Ana içeriğe atla

Şöhret Afettir *


Allah herkesi farklı farklı imtihan eder. Bazılarına "Yürü ya kulum" der, gelmeleri gereken yere hızlı bir şekilde yükseltir. Kimine para, kimine makam vermek suretiyle çoğu kimseye nasip olmayacak şekilde kısa yoldan şöhret sahibi yapar.

Şöhret olmak, herkesçe tanınır olmak çoğumuzun istediği bir durumdur. Ama esas önemli olan zirvede tutunabilmektir. Nice şöhret olan kimseler vardır ki  bir müddet sonra tepetaklak aşağıya inmiştir. Şöhret olmayı taşıyamamışlardır. Çünkü şöhret bir afettir. İnsanı vezir yaptığı gibi rezil de eder.

İnsan tam şöhreti yakalamış ve tadını çıkaracağım dediği zaman niçin düşer? Aslında kişi doğal yoldan şöhreti yakalasa ve şöhret olduktan sonra kendi olmaya devam etse yani rol yapmasa çıktığı yerden kolay kolay düşmez. Çünkü hiçbir kalite tesadüf değildir. Tırnaklarıyla gelmiştir geldiği yere. Ama kişi ehil olmadan birilerini kullanarak kendini olduğundan farklı göstererek şöhret basamaklarına birden tırmanırsa bu şekil yakaladığı şöhretin altında ezilir. Çünkü kaldıramaz ve taşıyamaz. Çünkü şöhret olduktan sonra kameraların gözdesi olacak, ekranlar peşinde koşacak; yaptığı konuştuğu haber olacak, önüne mikrofon uzatılacak, altında koltuğu olacak, herkesin gözü üzerinde olacak. Yani bu durumda kişinin hiç kendine özgü özel bir hayatı olmayacak. Çünkü sürekli takip edilecek. Bu durumda kişi kendini ne kadar gizleyebilir ve kendini olduğundan farklı gösterebilir? Şöhretin hep devam edeceğini sanır. Ama bilinçaltında gizlediklerini bir gün boşaltır: Ya konuşmak ya yazıp paylaşmak ya da bir tasarrufta bulunmak suretiyle kendini ele verir. Çünkü kişi dilinin altında gizlidir.

Hangi şekilde gelirse gelsin şöhreti yakalayan kimse bulunduğu yerde tutunmak istiyorsa;
-Fazla konuşmayacak, bin düşünüp bir konuşacak.
-Yazıp çizmeyecek. Şayet yazıp çizecekse yayımlamadan önce cümlelerinin her birini tekrar tekrar okuyup yanlış anlamaya mahal vermeyecek şekilde yazısını düzenlemelidir.
-Twitter ve Facebook gibi sosyal medyayı kolay kolay kullanmayacak. Şayet kullanacaksa fincancı katırlarını ürkütmeyecek paylaşımlar yapmalıdır.
-Mikrofon uzatıldığında hemen beyanat verme yoluna gitmeyecek.
-Ben meşhur oldum, her şeyi bilirim diyerek her konuda fikir beyan etmeyecek. Sahasında konuşma yolunu tercih etmeli. Başka alanları işin uzmanlarına bırakmalıdır. Buna had bilme diyoruz.
-Özellikle kadın konusuna girmeyecek. Çünkü kadın konusuna girmek netameli bir alandır. Ha bu konuya girmişsin ha mayın tarlasına. Kadınlarımız kendileri hakkında erkeklerin konuşmalarından pek haz almıyorlar. Onların kabullenemediği bir görüşü ileri sürersen sonucuna katlanmayı göze almalısın.
-Neyi, nerede, kiminle, ne amaçla kullandığına ve zamanlamasına dikkat edecek.
-Nerede, kiminle görüştüğüne, ne yiyip içtiğine, kimi ziyaret edeceğine ve kimlerle fotoğraf karesinde yer alacağına özen gösterecek.

Kısaca bahsetmeye çalıştığım bu hassasiyetlere şöhret sahibi dikkat etmezse kendi düşen ağlamaz. Ne idim ne oldum pişmanlığını duyar. Bunun da bu aşamada şöhret sahibine faydası olmaz. Düştüğünde dostu da olmaz. Hasılı şöhret afettir, dil bir afettir, mikrofon bir afettir, sosyal medya bir afettir, koltuk bir afettir.

* 01/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde