30 Haziran 2018 Cumartesi

Cemaatler ve Tarikatlar Siyasetin Neresinde?

İnsanı Allah'a kul olmayı, onu insanı kamil olarak yetiştirmeyi, yüce dinimiz İslam'ı yaymayı, ona hizmet etmeyi, Allah'ın rızasını kazanmayı, kâl ehli olmaktan ziyade hâl ehli olmayı, Yunus'un deyimiyle Döğene elsiz, sövene dilsiz" olmayı hedefleyen, ahlakı ön planda tutmayı, müntesiplerini günahtan uzak tutmayı, züht hayatı yaşamayı merkezine alması gereken tarikat ve cemaatler, siyasetin neresindeler diye bir soru sorsam herhalde ittifakla tam göbeğindeler cevabı alırım. 

Cemaat ve tarikatlar yeri geldiği zaman biz siyasetten uzağız, tüm siyasi partilere eşit mesafedeyiz deseler de bu yapıların üst tabakası siyasilerle iç içeler. Bu durum hem bu yapıların hem de siyasilerin işine geliyor. Niçin mi? Çünkü her siyasi parti her seçimde bu toplulukları yanına çekmek, oylarını almak ister. Bunun için bu yapıların kapısını çalar. Daha doğrusu cemaat ve tarikatta sözü geçen kişileri ziyaret eder. Şeyhten destek sözü alan siyasinin keyfine diyeceği olmaz. Çünkü şeyhi ikna edince şeyhe bağlı olan yüz binlere ulaşmış olur. Malumunuz bu tür yapılarda yukarıdan aşağıya bir hiyerarşi var. Verilen emir şeksiz, şüphesiz itaati gerektirir. Neden ve niçin sorusu sorulmaz. "Efendi hazretlerinin bir bildiği vardır denerek sorgulanmaz. Bildiğimiz tarikat ve cemaatlerde şeyh-mürit ilişkisi gassalın önündeki meyyit misalidir. Şeyhi ikna eden siyasi bir taşla çok kuş vurmuş olur. Siyasilerin işine gelen bu durum cemaat ve tarikatların da işine gelir. Çünkü cemaatin lehine pazarlıklar yapılır. Alan razı, veren razı bu durumdan.

Eskiden destek açıkça ilan edilmez. Bu iş cemaat içi iletişim vasıtasıyla gizlice yapılır, renk verilmezdi. Son yıllarda kendilerini STK olarak tanımlayan bu yapılar, seçimlerden önce "Biz x cemaati bu seçimde y partisini destekleyeceğiz" şeklinde destek açıklaması yapar oldu.

Destek açıklamasında bulunan cemaat ve tarikatların zikrettiği parti bizim desteklediğimiz parti ise cemaati tebrik ediyor, partimiz örtüşmüyorsa "Nasıl destek verirler deyip eleştirmeye başlıyoruz. Bize destek olunca ne ala, köstek olunca tu kaka yapıyoruz. Burada bir çelişki yok mu? Bence çelişiyoruz. 

Destek açıklamaları çoğu zaman kırgınlığa, gönül koymaya, eleştirmeye, hakarete, tartışmaya ve tehdide kadar gidebiliyor. Değer mi bunun için birbirimizi kırıp dökmeye? Bunun önüne geçmek için;
Cemaat ve tarikatlar görüş açıklamamalı. Biz STK'yız, açıklamak en doğal hakkımız denirse tavsiye kararı alınabilir. Müritler kendi haline bırakılabilir. Asla baskı yapılmamalı. Halkın maddi destekleriyle ayakta duran bu yapılar destek açıklamasıyla çoğu zaman yıpranıyor. 

29 Haziran 2018 Cuma

Bu Maçın En Büyük Mağlubu Ezeli Rakibimdir ***


—Efendim! Aylardır hazırlandığınız, uğruna bloklar oluşturduğunuz ve mutlaka kazanacağız dediğiniz maç biteli iki gün oldu ve açıklama için basının karşısına siz bugün çıktınız. Halbuki seyirci sizden maç bitimi sonucu değerlendirmenizi bekledi. Takımınız umduğunuz performansı gösteremedi. Sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?
—Bu maçın en büyük mağlubu en büyük rakibimdir. Yedi gol birden yedi.
—Efendim! Ben seni sordum, rakibini değil. Siz de üç gol yediniz.
—İyi de ben üç, o yedi puan birden geriledi.
—Beyefendi! Siz şampiyonluğa oynamadınız mı? Rakibiniz puan düşürdü, istediği puanı alamadı. Ama darbe alsa da yine şampiyon oldu. Sonuçta yine şampiyon ve bu şampiyonluğunu 17 yıldır da hiç düşürmedi. Ama siz ben kendimi, babam kendini, dedem kendini bildi bileli hep ikincisiniz. Üstelik bu ülkenin en eski kulübüsünüz. Taraftarınızı hep yüzüstü bırakmaya hakkınız var mı?
—Maç bir defa adil değildi, hakem taraf tuttu, seyircinin ekseriyeti onu tuttu, ekranlar hep onu gösterdi, gazeteler hep onu yazdı, bizi desteklemeye gelen taraftarımızı da kendilerine yazdılar. Biz iyi oynamamıza rağmen maçın skorunu onlar, hep kendileri galip gelecek şekilde ayarladı.
—Bunların hepsi yenilgiye hazırlanmış kılıf değil mi efendim! Maç herkesin gözü önünde oynanıyor. Üstelik maçta sizin de gözlemcileriniz vardı.
—Ama onların gözlemcisi daha çoktu. Üstelik biz bu sistemi istemiyorduk. Bizim istemediğimiz bir sistemi getirdi.
—Yerim dar diyorsun yani!
—Buna rağmen biz yine başarılıyız.
—Nasıl başarı bu? Kedi-ciğer meselesi gibi bu. Dediğiniz gibi başarılı olsaydınız niçin maç biter bitmez balkona çıkıp başarınızı değerlendirmediniz de maçın bitiminden iki gün sonra lütfedip çıktınız.
—Maç sonucunun tam netleşmesini bekledik.
—Akşam saatlerinde belli oldu sonuç. Maçı kazananlar bir bir akşamından çıktı ekranlara.
—Onlar maç bitmeden açıklamaya kalktı. Evet, maçın yüzde 99'u bitmişti. Ama daha geriye yüzde 1 vardı. Biz onu bekledik, ıslak imzayı yani. Sonra beni çıkmadı diye itham edemezsiniz. Zira akşam saatlerinde yardımcım "Daha maç bitmedi, sayılmayan 40 milyon seyirci var, bunlara göre maç ikinci tura kaldı" açıklamasını yaptı.
—Bu açıklama doğru muydu? Pişmiş aşa su katmak değil mi? Sonuçları örtmek ve gölgelemek değil mi? Maçı kaybettiğinizi sağır sultan duymuş, bağımsız yargı maçın galibi belli olmuştur derken sizin maçın skorunu manipüle etmeniz taraftarınıza saygısızlık değil mi?
—Biz o açıklamayı taraftarımız sahayı terk etmesin ve motive olsun diye yaptık. Yoksa maçı kaybettik diye çeker giderlerdi.
—Yatsı bile olmadan birkaç saat sonra ortaya çıkacak bir durum için sizi sevenleri yanıltmaya hakkınız var mı?
—Tamam da maçın sonucunu bizim taraftarlarımızı üzecek şekilde AA'nın rakibimizin lehine açıklaması doğru mu? Bence hiç etik değildi.
—İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?
—Hayır efendim, ne münasebet! Biz koltuk sevdalısı değiliz ki! Sonra bizim partimizde koltuk sevdalılarına yer yok. Ayrıca üstüne basa basa söylüyorum. Biz başarılıyız. Bugüne kadar ikinciliği kimseye kaptırmadık. Üstelik bu maçta neredeyse yedi düvel bir araya geldik. Tek amacımız vardı, rakibimizi indirmek. Bunu bir ilke haline getirerek blok oluşturduk. Millet bizimleydi. Bunun sonucunda ülkedeki tüm renkleri stada taşıdık ve bunlar sayesinde ortak rakibimizin sallanmayan saltanatını salladık. Bir gedik açtık. Hatta yıktık geçtik. Geri kalan gücünü de dokuz ay sonraki maçta yıkacağız.
—Yapmak değil zaten göreviniz. Yıkmayı misyon edindiniz hep. Zaten bu yüzden zirveyi görmediniz ve göremeyeceksiniz. Yerine ne koyacağınıza karar vermeden yıkmayı hedeflediniz. Bunu yaparken de her yolu mubah gördünüz. Taraftarınız kendi oyuncunuzu desteklemedi, gitti başkasını alkışladı. Yeter ki o düşsün. Rakibinizi zirveden indirme uğruna hırlı-hırsız, katil-cani-terörist demediniz hepsini buyur ettiniz. Gözünüzü kin bürümüş sizin. Siz bu yaptığınıza başarı mı diyorsunuz? Acizliğin adını başarı sanıp kafanızı kuma gömerek maça çıkıyorsunuz.
—Bana yar olmayan ona da yar olmasın.
—Peki, rakibinizi başarısından dolayı tebrik edecek misiniz?
—Olur mu öyle şey? 17 yıldır hep zirvede olan ve zirveyi kimseyle paylaşmayan sadece kendisi top çeviren biri tebrik edilir mi?
—Böyle mi düşünüyorsunuz? Bu dediğinize kendiniz inanıyor musunuz?
—Evet, tüm kalbimle...
—Kusura bakmayın ama bu seyirci iyi ki sizi zirveye taşımıyor. Ki zaten bu kafayla siz sittin sene şampiyon olamazsınız.

*** 03/07/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.


28 Haziran 2018 Perşembe

AK Parti Oylarını Nasıl Artırır?

Kurulduğu 2002 yılından beri her seçimde oyunu artıran, zaman zaman toplumun iki kişiden birinin oyunu alan, 07 Haziran ve 24 Haziran’da olduğu gibi bazen oyunu düşüren, oyunu düşürmesine rağmen Mecliste çoğunluk sandalyeye sahip olan AK Parti, bu ülkede şu ya da bu şekilde söz sahibi olmaya devam edecek görünüyor. Çünkü toplumun değerleriyle barışık ve bu ülke için çok şeyi yapan AK Parti, son 17 yılda yapılan seçimlerden aldığı sonuçlar da bunu gösteriyor.

Son 24 Haziran seçimlerinde AK Parti’nin oyunu yedi puan düşürmesini Genel Başkan mesajı aldık şeklinde açıkladı. Partisinin oy düşüklüğünün nedenlerini Genel Merkez, il ve ilçe teşkilatlarından bir rapor istedi. Anlaşılan AK Parti, kendisinden yüzde yedi oranında kaçan seçmenin niçin kaçtığını araştıracak ve başarısızlığı masaya yatıracak. Başarısızlığın göbeğindeki teşkilatlardan gelecek rapor ne derece objektif bir rapor olur? Bu da tartışılır.

Dışarıdan partiyi gözlemleyen biri olarak AK Parti oylarında niçin düşüş var ve oylarını nasıl artırır sorusuna cevap aramaya çalışacağım.

1.      AK Parti, kamuya memur ve öğretmen alımında, müdür ve yardımcısı seçiminde, şube müdürü tercihinde birkaç yıldır uyguladığı sözlü mülakatı kaldırmalı. Bunun yerine KPSS ve güvenlik soruşturmasını esas almalıdır. Sözlünün “S” ini, mülakatın “M” ini çöpe atmalıdır. Çünkü halk, atamalarda torpilin alıp başını gittiğini düşünmektedir. Kamuya her türlü alımlarda ehliyet ve liyakatı esas almalıdır. Sınavlar şeffaf ve anlaşılabilir olmalıdır.
2.      Öğretmen için uygulamaya karar verdiği, iki yıldır hep ötelediği “Öğretmene performans” sisteminden vazgeçmelidir.
3.      2002’de birlikte yola çıktığı dava arkadaşlarının birçoğu şu ya da bu şekilde partisine kırgındır. Bunlarla yeniden irtibat kurmalı, onları dinlemeli ve yeniden partiye çekmelidir.
4.      FETÖ ile mücadelesine büyük destek veren halk; sap ile samanın, at izi ile it izinin karıştığını; alt kesimle yapılan mücadelenin üst kesime sıçramadığını; bu durumun FETÖ ile mücadeleyi sulandıracağını düşünmeye başlamıştır. Terör bağlantısından dolayı kamudan ihraç edilen kişiler içerisinde masum olanları yeniden hızlı bir şekilde göreve başlatmalıdır.
5.      Bu seçim göstermiştir ki “Ülkede güçlü bir muhalefete ihtiyaç var” diyen AK Parti, bir araya gelmiş, ittifak yapmış muhalefet karşısında çok da hazırlıklı olmadığı görülmüştür.
6.      Milletvekili veya belediye başkanı aday belirlemede halkın tepkisini çeken, yıpranmış adaylara yer vermemelidir.
7.      Bu seçimde ilk defa AK parti halkı okuyamamış ve kendisini tekrarlamaktan başka yeni şey söyleyememiştir. Miting meydanlarında sadece geçmişte yaptıklarını anlatmakla yetinmiştir. Halkın ne istediğini anlayamamıştır. Bu durum halktan uzaklaşmaya başladığına işaret etmektedir. Halk ile kendisi arasındaki duvarları kaldırarak bu işe başlayabilir.
8.      Eskisi gibi eleştiriye açık olmadığı görülmektedir. Yapıcı eleştiriyi bile “nankörlük” olarak değerlendirmiştir.
9.      Bir türlü ateşi sönmeyen dövizin ateşini söndürmeli, bütçe disiplininden ödün vermeyecek şekilde aldığı kararlar piyasaları rahatlatmalıdır.
10.  OHAL hemen ve derhal kaldırılmalıdır.
11.  Kamuya alımlarda yapılmakta olan güvenlik soruşturmaları makul sürede yapılmalıdır.
12.  AK Parti, halkın hizmetten ziyade birlik ve beraberlik istediğini, toplumsal barışı zedeleyecek engellerin kaldırılması gerektiğini görmelidir.
13.  Toplumu germemeli, mevcut tansiyonu düşürecek açıklamalar yapmalıdır.
14.  Yapacağı icraatları anlatırken muhalefeti çok muhatap almamalıdır.
15. Parti, Cumhurbaşkanının her konuşmasının televizyonlarda canlı yayımlanmasına izin vermemelidir.

Konumuz CHP

Türkiye'nin kurucu ve en eski köklü partisi CHP, her seçime ölümüne asılır. Sonuç hep başarısızlıkla sonuçlanır. Çünkü aldığı sonuç partililerini memnun etmez. Bundan dolayı her seçim sonucundan sonra olağanüstü kongre sesleri yükselir. İmzalar toplanır, kongreye gidilir. Delege ya eskiye, ya da yeniyle yoluna devam kararı verilir. Amaç, yeni yönetimin partilerini iktidara taşımasıdır. Görünen o ki partinin mevcut tüm yöneticileri değiştirilse yerine yenileri getirilse partinin iktidar olması ufukta görünmüyor.


Her seçimde beklentilerinin altında bir oy alan ve seçmenini üzen bu parti, “Niçin başarılı olamıyoruz” sorusuna cevap arayacakları yerde her seçimin ardından “Seçimde şaibe var, biz bu seçimi meşru görmüyoruz, seçimde hile var, oylar çalındı, oylar çöplüklerde bulundu, YSK haksızlık yaptı, taraf güttü…” şeklinde mazeretlerin arkasına sığınma yoluna gidiyor. Seçimi kazanma özelliği olmasa da yıllardır kaybede kaybede seçim sonuçlarına kılıf bulmada çok tecrübeli. Yıllardır aynı şeyleri söyleye söyleye kendisine seçimlerin bu şekilde olduğuna inandırdığı bir kesim de var. Aslında yenilgiye kendisinin dışında bir sebep arayan, ben diğer seçimde de kaybedeceğim, buna hazır olun demektir. Çünkü gerçekle yüzleşilmiyor.

Tek parti iktidarından sonra birkaç koalisyon ortağı olmanın dışında bu ülkede iktidar yüzü görmeyen ve hep ana muhalefette kalan bu parti; seçim sonuçlarını iyi bir analiz etse, toplumu okusa, üzerindeki algılarla yüzleşmiş olsa başarılı olmaması hiçten değildir. Maalesef bu parti gerçeklerle yüzleşmek istemiyor.

CHP’nin yapması gereken özeleştiriyi biz buradan yapalım. Şimdi soralım: CHP niçin başarılı olamıyor?
1.      Partisinde halk olmasına rağmen CHP, halkı tanımıyor, onu anlamıyor. Yani aynı dili konuşmuyor halkla. Halkı değiştirmeye çalışan, halkı cahil kabul eden bir anlayışlarının olduğu göze çarpıyor. Temel felsefeleri kendilerini değiştirmeden halk değişmeli anlayışları var. Halkın ihtiyaçlarıyla onların ihtiyaç öncelikleri farklıdır.
2.      CHP, geçmişiyle yüzleşmelidir. Özellikle tek parti döneminde yapılanlar hala halkın belleklerindedir. Günümüz CHP’si halka “Ey halkım! Geçmişte bizim partimiz halka şöyle davrandı, dini yaşantının önündeki engelleri aşmada destek olmadığı gibi köstek oldu. Biz bugünün CHP’si partimizin geçmişte yaptığı yanlışları bugün kabul etmiyoruz, reddediyoruz ve halkın bir kısmını bilerek veya bilmeyerek mağdur ettiğimizden dolayı özür diliyoruz. Bugün geçmiş hatalarımızı kabul etmediğimiz gibi bugün din ve vicdan özgürlüğünün teminatı olmak istiyoruz. Biz halkın giyimiyle, kuşamıyla, inancıyla uğraşmayacağız. Halkın dokusunu değiştirmeye kalkmayacağız…” dese inanın toplumla arasında sorun kalmaz. Ama maalesef hiçbir CHP yetkilisi bu özeleştiriyi bugüne kadar yapmadı. Ya “Öyle değil,  iftira” diyerek yalanlama yoluna gitti, ya da savunmaya geçti.
3.      Yine CHP, yeni CHP’nin tek parti sonrası “Başörtüsüne karşı okullarda ve kamusal alanda iyi bir sınav vermediğini, askerle yan yana gelmekten kaçınmadığını, 367 garabetini savunduğunu, meslek liseleriyle ilgili katsayı mağdurlarına destek olmadıklarını, İHL’lere sıcak bakmadıklarını bugün tasvip etmiyor ve o politikaların yanlış olduğunu kabul ediyoruz…” demelidir.
4.      Geçmişiyle yüzleşen CHP, halkın içine girmelidir. Camide, cemaatte, çarşıda, pazarda, kahvehanede…halk ile iç içe olmalıdır. “Biz de sizden biriyiz” imajı vermek suretiyle halka güven vermelidir.
5. Girdiği seçim sonuçlarına saygı gösterecek, “Seçmen böyle takdir etmiştir, sağlıklı bir seçim olmuştur, eksikliklerimizi giderip diğer seçime o şekilde hazırlanacağız, kazananları tebrik ederiz” diyebilmelidir.
Geçmişiyle yüzleşen ve geçmiş yanlışları kabul ederek öz eleştiri yapan bir CHP, halkın içine girerse geçmiş ve mevcut kazanımlarının yok olmayacağına inanan halk, diğer partilere nasıl oy veriyor ve onları iktidara getiriyorsa CHP’ye de şans verir. Yok böyle yapmazsa inanın “Balık kavağa çıkar” CHP’nin iktidara gelme şansı yoktur. Benden söylemesi…




27 Haziran 2018 Çarşamba

Seçimin Kazançlı Çıkanı

Baştan söyleyeyim, 24 Haziran seçimlerinin en kazançlı çıkanı ana muhalefetin genel başkanıdır. Neden mi?

Kaç kongredir parti kongresinde delegelerin gönlünde taht kuran genel başkan bir istikrar abidesi. Bu seçimde de ana muhalefetin görevini kimseye bırakmadı. Tarih onu, tüm seçimlerde ikinci parti çıkmasına rağmen partisinin başında tartışmasız genel başkan ve ana muhalefetin lideri olarak anacak. Kendisine her kongrede aday olan en büyük rakibini cumhurbaşkanı adayı göstererek onu Meclis dışında bıraktı. Yine kendisi cumhurbaşkanı adayı olmayarak Bahçeli ile birlikte Mecliste grubu olan diğer parti liderlerini Meclis dışına itti. 

Sayın genel başkanın her alanda kazanması sanırım mütevazılığından olsa gerek. Cumhurbaşkanlığına aday olmadı. Bunun yerine küçük olsun benim olsun dercesine parti genel başkanı ve milletvekili olmayı tercih etti. 

Seçimden sonra partisinin üç puan kaybını görmezden gelerek "Seçimin en büyük kaybedeni AK Parti. Çünkü yedi puan birden kaybetti" tespitiyle siyasette iyice piştiğini gösterdi. Basın toplantısında bu durumu açıklarken bir tane gazetecinin çıkıp da "Efendim, madem seçimin en büyük kaybedeni AK Parti. O halde seçim sonuçları açıklandıktan sonra iki gün piyasaya niçin çıkmadın" diye bir soru sormadı. Şayet sorsalardı mutlaka verecek cevabı vardı. Aynı zamanda prensip sahibi. Kendisine Sayın Erdoğan'ı tebrik edecek misiniz" sorusuna doğal olarak kutlamayacağını söyledi. Çünkü rakibi kazanmış olsa da puan kaybetti. Kaybeden biri kutlanır mıydı? O da öyle yaptı. 

Sevecenliği ve bönkörlüğüyle Erdoğan'ı rakip gören her partiyi memnun etti. Seçime girsin diye İyi Parti'ye 15 vekil gönderdi. Partisinin üç puan kaybetmesine tüh demedi. Hatta sevindi bile. Çünkü ona göre partisi 3-4 puan daha alsa çıkaracağı 8-10 vekil önemli değildi. HDP'nin barajı almasıydı esas olan. Bunda da başarılı oldu. Saadet Partili üç kişiyi vekil olması için partisinden aday gösterirken Millet İttifakı sayesinde Saadet'in oylarıyla 15 vekil çıkardı. 3 verdi, 15 aldı. Üstelik kaç dönemdir vekil çıkaramadığı illerden Saadet sayesinde vekil çıkarmış oldu. Buna başarı denmez mi?

Kendisi aynı zamanda vefalıdır. Hastalık ile mücadele eden eski genel başkanını Antalya'dan vekil seçtirdi yeniden. Bu vefası aynı zamanda bir hesap ürünüydü. Böylece Meclisin açılışını ve yemin törenini kendi partisinden Baykal yapacak. Eğer sağlığı el verirse. Yaşı ve sağlık problemine rağmen Baykal'ı aday göstermesi ileriye dönük bir projesidir aynı zamanda. Baykal'a yaptığı jesti ileride hasta olduğu zaman yerine geçecek genel başkan mutlaka değerlendirecektir. O da kendisini aday gösterecektir. 

Gördüğünüz gibi Sayın Kılıçdaroğlu'nın kazançları say say bitmez. Zaten haziran ayında iyilerin kazanacağını söylemişti bir konuşmasında. Bu başarısında kendisinin iyi bir hesap uzmanı olmasının payı büyük mutlaka.

Seçimin Kazanan ve Kaybedenleri


Seçimin kazanan ve kaybedenlerine nereden baktığınız önemli. Bardağın dolu tarafından bakarsan başarılı, boş tarafından bakarsan başarısızsın. Ben ikisine birlikte bakacağım. Böylece seçim sonuçlarını değerlendirmek için MKYK ve MYK'sını toplayan ve tek başına mesajı aldık diyen siyasi partilere de katkım olmuş olur.

Aslında seçime giren siyasi partiler partilerinin genel merkezlerinde durum değerlendirmesi yapacağına sokağa çıkıp vatandaşa biz başarılı mıydık diye sorsalar daha doğru ve objektif bir değerlendirme almış olurlar. Özellikle parti meclisini toplayarak durum tespiti yapmaya kalkanların veya il teşkilatlarından rapor isteyenlerin derdi sadece başarısızlıklarına kılıf aramaktan ibaret olur. Seninle beraber başarısız olmuş bu insanlar doğru tespit yapmaz. Çünkü bizde özeleştiri kültürü yoktur. Hatalarıyla yüzleşmez, üzerini örterler.

Şimdi gelelim seçime giren partilere... En fazla oy alması sebebiyle AK Parti başarılıdır. 550 milletvekilinin olduğu Mecliste 317 sandalyeyle tek başına kabineyi kurabilecek bir çoğunluğa sahip iken bu seçim sonuçlarına göre 600 vekilli Mecliste 295 sandalyeye inmesi yönüyle başarısızdır. Çünkü eski sisteme göre hükümeti bile kuramıyor bu sayıyla. Cumhurbaşkanı adayı olan genel başkana yüzde 53’e yakın bir oy vermesi “Sayın Cumhurbaşkanım! Sana güvenim tam ama partine bir şerh koyuyorum. Lütfen aday belirlemede beni dikkate al, karşılığı olmayan ve yıpranmış insanları listelerin başına koyarak vekil seçtirme yoluna gitme. Bu sana 07 Haziran sonrası ikinci uyarımdır” demek istedi.

Geçmişiyle yüzleşmeden ve partisinin enkazını reddetmediği müddetçe bu ülkede iktidar olma ihtimali olmayan yüzde 25 bandına sıkışmış Türkiye’nin müzmin ana muhalefeti, cumhurbaşkanı adayları Muharrem İnce’nin yüzde otuz oranını yakalaması bakımından başarılıdır. İktidarın onca yıpranmışlığına rağmen oy oranını yükselteceği yerde yüzde 22’lere geriletmesi yönünden başarısızdır. AK Parti ve MHP dışında tüm partileri memnun etmeye çalışan bu parti kendi partisini memnun etmemişe benziyor. Durum bu iken partinin Genel Başkanı, seçimden iki gün sonra 3 saatlik bir toplantının ardından piyasaya çıkıp “Seçimin en büyük kaybedeni AK Parti” tespiti yaparak başarısızlığa nasıl kılıf bulunabileceğini göstermesi bakımından bir ilke imza attı. Partisi başarılı olamasa da kendisi başarılıdır Sayın Kılıçdaroğlu’nun. Çünkü en büyük siyasi rakibini cumhurbaşkanı adayı göstererek onu Meclis dışında bıraktı ve kendisi Mecliste kaldı.

Seçimin esas kazananı MHP olmuştur. Anket firmalarını ters köşe yapmıştır. Partisinden yeni bir parti kurulmasına rağmen yüzde 11’ler civarında bir oy almıştır. Bahçeli Mecliste kalan ikinci genel başkan olmakla birlikte hükümetin de ortağı olmayı garantilemiştir.

İyi Parti, estirdiği rüzgar kadar olmadığı ortaya çıktı. Partisi yüzde 10 barajını aşmasıyla birlikte cumhurbaşkanlığında aynı desteği alamayan Akşener başarılı olamamıştır.

Ne yaptığını partinin kendisinden ve bağlı az sayıdaki sempatizanlarının dışında kimsenin anlamadığı Saadet Partisinin bir kesim tarafından şişirildiği aldığı oyla ortaya çıkmış ve başarısızlıktan da öte bir hezimet yaşamıştır. Aynı zamanda aldığı oyla ittifakın büyük ortağının uzun yıllar vekil çıkaramadığı birçok ilde vekil çıkarmasına katkıda bulunmuştur. Yani başkasının dümen suyuna girdiği ortaya çıkmıştır.

Terörle ısrarla bağını koparmayan HDP, “Barajı aşamıyor, bıçak sırtında…” şeklinde yapılan propagandalar sayesinde iki-üç dönemdir bilinçli olarak Meclise taşınıyor ve başarılı oluyor. “HDP barajı aşmadığı takdirde vekiller AK Parti’ye yarayacak. O zaman oyumu HDP’ye vereyim” diyenler başarılı olmuştur.


26 Haziran 2018 Salı

Evli Evine, Köylü Köyüne Artık! *


Aylardır oturup kalktık, yemedik içmedik, seçim konuştuk. Ne olur dedik birbirimize. Zaman zaman gerdik gerildik, kırıp döktük birbirimizi. İçimiz dışımız seçim oldu dense yeridir. Nihayet bu pazar içimizi sandığa döktük. Kazananlar-kaybedenler, sevinenler-üzülenler belli oldu. Bundan sonra bir müddet “Nasıl kazandık, niçin kaybettik” şeklinde seçim sonuçları değerlendirilir. Bu durum seyrettiğimiz bir maçın ardından değerlendirmede bulunmamıza çok benziyor.

Umarım seçim analizleri uzun sürmez. Değerlendirmeler bir an evvel biter ve herkes işine kendini verir. Çünkü her seçim işimize yoğunlaşmamızın önüne geçiyor. Çabuk bitirmeliyiz. Zira sekiz ay sonra bir başka sandık daha konacak önümüze. Sekiz ayı uzun bir süre olarak görmeyelim. Çünkü bizim ülkemizde seçimin sathı mailine aylar öncesinden girilir.

Demokrasiyle yönetiliyor ve demokrasiyi benimsemişseniz seçimler olacak elbette. Fakat her seçimi biz hayat-memat meselesi olarak görüyor ve kendimizi her seçime ölümüne kaptırıyoruz.

Mart ayında yapacağımız seçimle birlikte 2002'den beri bu ülkede 17 yılda 13 seçim yapmış olacağız. Bu, ortalama yılda bir seçim demektir. Bu kadar seçim normal mi? Değil elbet! Ama her gün seçim konuşan ve bundan zevk alan bir toplum için yılda bir seçim uzun bir süre. Bize göre her gün seçim olsa daha iyi olacak.

Sürekli seçimle oturup kalkmak, birini bitirir bitirmez diğerine yoğunlaşmak ve konuşmak bu ülkenin biriken sorunlarının ötelenmesi, ülkeyi yöneteceklerin radikal kararlar alamaması demektir.  Piyasalar önünü göremez. Çünkü herkes önünü görmek ister. Bu da yatırımlar yapılamaz demektir. Siz ortalama yılda bir seçim yaparsanız bu ülke nasıl önünü görecek? Maalesef görmesi mümkün değil.

Bunu için ne yapmak gerek? Her şeyden önce seçim sathı mailine erken girmemeliyiz. Çünkü erken girmeye gerek yok. Zira günümüz teknolojisinde ve iletişiminde seçmene ulaşmak o kadar zor değil. Ölümüne asıldığımız seçimlere harcadığımız efor ve bunun yanında seçim çalışmasında dökeceğimiz para bu ülkenin kayıp katma değeridir. Biz seçimlerde gösterdiğimiz çalışma temposunu; meydanlara ve ekranlara döktüğümüz parayı bu ülkenin gelişmesi için harcasak bu ülkeyi kimse tutamaz. Maalesef milyarlarımız miting yapmaya, televizyonlara reklam vermeye, il il gezmek suretiyle ulaşıma ve arazide olanların yemesine ve içmesine gidiyor.

Sıcağı sıcağına yaptığımız bu seçimin ardından çıkan sonuçları partilerimiz bir taraftan değerlendirirken diğer taraftan da “Evli evine, köylü köyüne” deyip herkes işini ve aşına dönmeli. 2019 Şubat ayına kadar da seçimi ağzımıza almayalım. O zamana kadar işimize yoğunlaşalım.

Siyasi partilerimizden beklediğim, toplumu germeden çalışmalarına başlamalarıdır. Çünkü bu toplumun huzur ve refahı partilerin başarı ve başarısızlığından daha önemlidir.

* 27/06/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.