3 Haziran 2018 Pazar

Cumhurbaşkanlığı Seçimi İkinci Tura Kalmamalı *


Ortalama bir, bir buçuk yılda bir seçim yapar olduk. Her seçim bir gerginlik, gerilim, bir bekleyiş, bir kutuplaşma demektir. Aynı zamanda her seçim bir maliyettir. Seçimde harcanan her para milletin sırtından çıkmaktadır. Sistem değişikliğiyle birlikte cumhurbaşkanı seçmek için yüzde elli bir şartı getirildi. 

24 Haziran seçimlerinde herhangi bir cumhurbaşkanı adayı yüzde elli, artı biri yakalayamazsa iki hafta sonra önümüze yeni bir sandık konacak demektir. Cumhurbaşkanı adayları veya siyasi partiler seçimi iki tura taşımak için var gücüyle uğraşıyorlar. Seçimin maliyeti kendi cebinden çıkacak seçmenin böyle bir oyuna gelmemesi için seçimi birinci turda bitirmesinde fayda vardır. Hele ekonomik verilerin çok iyi olmadığı günümüzde bu ülkenin seçimi iki tura taşıması lükstür. 

24 Haziran seçimlerinde seçmediğimizi/seçemediğimizi iki hafta sonrasında nasılsa seçeceğiz. Durum böyle olunca seçimi uzatarak uzatmalara oynamak macera aramak gibidir. İlk turda seçeceğimiz kişiyi seçip seçim defterini kapatmak lazım. Kapatalım ki başta ekonomi olmak üzere biriken sorunları çözmek için kazanan bir an evvel ellerini sıvasın.

Seçimlerle ilgili üzerinde durulması gereken bir başka husus; Meclis çoğunluğuyla, seçilen cumhurbaşkanının aynı partiden olması gerekir. Şayet Meclis çoğunluğu ile cumhurbaşkanı aynı partiden olmazsa ilk defa uygulayacağımız bu sistem kilitlenir. Çünkü bizde demokrasi kültürü ve asgari müştereklerde buluşma pek görülmez. Cumhurbaşkanı Meclisi, Meclis de cumhurbaşkanına iş yaptırmamak üzere vaziyet alır ve sistem ölü doğar. Ülke hükümet kriziyle boğuşur ve yakında bir seçim daha kapıda demektir. Zaten önümüzde 2019 Martında mahalli idareler seçimi var. Ekonomisi iyi olan bir ülke bile bu kadar seçime kaldıramaz.

Kendimizden ziyade ülkeyi düşünmüş olsaydık 2019’da yapılacak olan belediye seçimlerini de şimdiki seçimlerle birleştirir, bir beş yıl daha seçimle uğraşmazdık. Ama maalesef olmadı. Seçimin maliyeti milletin sırtına binince siyasi partiler seçim yapmaktan pek kaçınmıyor. Seçimde harcanan para kendi sırtlarından çıksa siyasi partiler kılı kırk yarar, maliyetleri düşürmek için uğraşır.

24 Haziranı ve 2019 Martında yapılacak olan seçimleri kazasız belasız bir atlatalım, ardından tüm seçimlerin tek seçimde yeterince sandık koymak suretiyle yapılması için siyasi partileri kıskaca almak lazım. Kazanan beş yıl boyunca yapacaklarını yapsın, beş yıl boyunca erken-geç şeklinde bir seçim konuşulmasın. Çünkü zamanında yapılmayan seçim veya sık sık yapılan seçimler hükümetleri problemleri çözmeye yöneltmez. İşi pansuman tedbirlerle götürmeye çalışır, radikal karar aldırmaz.

* 09/06/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






Duvara Konuşmak

Bana toplumsal bir varlık olan insana Allah'ın verdiği en büyük nimet nedir diye bir soru sorulsa akıl, irade, düşünmenin yanında bunların sonucu olarak en başa koyabileceğim anlama nimetidir. Kişinin muhatabını anlaması ve kendini anlatabilmesi için verilen dil, amacına uygun bir şekilde kendini ifade edebildiği ve anlaşılabildiği oranda önemli bir işleve sahiptir. Ya konuştuğun dil muhatabınca anlaşılmazsa veya muhatabını anlayamazsan hiçbir işe yaramayan bir dile ve izansızlığa sahipsin demektir. Bu durumda yapacağın her konuşma kendini yormaktan öte bir anlam taşımaz.

Duvara konuşmadır bunun adı. Duvara istediğin kadar konuş, kellim kellim la yenfeudur. Yırtınsan, çırpınsan, dövünsen, kendini paralasan bir arpa boyu yol kat edemezsin. Çünkü karşında insan görünümlü fakat seni anlamayan ya da anlamak istemeyen bir varlık vardır. Böyle birinin karşısında Allah'ın aralarındaki sorunları çözsünler diye verdiği dil nimetinin işe yaramadığını görürsün. Bu tiplere karşı "Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır" sözünün çöpe gittiğini anlamak hiç de zor olmaz. Sorun dilde değil. Zira aynı dili konuşmuyorsun. İzandan yoksun bir dildir muhatap olduğun. Bunun bir diğer adı Fransız olmaktır. Anlayış yoksunluğunun olduğu kişilere dünyanın hangi diliyle konuşursan konuş, nafiledir. Zaten gördüğümüz her kavganın, şiddetin, çekişmenin temelinde idrak yoksunluğu yatar.

Anlayışın olduğu yerde konuşma ve iletişim uzvu olan dile ihtiyaç duyulmaz. Kalpten kalbe geçiş olur böyle durumlarda. Gönülden gönüle bir köprü olur. Dilin olmadığı yerlerde jest ve mimikler, bakışlar bile çok şey ifade eder. Birbirini anlamayan insana davul zurna bile azdır. Keşke okuma ve yazmaya, başarmak için teste önem verdiğimiz kadar izana, feraset ve basirete, leb demeden leblebiyi kastettiğimizi öğretebilseydik... dili ne şekil kullanabileceğimizi uygulamalı olarak gösterebilseydik bugün yaşadığımız birçok sorunu yaşamazdık.

Birbirini anlama sorunu yaşayanlar, duvara konuştukları duvar dile gelseydi "Ne anlamaz ve anlaşılmaz kişilersiniz, ben duvar olarak anladım, siz bir türlü birbirinizi anlamadınız, anlayışsızlığınızı beni suçlayarak bir yere varamazsın" diyecektir. Ama duvar dile gelmez. Çünkü kaderinde konuşmak yoktur duvarın. Burada dilin duvarlaşması sorunu vardır. Kurban olsun böyleleri duvara. Duvar olan bu tipler sanmayın ki zihinsel engelli. Düpedüz sağlam görünümlü ebleh kişilerdir bunlar.

Allah böyleleriyle karşılaştırmasın bizi. Karşılaşırsanız şayet, deveye hendek atlatmayı veya balığı kavağa çıkarmayı tercih edin. Allah akıl noksanlığı, izansızlık vermesin kimseye. Kazara çevrende varsa böyleleri, bil ki dünyanın en bahtsız kişisisin. Sana sadece acınır bu durumda. Çekecek çilen varmış demek ki!

Seçmen Dediğin Sandıkta Konuşur

Siyasi partilerimiz hummalı bir şekilde seçime hazırlanıyor. Hepsi vekil adaylarını belirledi. Listeler hazırlanıp YSK'ya verildi. Siyasi partiler propaganda için sahaya indi ve meydanlar kızıştı.

Siyasi partiler propagandalarını yapadursun, seçmen şimdiden harekete geçti bile. Sosyal medyadan tutun da, kahvehane köşelerine varıncaya kadar her yerde seçim konuşuluyor. Keşke konuşulsa eyvallah diyeceğim. Şimdiden kılıçlar çekildi, gerginlikler başladı. Görüşünü açıklayandan, yorum yapana, adaylar belli olmadan adaylar hakkında değerlendirmeler özellikle sosyal medyada çarşaf çarşaf paylaşılıyor.

Siyasetin içinde olup konuşanı, propaganda yapanı anlarım. Çünkü işi siyaset. Merak ettiğim sandıkta konuşması gereken seçmen daha seçimlere günler kala niçin konuşur, yazar ve çizer. Sandık ne için var? Yediden yetmişe politize olmuşuz vesselam. Haydi diyelim ki birileri profesyonelce bu işi yaparken seçmen de amatörce veya fahri olarak yapıyor. Sosyal medyada siyasetin tam ortasına girmiş öyle insanlar var ki siyasilerin sosyal medya ayağı gibi. Yorum yazan ve paylaşan kişilerin çoğu da memur. Bildiğim kadarıyla memurların siyaset yapması, bir parti lehine ve aleyhine siyaset yapması yasak, cezayı gerektirir. Üstelik cezası da ağırdır. Başıma gelene razıyım, savunduğum parti için her şeyi yaparım. Zaten herkes yapıyor, nasılsa kimse bir şey demiyor deniyorsa ona bir şey diyemem. Ama herkes kendi işini; siyasetçi siyasetini, memur memurluğunu, amir amirliğini, esnaf esnaflığını yapsa daha iyi olmaz mı? 

Merak ettiğim sosyal medyadan bir partinin lehine veya bir başka partinin aleyhine doğru-yanlış demeden paylaşım yapanlar bugüne kadar rakip partiden bir kişiyi kendi safına çekebildiler mi? Hazırında herkes safında duruyor. Üstelik rakip hakkında sosyal medyada dolaşan ve algı oluşturmayı amaçlayan paylaşımları tedavüle sürmek ahlaka, etik ilkelere, savunduğumuz insani değerlere sığıyor mu? Rakibe belden aşağı vurmak, bu uğurda her yolu mübah görmek günah değil mi? Toplumu germekten, toplumda bilgi kirliliği oluşturmaktan başka bir işe yaramayan bir yöntemle elde edilecek başarının kime, ne yararı vardır?

Çamur at, izi kalsın siyaseti kirli bir siyasettir. Fazlasıyla siyasetimizde kullanılıyor. Bu kirli siyasetin içine gözü kara girmenin kendimizi de kirletmekten başka ne işe yarar? Yok illaki siyaset yapılacaksa temiz siyaset ne güne duruyor. Bari bu işi yaparken Allah'tan korkulmuyorsa kuldan utanılsa...

Siyasilerimiz İHL Üzerinden Siyaset Yapmamalı!

Bu yazımın muhatabı ister samimi, ister geçer akçe olması dolayısıyla seçim çalışması döneminde İHL üzerine konuşma yapan herkestir. Bunu baştan söyleyeyim. Kimse, kimi kastediyor diye belleğini yoklamasın. Yazımda belirli bir kesimi kastetmeyeceğim. Ama yarası olan da gocunsun.

İHL'ler bu ülkenin bir gerçekliği ve ihtiyacıdır. Açıldığı andan itibaren bunu da bu okullar ispatlamıştır. Maarifimizde bu okulların özel bir yeri olmasına rağmen bu okullar ekseriyetle üvey evlat muamelesi görmüş ve tu kaka yapılmıştır. Son yıllarda da öz evlat muamelesi görmektedir. Kimi biçmeye, kimi de ihya etmeye çalıştı. Her iki yaklaşımı da sağlıklı görmüyorum. Seven de sevmeyen de bu okulları tıpkı diğer okullar gibi kendi haline bırakmadı. 

Şunu herkes bilsin ki bu okullar kimsenin ne arka bahçesidir, ne de devlete dinamit koyan okuldur. Ne bazılarının yere-göğe sığdıramadığı gibi bu okullar dört dörtlük, ne de bazılarının sandığı gibi devlet düşmanının yetiştiği, gerici ve yobazı bol okullardır. Nasıl ki diğer okulları bu ülkenin vatansever insanlarının çocukları tercih ediyorsa bu okulları tercih edenler de aynı kaptan yiyen, aynı havayı teneffüs eden, üzüntü ve kıvançta aynı duyguları paylaşan kişilerdir. Bu okulların diğer okullardan farkı, müspet ilimlerin yanında öğrencilerin dini yönden eğitim almalarıdır. Buradan bu okula gidenler çok dindar, diğer okullara gidenler az dindar anlamı çıkmasın. İHL'lerde okuyup mezun olan kişiler içerisinde değerlerimizle barışık samimi kişiler olduğu gibi diğer okullardan mezun olanlar içerisinde de değerlerimizi yaşamaya çalışanların sayısı çoktur.

Hal böyle iken seçim zamanlarında propaganda yapanlar  gündemlerine mutlaka İHL'leri alır ve halkın teveccüh gösterdiği bu okullardan prim kazanmaya çalışır. Kimi İHL'liyim, kimi de okumak istemiştim, olmadı diyerek bu okulları sahiplenmeye çalışır. Siyasilerimiz bu okullar yerine kendilerine başka konular bulsa iyi olur. Bu okullar partiler üstü olarak görülmelidir. Ağızlarına bu okulları aldıkça bu okullarımız siyasetin içine çekilmektedir. Eğer söylediklerinde samimilerse bu okulları kendi hallerine bırakmalıdırlar. Bu okullar üzerine siyaset yapmaktansa başta bu okullar ve diğer okullarımızın sorunlarını masaya yatırarak eğitim ve öğretimimizde nasıl daha iyi iyileştirmeler yaparız sorusu üzerine yoğunlaşırlarsa bu ülkeye en büyük hizmeti yapmış olurlar.

Siyasilerimiz hangi okul türü olursa olsun milli eğitimin genel ve özel amaçları çerçevesinde "tüm okullarımızdan milli ve manevi değerlere önem veren, ülkesini seven, ülkenin kalkınması için çabalayan, ahlaki ve etik değerleri önceleyen nesillerin yetişmesini nasıl sağlayabiliriz," derdini düstur edinmelidir, sloganlarla yaşamayı, seçmenine mavi boncuk dağıtmayı, onlara göz kırpmayı bir tarafa bırakmalıdır.

Anlatmak istediğim bu okullara ihtiyaç olduğu kadar diğer okullara da ihtiyaç vardır. İfrat ve tefride giderek bu okullar üzerinden oy avcılığı yapmayalım. Hangi okul türü yapılırsa yapılsın, amacımız kemiyetten ziyade keyfiyet yani kaliteyi yakalamak olmalıdır. Böyle bir bakış açısı bu okulların işlevini yerine getirmesine fırsat verir ve bir ihtiyacı gidermeye devam eder. Bu okullar tarihteki yerini alsın, siyasete meze olmasın, siyasetimize alet etmeyelim. 

Rehberliğini Yaptığım Öğrenci ve Velilerime Veda Dileklerim


Sayın Velilerim!

Çocuklarımızın okulumuzdan mezun olması dolayısıyla önümüzdeki yıl onlarla bir daha okulumuzda ve sizinle yolumuz kesişmeyecek. Çocuklarımızın iki yıl Din Kültürü derslerine, bir yıla yakın bir zaman diliminde sınıfın rehberliğini ifa etmeye çalıştım. Hayatın her alanında mutlaka bir yerde yine yolumuz kesişir ama birlikte olduğumuz zaman dilimi içerisinde hak-hukuk geçmiş olabilir. Sizleri zaman zaman duyurularımla rahatsız ettim. Size son bir kere daha yazmak suretiyle duygu ve düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Tahammülünüze şimdiden teşekkür ediyorum.

Çocuklarımız bu sene uygulamaya konan yeni bir sınav sistemiyle karşı karşıya kaldı. Veli, öğrenci, öğretmen ve idare olarak ne olacağı konusunda epey bir tereddüt yaşadık hep birlikte. Bu sisteme göre Bakanlık yüzde 10 civarında bir öğrenciyi sınavla öğrenci alan okullara yerleştirmeyi, diğerlerini ise kayıt alanına göre yerleştirmeyi tercih etti. Hal böyle olunca bu zaman dilimi içerisinde kimi öğrencimiz motivesini kaybetti, kiminin gözü korktu, kimi ölümüne çalıştı, kimine bir müddet sonra bıkkınlık geldi. Sınıfımızda her durumu yaşayan öğrencimiz oldu. Sonunda bugün itibariyle sınava girildi. İyi veya kötü geçti. Şu anda bize düşen sonucu beklemek. Sıralamadaki yerimize göre tercih yapmak. Olmazsa kayıt alanına göre Anadolu, Mesleki Teknik veya İHL tercihi yapmak suretiyle ya örgün eğitimde yolumuza devam edeceğiz. Ya açık öğretim vasıtasıyla okumaya devam edip aynı zamanda bir meslek öğrenmek için çalışma yolu seçecek ya da özel okula gitme durumumuz olabilecektir.

Çocuğumuz hangi okula giderse gitsin şundan emin olun ki hiçbir okul çocuğa bir şey vermez, çocuk istemediği müddetçe. Okulu iyi yapan da kötü yapan da okula gelen öğrencilerdir.  Çok kötü diye bilinen bir okuldan başarılı çocuklar yetişebileceği gibi, çok iyi okuldan da başarısız çocuklar çıkabilir. Burada bir anekdotumu sizinle paylaşmak isterim: 2009 yılında Çanakkale 18 Mart Üniversitesini kazanan çocuğumu kayıt için Çanakkale’ye götürdüğümde orada tıp fakültesinde okuyan bir öğrenci ile tanıştım. Konyalı olduğunu söyledi. Hangi fen veya Anadolu lisesinden mezun olduğunu sordum. Ben düz lise mezunuyum dedi. Hangisinden dedim. Karatay Lisesi (Şimdiki adı Karatay 15 Temmuz Anadolu Lisesi. Mevlana Kültür Merkezinin arkasında bir okul.) Karatay Lisesini bilirsiniz Anadolu olduktan sonra bile en düşük puanlı öğrencilerin yerleştiği bir okuldur. Çocuğumuz bu okuldan tıpı kazanmış. Bugün öğrencilerimiz herhangi bir okulu kazanamasalar da gittikleri okulda kendisine bir yol haritası belirlemek suretiyle hedeflerine ulaşabilirler. İnanın çocuklarımızın hepsinin alt yapısı var. Yapacakları tek şey motive olmak.

Çocuklarımızın büyük çoğunluğu ergenlik döneminin kurbanı şimdi. Neyin ne olacağını kestiremedi. Liseye başlayınca sorumluluklarını taşıyacağına yürekten inanıyorum. Hangi okulu veya hangi işi seçerlerse en iyisi olmalarıdır muradım.

Okulumuzdan birçok velimiz veya öğrencimiz memnun olmamış, hatta eğitimi iyi değil kanaatine sahip olmuş olabilir. Beklentilerimiz gerçekleşmeyince okula olumsuz bakabiliriz. Okulumuz çok da iyi olmayabilir. Ama şundan emin olabilirsiniz ki öğretmeninin, idarecisinin üzerine düşen görevi yapmaya çalıştığına inanıyorum. Öğrenci ve velilerimiz bu konuda ne kadar samimilerse –ki samimi olduklarına inanıyorum- okulumuz da öyle idi.  Şundan emin olun ki zorunlu eğitimden dolayı okulumuzda hedefi olmayan öğrenciler maalesef hedefi olan sorumlu öğrencilerimizi de etkilemiştir. Okulun ve biz öğretmenlerin eksikliği mutlaka vardır. Sorun olarak gördüğümüz birçok şeyin diyalog eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Sınıfımıza gelince sınıfımızın en büyük sorunu devam sorunu idi. Maalesef okul yönetimi bu konuda yeterince gayret göstermedi. Benim çabam da buna yetmedi. Devamsızlık birçok öğrencimizi hedeften uzaklaştırdı. Öğrenciyi derse motive etmek, sınıf hakimiyetini sağlamak, sınıf sorunlarını çözmek amacıyla çocuklarınıza zaman zaman kızdım, uyardım, sert davrandım, yumuşak davrandım. Bu süreçte onların dilini anlamamış olabilirim ama şundan emin olun ki her yaptığım doğru veya yanlış çocuklarımızın daha iyi olması üzerineydi. İyi bir öğretmen olduğum iddiasında değilim, elimden gelen gayreti göstermeye çalıştım. Bu süreçte kalbini kırdığım öğrencimiz, yazışma dolayısıyla kendimi ifade edemediğimden üzdüğümüz velimiz olabilir. Kimseye karşı kastımın olmadığını bilmenizi isterim. Bu süreçte yapmaya çalıştığımı kasabın sevdiği postu yerden yere vurması şeklinde değerlendirebilirsiniz.

İnsanın olduğu yerde sorun olur, hak ve hukuk oluşur. Hakkım yoktur ama eğer bir hukuk oluşmuşsa benim tarafımdan öğrenci ve velilerime hakkımı helal ediyorum. Aynı şekilde veli ve öğrencilerimin de haklarını helal etmesini istiyorum. Kendimi anlatamadığım veli ve öğrencimiz varsa, onların kalbini kırmışsam özür dilerim. Ayrıca özelden bana yazarlarsa kendimi ifade etmiş olurum.

Öğrencilerime bundan sonra her nerede olurlarsa olsun hayatlarında sağlık, huzur  ve başarılar diliyorum.

Yazımı uzattım farkındayım. Bu watsapp grubunu öğrencilerimizin bir liseye yerleşme süreci sona erinceye kadar tutmayı düşünüyorum. Olur ya sınav ve yerleşme ile ilgili duyuru gerekebilir. Her ne kadar okul gerekli duyuruyu yaparsa da ben de buradan sizleri haberdar etmek isterim. İstişare ve rehberlik durumu söz konusu olursa her zaman için tecrübelerimi paylaşırım. 

Sürçi lisan etmişsem affola! Hepinize baki selam.


2 Haziran 2018 Cumartesi

Cemal Tural Lojmanlarında Mescit İhtiyacı *


Cuma akşamları oturup muhabbet ettiğimiz ortaokul ve lise arkadaşlarıyla bir cuma akşamı birlikte iftar yapalım istedik. İftarımızı nerede yapalım derken Konya'da bulunan askeri bir lojmanda iftar menüsü servisi yapıldığını öğrendik ve bu lojmanda iftar yapmaya karar kıldık.

Akşam ezanına yakın iftar için karar kıldığımız lojmanlara geldik. Nizamiyenin kapısında askerimiz karşıladı bizi. İftar için geldiğimizi söyledikten sonra görevli asker elindeki aletle aracımızın etrafını dolanarak kontrol etti. Ardından aracı sağa çekmemizi istedi. Her birimizin kimliğini ve aracın ruhsatını aldıktan sonra bize bir ziyaretçi kartı verdi ve gideceğimiz yeri tarif etti. Görevli askere, "Araca da el koyacak mısınız" dedim. Gülümseyerek "hayır efendim, olur mu" dedi.

Yol boyunca sağlı-sollu yemyeşil ağaçların arasından tesislerin olduğu yere geldik. Konya'da böyle bir yer... Yer-gök yemyeşil dense yeridir: Temiz hava, bol gıda ve oksijen; her şey yerli yerince düşünülmüş sağlıklı, hijyen ve düzenli bir ortam. 

Yağmurlu bir ortamda, akşam karanlığının bastırmaya başladığı bir vakitte gördüğüm manzarayı tasvir etmek için kelime dağarcığım yetersiz kalır. Her şey doğal! Doğallığı bozan tek şey, lojmandakiler ve gelen misafirler otursun diye yapılan birbirine mesafeli kameriyeler. 

Şehrin kirli ve gürültülü ortamında insanın rahat nefes alabileceği, araç sesinden uzak bir ortamda kendini dinleyebileceği, "Oh be dünya varmış!" diyebileceği rahat bir ortam. Gerginlikleri yok eden, insanın stresini alan nezih bir ortam. Hani emsalsiz göze ve gönle hoş gelen bir yer görünce "sanki cennet" deriz ya, işte öyle bir ortam burası.

İftarımızı yapacağımız daha önce rezerve yaptırdığımız masamıza geçtik. İçeride bizi
nizamiyenin girişinde güvenlik amaçlı araç durdurma, araç ve kimlik kontrolü gibi soğuk bir ortamın yerini sıcak bir ortam bekliyordu. İftarı beklemeye koyulduk.  Dışarıdaki yeşil ortamın aksine sade düzenlenmiş, lokantayı andıran bir yerdi yemek yeri. Bizim dışımızda yirmi civarında başka bir topluluk da vardı. Ezan sesiyle birlikte hepimiz iftarımızı açtık, dışarıda yağmaya devam eden kırk ikindi yağmurları eşliğinde. 

Bize yemek servisi yapan az sayıdaki görevli ve çalışanın ilgisi, nezaketi ve güler yüzü bulunduğumuz ortama ayrı bir renk kattı. Temiz ve bakımlı kılık-kıyafetleri "böyle olmalı" dedirtti bize. Muhabbet ortamı içerisinde yemeğimizi yerken görevlilerin arada bir yanımıza gelerek "Bir isteğiniz var mı" demesi bu işin amatörlükten de öte profesyonelce yapıldığını gösterdi bize.

Yemekten sonra akşam namazımızı kılmak için gözümüz mescit aradı. Bir gün öncesinde kalabalık bir grupla yine burada iftar yapan bir arkadaşımız "Gelin, ben biliyorum mescidi" diyerek önümüze düştü. Karanlıklar içerisinde bir yere götürdü bizi. El yordamıyla mescidin ışığını yaktı. Girdik içeri. Beş-altı kişinin sıkışarak namaz kılabileceği küçük büroya benzer bir yerdi mescit yazılı yer. Bir kısmımız namazını kılarken diğer bir kısmımız dışarıda nöbet bekler gibi bekledi. Namazın bitiminde hep beraber anlaşmışçasına birbirimizin yüzüne baktık. "Yüz ölçüm bakımından geniş bir alana yayılmış bir askeriyenin lojmanına -adına mescit denirse- böyle bir namaz kılma yeri yakışmamış" dedik.

Bana halka açık bu askeri lojmanın sayılmaya değer sayısız artılarının yanında en büyük eksikliği nedir derseniz, mescit eksikliği derim. Lojman sakinleri burada bir mescide ihtiyaç duymayabilir. Çünkü kendi meskun mahalleri burada olduğu için ibadetlerini yapmak için evlerine gidebilirler. Ama dışarıdan buraya gezmek, dolaşmak ve yemek yemek için gelenler için böylesi güzel, geniş, müreffeh ve nezih ortama geniş bir mescit yapılması, acilen elzemdir. Mescit için yeni bir bina yapılmasına, inşaata kalkışılmasına ve masraf edilmesine gerek olmayabilir. Geniş odalardan biri, mescit yeri olarak tahsis edilebilir. Bu ihtiyacı askeri lojman yetkililerine buradan ben duyurmuş olayım. Umarım dikkate alınır.

Namazın akabinde yağan yağmurun verdiği serin bir ortamda kameriyenin altında içtiğimiz çay fazlasıyla içimizi ısıttı. 

Bu iftardan sonra ben, askeri lojmana gitmeden önce kafamda, "Acaba nasıl bir ortam bizi bekliyor" tereddütlerine mahal olmadığını anladım. Askeriyenin halka açık iftar vermesini memnuniyetle karşıladığımı ifade etmek isterim. Meraklı ve ihtiyaç sahipleri böyle bir ortamda iftar yapmak isterlerse yeri, Meram Yeni Yol'daki Eğitim Fakültesinin karşısında yer alan Cemal Tural Lojmanlarıdır. Bana reklam parası vermediler ama herkese tavsiye ederim. Memnun ayrıldığım bu lojmanlara bir daha gitmek nasip olursa gördüğüm tek eksikliğin yani geniş bir mescit ihtiyacının giderildiğini görmek beni fazlasıyla mesrur edecektir.

* 04/06/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





1 Haziran 2018 Cuma

Ulu Çınar

Bundan 46 yıl önce Türkiye’nin kök ve genleriyle barışık biri, bin bir mücadeleden sonra bir başka alanda söz sahibi olmak için Anadolu’nun bağrına bir fidan dikti. Önceleri kökü  dışarıya bağlı olanlar alaya aldı, bu ağaç meyve vermez diye.

O; bıkmadı, usanmadı, kınayanların kınamasına aldırmadı; didindi. Onca engele rağmen ağaç kök saldı, tam meyveye duracakken hasımları kesti, tekrar filizlendi, tekrar kesildi; köküne kibrit çakmaya, boğmaya çalıştılar fakat kesildikçe filizlendi.

Hayatiyetine devam etmek için de her defasında ağacın ismini değiştirdi. Bir zaman geldi ağaç zirveye oturdu, meyve vermeye başladı.Yine hasım ve rakipleri herkesin gıptayla baktığı bu ağacı ortadan bölerek meyve vermesinin önüne geçmeye çalıştı. 32 yıl sonra  belki de baba ile oğlu bir araya gelerek “Evlat! Bu gidişle bize hayat hakkı tanımayacaklar, siz en iyisi köklerimden  yeniden dal budak salarak beni de reddederek yolunuza devam edin, ben rakiplerimi oyalarım, başka türlü bu millet bizim ağacımızdan faydalanamayacak, bizim yapmak istediklerimizi de yapın, daha geniş bir alana yayılın, ben dar alanda mücadeleye devam edeyim, bundan sonra da biz geliştikçe ben yine budarım, artık budama sırası bende, ama sakın şımarmayın, sizin yolunuz açık olsun” dedi.

Ana kökün yanında filizlenen ağaç, önce dal sonra da kısa zamanda meyve verdi. Halkın kahir ekseriyeti bu ağaçtan faydalanmak için memnuniyetini ifade etti. Evlatları kısa zamanda atasına eziyet edenleri sorguladı, yapmak isteyip de yapamadıklarını, yaptırmadıklarını  bir bir yapar hale geldi. Bir zaman geldi kök salmak için ömrünü veren ulu çınar kurudu. Milyonlar onu rahmetle uğurladı. Ardından yeşertmek için yanındaki gövde devreye girdi...

Boynuz kulağı geçti geçmesine de uzun yıllar meyvesinden faydalanan milyonlardan bir kısmı, belki de "menn ve selvadan" bıkanlar gibi -teşbihte hata olmasın- bıkmaya başladı. Dünü, geçmişi unuttu. Ağaca ve meyvesine sırt dönmeye başladı.Türkiyede kökü olan ve olmayanlar yıllardır meyve vermeye devam eden ağacı kökünden kurutmak için hep bir ve beraber oldu. Ulu çınarın gövdesi de başka bir ağacın gövdesiyle bir araya gelerek yeşermeye, yeşerirken yetişip meyveye duran evladını da zayıp düşürmeye kalkıştı.

Meyve veren ağacı başkasının taşlaması normal de kendi kökünün aslı olan kökün attığı dikenli gül, zayıf düşürmeye ve yaralamaya devam ediyor. Gelin tüm yanlışlara rağmen bu ağacı kurutmayalım. Sürçi lisan etmişsem affola...

NOT:Bu yazıyı yazan da yazdığından bir şey anlamamıştır. 01.06.2015