14 Nisan 2018 Cumartesi

Esed, Koltuğa Pislemiş Olmalı! ***

Bir ülke düşünün ki bu asırda 48 yıldır aynı hanedan tarafından yönetiliyor. Ülkesini 30 yıl boyunca demir yumrukla yönetti. Baba Esed ölünce bayrağı oğlu devraldı. Ülke yönetimi babadan oğla geçen mirastı ne de olsa. Ülkesinde azınlık olmasına rağmen hep iktidarda kalmayı bildi.  Hangi Ortadoğu ülkesi Suriye’den farklı ki zaten! Al birini, vur ötekine.

Oğul Esed’in 18 yıllık iktidarı, babasının saltanatını aratmadı. Ortadoğu’da Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya, Müslüman kanı akıtmaya devam etti. Normal Müslüman’ın yüzü gülmedi hiç. Çünkü acımasızdı. Oğul Esed’in Suriye hakimiyeti 11.yılından itibaren ülkeyi bir iç savaşa götürdü. Oğul Esed, işbirlikçileri sayesinde hala ülkesinin başında ama ülke, yolgeçen hanı oldu. Rusya, İran, Hizbullah, ABD, PKK, DAEŞ, Fransa, İngiltere…kimi ararsan orada. Yerel güçleri saymaya bile gerek yok. Kim kimi öldürüyor belli değil. Milyonlarca insan ölmüş; ülkesinin insanı, başta Türkiye olmak üzere başka ülkelere sığınarak mülteci olmuş, ülke diğer devletler ve örgütler tarafından işgal edilmiş adamın umurunda değil, hala başta kalacağım diye direniyor. Gerçi direniyor mu? Yoksa Suriye’de güç gösterisi ve Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmak isteyenler onu orada zorla mı tutuyorlar? Sanırım ikincisi. Çünkü ülkesini düşünen hiçbir aklı evvel, başta kalacağım diye ülkesini bu hale getiremez. Bundan sonra Suriye diye bir devlet kalırsa on yıllar boyunca imar etmek için uğraşılacak. Sayesinde dünya iyi bir iş çıkardı. Akılsız evlat böyle hoyratça harcar ülkesinin geleceğini ve servetini. Ancak böyle peşkeş çekilir bir ülke.

Merak ediyorum, ülkesini bu hale getiren bir insan bir kukla gibi hala ülkesinin başında niçin durur? Hiç mi utanmaz, arlanmaz? Hiç mi aynaya bakmaz? Haysiyet ve onur yoksunu mu bu adam? Başta kalmak bu kadar mı tatlı? Kendi geleceği ve saltanatı için bir ülke bu şekil ateşe verilir mi? Milyonlarca insanı mağdur eden ve onların katili olan bir kişi hiç mi vicdan azabı çekmez? Akıttığı kanların üzerine kuracağı iktidardan haz alabilecek mi? Gerçi benimki de laf yani! Saydığım bu özellikler insanda olması gereken özellikler. Olmayınca ne yapsın adam? Ancak içgüdüsüyle hareket edebilir.

Kimyasal silah kullandı iddiasıyla bir deli; modern görünümlü iki sömürgeciyi arkasına alıyor, geceleyin ülkenin stratejik noktalarını yerle bir ediyor; O ise, ben hala yaşıyorum” anlamında görüntüsünü televizyonlara servis ediyor. Ülkeni bu hale getirdikten sonra yaşasan ne olur? İstersen geber! Zaten koltuk değnekleriyle ayakta tutulan bir ölüsün sen. Nefes alsan kaç yazar! Gerçi adam haklı! Zaten bunca kan, bunca gözyaşı, bunca kaos ve savaş bu haysiyet yoksununu ayakta tutmak için yapılmıyor mu?

Gözü kan görmekten, burnu kan koklamaktan başka bir özelliği olmayan haysiyet yoksunu kukla bir insan, bunca mağduriyetten sonra hala ülkesinin koltuğunda niye oturmaya devam eder? Koltuğu hala bırakıp gitmediğine göre koltuğa pislemiş olmalı. Başka türlü niye işgal etsin o koltuğu? Gerçi kan akıtmaktan zevk alan, gözünü kırpmadan kendi insanını öldüren bir insanı, bir aileyi elli yıla yakın başta tutarsan insanoğlu; kendisinde bir keramet görmeye, kendisini bulunmaz Hint kumaşı görmeye, ben gidersem Suriye diye bir devlet kalmaz, demeye başlıyor. Zaten uzun süre bir koltuğu işgal eden kim olursa olsun bir müddet sonra orayı kendi mülkü gibi görmeye başlıyor. Umurunda olmaz insanlarının mağdur olması, yok olması.

Suriye’de bugün olup bitenlerden Esed ailesi ne kadar sorumluysa, bir o kadar, hatta ondan daha fazla Esed’i başta tutmaya çalışanlar ve“Biz Esed ile çalışabiliriz” diyen ABD ve onun ortakları sorumlu. Bakmayın Cuma gecesi stratejik hedefleri vurduğuna. Olan da Suriye halkına ve hiçbir menfaati olmayan Türkiye’ye oldu. Ceremesini yıllar yılı çekecek bu iki ülke. 

*** 20/04/2018 tarihinde Barbaros ULU adıyla Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

13 Nisan 2018 Cuma

Mesaj Gönderenlerden Beklediğim

Haftalık her cuma, mübarek günler ve bayramlar münasebetiyle genelde watsapp aracılığıyla bana hayır dua ve güzel dileklerde bulunan eş-dost, arkadaş ve kardeşlerimden, bu yaptıklarına ilave olarak onlardan bir isteğim daha olacak. Benim gibi bir faniden bu ricamı esirgemeyeceklerini ümit ediyorum. Biliyorum, benim iyiliğimi düşünüyorsunuz. Zaten bu yüzden hayır dileklerinizi sektirmeden gönderiyorsunuz. Allah herkese sizin gibi dostlar versin. 

Malumunuz ben günahkar bir kulum. Dinimi-diyanetimi doğru-dürüst yaşayamıyorum. Buna rağmen nefsim galebe çalarak gaflet ve dalalet üzere hayatımı idame ettiriyorum. Geldim gidiyorum. Bu dünyada yaptıklarıma bakarak beni öbür dünyada iyi bir ortam beklemiyor. Uzatmayayım, hasılı halim harap. Tek tesellim sizin gibi dostların bana bu dünyadayken kol kanat germesi. Yanlış anlamayın, para-pul istemiyorum, size yük de sürmeyeceğim. Sizden tek istediğim cuma, bayram ve mübarek günler dolayısıyla günümü tebrik eden sizlerin bu günleri değerlendirirken benim için gıyabımda dua etmenizdir. Eğer benim için yapacağınız dua, sizin mesaj göndermenizi geciktirecek veya engelleyecek ise eğer tercih hakkım var ise- bana mesaj göndermeyin, sadece dua edin. Ellerinizi açın: "Ya Rabbi! Senin kulun Ramazan, gününü gün ediyor, kulluk görevini tam yerine getiremiyor. Biz onu sever, sayarız.  Senden istediğimiz, bu kulunu affet, onu bağışla, ona sağlık-sıhhat ve huzur ver, ukba alemde onu rezil etme!" diyerek dua etmenizdir. Eğer böyle yaparsanız size minnettar kalırım. Mesaj göndermeyerek bize alınır, iyi dilek ve temennilerimizden mahrum kalır, bize gönül koyar derseniz hem vallahi, hem billahi, hem tallahi alınmam.

Haydi dostlar! Göreyim sizi, açın ellerinizi...Allah dualarınızı kabul etsin şimdiden. 

Deizm ve Yaşantımız **

Son günlerde Suriye savaşı ve ekonomideki dalgalanma kadar olmasa da konuşulan bir başka konumuz daha var: Deizm. Tanrı dışında kitap, peygamber gibi dinin diğer kutsallarını kabul etmeme şeklinde anlayabiliriz. 

Gençlik deizme kayıyor tartışmaları üzerine DİB Başkanı Ali Erbaş, "Konunun abartıldığını, gençliğin böyle sapık görüşlere itibar etmeyeceğini, bir algı oluşturulmaya çalışıldığını, aynı zamanda peygamberi inkar eden bu görüşe milletimizden hiç kimsenin asla prim vermeyeceğini..." açıklamış. Sayın Erbaş'ın deizmle ilgili tartışmalar üzerine açıklama yapması yerinde bir tasarruf. Fakat konuşmasında hamaset kokuyor. Başkandan; gençliğin deizme kayması hususunun incelenmesi için bir araştırma yaptıracağı, boyutunu öğrendikten sonra gençliği bu uçurumdan nasıl kurtaracaklarının çalışmasını yapacağı...şeklinde bir açıklama yapmasını beklerdim. Ama maalesef geçiştirdiğini gördüm.

Gençliğin ne kadarının deizme kaydığını bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var. Deistler gibi yaşıyoruz. Üstelik sadece gençler değil; toplumun her kesiminde, her yaş grubunda deizmin izlerini görebiliyorum. Uygulaması, yaşantısı ve sorumluluğu olmayan bir dini hayatımız var bugün. Belki deistler gibi sadece Allah'a değil; peygamberine, kitabına, meleklerine, ahiret gününe inanıyoruz. Ama sadece inanıyoruz. Ötesi yok çoğumuzda. Uygulamaları askıya alınmış, protestanlaşmış bir din yani. 

Abarttığımı düşünebilirsiniz. Müslümanlık adına hangi yönümüze bakarsak elimizde kalır. Yalan dersen var bizde, sahtekarlığımız diz boyu, adam kayırmacılığın alası var. Rüşvet, adaletsizlik, hırsızlık, çekememezlik, gıybet, adam öldürme, kamusal alanı kirletme, işimizden kaytarma, eşimizi aldatma, taciz, istismar, ensest ilişki, şiddet...neler yok ki! Fazlasıyla hepsi var. Teşbihte hata olmasın, Hıristiyanların, dinlerini sadece pazar ayinlerine hapsettiği gibi biz de cuma ve bayramlara gidiyoruz. Çoğumuz namaz kılmıyor, camiye gitmiyor, oruç tutmuyoruz. Doğruluk, dürüstlük, güvenilirlik gibi ahlaki ilkeler yanımıza yaklaşamaz. 

Gençliğimde izlediğim "Danimarkalı Kadın" filmindeki başrol oyuncusunun yaşantısı gibi bir yaşantımız var. Filmde, Danimarka'da gurbetçi bir erkeğin Danimarkalı bir kadınla evliliği ve yaşantısı konu ediliyor. Erkek, evleneceği Danimarkalı kadına “Müslüman olma” şartını koşuyor. Gelin Müslüman oluyor ve öğrendiği kadarıyla İslam'ı yaşamaya çalışıyor. Kendisine Müslüman olma şartını koşan kocasının yaşantısını görünce, "Senin yaşantın ile Danimarka'da yaşayan Hıristiyanların arasında ben bir fark göremedim." şeklinde bir eleştiri getiriyor filmde kocasına.

İçimizde sayısı az olsa da İslam dinini layıkıyla yaşayanlarımız var, onları tenzih ediyorum. Kimse kusura bakmasın, durumumuz maalesef diğer din müntesiplerinin yaşantılarından farklı değil. Hatta daha kötü durumdayız. İçimizde deist sayısı çok olsa da, az olsa da, ya da hiç deist olmasa da biz yaşantı yönünden deistiz. Bugüne kadar böyle bir tespit yapıldı mı bilmiyorum ama ben hali pürmelâlimizi böyle görüyorum. Allah beterinden saklasın, dini güzel bir şekilde yaşayan kullarından eylesin. 

** 14/10/2018 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.



12 Nisan 2018 Perşembe

Dünya Bir Deliye Emanet! ***

Dünya bir deliye kaldı. Ama deli olduğunu bilmiyor. Kimse de deli olduğunu söyleyemiyor. Çünkü dengesiz biri var karşılarında. Ne yapacağı belli değil. Bir dediği, diğerini tutmuyor. Bir devlet adamı ciddiyeti yok; çünkü serbest büyümüş, serbest çalışmış. Paraya para dememiş. “Para ve kaba kuvvet herkesi yola getirir, her kapıyı açar” diye düşünüyor.

Devlet adamı desem, değil; haddini bilen biri desem, değil; bir ülke yönetiyor desem, değil; bir insan evladı desem; değil. İnsan görünümlü bir azman sanki! İnsanlar mikrofon uzattıkça sevinçten dört köşe oluyor, yemi fazla gelen bir canlı misali sağa-sola saldırıyor/sataşıyor. Hep kazanmaya alışmış ülkesi kaybetmeye başlayınca çıldırıyor. Ülkesinin Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmayacağını anlayınca dünyayı ateşe vermeye kalktı. Yarım saat öncesi konuştuğu diğerini tutmuyor. Önce savaş tamtamcılığı yapıyor, ardından geri adım atıyor. Ardından tehlike var diye BM’yi toplantıya çağırıyor. Dünyayı kutuplaştırıyor. Herkes bakalım ne yumurtlayacak diye nefesini tutmuş bekliyor.

İşin garibi ülkesi seçti bunu. Seçip başlarına getirdi. Şimdi, ne yapacağız bunu deyip düşünüyorlar. Daha çok düşünürler! Çünkü herkes layığını getirir başına ve layığıyla yönetilir.  Ülkesi, “Dünyayı şu ana kadar akıllı geçinenler yönetti, getirdikleri nokta belli. Bir de deli getirelim, o ne diyecek bakalım,” dedi sanırım. O da, “Siz misiniz beni seçen, görün o zaman gününüzü. Bu daha iyi günleriniz” dercesine kollarını sıvadı. Kendi şirketini yönettiği gibi dünyaya ayar vermeye başladı. Herkesin sinirine ve damarına basıyor.

Kiminle görüşse, nereye gitse; oturuşu, kalkışı, bakışı, tavrı, görüntüsü bir olaydır; her yönü haber oluyor. Haber oldukça galeyana gelip zevkten dört köşe oluyor: “Beni izlemeye devam edin, sakın ola ki görmezden gelmeyin. Yoksa neler yaparım neler! Aklıma bile getirmek istemiyorum,” diyor.

Dünya patolojik bir vaka ile karşı karşıya. Çünkü dünya bir deliye emanet! Ama kimse kendisine hasta olduğunu, tedavi olması gerektiğini söyleyemiyor. Astığı astık, kestiği kestik. Çünkü deli, ne yapsa yeridir. Geldiği andan itibaren yediği herze yetmediği gibi hala sağa-sola saldırıp duruyor. Aklı sıra dünyayı yola getirecek.

Dünya bilsin ki bu deli, bu dünyaya kan ve gözyaşından başka bir şey vermez. Hiçbir işe yaramayan, niçin varım diye kendini sorgulamayan BM, nafile toplantıları bir tarafa bıraksın. Eğer bir varlık ifade ediyorsa bu delinin başında olduğu ülkenin güdümünden kurtulsun, onun dümen suyuna girmesin ve bundan sonra yapacağı ilk toplantıda “Bu dünya, bir delinin eline bırakılmayacak kadar önemlidir ve içinde yaşayan insanlar da değerlidir” kararı alıp bu delinin ipini çekmelidir.

Bir deliyi başlarına getirerek dünyanın başına bela eden ülkesinin seçmenleri de “Bu deli, dünyayı yola getireceğim derken bizim de sonumuzu getirecek, çünkü dünya kanın içinde boğulurken bizim yaşamamız mümkün değil, olduğundan fazla rezil olduk. Hatamızı kendimiz telafi edelim” diye düşünmeli ve bu deliyi derdest edip kimsenin görmediği, kimsenin giremediği layık olduğu bir yere tıkıp geri kalan ömrünü orada tamamlamasını sağlamalı. Zaten başka da yapacakları bir şey görünmüyor. İşin garibi getirdiği adamlarının dediği de birbirini tutmuyor. Sanki eyalet yönetir gibi işgal ettikleri makamı yönetiyorlar. Hepsi birbirinden bağımsız ve özerk! Deli bir tane değil yani.

Tez elden Allah dünyayı bu deliden ve yandaşlarından kurtarsın. Eğer başta durursa dünyanın çekeceği var…Barbaros ULU

*** 17/04/2018 tarihinde Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.



Veli Değil, Zırdeli!


Bizim güvenliğimizden sorumlu bir polis, çocuğunun sınıf değişikliğinden dolayı okula gelerek okul koridorunda, küçücük çocukların gözü önünde idarecilere kurşun yağdırmış. Adam veli değil, zırdeli! 
*
Canı sıkılan hıncını okullardan alıyor. Kimi dayak atıyor, kimi yaralıyor, kimi de öldürüyor. Elinizden geleni ardınıza koymayın. Vurup öldürdüğünüz geleceğimizdir. 
*
Boşuna demiyormuş rehber öğretmenlerimiz: " Problem çocuk yoktur, anne-baba vardır" diye.
*
Gördüğümüz bu menfur olay ne ilk, ne de son. Arkası gelecektir. Öğretmeni eğitimin önündeki en büyük problem görenlerin bir eseridir bu görüntü. Eserleriyle ne kadar gurur duysalar azdır.
*
Eğitimde yeni bir sisteme geçilse iyi olacak. Çocuğuna toz kondurmayan, burnundan kıl aldırmayan bu tipler, çocuklarını eğitim ve öğretimden anlamayan öğretmenlere verme yerine evlerinde tutup turşularını kursalar iyi olacak.

11 Nisan 2018 Çarşamba

Müsteşar mı Büyük yoksa Bakan mı?


Bir zamanlar bir okul müdürü kafasında çözemediği bir sorunu gündeme getirmişti: Okul müdürü mü büyük yoksa okul aile birliği başkanı mı diye. Cevap vermedim ama günün yorgunluğunun ardından stres atmama sebep oldu. Epey bir güldükten sonra eğitimin tüm sorunlarını çözdün de birlik başkanının statüsü mü kaldı dedim. Zaman zaman da sorunu çözdün mü, sen mi büyüksün yoksa birlik başkanın mı diye takıldım durdum. Ben güldükçe o da gevrek gevrek gülerdi.

Her zaman başkası soru soracak değil ya. Bir soru da ben sorayım size: Bakan mı büyük yoksa bakana yardımcı olarak görevlendirilen, yaptığı işlerden dolayı bakana karşı sorumlu olan bakanın emrindeki müsteşar mı? Hemen "Okumuşsun ama boşuna! Bu da sorulur mu? Elbette bakan daha büyük" diyeceksiniz. Normal de okul müdürü mü yoksa birliğin başkanı mı büyük diyen arkadaşa güldüğüm gibi bana da bakan-müsteşar statüsü sorulsa gülerdim. Ama benim penceremden bakarsanız sormakta haklı olduğumu göreceksiniz. 

Tanıdığım bir müsteşar var, eskittiği bakan sayısını unuttum. Gelen bakan her fani gibi gitti, o yerinde sanki bir demirbaş gibi kaldı. Hala da kalmaya devam ediyor. Tam hız çalışıyor, gidecek gibi durmuyor. Verdiği görüntü, siyasi iktidar gitse de ben buradayım der gibi. Tıpkı tanıdığım şef gibi. Kaç iktidar döneminde nice müdürle çalıştığını ancak kendisi bilir. Gelen, bayrağı sonrakine devretmiş, o hep yerini korumuştur. Saçı-başı ağarsa da hala çalışmaya devam ediyor. Müsteşarımızın bir kopyası sanki.

Nasıl biridir, donanımı nasıldır bilmem. Belki de işinin ehli, ahlakı düzgün biridir. Yakışıklı bir görüntüsü var. Pek güldüğüne rastlamadım. Müsteşarlığını yaptığı bakanlık toplum nezdinde her geçen gün geriye gitmesine rağmen o hep yerinde kaldığına göre sanırım başarısızlıkta kendisinin payı yok diye düşünülüyor. Hitap ettiği camiasına karşı acımasız kararlara imza atmasıyla ve bağlı olduğu bakanın Meclis’te yaptığı konuşmayı nakzeden açıklaması ile ünlüdür. Çünkü hep kendisinin dediği oldu, oluyor. Gelen bakanlar görüntüden ve protokol takılmaktan ibaret. Çalışanları tepki gösterse de o, doğru bildiği yoldan bir adım sapmıyor. Görüntü, çalışanlarının kendisini, kendisinin de çalışanlarını sevmediği yönünde. Kendisi iyi olabilir, hatta ülke kendisini anlamamış, kararları anlaşılamamış olabilir. Fakat yanlış anlamayı giderecek bir adımı da yok. Çıkıp kolay kolay konuşmuyor. Sanki eğer bir kişi beni anlarsa veya bir kişi beni severse kendimden şüphe ederim der gibi burnunun dikine gidiyor.

Seçime giden hiçbir iktidar çalışanları veya seçmenleri etkileyecek, onları mağdur edecek, yanlış anlaşılmaya sebebiyet verecek radikal kararlar almaz. Fakat müsteşarı olduğu yerde seçim öncesiymiş, tepki çeker, oy kaybına uğrarız diye bir derdi bugüne kadar hiç olmadı. Beni buraya getirdiniz, ben burada isteyerek durmuyorum, o zaman görürsünüz der gibi tepki çeken icraatlarına devam ediyor. Ya da başkasına hizmet ediyor veya danışmanları kendisini doğru yoldayız diye yanıltıyor.

Sebebini bilmediğimiz yönleri çok. Her ne yapıyorsa tepki çeken eylemlerine rağmen bulunduğu yerde yerini sağlamlaştırarak yoluna devam ediyor. Bu hareketler devam ettiği müddetçe çalıştığı camiasına olumlu katkı yapması mümkün değil. Şimdi tekrar soruyorum: Bu müsteşar mı büyük, yoksa bakan mı? Cevap sizin. Takdir de. 11/04/2018




10 Nisan 2018 Salı

Ekonomimiz Böyle Giderse…***

Felaket tellalı değilim ama ekonomimiz iyiye gitmiyor. Freni patlamış kamyon gibi nerede duracağı belli olmadan tam gaz gidiyor. Kamyon giderken de sağa-sola vurarak gidiyor. Her vurduğu yerde onulmaz yaralar açıyor. Ülkenin başbakanı, “geçici dalgalanma” dese de hiç geçeceğe benzemiyor. Alınan ekonomik tedbirler sadra şifa olmadığı gibi dar gelirlinin bütçesine zam, pardon fiyat ayarlaması olarak geri dönüyor. Dolar 4,  avro 5 lirayı geçmiş, altın fırlamış, faizler yükselmiş, her biri değerine değer katarken bir zamanlar altı sıfır attığımız paramız yine eskisi gibi pul olmaya doğru gidiyor.

Adına serbest piyasa dedikleri, Batı’nın vahşi kapitalizminin bize dayattığı -Osman Altuğ’un deyimiyle- faiz, borsa ve dövizden ibaret üçkâğıt veya üçkâğıtçı ekonomisi, alın teriyle yaşayan vatandaşın yüzünü hiç güldürmedi. Hele bir de ekonomin üretime değil de, sıcak paraya dayalı ise yat ağla, kalk ağla artık. Gelen vurur, giden vurur. Altında kalmazsak bize de kaldırmamız için enkazı kalır.

Ekonomide yine eski bildik senaryolar oynanıyor.  Para musluğunun başında olanlar her zaman olduğu gibi yine bir şeylerin peşinde. Çünkü onların dinleri-imanları paradır. Taptıkları  paraya ulaşmak için her yolu denerler. Kan akması gerekiyorsa gözlerini kırpmadan akıtırlar. Senaryoyu onlar yazıyor, bizler de figüran olarak oyunda rol almaya devam ediyoruz. Sonunda yine onlar kazanacak, paraya para demeyecek; biz ise dişimizden tırnağımızdan artırdığımız üç-beş kuruşu yine onların dişlerinin kovuğuna koyacağız. Alım gücümüz azalacak. Fakirdik zaten, daha da fakirleşeceğiz.

Bize 15 Temmuz’u reva görenler her ne kadar emellerine ulaşamasalar da pes etmiş değiller. Dün canımızı almak için üzerimize bomba yağdıranlar bunda başarılı olamayınca para kozunu piyasaya sürdüler. Verilen karar; Türkiye, ekonomi yönünden batırılacak, burnu sürtülecek, yeniden başına ip geçirilip diledikleri yere çekecekler. Durum bu iken biz ne yapıyoruz? Ardı arkasına alınan pansuman tedbirleri uygulamaya koyuyoruz. Fakat dikiş tutmuyor. Sıcak paraya dayalı kırılgan ekonomimiz kırılmaya devam ediyor. Her bir kırık bir yerimizi acıtıyor. İşin garibi bu gidişe neşter vurması gereken etkili ve yetkili kişilerimiz seyrediyor. Doların, avronun ve faizin yeter kazandığımız; millete vurduk, öldürmeyelim, ileride tekrar vururuz, diyerek insafa gelmesini mi bekliyorlar? Eğer böyle bir düşünceleri varsa makyavelist görüşün içine belenmiş kişilerin böyle bir insafı olmaz. Acımak, onların felsefesine aykırıdır. Etkili ve yetkili makamdakiler ne yapacaklarını bilemez bir acizlik içerisinde herkes gibi beklemeyi, piyasanın kendiliğinden durulmasını bekliyorlarsa daha çok beklerler.

Sorumlularımız bilsinler ki ekonomi beklemeye gelmez, şakası bile olmaz. Millet şimdilik fiyatlar yükselse de zaruri ihtiyacını kıt-kanaat gideriyor. Tedbir alınmaz esnaf kepenk kapatır, sanayici iflas bayrağını çeker, işten çıkarılmalar artarsa ortaya çıkan bu kriz, herkesi etkiler. Faturası da çözüm üretmeyen/üretemeyen siyasi iktidara çıkar. Bugüne kadar vatandaşın cebine dokunan hiçbir hükümet iktidarda kalamamıştır. Vatandaş, isyanını sandıkta gösterir ve barajın altında bırakır. Ülkenin yeniden hükümet krizlerine tahammülü yoktur. Sorumlularımızın ne yapıp ne edip önce ekonominin ateşini söndürecek ve sıcak paranın çıkışını engelleyecek tedbirleri devreye koymalı. Kalıcı tedbir olarak üretime dayalı bir ekonominin temellerini atmalıdır. Kamuda tasarruf tedbirleri uygulamalıdır. Gezmeye, dolaşmaya, eğlenceye bir sekte vurmalıdır. İsraf ekonomisine bir dur demelidir. Eldeki geliri zaruri ihtiyaçlara kullanacak şekilde planlama yapmalıdır. Yoksa ceremesini kendileri çektiği gibi bu millet de çeker. 10/04/2018

*** 12/04/2018 tarihinde Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.