24 Nisan 2018 Salı

Selam Verirken Seçici Davrananlar

Mesleğinin son demlerini yaşayan birini tanıyorum. "Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim, bundan sonra ipe un sereyim" diyen biri değil. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiye sahip. Yoruldum biraz oturayım demez, koşturur durmadan. İşini yaparken bal yapmaz arı değil. Sonuç alır. Çünkü işinin ehli biri.

Bu kişinin hiç mi kusuru yok. Olmaz olur mu? Her insanda olduğu gibi bunun da var. Müdürü farkında mı? Emin değilim. Nedir kusuru derseniz, adam seçiyor. İstediğine selam veriyor, istediğini görmezden geliyor; görmek istediğini görüyor, istemedi mi es geçiyor. Kime güleceğini bile seçiyor. Kinci biri mi? Görmezden geldikleriyle sorunu mu var? Bildiğim kadarıyla yok. O zaman niye yapıyor bunu? Ah bir bilsem, zaten size sormazdım. Bildiğim hoş bir görüntü arz etmiyor. Keşke bu görüntüsüyle tanımasaydım kendisini. 

Adamına göre muamele yaptığını muhatapları biliyor mu? Dert edinen görmediğime göre çoğu farkında değil. Keşke ben de o farkında olmayanlardan biri olsaydım. En azından böyle bir derdim olmazdı. Bu durumu dert edinmem böyle bir şeyi kendisine yakıştıramadığımdandır. Çünkü bu yaptığı ahlaki değil. Üzüntüm de buna. Keşke iktidar gösterdiklerinden biri kendisine bunu söylese... Ama onların da bunu bir sorun olarak gördüğünü sanmıyorum.

"İnsanlık Bende Kalsın!

Bazen konuşmamıza "İnsanlık bende kalsın, iyilik bende kalsın" diye başlarız. Niye böyle deriz, anlayabilen var mı? Sanırım iyilik yapmaya layık olmayan biri için söyleriz. Yaptığımız iyiliği başa kakmak değil mi bu? O zaman iyilikse yaptığımız ya yapmayacağız, ya da yaptığımızı söylemeyeceğiz. Çünkü işin hayrını kaçırmış oluyoruz.

Şimdi olaya bir başka açıdan bakalım. Niye iyilik sende kalsın veya insanlık sende kalsın? Biraz da başkasına insanlık öğretsen, onların da iyilik yapmasına öncü olsan nasıl olur? Bence fena olmaz. Sonra iyilik ve insanlık niçin sadece sende kalsın? Ayrıca insanlığın sende kalması demek bencillik değil mi? Sendeki iyilik ve insanlıktan, insanlıktan nasibini almamışlar da faydalansa ne olur? Kıyamet mi kopar? Sonra insanlık sadece sizin tekelinizde mi? Eğer karşı tarafın insanlığından memnun değilseniz varsa bir maharetiniz onlara biraz insanlık öğretin. Yoksa insanlığınızdan eksilme olmasından mı korkuyorsunuz? Böyle bir endişeye gerek yok. İnsanlık öyle bir şey ki kişi, insanlık yaptıkça insanlıkta zirve yapar. Yine insanlık söylenmez, yaşanır. Ne zaman ki insanlığın kendisinde kalmasını gerektiğini söylerse bir insan, onun insanlıkla sorunu başlar.

Yaptığı insanlığı başa kakarcasına göstere göstere başkasının yanında söylemesi caka satma, gösteriş yapma ve riya değil mi? Burası da ayrı bir sorundur diye düşünüyorum. Bu tiplere yaraşan iyilik yapmamaları, kendi iyilik ve insanlığıyla baş başa kalmalarıdır.

Çoğumuzun laf arasında söylediği "İyilik bende kalsın, insanlık bende kalsın" sözü gördüğünüz gibi tarafımdan nerelere çekildi. Normalde çoğumuz bu sözü söylerken başa kakma niyetiyle yapmıyoruz. Fakat olaya benim baktığım cepheden de bakılmasını istiyorum. En iyisi böyle sözleri söylememek, yaptığımız iyiliği balık bilmezse Halık bilir çerçevesinde yapmaktır.


Zaman Kardeşlik Hukukuna Riayet Zamanı ***

Bazı kardeşlikler vardır ki soy-sop ve sütkardeşliğinin önüne geçer. Bu kardeşlik öyle bir kardeşliktir ki birbirlerini görmeden edemezler. Yedikleri-içtikleri ayrı gitmez. Fikirde, zikirde istişareye önem verirler. Saygıda kusur etmezler. Birbirlerinin hatasını örter, yaptıkları icraatlar hoşa gitmese de topluluk nezdinde birbirleri hakkında değerlendirmede bulunmazlar. Sırt sırta vererek her türlü mücadeleyi verirler.

Ortak aklın getirdiği başarıda her birinin payı büyüktür. Düşman çatlatan cinstendir dostlukları. Hangisine ne görev verildiyse en güzel şekilde yapmışlardır. Makam ve mevkilerini birbirlerine teslim edebilmişlerdir. Biri, hak ettiği başbakanlığı altın tepsi içerisinde diğerine sunar, diğeri emaneten kabul eder; günü geldiğinde makam da bırakılır mı demez, gider esas sahibine bırakır. Ülkede cumhurbaşkanı mı seçilecek. "Adayımız kardeşimdir" diyerek takdim edilir. Biri başbakan olur, diğeri cumhurbaşkanı. Ne birbirlerini kıskanır, ne de birbirinin ayağını kaydırmaya çalışırlar. Çünkü görev adamıdır her biri. Aralarında kardeşlik hukuku vardır aynı zamanda.

Gün gelir, başka saiklerle aralarına kara kediler girmeye başlar, kırgınlıklar artar. Sağda-solda lafa, söze varır. Yok, bir şey dense de bir şeylerin ters gittiği bellidir ama  kırgınlık ve incinmişlik o kadar artar ki bir araya gelemez olurlar, gelebilseler de kırgınlıklar masaya yatırılmaz. Üçüncü şahısların fitlemesi ve ateşlemesi sonucu yara, kangrene dönüşür. Artık birbirlerine karşı anlamsız bir soğukluk başlar. 

Dün düşman çatlatan dostlukları şeytanı bile şaşırtırcasına bazı kulvarlarda birbirinin rakibi olarak lanse edilmeye başlanır. Bu kimseler fikir, zikir ve görüşte farklı mı düşünüyorlar? Sanmıyorum. Olsa olsa metot farklılığıdır tüm farkları. Bu durumda ne yapmaları gerekir? Birbirlerinin karşısına rakip çıkmamalarıdır. Taraflardan bayrak elinde olmayan başkasının dolduruşuna gelmemelidir. Şunu bilmeli ki bugün onu dünkü arkadaşının karşısına dikmeye çalışanlar kendisinin karagözüne ve karakaşına sevdalı oldukları için değildir. Bugün onun adaylığına göz kırpanlar, dün 367 krizini ortaya çıkartanlar değil midir? Ne oldu bugün? Onların fikri mi değişti? Hayır. Bilakis aynı yerlerinde duruyorlar. Yapmak istedikleri kardeşi kardeşe kırdırmaktır. Kardeşlik hukukunu çiğnetmektir niyetleri. Bugün onu pohpohlayanlar her iki kardeşin de fikrine soğuktur, mesafelidir.

Zaman başkasının dolduruşuna gelmek değil, kardeşlik hukukuna riayet zamanıdır. "Ben kırgın olmaya kırgınım ama geçmişin hatırı vardır, biz onunla kardeşlikten öte bir dostluğumuz vardır. Ben ona kırılsam da, o beni kırsa da bağrıma taş bastırır, ben kardeşimin karşısına rakip olarak çıkmayı zül addederim. Bizim dostluğumuz ebedi, makam ve mevkiler geçicidir. Sizin önerdiğiniz makam, dün bizim birbirimize feragat ettiğimiz yerlerdir. Kırgınlığımız, incinmişliğimiz bir gün geçecektir" demelidir. Duygusallığı bırakmalıdır. Dikenini değil, gülünü göstermelidir. Gülünü gösterenin dikeni batsa da "Gülü seven dikenine katlanır." Yoksa gönüllerdeki gül, bir daha açmayacak şekilde solar; yok kabul edilir, bir değer ifade etmez. 

Kişi dostunun karşısına çıkmaz, çıkamaz,  çıkmamalıdır. Hele kırgın olduğu zamanlarda asla! Çünkü dostluklar pazara kadar değil, mezara kadardır. Unutulmamalı ki ortaklıklar, din kardeşlikleri ve dostluklar öküz ölünce bozulmaz. Kardeşlik, zor gününde kardeşinin yanında yer almaktır, iyi gününde değil.

*** 26/04/2018 tarihinde Yeni Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


23 Nisan 2018 Pazartesi

Seçime Giderken Siyasilerden İstediğim *


Ülke bir seçime daha gidiyor. Demokrasinin olmazsa olmazı olan seçimlerin görüntüsüne bakılırsa yine gerilimli bir seçim bizi bekliyor. Bizde her seçim bu şekilde mi olmalı? Biz hiç normalleşemeyecek miyiz? Hiç şenlik havası içerisinde centilmenliğin ön planda olacağı bir seçim yapamayacak mıyız? Öyle zannediyorum ortamı germek; halkı, gerilimi yüksek bir seçime hazırlamak, kutuplaştırmak siyasilerimizin işine geliyor.

Biz ne dersek diyelim siyasilerimiz bildiğini yapıyor/yapacak. Yine de bir vatandaş olarak siyasilerden seçim öncesi ve sonrasında beklediklerimi yazmak istiyorum:
1.Siyasetiniz kişiler değil, prensipler üzerine kurulu olsun. Politikanızı kişileri eleştirme üzerine değil, kendi yapacaklarınızı anlatma üzerine kurun. Rakiplerinize belden aşağı vurmayın, onların onurlarını korumayı kendi onurunuz bilin. Yalan-dolan, iftira ve algı siyaseti yapmayın.
2.Seçim çalışması için araziye çıkmadan önce rakiplerinize başarılar dileyerek işe başlayın.
3.Vekil adaylarınızı tespit ederken parası ve arkası olanı değil, partinize bir değer üretecek kişileri seçin.
4.Mümkün olduğunca az miting yapın, hiç yapmazsanız daha iyi olur. Propagandanızı TV kanalı kiralamak suretiyle yapın. Mitingiz olmaz derseniz gürültü ve çevre kirliliğine özen gösterin. Trafiğin felç olmasına imkan vermeyin. Salon toplantılarına önem verin.
5.Parti disiplininiz olsun. Ama bu disiplin her dediğinizin onaylanacağı şeklinde kullanılmasın. Partinizde ortak akla, istişareye önem verin. Partinizin değer ve ilkeleriyle uyuşmayan hal ve tavırları olan, partinizi zora sokan, kirli işlere girişmiş üyelerinizle yollarınızı ayırın. Suç işlemişse savcılığa suç duyurusunu ilk önce siz yapın.
6.Seçimde sizi destekleyen ve sizi ölümüne savunan kişilere teşekkür edin ve ardından ikbal peşinde olmadığı ve herhangi bir makam ve mevkide görev istemeyeceğine dair noter tasdikli yazı alın.
7.Seçimde istediğiniz başarıyı yakalayamadığınız takdirde liderliği bırakacağınızı taahhüt edin ve seçim sonrası hiçbir mazeretin arkasına sığınmadan ayrılmayı bilin.
8.Seçim sonucunda başarılı olursanız rakiplerinizi küçümsemeyin, şımarmayın. Vatandaş bize yetki verdi, biz istediğimizi yaparız güç gösterisinde bulunmayın. Kanun çıkarılacaksa anayasa değişikliği yapılacaksa rakiplerinizin görüşüne başvurun. Benim dediğim olacak hastalığına girmeyin. Onlarla asgari müşterekte buluşmayı deneyin. Başarısız olmuş iseniz mazeret ve gerekçe bulmayın. Eğer istifa etmeyecekseniz niçin başarısız olduk öz eleştirisi yapın. Kazanan rakibinizi tebrik edin. Yapılan iyi icraatları destekleyeceğinizi, eksik ve yanlış olanları eleştireceğinizi, zaman zaman önerilerde bulunacağınızı ifade edin. Vatandaş bize muhalefet görevi verdi, her şeyi eleştireceğiz hastalığından uzak durun.
9.Seçimden sonra beş yıl boyunca iktidar ve muhalefeti iş üzerinde görmek istiyoruz. Beş yıl boyunca erken ve baskın seçimin adı bile geçmesin. Kimse laf ebeliği, demagoji yapmasın.
10.Beşikten mezara siyaset yapmayın, siyaseti zirvedeyken bırakın, salınız Meclis önünden kalkmasın. İşi tadında bırakın. Oturduğunuz koltuğun babanızın mülkü değil, emanet olduğunu bilin.
11.Yanınızda sizin tedrisinizden geçecek ve boynuzun kulağı geçeceği kaliteli insanlara yer verin. Onu, usta-çırak ilişkisi içerisinde yetiştirin. Bayrağı, bir gün ona bırakın.
12.İster iktidar, ister muhalefet olun; ilkeler üzerine siyaset yapın. Temel felsefeniz “Ben kaybedeyim ama ülkem ve ülkem insanı kazansın” olsun…

Ülkeye hizmeti kendi âli menfaatlerinin önünde tutarak siyaset yapan siyasilerimize çalışmalarında başarılar dilerim. Seçimlerin birlik ve beraberlik ortamına zarar vermeden, toplumsal barışa katkı yapmasını arzu ediyorum.



* 25/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Guluç

Konyalı -pardon- Gonyalı iseniz guluç nedir bilirsiniz. Ağrı, yel demekmiş bazı yörelerimize göre. TDK'nın verdiği bilgiye göre derleme sözlüğünde Yassiören, Senirkent, Peşman, Daday yörelerinde kullanılan bir kelime imiş. Konya'da da sık kullanılan bu kelimenin kullanıldığı yörelerin içinde nedense Konya sayılmamış. Guluç; "Şiddetli ağrı, özellikle omuz ağrısı" anlamına gelen kulunç kelimesinin bazı yörelerimizde galatı meşhur olmasından ibaret diye düşünüyorum. Aynı anlama gelen gulunç şeklinde söylenişi ise Bayburt, Sarıkamış, Tutmaç, Osmaniye ve Gaziantep yörelerinde kullanılıyormuş.

Başka yöreleri bilmem ama Arapçadan dilimize geçmiş olan kulunc sözcüğünün ülkemizin çoğu bölgelerinde omuz, sırt ağrısı anlamında kullanılması Konyalıların eseridir diye düşünüyorum. Kulunç kelimesindeki "n" harfinin nasıl kaldırıldığını bilmiyorum ama başındaki "k" harfinin Konyalılarca "g"ye dönüştürülmesi pek muhtemeldir. Çünkü kelime başındaki "k"leri, "g"ye dönüştürmede kimse Gonyalıların eline su dökemez. Hatta bunun için bize "k"ya, "g" diyen goca gafalı Gonyalılar" der Konyalı olmayanlar.

"K"leri niçin "g" ye dönüştürür Gonyalılar derseniz sebebini bilmiyorum ama aklıma gelen "g"yi çıkarmak, "k"ye göre daha kolay. Sanki biraz işin kolayına kaçıyormuşuz gibi geldi bana. Guluçtan bahsedecektim, gördüğünüz gibi iş "k" ve "g" harflerine gitti. Biz yine guluç kelimesine gelelim.

Eş-dost ile karşılaşınca "Guluçlamışım, vücudum guluçlamış, ah bir buluşların kırılsa..."diyerek dert yanarız. Sen böyle diyerek derdini anlatırken yanındaki Gonyalı değilse derdinin arasında bir de gulucu anlatmaya çalış. Bunu anlatmak da sırt ağrısı çekmek gibi bir şey. Çünkü eş anlamı nedir bilmiyoruz bu kelimenin.

Omuz ve sırt ağrısı zaman zaman her birimize uğrar, özellikle hava değişimlerinde, üzerimizi örtmeden uyuduğumuzda, ceryana kapıldığımızda, terlediğimizde kapımızı çalar. Vücudumuzda başlayan kırgınlık bir müddet sonra boynumuzu çeviremez noktaya getirebiliyor. Guluçlamışız deriz buna. Yediğimiz, içtiğimizden zevk alamayız bu durumda. Kimimiz ilaç kullanır, kimimiz bir başkasına ovdurur, kimimiz de çiğnetir. Bu yöntemler geçici bir rahatlamadan başka bir işe yaramaz. Çünkü kolay kolay guluçlarımız kırılmaz. Birkaç gün şiddetli ağrı ve sızı devam ettikten sonra yumuşayan vücut iyileşmenin belirtisidir. Eğildikçe, kalktıkça kırılan guluç bizi rahatlatmaya başlar. Hele bir kırılmaya başlasın, kafamızı sağa-sola çevirdikçe kırılan her guluç, mutluluk kaynağımızdır. Kırıldıkça bir oh çeker, şükrederiz. Allah kimseye sırt ve omuz ağrısı vermesin. Zor mu zor! Yatağa yıkmaz ama ayakta süründürür.


ODOP: Ona Düşman Olanlar Partisi ***

Ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak için bir parti de siyaset yapan bir kişi; düşüncesi, fikri, görüşü farklı olan bir başka partiye nasıl geçer, niye geçer? Bu siyaset dediğimiz şeyin hiç ilkesi yok mu?

Seçilmiş bir insan akşam bir yerde, sabah bir yerde nasıl olur? Kendisine oy vermiş yüz binlerin oylarını nasıl böyle hoyratça kullanır? Seçmenin emanetini babadan miras kalmışçasına tepe tepe nasıl harcar? Seçmeninin yüzüne nasıl bakacağını niçin düşünmez? 

Parti değiştirmesi kendi görüşü mü? Yoksa vekil seçilmesi iki dudağının arasında olan liderinin emriyle mi gerçekleşti? Eğer kendi hür iradesiyle yaptıysa bunu kendisine oy veren seçim bölgesindeki seçmenlerine sorması gerekir. Yok, liderinin emriyle yapıyorsa niçin aklını liraya veriyor? Eğer böyleyse demek ki aklı kiraya vermek, sadece dini istismar eden din bezirgânlarına teslim olanlardan ibaret değilmiş. Siyasette de pekâlâ olabiliyormuş bu işler.

Ülke yönetmeye talip olanların ahlaki-etik değerleri ve yapacakları siyasetin mutlaka bir ilkesi olmalıdır. Etik değerleri ve ilkeleri olmayan bir siyasetin bu ülkeye verebileceği bir şey olamaz. Etik değerlerin başında da seçmenine saygı vardır. Çünkü seçilip Meclis'e giden seçmenini temsil eder, onların vekilidir. Bizde vekil, asıl gibidir. Asılın vermediği bir yetkiyi bir vekil hangi hakla kullanma yoluna gider? Nasıl ki oy namus ise asıla ihanet etmemek de böyledir. Çünkü vekillik emanettir. Kimse kendi malı gibi kullanamaz. Hele ayak oyunu olarak hiç kullanılamaz. Seçmenle hiç oynanmaz. Eğer seçmenle oynanırsa seçmenin oyunu, sandıktan çıkamayacak şekilde alırlar. Bu millet her şeye tahammül eder ama kendisiyle dalga geçilmesine, ayak oyunlarına, oyunun oyuncak edilmesine asla rıza göstermez.

"Yok, biz ayrı partilerde olsak da aynı yolun yolcusuyuz, ortak noktamız var, bir kişiye olan düşmanlığımız bizi bir araya getirdi, biz siyaseti o bir kişiyi indirmek için yapıyoruz, başka da bir amacımız yok, bugün yaptığımız da bundan başka bir şey değil" denirse o zaman adama sormazlar mı ne diye ayrı ayrı partilerdesiniz? Feshedin partilerinizi, bir partinin bayrağı altında birleşin, ya da yeni bir parti kurarak dükkanınızı kapatın, yeni partinizin adını da "çorba" partisi veya ODOP, yani "Ona Düşman Olanlar Partisi" veya GMP, yani “Güneş Motel Partisi” koyun. İsim koymayı dert edinmeyin, size yardımcı olurum. Zira çorbada benim de tuzum bulunsun. Her şey demokrasi için değil mi?

Kim olursa alın partinize. Kim olduğuna; hırlı mı/hırsız mı, fikrinize ve zikrinize uyuyor mu bakmayın. Çizginiz, ona düşman olmak olsun. Bu uğurda yapacağınız her şey mubah olsun. Ama öyle hesap yapın ki kapalı kapılar ardında yaptığınız hesap sandıktan çıksın.

***24/04/2018 tarihinde Barbaros ULU adıyla Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

22 Nisan 2018 Pazar

Bir Kilo Yenidünyanın Bana Maliyeti


Bahar meyveleri birkaç haftadır tezgahlardaki yerini almaya başladı. Yenidünya da bunlardan biridir. Alışveriş için pazara gittiğimde bir kilo da yenidünya almak istedim. Kilosunu sordum, 5 lira dedi. Bir kilo verir misin dedim, 20 lira uzattım. Pazarcı, "Eşi ve benzeri yok bu meyvenin, fazla vereyim" dedi. Hayır, bir olsun dedim. Tarttı elime verdi. Poşeti aldım. Ayrılırken para üstü aklıma geldi, 20 verdim, üstünü verir misin dedim. Adam tezgahın ardındaki para kutusunda ne kadar beş liralık varsa avuçladı, bana gösterdi; sen 20 verdim diyorsun ya, bak bende hiç 20'lik yok dercesine. İçime sinmese de tamam diyerek ayrıldım. Çünkü şahidim yoktu. Yanımda olan şahidim de 5 verdin dedi.

Bir iki alışveriş daha yaptım, pazardan çıktım. Pazar alışverişim, alacağım birkaç çeşidi de bırakarak sona erdi. Elime topladığım meyve ve sebzeyi pazara yakın yere park ettiğim aracıma koydum. Pazardan çıktım ama kafam hala pazardaydı. Bedenim arabanın içinde beynim tekrar pazarın içine tekrar girdim. Hafızamı yoklaya yoklaya yol aldım. İlk vardığın esnaftan patlıcan, kabak, domates ve biber aldım. Ederi 19 lira tutan borcumu ödemek için elimi cebime attım. Bozuk 1 liraların dışında cebimde 295 liram olduğunu gördüm. 20'sini uzattım. Para üstü olan 1 lirayı aldım. Karşısındaki pazarcıya yöneldim. Cebimden çıkardığım 5 lira ile 2,5 kilo portakal aldım. Sonra yenidünya almak yanındaki esnafa 20 lira uzattım, bir kilo ver dedim. Tarttı verdi. Para üstünü istediğimde yukarıda bahsettiğim gibi eline aldığı 5'likleri gösterdi bana. Tekrar cebimdeki paraları çıkarıp baktım, bozuk paraların dışında cebimde 250 lira kalmıştı. Bozuk paraların toplamı 5 lira imiş, onunla da 2 kilo elma alıp çıktım.

Uzattım biliyorum ama 1 kg yenidünya bana esnafın 15 liramı iç etmesiyle 20 liraya geldi. Alacağı olsun esnafın! Kasasında hep beş lira olması manidar! Nedense alışveriş yapan herkes hep 5 lira vermiş. Tezgahın arka tarafına geçsem kartondan para kasasının içinde ayrı ayrı istiflenmiş 10'lukları ve benim verdiğim 20'liği de görürdüm. Neyse olan benim 15 liraya oldu. 3 ila 6 lira arasında değişen yenidünyanın bir kilosu bana epey pahalıya geldi. Pazarı dolaşırken yenidünya satan biri "Yenidünya 4 lira, böylesini bulamazsın, vereyim mi" demiş, "Dünyanın kendisinden ne gördük ki yenisinden göreyim, yalan dünya" deyip almamıştım. Demek ki param bir sahtekara nasip olacakmış. Çekmiş beni ona doğru. Nasıl ki akacak kan damarda durmuyorsa çıkacak para da durmuyor.

Aslında en güzeli pazarlardan alışveriş yapmamak, yapılacaksa da alacağın meyve ve sebzeyi eline aldıktan sonra parayı uzatmak. Ama sen gel, bunu bana anlat. Alacağımı almadan parayı uzatma hastalığından önce kurtulmam lazım. Ama çıkacak para rahatsız ediyor beni. Bir an evvel cebimden çıkmalı. Siz siz olun, önce alacağınızı alın, sonra parayı uzatın. Yoksa kaşla göz arasında bir kalpazana paranızı kaptırırsınız.

İyi ki bir kilo yenidünya için cebimdeki 100'lüğün birini uzatmamışım. O zaman bir kilo yenidünya bana 100 liraya mal olacaktı. Buna da şükür! Beterin beteri var...

Beni yıkan tanıdığımın "Sen adama beş lira verdin" demesi. Yolda gelirken beş lirayı portakal aldığıma verdim dediğimde, "Sen portakala 10 lira verdin" demesi. Halbuki portakal aldığım esnaf, elimdeki 5 lirayı görünce 5 liralık mı istiyorsun diye sormuştu. Ne diyeyim? Allah herkesin hayrını versin. Helalinden yemeyi nasip etsin.