyelerin ekserisinde AK Belediyecilik hakim.

Anlatmak istediğim bugün AK Parti 2002’den beri hala iktidarda ise bu başarısında kendisinden olan belediyelerin, hizmetleriyle göz doldurmasının payı büyüktür.  

80 sonrası belediyeciliğine ve iktidarlarına kısaca değindim. Niçin? Çünkü Mart 2019’da şehrimizin belediye başkanını seçmek için sandığa gideceğiz. Adaylar bir bir ortaya çıkmaya başladı. Bazı illerin adayları şimdiden açıklandı. Diğer geri kalan şehirlerimizin adaylarının açıklanması eli kulağında. Herkeste “Acaba bir beş yıl şehrimi yönetecek kim olacak” diye bir bekleyiş hakim.  

Yaklaşmakta olan bu seçimler önemli. Seçimler kadar gösterilecek adaylar da. Çünkü eskilerin tabiriyle şehrimizin şehrül-eminini yani belediye başkanını seçeceğiz. Bir büyükşehir, bir il, bir ilçe ve bir beldede kim belediye başkanı seçilirse seçilsin o belediye başkanı o partinin ya yüz akı veya yüz karası olacaktır. Çünkü belediyeler partilerin mahallindeki vitrinleridir. Yaptıkları icraatlarla partisini vezir de yapar, rezil de. Yani partisini iktidardan da eder, iktidara da taşır ve uzun yıllar kalıcı da olur.
Burada amacım siyaset yapmak falan değil, bir durum tespiti yapmaktır. Bir vatandaş olarak bir seçmen olarak şehrimizin iğneden ipliğe her şeyiyle ilgilenen belediye başkanlarının kimler olacağını sorgulamak hepimizin hakkıdır diye düşünüyorum. Çünkü bir şehirde belediye başkanlığını göğüslemek için parti kadar belirlenen aday da önemlidir. Özellikle bu seçimde bu durum, daha da bir önem kazandı. Çünkü bu seçim partiler için özellikle belediyelerin çoğunu elinde bulunduran parti için kolay olmayacaktır. Bunun böyle olacağını kestirmek için çok öteye gitmeye gerek yok. Halk hem 07 Haziran hem de 24 Haziran seçimlerinde gerekli uyarısını yaptı, geçmişten bugüne bazı belediyeler iyi yönetilmediği için el değiştirdi. Bu seçimde de bazı belediyeler el değiştirebilir. Bu durumu bilen ve her seçimde oyunu düşürmeye başlayan partiler bulundukları yerde tutunmak için ittifaklarla ipi göğüslemeye çalışıyor. Bu tür ittifaklar geçici birer pansumandır. Tedbir alınmazsa ve doğru aday tercihi yapılmazsa bir müddet sonra ittifaklar da fayda vermeyecektir. Çünkü bu halk geçmişten günümüze özellikle seksenden sonra kolay kolay yanlışta isabet etmemiştir. Hemen hemen her zihniyetteki partiyi şu ya da bu şekilde iktidara ve belediyelere taşımıştır.

Bunun için ne yapmalı denirse buna geçmeden kendisi siyasetçi olmamasına rağmen her iyinin yanında yer alan, ilkesel bir duruş sergileyen ve davasını dert edinen hizmet aşığı bir kardeşimizin bana gönderdiği mesajını buraya aynen aktarıyorum:

“STK, cemiyet, dernek, vakıf, düşünce kuruluşu, yazar, alim, dava adamı, fikir adamı kısaca bu ülkede kim varsa şu sorunun cevabını vermesi lazım: Liyakate göre mi görev verilecek? Yoksa 50 yılda kazandığımız kazanımlarımızı 2-3 güç zehirlenmesine uğramış koltuk sevdalısı şahısların isteklerine göre mi belirleyeceğiz? Şu an aday gösterilecek 3 büyükşehir belediye başkanı tescilli FETÖ’cü… Halen bazı yerlerde üç dönem vekillik yapmış kişileri aday olarak piyasaya sürmeye çalışıyorlar…Akıl tutulması yaşanıyor… Tayyip Bey’in etrafı çevrilmiş durumda…Birçok kardeşimiz, gazeteci, TV programcısı, aktivist bu durumdan şikayetçi…Bu ülkede sorumluluk sahibi olanlar bunu dert edinmeli…Bu durumu uygun bir dil ile nasıl yazıya dökeriz?”

Bana bu mesaj gönderen kardeşimizin hassasiyetini size bu şekilde aktarmış oldum. Bunun dışında başka hassasiyet ve endişelerini dile getirenler de var: “Belediyelerin israf ekonomisi uyguladıkları, parayı olur olmaz yerlere çarçur ettikleri, ihaleleri belirli kimselere verdikleri, halkın içerisine yeterince çıkmadıkları, halktan uzaklaştıkları, hesapsız icraatları dolayısıyla belediyeleri çok borçlandırdıkları…”şeklinde.

Vatandaşta var olan bu endişelerin ne kadarı doğrudur-yanlıştır bilmiyorum. Kim FETÖ’cü veya değil, böyle bir iddiam yok. Endişeler gerçeği yansıtmayabilir de. Fakat bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir. Bundan dolayı partiler kendilerini bir beş yıl temsil edecek belediye başkan adaylarını belirlerken yoğurdu üfleyerek yemelerinde fayda vardır.  Bunun için partilerin çok bir şey yapmasına gerek yok. Sadece adaylarını belirlerken ehliyet ve liyakati esas alsalar yeter. Partiler biz adayımızı belirlerken bunu esas aldık deseler de halkta ehliyet ve liyakatten öte kendisini pazarlayanların aday yapıldığı veya yapılacağı kanaati hakim. Özellikle şaibeli insanlardan uzak durulmasında fayda var. Unutmasınlar ki tanınır olmak, güçlü olmak veya kendisini iyi pazarlamak belediye başkanı olmak için yeterli değildir. Kendisini ispatlamış ve çevresine güven veren insanları bulup aday yapmak en doğru ve hakkaniyete uygun olanıdır diye düşünüyorum. Aman dikkat! 
25/11/2018
Barbaros ULU

21 Kasım 2018 Çarşamba

Belediye Başkanlığı İşi Olmayacak Gibi! ***


Mart 2019 mahalli seçiminde belediye başkanı olmak isteyenler istifasını verdi ve değişik partilerden aday olmak için adaylık başvurusunda bulundu. Adayların hepsi bir umut aday olup muratlarına ermeyi hedeflemektedir.

Seçilir veya seçilmez hepsi bir beklenti içerisindeyken adaylık başvurum olmamasına rağmen ben de bir beklenti içerisine girdim. İstedim ki bir parti çıksın "Sensiz olmaz, bizim adayımız sensin" desin. Diyen oldu mu? Maalesef! Şakasından bile herhangi bir teklif gelmedi.

Halbuki ne de hazırlamıştım kendimi. Aday olup kazanınca son model makam arabasının makam koltuğuna oturacaktım. Özel şoförüm sür dediğim yere sürecekti. Arabanın yakıt, bakım, sigorta, MTV, muayene, arıza, temizlik, yıkama vb. derdi olmayacaktı. Her şeyiyle şoförüm ilgilenecek, masraflar da devletten olacaktı. Ben elimi cebime atmayacaktım. Beni arabada ve her yerde bir gölge gibi takip edecek korumalarım da olacaktı. Arabanın kapısını açma-kapama gibi bir külfetim de olmayacaktı. Şoförüm emrimdeydi nasılsa.

Arabadan iner inmez bir başka yani esas makam koltuğum beni bekleyecekti. İşi yapacak ve takip edecek ekibimi belirledikten sonra günlerimi kabul ve ziyaretlere ayıracaktım. Gittiğim yerde en önde ve gözde yerlerde ağırlanacaktım. Şoför ve korumam dışarıda beklerken ben içeride keyif çatacaktım. Yediğim önümde yemediğim arkamda kalacaktı. 

Kabullerde bana gösterilen ilginin alasını misafirlerime gösterecektim. Cömertliğimde sınır olmayacaktı. Masrafları da temsil giderleri fonundan karşılayacaktım. 

Törenlerde ilk üçte yer alacaktım. Zaman zaman halkın arasına katılacaktım. Üstüme kapım her zaman açık, astıma ve halkıma ise kapalı olacaktı. Çünkü çalışmam gerekecekti. Sadece ayda bir halk günü veya beyaz masa adı altında halka kapımı açacaktım. Ben dinleyip sekreterim not alacaktı.

Misafir ve protokole cömert davranırken belediye encümenine de gözüm gibi bakacaktım. Maaşımı devletin belirlediği en üst limitten geçirmek için meclis üyeleri arasında kulis faaliyetlerine hız verecektim. Aldığım maaşa dokunmayacaktım. Biriksin dursun hesapta. Neye veya nereye harcayacaktım ki zaten? Nasılsa yol masrafım yok. Zira makam aracım getirip götürecekti beni. Ziyaret dolayısıyla gittiğim yerde karnımı doyuracaktım, geleni de doyururken ben de bir güzel nasiplenecektim. Anlayacağınız küçük bir harçlık bana yetecekti bir ay boyunca.

Hesabımda biriken parayı gayrimenkulde değerlendirmeyi düşünüyordum. Kaç tane evim olacaktı! Bir beş yıl bana yeter de artardı. İkinci beş yıl da aslında fena olmazdı. 

Herkes bana ortaokul ve lisedeki sınıf başkanlıklarımdan sonra "başkan" diyecekti. Başkanlığım bitse bile bana "başkanım" demeye devam edeceklerdi.

İçinizden "Sen başkanlığa hizmet için mi gelecektin yoksa kendini ihya etmek için mi" diye sorabilirsiniz. Almadan vermek Allah'a mahsus! Önce almalıyım ki sonra vereyim. Ki makamdan faydalanmak aynı zamanda moralimi yerine getireceğinden halka ve şehrime daha iyi hizmet edebilirdim.

Şehre hizmet için şehri yeniden keşfe gerek yok. Her başkanın yaptığı gibi yol, asfalt, kaldırım, alt yapı, su, ulaşım vb. icraatlara imza atacaktım. Ara ara da çocukları sevindirmek için projeler geliştirerek onlara bisiklet, bilgisayar, altın vb. hediyeler verecektim. 

Parayı nereden bulacaktın derseniz İller Bankasından gelen paranın yanında alacağım su ve atık parası, emlak vergisi vb. gelirleri kullanır, yetmezse halkıma hizmet için gerekirse kredi çekecektim. Benden sonra gelecek başkana enkaz pardon borç devredecektim.

Gördüğünüz gibi hayallerim büyüktü. Görünen bu başkan olma hayalim sanki başka bahara ötelenecek gibi. Çünkü şimdilik hayallerim suya düştü, ufukta bir adaylık bile görünmüyor. Acırım da halka hizmet edemeyeceğime üzülüyorum. Ne diyeyim? Bunca birikim, heves proje ve geniş ufkuma rağmen beni seçmeyen ve tercih etmeyenlerin Allah hayrını versin.




*** 27/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.


20 Kasım 2018 Salı

İlkokul Öğretmenim Öğretmeye Devam Ediyor *

19.11.2018 günü akşam 17.30 sularıydı. Altıncı saat dersime yeni girmiştim ki telefonum çaldı. Arayan kim ki diye telefonuma bir göz attım. Beni 4.sınıfa kadar okutan ilkokul öğretmenimdi arayan. 

Normal şartlarda telefonumu sessize alır, ders esnasında arayan telefonlara cevap vermem, zaten haberim de olmaz. Teneffüse çıkınca geri dönüş yaparım arayanlara. Ama bu arayan ilk okumamı yaptığım, kendisinden çok şey öğrendiğim ilk öğretmenimdi. Kendisinden sonra ilk, orta, lise ve üniversitede nice öğretmen ve hocalarım oldu. Hepsinin ayrı bir yeri vardı yanımda ve gönlümde. Ama bu arayan başkaydı. Benim için özel mi özeldi.

Öğrencilere selam verip iyi dersler dedikten  sonra onları buyur ettim. Hemen telefonu elime alarak kapının önüne koridora çıktım. Telefonu açtım. Hal-hatırdan sonra "Gece için aradım, gürültü geliyor, sanırım dersin var, gecen bereketli olsun" dedi. Hayır dilekleriyle konuşmayı sonlandırdık.

Hemen sınıfıma geçtim. Derse koyuldum. Bir iştah, bir moral, bir motive! Dersin ne zaman bittiğini anlayamadım. Moralim tavan yaptı. Nasıl sevinmez, nasıl mutlu olmazsın ki? Sanki mübarek "Beş saat derse girdikten sonra bu hayırsız öğrencim yorulmuştur, şunu arayıp yorgunluğunu alayım" der gibi imdadıma yetişti.

Keyfim yerindeydi ama içimde buruk bir sevinç oluştu. Bu nasıl iş Ramazan, kıyametin alameti mi yoksa? Senin arayıp hal-hatır sorman, hayır duasını alman gerekirken öğretmenin seni arıyor dedim kendi kendime. Sağ olsun eli öpülesi bu öğretmenim birkaç defa aradı beni. Ararken de "Len hayırsız niye aramazsın" şeklinde hiç laf çakmadı, ezmediği gibi bir imada bile bulunmadı. Ama her defasında tarif edilmez bir sevincin yanında büyük mahcubiyet duydum. Çünkü bugün ihya ettiğimiz Mevlid-i Nebi dolayısıyla benim kendisini aramam gerekirken o beni aradı. 

Aslında birkaç gün sonra -bugün- kutlanacak öğretmenler gününde arayayım diyordum kendisini. Allah bilir ya benden çok yaşayacak ki o daha önce davrandı. Allah kendisinden sonsuz razı olsun.

Sahi sizin var mı böyle bir öğretmeniniz?  Tayininin çıkmasının ardından 44 koca bir yıl geçmiş, o hala bana öğretmeye devam ediyor: Büyükler unutulmaz, yapılan iyilik unutulmaz, hele bir harf öğreten hiç unutulmaz; öğretmenlik ders başlayınca başlayan, ders bitince sona eren; öğrenci mezun olunca unutulan, öğretmen tayini çıkınca hatırlanmayan değildir anlamında vefayı öğretiyor. Küçük aramazsa büyük arasın ama aradaki hukuk devam etsin dercesine alçakgönüllülüğü öğretiyor. Sanki bana "Beşikten mezara ilim öğrenmeye devam Ramazan! Öyle ben de öğretmen oldum, 55 yaşındayım demeye kalkma, benden öğreneceğin daha çok şey var, ben emekli olsam da senin emekliliğin gelse de benden öğrenmeye devam edeceksin. Çünkü benim öğretmenliğim bitmedi" diyor. Büyüyüp çoluk-çocuk sahibi ve öğretmen oldum, emekliliğim geldi ama anlaşılan daha öğrenciliğim bitmemiş. İyi ki bitmemiş. Ondan görgüyü, nezaketi, sevgiyi, saygıyı, hatır bilmeyi, hatırda tutmayı öğreniyorum hala!

Allah ondan ebeden razı olsun, ömrü uzun ve bereketli olsun, benim gibi hayırsız öğrencisine ve çevresinde ulaşabildiklerine hayatı öğretmeye devam etsin. Allah sayısını çoğaltsın. 

İyi ki tanımışım! İyi ki öğretmenim olmuşsun, öğretmenliği ve insanlığı ölmez  Mustafa VAREL öğretmenim! Sen çok  yaşa, çok var ol e mi! Öğretmenler günün kutlu olsun değeri ölçülmez öğretmenim! Ellerinden öperim.

* 24/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde " İlkokul Öğretmenim Aradı Beni" başlığıyla yayımlanmıştır.                                          

19 Kasım 2018 Pazartesi

Hz Muhammed’e Gerçek Sevgimizi Göstermenin Yolu ***

Mevlid-i Nebi dolayısıyla "Alemlere rahmet olarak gönderilen" Hz Muhammed'i dün gece bir kez daha andık, milletçe hayırla yad ettik. Gerçi bir günlük değil onu anmamız. Her daim anıyoruz desem mübalağa etmiş olmam.

Güya soyu kesilecek, adı-sanı duyulmayacak, unutulup gidecekti. Bu yüzden kendisine ebter denmişti. Ona ebter diyenlerin Kevser süresinde olduğu gibi soyları kesildi, adları ve sanları unutuldu. Ebu Cehil ve Ebu Lehep gibi unutulmayanları varsa da hayırla yad edilmiyorlar bugün.

Asırlar geçmesine rağmen onu her daim, her vesileyle hayırla anmaya devam ediyoruz. Bitmez tükenmez bir sevgidir ona beslediğimiz. Dün andık, bugün de anıyoruz, yarınlarda da anmaya devam edeceğiz. Çünkü hayatımızın bir parçasıdır o. "Yer ve gök ehli tarafından övülmüş" anlamına gelen Muhammed ismi geçtiğinde hemen elimizi kalbimize götürerek ona destek anlamında salavat getiririz. Çocuklarımıza onun isimleri olan Ahmet, Muhammed, Mustafa, Mahmut isimlerini veririz. Muhammed ile aynı kökten ve aynı anlama gelen Mehmet ismini de biz bulmuşuz. Askerimize Muhammed'in ordusu anlamında Mehmetçik adını vermişiz. Yine asker ocağını peygamber ocağı kabul ederiz.

Günde beş vakit minarelerimizden yükselen ezanda onun adına yer veririz. Namazda Tahiyyat duasını olurken ona selam verir, ona dua ederiz. Okuduğu Kur'an'ı okur, onu anlamaya ve yaşantımızda uygulamaya çabalarız. Onun yaptıklarını sünnet kabul eder, hayatımıza tatbik ederiz. Sözlerini emir telakki ederiz. Çünkü O, hevasından konuşan biri değildir.

Onu övmek, onu anmak ve ona olan duygularımızı anlatmak amacıyla adına naat dediğimiz bir nazım türü edebiyatımızda yerini almıştır.

Hz Muhammed’i anarken anma programları düzenlerken amacımız onun yolundan gitmektir. Çünkü o bizim için en güzel örnektir. Ama bu kadar sevdiğimiz ve sürekli andığımız kişinin yolundan tam gidebildiğimiz söylenebilir mi? Anmada sorunumuz yok ama onun izinden gitmede sorunumuz var. Özellikle onun ahlakını kendi hayatımıza tatbik etmede çelişkiler yaşıyoruz.

Bu vesileyle bugünkü hali pürmelalimizi bir kıyaslayalım diye onun hayatından bizim için olmazsa olmaz birkaç ahlaki ilkelerinden örnek vermek istiyorum:

Zayıf ve güçsüzlerin korunması, onların can ve mal emniyetinin sağlanması ve zulmün önlenmesi amacıyla genç yaştayken altına imzasını attığı Erdemliler Sözleşmesi, “Suç işleyen kızım Fatıma da olsa cezasını veririm” demesi adil olmasına bir örnektir. Bugün kaçımız mağdur ve mazlumun safında yer alıyor ve suç işleyen çocuğumuzu adalete kendi elimizle teslim ediyoruz? Kabe Hakemliğini tereyağından kıl çeker gibi halletmesi, ölümle burun buruna geldiği bir anda kendisine emanet edilen kıymetli eşyaları sahiplerine vermesi çevresine güven telkin ettiğinin bir göstergesidir. Kaçımız bizi öldürmeye gelenin malını-mülkünü kendisine vermeye çalışırız? Hicret esnasında kendisine kılavuzluk yapsın diye paralı tuttuğu kılavuzu Abdullah bin Uraykıt bir müşrik idi. Ben müşrikle iş tutmam demedi. İşinin ehli olduğu için Abdullah’ı seçti. Kaçımız bir yere birini alacağımızda o işin en iyisini bulmaya çalışırız?

Sayfamın darlığı dolayısıyla burada sadece adalet, güvenilir ve işi ehline verme ahlaki özelliklerine yer verebildim. Diğer örneklikleri saymakla bitmez. Biz hepsini değil, sadece bu üç özelliğini hayatımıza düstur edinsek dünyada herkesin parmakla gösterdiği örnek bir toplum oluruz. Kendimiz dönüştüğümüz gibi dünyayı da dönüştürürüz.

Bence peygamberi sevmek onu sadece anmak değildir, sadece salavat getirmek değildir. Ahlakı Kur’an olan ahlakını ne zaman ki hayatımıza tatbik ederiz; işte gerçek sevgi, gerçek anma o zaman olur. Onun yolundan gitmeyi Allah hepimize nasip etsin.

*** 20/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

18 Kasım 2018 Pazar

Kimdir O? *


Doğduğu anda “Yer ve gök ehli tarafından övülsün” diye dedesi tarafından kendisine Muhammed ismi verilmiş biridir.

Babasını görmeden dünyaya gelmiş, annesini de 6 yaşında kaybetmiş, küçük yaşta iken hem yetim hem de öksüz kalmış biridir.

Çocukluğundan itibaren aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla çalışma yolunu seçmiş, kimseye yük olmamış; kah çobanlık yapmış, kah ticaretle uğraşmış biridir.

Kimden bir iyilik görmüşse gördüğü iyiliği fazlasıyla vermiş vefalı biridir.

Çocukluğunda bile kötülüklerden uzak durmuş, kötülüklerle mücadele etmiş biridir.

Haksızlığa karşı çıkmak, mazlumların yanında yer almak amacıyla kurulan Hılf’ul Fudül’e imza koyarak genç yaşta iken safını belirlemiş biridir.

35 yaşlarında daha peygamber olmadan önce Ka’be hakemliği yapmak suretiyle problemi çözebilecek yetenekte olduğunu göstermiş aynı zamanda güvenilir ve adil olma yönünden herkese güven telkin etmiş biridir. (Bugün adalet ve güven telkin etmeyen bizlere duyurulur.)

Ölümle burun buruna geldiği bir esnada kendisini öldürmeye gelen düşmanlarının daha önce kendisine emanet ettiği kıymetli eşyalarını kendilerine geri vermek için Hz Ali’yi görevlendirecek kadar emin biridir.

Hicret esnasında düşmanı yanıltmak amacıyla yaptığı taktiklerle ne büyük bir zekaya sahip olduğunu cümle aleme göstermiş biridir.

Hicret esnasında kılavuzluk yapsın diye seçtiği kişinin inancına bakmamış, müşrik biri olmasına rağmen Abdullah b. Uraykıt’ı kendisine kılavuz seçmiş biridir. (Sırf bu örnek bile emanet, ehliyet ve liyakata ne kadar önem verdiğini göstermesi bakımından önemlidir. Ehliyet ve liyakatta sınıfta kalanlara özellikle duyurulur.)

“O söylüyorsa mutlaka doğrudur” denecek kadar dostunun, “Muhammed asla yalan söylemez” denecek kadar düşmanlarının güvenini kazanmış ve kendisine bizzat düşmanları tarafından “el Emin” denmiş biridir. (Güven telkin etmeyen günümüz biz Müslümanlarına duyurulur.)

Hep konuşan bir kâl ehli Muhammed yerine sürekli çalışmayı seçmek suretiyle hâl ehli olduğunu göstermiş biridir. (Kan davası, faiz gibi kötülükleri kaldırırken ilk önce akrabalarındaki kötülükleri kaldırarak başlamıştır. Ele talkın verirken kendisi ve akrabaları salkımı yutma yolunu tercih etmemiştir.)

Büyükle büyük, küçükle küçük olmuş; herkese nazik ve kibar davranmayı ölçü kabul etmiş ve kimseyi incitmemiş biridir.

Lügatinde yalana yer olmayan, söz verdi mi sözünü yerine getiren sözünün eri biridir.

23 yıl gibi kısa bir zaman diliminde her türlü kötülüğün kol gezdiği Cahiliye diye bilinen bir dönemi Asrı Saadet yani mutluluk çağına dönüştürmüş biridir.

Doğumunun üzerinden asırlar geçmesine rağmen ismi unutulmayan, yaptıkları sevenleri tarafından yerine getirilmeye çalışılan, ismi geçtiği zaman destek anlamında kendisine salavat getirilen biridir.

Doğum günü, kimsenin kimseye baskı yapmadan gönüllülük esasına dayalı olarak değişik aktivitelerle anılan biridir.

Erkek çocukları vefat edince düşmanlarının soyu kesik anlamında ebter dediği kimse olmasına rağmen soyu kesilmediği gibi adı ve şanı unutulmamış, asırlardır anılan ve anılmaya devam edecek olan ender bir kişidir.

Doğumu dolayısıyla bu akşam hayırla yad edeceğimiz peygamberin yolundan gitmeyi, onun gibi emin-güvenilir ve sözünün eri olmayı, emanet ve ehliyeti ehline vermeyi Allah bizlere nasip etsin!

* 19/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.