18 Kasım 2018 Pazar

Vatana İhanet İthamından Nasıl Aklandım?

2008 yılı olsa gerek. Lisede yöneticilik yaparken yaz dönemiydi. Odam üçüncü kattaydı. Odamda oturuyorum.

Aşağı merdivenlerden "müdür bey" diye seslenen bir ses işittim. Sese cevap vermek için odamdan çıktım, kapıda biriyle karşılaştım. Buyurun dedim. "Ben bakanlık müfettişi falan" dedi.

Odama aldım, kendisine hoş geldin dedim. Benden not defterleri, öğretmenler kurulu toplantı gündemi vs. bazı evraklar istedi. Aklımda kaldığı kadarıyla bir de zümre örneği istedi. Hangi zümre örneğini getireyim dedim. "Ben felsefesiyim, diğerlerinden anlamam. Siz bana felsefe zümresini getirin" dedi. Tamam hocam derken başka bir ilçeden çocuğunu nakil getirmek isteyen bir veli geldi. Kendisine az bekleyebilir misin, içeride müfettiş bey var, onun incelemek için istediği evrakı hazırlamam lazım dedim. Dışarıda kapı önünde bu konuşmayı işiten müfettiş "Müdür bey! Veliyi bekletmeyelim, ben beklerim" dedi.

Veli ile yan odada görüşürken müfettiş "Müdür bey! Ben gecikeceğim, daha evrakı incelemem lazım. Veli bize biraz müsaade etse de siz bana istediğim evrakları getirseniz, ben gerekli incelememi yaparken siz görüşmeye devam edin" dedi. Olur dedim. Hemen istediği evrakları hazırlayıp önüne koydum. Ardından velinin yanına geçerek görüşmeye devam ettim.

Veliyi gönderdikten sonra müfettişin yanına geldim. Aramızda şu diyalog geçti:
—Müdür bey! Bir kişilik sınıfın mı var?
—Evet var.
—Nasıl açtın?
—Yönetmeliğe göre açtım.
—Ben böyle bir yönetmelik maddesi bilmiyorum. Zaten böyle bir madde olmaz. Bu yaptığınız vatana ihanetle eşdeğer dedi.
—2005'te yapılan bir değişiklik var hocam dedim.
—Bana gösterebilir misin o maddeyi dedi.
—Elbette hocam dedim.
Dolaptan klasörü çıkardım. Yönetmeliğin ilgili maddesini bulup önüne koydum.
—İşte şu madde hocam, dedim.
Gösterdiğim maddeyi okudu.
—Müdür bey! Yönetmeliğin bu maddesine göre bir kişiye sınıf açmakla çok iyi ve doğru olanı yapmışsınız. Sizi tebrik ederim. Şayet açmasaydın eğitim ve öğretimi engellemekten hapis cezası bile alabilirdin. Allah Allah! Bu maddeyi ben atlamışım dedi.

Müfettiş diğer evrakları da inceledikten sonra müsaade alarak ayrıldı.

Kamuda çalışanlar denetim amaçlı müfettişlerle karşılaşmıştır. Ben de çok karşılaştım. Bazısında, bir kibir, tepeden bakma, eksik bulmaya ve ezmeye çalışma izlenimi edindim. Adını unuttuğum bu müfettişi çok mütevazı gördüm. Mütevazı sahibi olduğunu odaya gelirken gösterdi. Çoğu müfettiş kapıda karşılanmayı beklerken bu müfettiş sessiz sedasız okula girip benim odamı aramış. Ardından veliyi bekletmeyelim demesi, yönetmelik maddesini atladığını, felsefe dışında diğer zümrelerden anlamadığını söylemesi tevazu sahibi olduğuna bir örnektir.

Sahi siz böyle bir müfettişle karşılaştınız mı?

Bu denetimde aklımda kalan bir diğer husus da bir kişilik sınıf açmakla, önce vatana ihanetle eşdeğerle itham edildim. Az sonra da açmakla iyi yapmışsın demek suretiyle tebrik edildim. Bu durum bana, önce hakkında idam ya da müebbet istenen sanığın berat almasına benzer.

Not: Sahi bir kişiye nasıl sınıf açtınız diyebilirsiniz. Eskiden liselerde 9.sınıf bitiminde alan seçilirdi. Bu alanlar fen bilimleri, Türkçe matematik, sözel ve yabancı dil alanları idi. Bir alanın açılabilmesi için yanlış hatırlamıyorsam sınıf mevcudunun 8 olması gerekirdi. Bu sayı oluşmazsa, öğrencinin kaydı okulda kalmak suretiyle başka okulda açılan o alanın sınıfında okurdu öğrenci. İl merkezinde böyle idi. Çalıştığım yer ilçe merkezi idi. Tek Anadolu lisesi idi. İlçe sınırları içinde öğrencinin, alanında okuyabileceği gidebileceği okul yoksa, ilçe milli eğitime yazı yazılmak suretiyle ilçenin tedbir alması istenirdi. İlçeden de "İlçe sınırları içerisinde öğrencinin bir başka okulda alanında okuması mümkün olmadığından, yönetmeliği ilgi maddesine göre sayıya bakılmaksızın açılır" maddesine atıf yapılmak suretiyle "okulunuzda ilgili alanın açılması" şeklinde gönderilen yazı ile o alan açılabiliyordu. 

17 Kasım 2018 Cumartesi

Ah Şu Dolmuşlar Biraz Daha Geniş Olsa! *


Ne zaman birilerini bir iş üzere görsem şimdiki mesleğimi icra etmiyor olsaydım acaba bu işi yapabilir miydim, hatta keşke bu işi yapsaydım derim. Esnafı görsem esnaf, işçiyi görsem işçi, belediye çalışanını görsem belediyeci, siyasetçiyi görsem siyasetçi vs olmaya kalkar, zihnen de olsa bir an için o işi yapar, hevesimi alırım. İş konusunda maymun iştahlıyım desem yanlış olmaz. 

Cumartesi günü bir akraba ziyareti yapayım diye otobüs durağına geçtim. Baktım otobüsün gelmesine 17 dakika var, dolmuşa bineyim dedim. Az sonra dolmuş geldi. Bekleşenlerin binmesiyle birlikte dolmuş ilk durakta doldu. Arkalarından  ben de bindim. Ayakta dört-beş yolcu vardı. İyi beklemez, hemen hareket eder deyip dolmuşa atladım. Minibüste oturan yolcuların ekseriyeti kadın, kadınların yarıya yakını da Suriyeli idi. Hem giyimlerinden hem de konuşmalarından belli idi Suriyeli oldukları. Ödemeyi de yaptım, geçip bir yere tutundum. Benden sonra 5-6 kişi daha bindi. Fazlanın fazlası olan dolmuş kalkmadı bir türlü. Demek ki yeterli değildi binen müşterilerin sayısı. Göz ucuyla ayaktaki yolcuları görebildiğim kadarıyla saydım: Benimle beraber ayakta 13 kişi vardı.  Nihayet kaptan lütfetti, yürüdü.

Minibüsün hareketiyle beraber aklıma bu sefer minibüsçülük mesleğini icra etmek geldi. Keşke dolmuşçuluk yapsaydım dedim. Dedim ama bu sefer içimden keşke şu minibüs biraz daha geniş olsaydı daha fazla yolcu alır, paraya para demezdim dedim. Yine tüh az daha dursaydım bir iki yolcu daha sıkıştırırdım dedim içimden. Niye almayacağım ki? Nasılsa ben ayakta gitmem diyen yolcu yok, niye fazla yolcu aldın diyen trafik yok, dolu diyen şoför yok, içerideki yolculardan daha nereye alacaksın diyen yok, minibüsçünün bağlı olduğu meslek grubu nedir bu yaptığın dediği yok. Doldur doldurabildiğin kadar. Benden sonra sırası gelen minibüsün yolcusunu almışım önemli değil. Zaten o da yapıyor yeri geldiği zaman. Gelsin paralar! Su akarken testini dolduracaksın değil mi?

Kafamdaki minibüs işletmeciliği inince bitti. Hevesimi aldım. Yeter bu kadar minibüsçülük ve kazandığım para.

Misafir olduğum eve girerken işi daha da büyüttüm. En iyisi devlet olayım dedim. Gerek yok minibüsçülüğe falan. Kim uğraşacak müşteriden gelecek bozuk parayla. Devlet oldum mu yapacağım iş halk uysun diye kanun çıkarmak, yeterli gelmezse yönetmelik çıkarmak ve devleti yönetmek, aynı zamanda halka hizmet etmek için vergi koymak. Ötesi de beni pek ilgilendirmez. Çıkardığım kanun ve yönetmeliğe halk uymamış umurumda değil. Çünkü benim halkım işini bilir. Ne zamana kadar umursamam? Ta ki bir olay oluncaya kadar! Vukuat durumuna ve halkın tepkisine göre birkaç sorumluyu görevden alır, olaya sebebiyet verenlere de bir ceza yazdırırım, olur biter.

Gerçekten hoş bu son görevim. Kedi olalı bir fare tuttum nihayet. Niye ilk başta aklıma gelmedi bu devlet olma fikri de hep diğer mesleklere gıpta ile baktım hep? Neyse gecikmiş de olsa devlet olma fikri iyi fikir! Diğerlerini kim yaparsa yapsın?

* 26/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Temayül Yoklamaları Şehrül-Emini Belirlemek İçin Yeterli Bir Kıstas mıdır?

Şehrül-emin günümüzde pek kullanılmasa da şimdiki belediye başkanları için eskiden kullanılan güzel bir isimdir. Yani şehrin imar, alt yapı, çöp, su, ulaşım vb. işlerinden sorumlu en güvenilir seçilmiş kişisi demektir. 2019 mahalli seçimlerine dört aydan fazla bir zaman olmasına rağmen partilerimiz beş yıllığına şehri yönetecek en uygun adaylarını belirlemek için şimdiden hummalı bir çalışma içerisine girdiler.

Seçilecek belediye başkanı beş yıllığına seçildiği şehri yönetecek. Başkanın yaptığı icraatlar aynı zamanda partisini de bağlayacaktır. Bundan dolayı partiler aday belirleme işini sıkı tutuyor, her türlü alternatifi değerlendiriyor, aday belirleme sürecinde en iyi ve en uygun adayı tespit etmek için değişik kıstasları ortaya koyuyorlar. En fazla aday adayı müracaatının olduğu iktidar partisi de adaylarını belirlemede ön incelemeye katkı sağlaması amacıyla 25 il merkezi hariç tüm Türkiye’de 18 Kasım günü temayül yoklaması yapıyor.

Bir kimseye veya bir şeye ilgi duyma, bir tarafa meyletme anlamına gelen temayül, seçmenin hangi adaya meyilli olduğunu öğrenmek için genelde siyasi partilerin başvurduğu bir nevi araştırma veya anket yöntemidir. Bu yıl ilk defa e-temayül adıyla elektronik ortamda yapılacak temayül yoklaması hem kâğıt israfını önlemiş hem de sonuçların erken sonuçlanmasını sağlamış olacaktır.

Temayül yoklamalarında kimler oy verecek? İl-ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri, il-ilçe gençlik ve kadın kolları başkan ve üyeleri, il disiplin kurulu başkan ve üyeleri, parti üyesi büyükşehir-il-ilçe-belde belediyeleri, köy ve mahalle başkanları vs. oy verecek.

Pekiyi sadece parti teşkilatının oy kullanacağı bu temayül yoklaması şehrin en güvenilir kişisini belirlemede yeterli kıstas olacak mı? Teşkilattakiler ne derece ellerini vicdanlarına koyarak oy verebilecekler ve mevcut belediye başkanlarına göz kırpmayacaklar mı? Çünkü halen görev yapan belediye başkanı ne kadar yıpranmış olsa da diğer adaylara göre tanınır olması bakımından daha avantajlı bir durumda olacak ve teşkilatını etkileyebilecektir ya da bir aday lehine yönlendirme yapabilecektir. Çünkü bir beş yıl boyunca birlikte çalıştılar. Umarım oy kullanacak olan teşkilat mensupları kullanacakları oyla işi ahbap-çavuş işine döndürmezler, verecekleri oyun bir emanet olduğunun bilincinde olurlar. Çünkü oy verecekleri adaylarda aradıkları en önemli kriter ehliyet ve liyakat olmalıdır. Ayrıca adayın vizyon ve misyon sahibi olup olmadığını da göz önünde bulundurmalıdırlar. Ayrıca “Başkanımız bu olsun” diye oy verdikleri adayın, sadece kendilerinin değil; bir şehrin başkanı olacağını, yüz ağartıp ağartmayacağını, seçmen nezdinde bir karşılığının olup olmayacağını hesaba katmalıdırlar. Yani kendi gönüllerinde yatandan ziyade halkta karşılığı olacak, halkın teveccühünü kazanacak bir adaya meyillerini göstermelidirler. Hasılı yaptıkları iş bir çocuk oyuncağı değil.

Burada temayül yoklamasıyla ilgili bir başka hususa değinmek istiyorum. Temayül yoklaması için belirlenen tarihin istifalarını yeni vermiş adaylar için bir handikap olduğunu düşünüyorum. Çünkü birçok aday başvurunun son tarihi olan 16 Kasım günü istifasını verip aday adaylığı başvurusunda bulunmuştur. Bu tür adaylar ne zaman teşkilatları gezip araziye çıkacak, kendini göstermek ve anlatmak için fırsat bulacaklardır? Aslında adaylara kendilerini ifade edebilecekleri makul bir süre vermek, temayül oylamasında olması muhtemel hataları da bertaraf edebilirdi.

Bahsetmeye çalıştığım bir kısım dezavantajlarına rağmen temayül yoklaması yapıldı, aday bu oylamada ipi göğüsledi diyelim. Teşkilatın bu temayülüne genel merkez ne diyecektir? Çünkü son sözü orası söyleyecektir. Burada başka faktörler işin içine girmeyecek mi? Milletvekilleri, genel başkan yardımcıları gibi ağır toplar kulis faaliyetlerinde bulunmayacaklar mı? Burası da düşündürüyor insanı.

“Yapılan parti içi bir temayül yoklaması, büyütülecek bir durum yok, nihai kararı genel merkez verir” diyebilirsiniz. Aday belirlemede nihai karar olmasa da temayül yoklaması, aday adayları için taşradan Ankara’ya uzanan siyasi bir arenadır. Burası kat edilmesi zor, taşlı, uzun ve ince bir yoldur. Umarım taşradan Ankara’ya uzanıncaya kadar süreçlerin tümünde hak ve hukuk gözetilir.

Tüm aday adaylarına temayül yoklamalarında ve adaylıklarının diğer süreçlerinde başarılar diler; haklarında hayır olanın tecelli etmesini, ipi göğüsleyip aday olanın şehrin en güvenilir kişisi anlamına uygun belediye başkanı olmasını temenni ediyorum.  

16 Kasım 2018 Cuma

Sen ve Çocuğun Aman Rahatınızı Bozmayın!

16 Kasım günü sabahtan dolmuşla çarşıya çıktım. Dönüşte Meram Yeni Yol otobüsüne bindim. Körüklü otobüsün koltukları müşterilerle dolu, bir kısım yolcular da ayakta. Ayaktaki yolcuların bir kısmı genç, bir kısmı yaşlı. En ön koltukta koltuğun biri boş. Herhalde benim gibi yaşlının biri gelince otursun diye boş bırakılmış olmalı. Birkaç durak oturarak yolculuk yaptıktan sonra benden yaşlı bir teyze otobüse binince otursun diye kalkıp arka tarafa doğru yürüdüm. Boş bulduğum bir yere tutundum.

Otobüsün içine bir göz attım. Oturanların çoğu kadın, ayakta tutunanların çoğu da erkek. Bizim insanımızın özelliğidir bu. Bir kadın hele bir de yaşlıysa yer vermek için kaç erkek birden ayağa kalkmaya çalışır. 

Gözüme birbirine ters karşılıklı ikişerli koltuğun birine oturmuş 6-7 yaşlarında bir çocuk ilişti. O kadar büyük ayakta, çocuğumuz oturuyor. Kuvvetle muhtemel karşısında veya yanındaki oturan da annesi. Çocuğunun oturmasından ne annesi ne de çocuk rahatsız olmuşa benziyor. Rahatlar maşallah! Belki de bu anneye birkaç durak öncesi otursun diye iki kişi birden yer boşaltmıştır.

Burada çocuğun suçu yok. Çocuk masum. Çünkü büyüklere yer vermesi gerektiğinin bilincinde değil. Dünyayı kendisinden ibaret sanır bu yaşlarda. Suç olsa olsa "Yavrum! Bak büyükler geldi, kalk onlar otursun, Sen gel benim yanıma" demeyen annede. İşin garibi annenin bu vurdumduymazlığı büyüyünce çocuğa da sirayet edecek. Büyüyünce kendinden büyüklere yer vermeyecek. Çünkü çocuk gördüğünü tatbik eder hayatında.

Millet olarak otobüste büyüklerine yer vermeyen çocuk ve gençleri gördükçe "Nesil değişti, artık büyüklere saygı kalmadı" demeye başlıyoruz. Aslında neslin suçu yok. Suç, çocuklardan ziyade maalesef büyüklerde.


"Camide Her Zaman Göremiyorum Seni!"


—Kardeş! Seni zaman zaman camide görürüm. Aslında sürekli görmek isterim. Niçin cemaate katılmıyorsun? Yoksa cemaatle namazın önemine inanmıyor musun?
—İnanmaz olur muyum? Cemaatle namaz kılmanın derecesi 27 kat daha fazla.
—O zaman?
—Tembellik, planlı hareket edememe diyelim.
—Sadece bu mu?
—Değil elbet! Bu konuda mazeret olmaz ama dediklerimin dışında bazı çekincelerim daha var.
—Ne gibi?
—Korkuyorum.
—Neden korkacaksın? Allah'ın evinden mi? Buralar müminin huzur bulacağı yerlerdir.
—Orası öyle! Hatta cami bir mümin için sudaki balığa, münafık için ise kafesteki kuşa benzer. Bunu biliyorum. Hatta camileri tıklım tıklım doldurmamız gerektiğini de.
—O zaman mesele ne? Korkmaktan bahsettin az önce.
—Camiye gelen az sayıdaki cemaatin bazılarından çekiniyorum. Hatta camiye girdiğimde namaz kılarken biri yanıma yaklaşınca niye ne diyecekler diyorum.
—Ne diyorlar da?
—Ne demiyorlar ki! Namaz kılışımdan tut da giyimime varıncaya kadar her şeyime karışan çıkıyor. Camiye gittiğim her zaman niye bugün ne gaf yapacağım da cemaatten biri gelip beni düzeltecek diye endişe duyuyorum.
—Ne gibi?
—Kimi gömleğimin kolunu sıvadığıma karışıyor, kimi başımda takke olmadığına karışıyor, kimi de namaz kılarken imamdan önce eğildiğimden namazımın olmadığını hatta bunun Kur’an’da yazdığını söylüyor.
—Sen imamdan önce mi eğilip kalkıyorsun?
—Olur mu öyle şey? İmamdan önce eğilip kalkacaksam ne diye camiye gidip imama uyuyorum o zaman?
—Derdi ne o zaman?
—Bilemedim gitti. Ama sanırım derdi benimle uğraşmak yani beni yola getirmek. Beni bir yola getirse caminin, Müslümanların, ülkenin hatta dünyanın derdi bitecek sanırım. İşin garibi bazıları namaz kılmıyor, sanki beni gözetliyor. Hemen yanıma yaklaşıp fısır fısır bir şey söylemek hoşuna gidiyor. Bunu da yaparken sevap kazandığını umuyor olmalı.
—Sana bunu yapanlar bu işi bilenler mi? Mesela imam falan mı?
—Nerde? Keşke imam olsa öpüp başıma koyacağım. Ne kadar okuduğu, nerede okuduğu, neleri bildiği meçhul birileri kendilerine vazife edinip yanımda damlıyor. Gelenler az buçuk mürekkep yalasa yine gam yemeyeceğim. Kulaktan dolma bilgilerle sağdan-soldan duyduğunu ben bu işi biliyorum diye bana satmaya çalışıyor.
—Her zaman olmuyordur bunlar.
—Doğru. Her zaman olmuyor ama birkaç defa olunca yine biri çatacak bana diyorum. İşin garibi gençliğimde de maruz kaldım böyle şeylere.
—Mesela?
—İmam bir gün gelemeyecekmiş, yerime namaz kıldırır mısın dedi. Lisede okuyordum o zamanlar. Ezanı okudum, sarığı ve cübbeyi elime aldım. Namaz kılacağım yerde yanıma koydum.
—Niye giymedin?
—Giymememin sebebi, ben ne de olsa genç sayılırım. Şayet namaza daha olgun yaşta bu işi bilen biri gelirse namazı kıldırması için ona teklif edeyim düşüncesiyle.
—Eee koydun, ne var bunda?
—Sünneti kıldım, kamet yapılmasını ve ehil birinin gelmesini beklerken yaşlı bir amca geldi: Bunu giy, dedi. Tamam dedim. Ardından “Sarıkla cübbe yere konmaz, bir daha koyma” dedi.
—Fesübhanellah! Ne günlere kaldık.
—Hem de ne günlere! Çocukluğumdan beri camiye gitmeye çalışırım. Çoğu zaman kamet de yaptım. Safı doldurmak için öne geçtiğimde arkaya geçiren cemaate de rast geldim. Üstelik önce büyükler doldursun safı diye ağırdan aldım safa geçmeyi. Yeri geldi çorabım kirli diye çorabımı çıkararak camiye girdim. Çıplak ayakla namaz olmaz diyen de çıktı.
---Allah Allah! İlginç gerçekten!
---Buna ilginç mi dersin yoksa hep cinsler beni mi buldu dersin.
---Evet ama tüm bunlar cemaate gitmeyi engellememeli, mazeret olarak görmemeli.
---Elbette öyle! Ama insanda iz bırakmıyor değil bunlar. Küçük gibi görünse de mide bulandırıyor. Keşke bu beni düzeltmeye çalışanlar bana harcadıkları bu eforu hiç camiye uğramayan kişileri camiye getirmek için sarf etselerdi daha fazla sevap kazanmış olurlardı.
---Sen yine de gel olmaz mı?
---İnşallah!


15 Kasım 2018 Perşembe

Ayakkabılarımızı Sol Elimizle Taşısak Nasıl Olur? *


Cemaatle namaz kılmak için camiye gittiğimizde dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama benim hep dikkatimi çeken bir durum söz konusu. Çoğu insanımız ayakkabısını çıkarırken giyerken ve taşırken giyme, çıkarma ve taşıma işini hep sağ eliyle yapıyor. Hemen içinizden işin yok mu senin, bula bula bunu mu buldun, anlaşılan sen konu sıkıntısı çekiyor ve çatacak yer arıyorsun; ha sağ, ha sol ne fark eder" diyebilirsiniz.

Bahsettiğim bu konu sizin hiç dikkatinizi çekmemiş, dikkatinizi çektiyse de önemsememiş, hatta adam başka türlü nasıl taşıyacak diye bir eleştiri getirebilirsiniz. Beni bu konuda asmadan önce bu konudaki hassasiyetimi dinlemenizi isterim. 

Birçok işimizi yapmak için ellerimizi kullanırız. Ayakkabı giyme-çıkarma-taşıma işini de elbette ellerimiz yapacak. Buna bir diyeceğim yok. Ben de aynı düşünüyorum ama bu işi yaparken mümkün olduğunca sol elimizi kullanalım diyorum. Her ne kadar iki el de hayatımızı kolaylaştırmak için varsa da biz çoğu işlerimizi yaparken bir görev taksimi yaparız. Mesela yemek yemeyi, su içmeyi sağ el ile yaparken tuvalette temizlik ihtiyacımızı sol el ile gideririz. Tabirim garip görülmezse nahoş işlerimizi sol elimize havale ederiz. Hoş bu işleri yaptıktan sonra bir güzel yıkarız.

Gelelim ayakkabı meselesine... Malumunuz ayakkabılarımız her türlü kahrımızı çeker. Sabahtan akşama ayaklarımızı muhafaza eder. Ayaklarımız içinde durdukça terler. Hele benim gibi belirli periyotlarla ayakkabı değiştirmeyen biri iseniz ayakkabılarımız her türlü mikrobu içinde barındırır ve koku yapar. Giyme işinde  de keratadan faydalanmıyorsak ayakkabı giyerken mutlaka el parmaklarımızdan faydalanırız. Çoğu zaman ayakkabıyı giydikten sonra elimizi yıkama durumumuz olmayabilir. Bu durumda camiden çıkarken ayakkabımızı sağ el ile taşıdık, sağ elin parmaklarıyla ayakkabımızı giydik, elimizi de yıkamadık. Çıkışta bir dostumuzla karşılaştık. Tokalaşmak için bize elini uzattı ya da biz ona uzattık. Bu durumda elimiz kirli demeyiz. Biz de elimizi uzatacağız. Hangi elimizi? Elbette sağ elimizi. Ama sağ elimiz mikrop yuvası ayakkabımızdan mikrop kapmış olabilir, mikrop yoksa da ayakkabı kokusu elimize sinmiş olabilir. Biliyorsunuz birçok mikroplar elimiz marifetiyle geçmektedir.

Ayakkabıların sağ el ile taşınmasına normalinden fazla bir anlam yüklemiş olabilirim. Siz böyle görseniz de kimseden fazla bir şey istemiyorum. Ayakkabımızı giyerken çıkarırken taşırken mümkünse bu işi sol el ile yapalım. Sol el tek başına bu eylemi yapmada yeterli gelmezse sağ elden destek alalım. Nitekim ayakkabımız bağcıklı ise ipi gevşetme ve bağlama esnasında sağ el imdada zaten yetişecektir.

Bilmem derdimi anlatabildim mi? 

* 23/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Andımız Üzerinden Yapılan Tartışmalar

Aylardır tartışılan Andımız konusu kabak tadı verdi iyice. Gece-gündüz, akşam-sabah ekranlarda siyasilerimiz, gazetecilerimiz, TV yorumcuları, akademisyenlerimiz işi-gücü bıraktı Andımız okunmalı-okunmamalı tartışması yapıyor. Bizi gören de bu ülke her sorununu halletti, konuşacak bir şeyi yok, bile bile bu konuyu konuşuyor sanır. Keşke bundan başka sorunumuz kalmasa bu tartışmaya hiç gam yemeyeceğim.

Danıştay 8.Dairesinin İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinin 12.maddesini iptal etmesiyle birlikte Türkiye gündeminden bir türlü düşmeyen bu Andımız üzerinden yaptığımız tartışmayı diğer birikmiş sorunları çözmek için yoğunlaşsak herhalde sorunsuz bir ülke oluruz. Haydi bu Andımız önemli, bu yüzden tartışılıyor diyelim. Tamam tartışalım. Ama çözebiliyor muyuz? Maalesef yine çözemiyoruz. Çünkü herkes durduğu yerde. Ya okunmalı diyor ya da okunmamalı. Kimse karşı tarafın okunmalı veya okunmamalı gerekçelerini veya hassasiyetlerini anlamaya yanaşmıyor. Zaten bu ülkenin sorunu bu. Birbirimizi anlamaya çalışmamak. Anlama sorunumuz mu var? Hayır! Her şeyi bal gibi anlıyoruz. Ama anladığımız, bulunduğumuz pozisyon gereği işimize gelmiyor.

Hepimizin bildiği gibi ülkemiz zor bir ekonomik darboğazdan geçiyor. Son on beş yılın en yüksek enflasyonuna maruz kaldı. Türkiye çapında azımsanamayacak firma konkordote ilan etti. Vatandaşın alım gücü azaldı. Durum bu iken ekonomimizi bu durumdan nasıl kurtarabiliriz, bunun yolları nelerdir üzerine hiç detaylı bir tartışmanın yapıldığını gördünüz mü siz? Onca ekonomistimizin bu konu üzerine kafa yorduğuna, hükümete öneriler götürdüğüne, TV'lerde tartışma programları yapıldığına şahit oldunuz mu? Öyle zannediyorum ya hiç konuşmaya değer görülmedi ya da birkaç cümleyle geçiştirildi. Demek ki birinci önceliğimiz ekonomi değil de Andımızmış bu ülkede. Madem Andımız bu kadar önemli beş senedir okunmazken neredeydiniz? Bu beş sene boyunca Andımız okumayınca ne değişti? 1933 yılından son beş seneye gelinceye kadar okunduğu halde çocuklarımızda ne tür bir değişiklik meydana geldi?

Bence Andımız üzerinden yapılan tartışmalar yanlış minvalde yürüyor ve kısa zamanda da tartışma durulacağa benzemiyor. İşin garibi halkta böyle bir sorun yok, okullarda da okunsun-okunmasın tartışması yok. Sonra bu Andımızı okuyacak olan öğrenci, okutacak olan öğretmen değil mi? Niçin bunlara "Bu konuda ne dersiniz" denmez? 

Tartışmayı bitirmenin en güzel yolu bu işin okullara bırakılması ve okullara sorulması.  Çünkü sabah soğuk sıcak demeden Andımızı söylemek için sıraya girecek olan onlardır. Okullar öğrenci ve öğretmenleri arasında bir oylama yapar, çıkacak sonuca da herkes uyar. Yok buna razı olmayız. Bu iş çocuklara bırakılmayacak kadar önemli denirse çocuğunu okula kaydettiren veli "Çocuğum Andımızı okusun" veya "okumasın" formunu imzalar. Okul yönetimleri "Çocuğum Andımızı okumasın" diyen veli çocukları sınıflarına geçtikten sonra "Çocuğum Andımızı okuyacak" diyen velilerin çocuklarına Andımızı söyletir.

Bana "Senin bu konuda önerin nedir" denirse -ki denmedi, denmez de... Farz edin ki sordular- çocuklarımızı kendi dönemlerimize göre değil, yaşadıkları döneme göre yetiştirmek lazım. Andımızı okuyunca kıyamet kopmadığı gibi okumayınca da kıyamet kopmadı. Okunmasının tek faydası bizim dışımızdakilerin hassasiyetlerini gözetmek olur, onlar adına empati yapmış oluruz.