24 Ağustos 2018 Cuma

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder.

Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor.

Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda farklı gelen bir hadis rivayeti okumasını beklersin.  Pekiyi ne dedi Allah'ın rasulü? Arkası yok. Arkasını okumadan Türkçe metne geçiyor.

Arapça hutbe metnini hazırlayan metnin sonunda konuyla ilgili birden fazla hadis okunursa diye fîmâ kâl, ev kemâ kâl ilave etmiş. Ama günümüzde ayetten sonra ya bir hadis okunuyor, ya hiç okunmuyor. Durum bu iken "Sadeka rasülüllah"tan sonra Türkçe metne geçilmesi gerekir. Ama anlamını bilmeden veya düşünmeden Arapça metni ezberden  okuyup geçiyoruz. Bu durumu ne müftü uyarıyor, ne bir başkası. Ben kendimi bildim bileli böyle devam ediyor. Her okuyuşta da kulağımı tırmalıyor. Acaba bu sefer arkası gelir mi diye bekliyorum. Nafile! Bu gidişle daha çok bekleyeceğim.

Hadisten sonra ilave okunan fîmâ kâl, ev kemâ kâl kısmının hutbeye bir manisi yok. Ama okunan kısım zaittir, ilavedir, gereksizdir. Okunmaya devam edecekse en azından ikinci bir hadis daha ilave edilse sanırım bu sorun giderilmiş olur.

İHL'lerde çalışırken hitabet derslerine girdiğimde Arapça metni ezberletirken üzerinde çok durdum, daha önce ezberleyenleri uyardım. Tek hadis okuyacaksanız sadeka rasulullah dedikten sonra Türkçe metne geçin dedim. Ama ne mümkün!

Şimdi meraklısına not... Ben bu konuda yanlış mı düşünüyorum? Yarım mürekkep yalamışlığım beni yanıltıyor mu?  Yanlışım varsa bir dostum beni düzeltsin. Bahsettiğim konu başkasının dikkatini çekti mi? Bu konuda sadece cins bir ben miyim? Yoksa uğraşacak, düşünecek, düzeltilmesini beklediğin o kadar konu varken senin kafanı taktığına bak mı diyorsunuz? Yok mu içinizde benim merakımı giderecek ve beni aydınlatacak? Yardım sevaptır biliyorsunuz...

Dini Bayram Tatillerinde Camilerimiz Mahzun! **

Bayram dolayısıyla yaşlı bir komşumuzu bayramlamak için öğleden sonra ziline bastım. Otururken konuşmaya başladı. Mahalle imamından dertliydi: "Camide bir imam, bir müezzin var. İkisi de bayram dolayısıyla yoklar. Namaz kıldıracak kimse yok. Görevliler, camiyi aç diye birine anahtarı bırakıp gitmiş, tatillermiş" dedi.

Çoğu camilerimizde durum üç aşağı, beş yukarı aynı. Dini bayramlarda cami cemaatinin özellikle cami cemaatinin müdavimlerinin kanayan yarasıdır bu. Hatta bazısı "İmamın izni mi olur" diyor. Katılır veya katılmazsınız ama durum bu.

İmam olmadığı zaman caminin anahtarı ya kapının yanına asılır, ya halının altına konur. Çoğu zaman ezan okuyacak bulunmaz, okunsa da zamanında okunmaz. Haydi ezan okundu diyelim. Bu sefer namazı kim kıldıracak? Çoğu zaman namazı ya ehliyetsiz biri kıldırıyor, ya herkes kendi başına kılıyor, ya da kıldıran yok diye vatandaş evine geri dönüyor. Cemaatten biri imam olayım diye mihraba geçince "Bunun arkasında namaz olmaz" deyip namazını ferdi kılan bile çıkabiliyor. Hasılı amcanın dediği gibi camide görevli yoksa sorun var. Bu sorunu nasıl çözeceğiz? Böyle devam edip gidecek mi? Yok mu bu işin bir olur tarafı?

Bu işin tek çözümü görevlinin olması. Cami görevlisi de tatil yapacağına göre o zaman bu çözüm, çözüm değil. O zaman geçici bir çözüm olarak ne yapılabilir diye kendi kendime sordum. Aşağıdaki çözüm önerilerini buldum:
1. Bayramlarda cemaatle namaz kılınan camiler planlanabilir. Nasıl ki tatillerde ve akşam 18.00'den sonra nöbetçi eczaneler devreye giriyorsa, vatandaş "Bu eczane niye kapalı değil" diye sormuyorsa birbirine yakın camiler nöbetçi cami olarak müftülükçe belirlenip tatil boyunca hangi camilerde cemaat olunacağına dair bir liste caminin görünür yerlerine asılabilir. Belirlenen bu camilerde din görevlileri nöbetleşe namaz kıldırabilir.
2. Camide bir imam ve bir müezzin görev yapıyorsa ikisi birden tatile çıkmayabilir. Nöbet usulü cemaatlerine imam olabilirler.
3. Camide tek görevli varsa bir başka caminin görevlisi görevlendirebilir. 
4. Her halükarda cami görevlileri izin yapacak, bunun başka yolu yok denirse her camide görevli olmadığı takdirde namaz kıldıracak fahri kişileri cami görevlileri daha önceden hazırlayabilir. Hatta müftülükler istekliler arasında "Namaz kıldırabilir" sertifikası verebilir. Bu gönüllü kişiler koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir misali namaz kıldırabilir.
5. Her imam, kendisi olmadığı takdirde namaz kıldıracak kişiyi cemaate duyurabilir. 
6. Her imam cemaatine nasıl imam olunur üzerine bir vaaz verir. Yokluğunda namaz kıldıracak kişiyi yetiştirir.

Gördüğünüz gibi çözüm istenirse bu mesele dert edinebilirse yol-yordam bulunuyor. Yeter ki istenilsin. Camilerimizde uygulanmayan nöbet usulü eczanelerde eczacılar, hastanede doktor ve hemşireler uyguluyor. Fırıncılar da nöbet usulü ekmek çıkarıyor. Resmi tatil diye namaz da tatile girmeyeceğine göre bu sistem camilerimizde niçin uygulanmasın?

** 27/08/2018 tarihinde kahtasoz.com adresinde yayımlanmıştır.

Önümüzdeki Bayramlarda Bayram İkramlarım


Ramazan ve Kurban bayramlarında bayram ziyaretine gelenlere ikram edilenler yöresel olarak değişiklik gösterse de değişmeyen ikramlarımızın başında şeker ve tatlı ikramı gelir. İkram edilen tatlıyı canın istese de istemese de tatmak zorundasın. Bir, iki, üç bayram ziyareti yaptıktan sonra çoğu zaman midemiz pes eder. Çünkü yediğimiz tatlı ağzımızın tadını kaçırır. Ne yediğimizden ne de içtiğimizden zevk almaya başlarız.

Bayramımızı zehir eden tatlı ve şeker sağlığımızın düşmanı olsa da adettendir her evde bulunmak zorunda. Şeker ve tatlı -sağlığa zararının yanında- meşakkat ve maliyettir aynı zamanda. Satın aldığımız şeker markanın en iyisi ve farklı olacak düşüncesiyle bayram öncesi her eve bir maliyet getirir. İkram edeceğimiz tatlıyı ya eşimiz evde yapar, ya da önceden sipariş vermek suretiyle dışarıya yaptırıyoruz. Son yıllarda ev yapımı tatlılar yaygınlaşınca tatlılarımız da evlerimizde yapılmaz oldu. İçeceklerimiz hakeza satın alınmaya başlandı. Ev yapımı elde yapılanı ara ki bulasın.

Sağlığımıza zararlı, bütçemize külfet getiren, evde hazırlayan kadınlara artı yük olan, dengesiz beslenmemize sebebiyet veren, kilo almamızı sağlayan, bayramlarda ağzımızın tadını bozmakla kalmayıp midemizi iflas ettiren bu tatlı ikramlarını ne yapacağız? Adettir diyerek ikram etmeye devam mı edeceğiz yoksa alternatif ikramlara mı yöneleceğiz? Ben kendi adıma bir daha bayramlara kavuşur ve inisiyatif elimde olur ve evime bayram ziyaretine gelen olursa önümüzdeki bayramlarda farklı ikram düşünüyorum:
-Önümüzdeki bayramlara kavuşmayı Rabbim bana nasip ederse gelen misafirlere tatlı ikramı yapılmayacaktır. Böylece hem masraf etmemiş olacağım, hem bayram öncesi nerenin tatlısı iyi olur düşüncesiyle sipariş vereyim telaşım olmayacak ve gelen misafirimin midesi bozulmayacak. Zira benim için sağlığınız önemlidir.
-Şeker, tatlı yiyip tatlı konuşalım babında  belki tadımlık olabilir. 
-Mevsimine uygun imkanlar çerçevesinde  meyve servisi yapılacaktır: Kavun-karpuz,  çekirdekli-çekirdeksiz üzüm, şeftali, papaz eriği, salatalık, acur,  portakal, mandalina, elma, kiraz, kayısı, muz, kivi vb. (Nar hariç yenebilir her şey. Misafir narı çıkarıp yiyeceğim derken halı veya koltuğa düşürürse sonra lekeyi çıkaracağım diye uğraş dur. Misafir illa nar olacak derse gittiği zaman evinde yemek üzere poşetin içinde nar ikramı yapılabilir.)
-Yemek cinsinden zeytinyağlı sarma. (Eğer zeytinyağı bulabilirsem)
-İçecek ikramı olarak çay, kahve, ayran, şalgam, sade maden suyu vb. (Limonata, kola vb. gazlı ve aromalı içecekler yasak)
-Sanaldan bayram mesajı gönderen ve bayramımızı tebrik edenleri de unutmadım. Kendilerine yukarıdaki saydığım ikram çeşitlerinden uygun olanların fotoğraflarını çekerek sanal olarak gönderilecektir.

Yukarıda bahsetmeye çalıştığım bayram ikramları içişleri bakanlığından onay çıktığı takdirde önümüzdeki bayram yürürlüğe konacaktır. Kimse gelmez denirse oturur kendim yerim.

Bayramlarda ağzımızın tadı kaçmasın, midemiz bozulmasın!


Deveye Hendek Atlatmak mı yoksa Düz Kontağa Laf Anlatmak mı?


Bana önünde iki seçenek var: Ya birini, ya da öbürünü yapma zorunluluğun var; seç-beğen dense, atlaması mümkün olmayan deveye hendek atlatmayı tercih ederim. Ki devenin hendeği atlamasının muhal olduğunu bile bile! En azından denerim. Olmadı mı canım sıkılmaz, moralim bozulmaz. Devedir ne de olsa derim. Ama asla düz kontak birine laf anlatmayı tercih etmem. Çünkü klasik mantık olan Aristo mantığından öte herhangi bir mantık yürütemeyen, modern mantığa kapalı tip olan düz kontaklara hiç ağzımı yormam, bunun için çaba sarf etmem. Bir umut, belki deveyi hendekten atlatabilirim ama düz kontağa meramımı anlatamam. Çünkü bugüne kadar Allah'ın verdiği en güzel nimetlerden olan iletişim aracı dilim, mantığı düz kontak çalışan insanlara hep mağlup olmuştur.

Bana göre zırcahilin farklı bir versiyonudur böyleleri. Okumuş olması veya cahil olması fark etmez. Dediğim dedikçidirler. Nuh der, peygamber demezler. Hayata at gözlüğüyle bakarlar. Kendi düşüncelerinden başka bir düşüncenin doğruluğunu asla kabul etmezler. Kolay kolay özür dilemezler. Çünkü hatalı olduklarını kabul etmezler. Görünmez bir kibir vardır kendilerinde. Aynı dili konuştuğunu sanırsın bunlarla. Ne kelime dağarcığın yeterli bunlara ne de ikna kabiliyetin. Kincidirler aynı zamanda. Lügatlerinde mizaha yer yoktur. Mecaz nedir bilmezler. Bilmediklerini asla kabul etmezler. Çünkü gerçekle yüzleşmelerine kapasiteleri el vermez. Aynı zamanda iyi bir niyet okuyucudurlar. Kastetmediğini sana mal ederler ve seni öyle görürler. Çünkü hayata tek pencereden bakarlar. 

Burnundan kıl aldırmayan bu tipler asla geri adım atmazlar, burnunun dikine doludizgin giderler. Ama senin hatanı bulmak için konuşmanın her cümlesinden veya yazının her satırından kimsenin anlamadığı anlamı çıkarırlar. Başvurdukları en büyük silah, seni itham etmek olur: Ne Müslümanlığın kalır orta yerde, ne de kişiliğin. Yeter ki zülfü yâre dokun. Sana belden aşağı vururlar: Ya sapıklıkla itham ederler ya elfazı küfür söz söylediğini söylerler ya da seni öbür dünya ile korkuturlar, Allah'a havale ederler. Benim doğrularım dışında başka doğrular da olabilir demezler. İçi kinle dolu bu tipler insancıl veya dini bütün görünmek suretiyle sana acıyarak bakarlar. Çok tartışmaya gelmezler. Çünkü birikimleri sığdır. Çuvalda veya kovada ne varsa onu boşaltırlar. 

Etrafınızda vardır böyleleri. Bence ne tartışmaya girin ne de fazla muhatap olun böyleleriyle. Akıl sağlığınız için bu tiplerden uzak durun. Bir arada bulunmak zorunda kalırsanız yumuşak karınlarına basmayın. Hatta pohpohlayın. Çünkü akıl sağlığınız için elzemdir.

Tercih sizin... İster deveye hendek atlatmayı seçin, dilerseniz düz kontağa kendinizi anlatmayı. Kırk katır mı, kırk satır mı gibi bir şey. Takdir sizin! Kendi düşen ağlamaz.

23 Ağustos 2018 Perşembe

Müridim Olmak İster misiniz?

Bir tarikat ya da cemaat kurmayı düşünüyorum. Bu düşüncemin fiiliyata dönüşmesi için öncelik mürit lazım. Malumunuz tek kişiden ibaret olmaz bu işler. Şimdi size -sayenizde- kurmayı düşündüğüm cemaatin prensiplerini sıralamak istiyorum:
1. Müridim olacak kişi söylediğim her şeyi ölçüp biçecek, Kur'an ve sünnet çerçevesinde akıl süzgecinden geçirecek, dediğim her şeye vardır bir hikmeti demeyecek. Aklına yatmayana itiraz edecek.
2. Tarikatımıza ait olan yer yediden yetmişe herkese açıktır, özel görüşme yoktur.
3. Tarikatımızda para-pul toplama yoktur. Masraf varsa katılan üyeler arasında pay edilecektir.
4.Tarikatımızın gizli ajandası yoktur. Başta diyanet olmak üzere devlet erkinin denetimine açıktır.
5. Tarikatımızın yapacağı faaliyetler kısa, orta ve uzun vadeli bir plan çerçevesinde kamuoyuna duyurulacaktır.
6. Tarikatımızın devletin kılcal damarlarına girme gibi bir düşüncesi yoktur, hiç olmayacaktır.
7. Tarikatımızın siyasetle işi olmaz, siyasilerle dirsek temasına geçmez. Herhangi bir siyasi partinin lehinde veya aleyhinde bir açıklama yapmaz. Mensuplarımız seçim zamanı geldiğinde hür iradeleri ile istediği partiye oy verebilir. Şu partiye verin şeklinde asla bir yönlendirme yapılmaz.
8. Kimseye cennet garantisi vermez, öbür dünyada kimseye şefaatçi olmaz.
9. Tarikatımızın genel prensibi müntesipleri hangi işi yapıyorsa en iyisi olmak için çabalamalarıdır.
10. Belirli periyotlarla yapılan sohbet ve istişare toplantılarında tarikatımızın kurucusu olan bana asla yer verilmez. Allah ve rasulü temel prensibidir.
11. Tarikatımızda kararlar istişare ile alınır, tek başına emir verilmez, karar alınmaz.
12. Tarikatın başına geçen ölünceye kadar başta kalmaz. Bu hizmeti ifa etmek için görevlendirilen kişi istişare ile seçilir, gerekirse değiştirilir.
13. Tarikatımız bu uğurda görev ifa eden gruplardan biridir, tek doğru değildir, eleştirilere açıktır. Bizi eleştiriler sapık olarak değerlendirilip dışlanmaz.
14. Tarikatımıza bağlı olduğu halde bizden ayrılan düşman ilan edilmez. Kendisi "Dün bizimle olan ama bugün farklı düşünen bir kardeşimiz" olarak değerlendirilir. Asla ardından ve aleyhinde konuşulmaz. Kapımız her zaman için açıktır.
15. Tarikatımızda holdingleşme ve şirketleşme olmaz, ticaretle uğraşmaz.
26. Tarikatımızda veraset sistemi yoktur. Silsile babadan oğula, damattan toruna geçmez. Kimin geçeceği şurada belirlenir.
27. Tarikatın hizmet alanlarının başında müntesiplerinin ahlaklı olması/davranması esastır. İnsani ilişkiler ön plandadır. Çevre temizliğine ve kalp kırmamaya özen gösterir. İnsana hizmeti, onları rahatsız etmemeyi Allah'a hizmet olarak bilir.
28. Kur'an ve sünnetin dışında tarikatın ibadet anlayışı olmaz. İbadet yapılırken çevreyi rahatsız etmemeyi prensip edinir.
29. Bilmeden yaptığımız hatamız olursa hakaret etmeden herkesin eleştirisine açıktır, hatasından da vazgeçer.
30. Tarikatımız İslam'ın aleyhine olan her türlü tasarrufa edebince tepki gösterir.
31. Tarikatımız inancı ne olursa olsun mazlum ve mağdurun yanında yer alır. Yeri geldiği zaman fincancı katırlarını ürkütür.
32. Tarikatımızda şeyh-mürit arasında bir sınıf üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. Şeyh Allah'ın seçilmiş kulu değildir. Kuru et yiyen kadının oğludur. Kendisini mehdi, mesih, kutup, kainat imamı olarak görmez. Kendi halinde günahkar bir kuldur.
33. Bu yazılanlar kuruluş aşamasındaki tarikatımızın olmazsa olmaz prensipleridir. Yeterli sayıya ulaştıktan sonra Kur'an, sünnet ve ahlaki ilkeler esas olmak üzere müntesiplerimizle birlikte kriterlerimiz yeniden gözden geçirilecek, ihtiyaç olursa kriterler değiştirilir, çıkarılır ve yeni ilaveler yapılır.

Bu prensipler çerçevesinde müridim olmak ister misiniz?
Meraklısı için not: İçinizden biri bu tarikatın adı yok mu derse şimdilik urvet'ül vüska" veya "üsveyi hasene" olacaktır.

Önceliğimiz İnsan Olmak Olmalı

Mahallemde kalabalık nüfusa sahip Suriyeli bir sakinimiz var. Çocukları evli olmasına rağmen aynı evde ikamet ediyorlar. Bizdeki gibi evlenen başını alıp gitmiyor. Kalabalık olmasına rağmen mahallede bireysel olarak kimseye zararları yok. Hepsi işinde gücünde. Ama bir zararları var ki kitlesel. Her perşembe akşamları geç vakte kadar dışarıdan gelenlerle birlikte def eşliğinde ilahi söylüyor ve zikir çekiyorlar. Sesleri evlerinin dışına taşıyor. Aynı işlem cumartesi günleri de icra ediliyor. Bayram dolayısıyla arifeden başlayan ve bayramın her günü devam eden zikirler yapılıyor.

İçinizden adamlar Allah diyor, ne güzel diyebilirsiniz. Ama sakinler rahatsız bu durumdan. Kendilerini uyarmayan sakin kalmadı. Allah dediklerinden ve toplandıklarından dolayı değil. Sesin evin dışına taşmasından. Özellikle sırt sırta oturan komşusundan. Sese dayanamıyor. Zira adam vertigo hastası. Kafası sesi götürmüyor.

Kişinin inancı, fikri, zikri, görüşü, franksiyonu; giyimi-kuşamı ne olursa olsun hepsine yer var bu dünyada. Zira kişinin seçme ve yapma hürriyeti vardır. Ama bu hürriyet başkasını rahatsız edene kadardır. Kişinin hürriyeti birini rahatsız ettiği an biter. Hiçbir inanç başkasının huzursuzluğu üzerine bina edilemez. Çağımızın en iyisi denilen demokraside kişinin özgürlüğü sınırlıdır. İslam dininde peygamberimiz Müslüman'ı tarif ederken "Elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimse" diye tanımlar. Diğer dinlerde de başkasını rahatsız etmeme fikri ön plandadır.

Düşünceler başkasını rahatsız etmeme temeli üzerine kurulmuşken bize ne oluyor ki başımıza buyruk hareket ediyor, dünyayı kendimizden ibaret görüyor, başkasını rahatsız ediyor muyuz diye düşünmüyoruz? Başkasını huzursuz etme temeli üzerine kurulu hayatımızın hiçbir inançta, düşüncede yeri yoktur.

Sosyal bir varlık olan insan toplum içinde başkasını rahatsız etmemeyi öğrenmeden bir inanca sahip olmasının bir anlamı yok. 
Bana öncelik insanlık mı yoksa inanarak yaşadığımız hayat mı dense öncelik insanlıktır derim. Çünkü inanç hayatın içinde kişiye özel bir durumdur. İlkokul çağından hatta çocukluk çağından itibaren çocuklarımıza vermemiz gereken ilk terbiye toplum içerisinde ne şekil davranmamız gerektiği fiili olarak öğretmektir. Keşke okullarımızda bilgiyi öncelediğimiz kadar davranışa önem verebilseydik.

Anlatmaya çalıştığım genel prensip çerçevesinde sesli zikir ile yedi düvele sesini duyuran komşumuza gelelim şimdi. İnancını şova dönüştürüyor demiyorum. Ama başkasını rahatsız etme uğruna yaptığı zikrin İslam'da yeri nedir? Komşum dilediği kadar zikir çeksin. Allah kabul etsin. Zira Allah Kur'an'da "Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin/anın" buyurur. Ama bu anma bağıra/çağıra olmamalı. Çünkü zikrin, ibadetin efdali, olması gerekeni gizli ve sessiz yapılanıdır. Araf 55'te Allah: "Rabbinize yalvar yakar ve gizlice dua ediniz. Zira Allah haddi aşanları sevmez" demektedir. Ayette anlaşılan dua ve zikrin gizli yapılması emredilmektedir. Yüksek sesle Allah'ı anmayı sınırı aşmak olarak değerlendirmektedir. Üstelik bize bizden ve şah damarımızdan daha yakın olduğunu söyleyen Allah sağır değildir. İçimizden gizlice yaptığımız dua ve zikirleri duymaktadır. Hatta içimizden geçirdiklerimizi de bilmektedir. Durum bu iken cümle aleme duyuracak şekilde zikir çekmek ayetin gereğini yerine getirmemek ve ayete karşı gelmek demektir. 

Yüksek sesle zikir yapmak suretiyle deşarj olacak diyelim. Defi nereye koyacağız o zaman? Haydi diyelim ki oluşturdukları ibadet anlayışı bu. Yanlış da olsa yapmaya devam edecekler. O zaman sitenin içinde ne işi var bu komşunun? Müstakil ve bahçeli ev daha uygun olmaz mıydı sesli zikir için.  Orada sabah akşam ibadet edip dursunlar. Niyetleri zikirden ziyade yaptıklarını millete duyurmak ise kulakları paylatırcasına duyuruyorlar zaten. Keşke bu şekil bir ibadeti mütemadiyen devam ettireceklerine komşuluk hukukuna riayet etmeyi biraz öğrenmiş olsalardı sesli zikirden kazandıkları sevaptan daha fazla sevap kazanmış olurlardı.

Önceliğimiz daha fazla dindarlıktan önce insan olmak olmalı.







21 Ağustos 2018 Salı

Hangi İş Yapmayı Önerirsin?

—İş arayanlara ne tavsiye edersiniz?
—Teknik direktör olmalarını. Çünkü iş akdi feshedildikten sonra da süresi doluncaya kadar maaş almaya devam ediyor.
—Takım sayısı belli. Teknik direktör olmak zor. Başka?
—Belediyeye girsinler.
—Haydi girdiler diyelim.
—Gül gibi geçinip giderler. Çok sorumlulukları olmaz, sırtları terlemez, şehir şehir gezmez, eşya taşımazlar. Girdiği yerden emekli olurlar. Belediye Başkanı yolcu, oradakiler hancıdır. Kurum içinde yükselme imkanı yüksektir. Şehir içi ulaşım bedava. Öğle yemeği şirketten. Çay sudan ucuz. 
—Belediyeye de giremediler diyelim.
—Vergi dairesi, tapu, banka, PTT dışında herhangi bir kamu kuruluşunda memur olabilir. Herkesi görev alanı bellidir. Kimse kimsenin işine karışmaz. Yılın belli günlerinde bir yoğunluk olur. O zaman biraz fazla efor sarf edilir. Onun dışında Güneş görmeden kurum içinde önünde bilgisayar 08.00-17.00 arası mesai yapılır. Önündeki bilgisayarı alt üst edilir durmadan. Bürodaki diğer mesai arkadaşları ile muhabbetin dibi bulunur. Vaktin ne zaman geçtiği belli olmaz. Sıkıldıkça dışarı çıkılır, bir hava alınır.
—Burada da giremediler diyelim.
—Mahallesinde muhtar olabilirler. Hiçbir sorumluluk taşımazlar, mesai kavramları olmaz, kendi özel işini yapmaya devam ederler; kaymakam, vali, belediye başkanı demeden istediği yere girer çıkarlar, birlikte yemekli toplantı yaparlar. Rutin Beştepe muhtarlar toplantısına katılırlar, İspanya'ya geziye giderler. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkasında olur.
—Mahalle, köy sayısı belli. Farzet ki bu da olmadı.
—Vekil olmayı denesinler. Vekil olmak zordur. Ama azmedince olur. Birincide olmazsa öbüründe. Bizde seçim mi biter. Borç-dert kesenin ağzını açmayı, ağzı laf yapmayı bilecekler tabi. Bir vekil oldu mu deme gitsin. İhya olur. Sülalesini, hatta yedi ceddini kurtarır.Ankara'dan beti gelmez. Gittiği her kapı sonuna kadar kendisine açılır, arayıp soranı, ziyaret edeni çok olur. Parti disiplinine bağlı kaldığı müddetçe istediğini söyler. Zira arkasında tapu gibi dokunulmazlığı var. Para gani. İtibar ve ilgi o biçim. Yaptığı her türlü harcamayı Meclise fatura eder. Çünkü özlük hakları alabildiğine geniştir. Sonraki seçimde adaylığı garantilemesi için parti liderinin gözüne girmesi gerekecek.
—600 vekil var. Bu da çok zor!
—O zaman tabela da olsa bir kaçı bir araya gelip parti kurabilirler. Yeni sistemle birlikte baraj sorunları olmaz. Büyük partiler ittifak teklif edebilir. Böylece 3-5 kişi Meclise girebilir.
—Başka?
—Şimdilik bunları denesinler. Olmazsa yeni yıllar önerebilirim.
—Teşekkürler!