3 Mart 2018 Cumartesi

Nice Yıllara! *


Bir zamanlar gazeteler, vatandaşın neredeyse tek haber kaynağıydı. Türkiye ve dünyadaki havadislerden haberdar olmak için kimi gazete bayilerine gazete almaya gider, kimi gazeteye abone olur, gazetesi evine kadar gelirdi. Kimi de çay içmek, oturmak için gittiği kahvehaneye gelen gazeteyi okurdu. Kimi haberleri, kimi köşe yazılarını okur, kimi de bulmacasını çözmeye çalışırdı. Hem vakit geçirir, hem de gündemi takip ederdi.

Okumak için gazeteyi eline alan mürekkep kokusunu da alırdı. Okurken usulüne uygun katlar, kimseyi de rahatsız etmezdi. Otobüsle uzun bir yolculuğa çıkan, yola çıkmadan birkaç gazete birden alır, yol boyunca okur giderdi. Gazeteyi okuduktan sonra bir başka yolcuyla gazeteler değiştirilir, bu vesileyle gazeteyi okumaktan bir başkası da faydalanırdı. Okunan gazete atılmaz, paketleme işinde veya yeme-içmede sofra altı görevi yapardı.

Ne zaman ki televizyonlar yaygınlaştı, internet gazeteciliği ortaya çıktı, gazetelerin pabucu dama atıldı dense yeridir. Kahvehane ve iş yerlerine gelen gazetelerin yüzü açılmıyor, doğru dürüst bulmaca çözen yok. Sabah konduğu gibi ambalaj vb. amaçlı kullanılmak üzere kaldırılıyor. Vatandaş haber ihtiyacını neredeyse 24 saat yayın yapan televizyonlardan gidermektedir. Tv izlemeye imkanı olmayan, elindeki cep telefonu marifetiyle Türkiye ve dünyadan haberdar olmaktadır.

Eskiye oranla günlük çıkan gazetelere pek ihtiyaç kalmasa da gazeteler yine çıkmaya devam ediyor, hatta yeni yeni gazeteler yayın hayatına başlıyor. Mütevazı okuyucu kitlesiyle hayata tutunmaya çalışıyor. 

Günlük çıkan gazetelerin ne kadar okuyucusu var diye bir göz attığımızda haftalık ortalaması 3.250.000 civarındaymış. Nüfusu 80 milyona dayanan bir ülke için 3 milyon civarındaki tirajın lafı bile olmaz. Gazetelerin eski okunurluğu ve cazibesi kalmasa da gazeteler, okunsun diye okuyucusunun karşısına çıkıyor, hatta ayağına gidiyor. Gazetemiz Anadolu'da Bugün gazetesi de bunlardan biridir. 5 yıl önce bismillah dediği yayın hayatına doludizgin devam ediyor ve okuyucusuyla buluşuyor. İlk günkü heyecanından bir şey kaybetmeden 6.yıla adım atmanın mutluluğunu yaşıyor ve bugün bu sevincini okur ve sevenleriyle paylaşıyor.

Umarım Anadolu'da Bugün gazetesi basın dünyamızda uzun soluklu olur, doğru ve güvenilir haberleriyle basınımızdaki yerini iyice sağlamlaştırır, nice yıllara adım atar. Bugün Konya-Karaman ve Aksaray'a hitap eden bu gazetemiz –bakarsınız- bir gün ulusal bir gazete olur.

Bu vesileyle günlük haber bulmak ve yayına vermek için zamanla yarışan, gazetenin her bir sayfasını düzenlemek için çaba sarf eden, baskıya veren ve sabahında okunmak üzere bayilerde yer almasını sağlayan gazete çalışanlarına ve gazetenin çıkması için maddi ve manevi desteğini esirgemeyen sahibine nice 5 yıllar temennisinde bulunmak isterim.

Nice yıllara Anadolu'da Bugün! 03.03.2018 Ramazan Yüce, Konya

* 05/03/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Var mı Bizim Ülke Gibisi?

Dünya yüzeyinde mevcut olan ülkeler arasında herhalde bizim ülke gibisi yoktur. Düşmanla çevrili dense yeridir. Sırtımızı dayayabileceğimiz doğru dürüst bir komşumuz bile yok.  Yunanistan'a mı? Bulgaristan'a mı? Suriye'ye mi? Irak'a mı? İran'a mı? Ermenistan'a mı? Gürcistan'a mı? Azerbeycan'a mı? Hangisine sırtımızı dayayacağız?

Azerbeycan ve Gürcistan dışında sorunumuz olmayan ülke yok gibi. Biri durulur, sonra öbürü başlar. Hep gerginlik, hep kaos. Bakmayın şimdi Bulgaristan ile sorunumuz olmadığına. Yunanistan ile sorunumuz hiç bitmedi. Kıbrıs, Ege Denizi, Adalar sorunu temcit pilavı gibi önümüze gelir veya getirilir. Hiç bir şey yoksa bile mutlaka bir kriz üretilir: Kardak krizi gibi.

Güney sınırlarımıza bakalım? Irak ve Suriye var. Doğumuzda ise İran. Üstelik bunlarla komşuluğun da ötesinde inanç bağımız var. Gerçi Güney komşularımız, Irak ve Suriye mi tartışılır. ABD ile komşuyuz dense yeridir. Dün Irak'tan gelen terörle boğuştuk. Bugün Suriye'den gelen terörle boğuşuyoruz. Orta yerde devlet yok. Devlet görünümlü kukla devletler bunlar. Baba Esed'den çektik yıllar yılı. Şimdi de oğul Esed'den çekiyoruz. Şu anda göğsümüzü gere gere sırtımızı dayayanilebiceğimiz, dost ve kardeş ülke tek Azerbeycan var. Onun dışında hangi komşumuza bakarsak bakalım. Hepsi tökezlememizi bekliyor. Yere yıkılıversek akbabalar gibi üzerimize çullanacaklar. İşin garibi ne kadar uğraşılsa da aramızdaki sorunlar bitmiyor. Çünkü bitirilmesi istenmiyor. Bize bu ülkeyi lütfedip verenler sistemi böyle kurmuş.

Çevremizin düşmanla düşmanla çevrildiği yetmediği gibi dünyaya yön veren sömürgeciler de bize düşman. Bu da doğal karşılanmalı. Çünkü sınırımızdakileri bize düşman edenler de onlar zaten.

Milletçe bu boğma siyasetinden sıyrılmak ve kurtulmak gerekir. Bunun için devleti yönetenler ileriyi gören bir siyasetle iyi bir diplomasi yönetmeli, başta komşularımız olmak üzere kazan-kazan politikası belirlemeli. Siyaset bu işi yaparken vatandaş olarak bizler de başta milli meseleler olmak üzere iyi bir kenetlenmemiz gerekir. Teferruatlara boğulup ayrılık tohumları ekmemeliyiz. İktidarı- muhalefetiyle, Türk'ü-Kürt'yle, Alevisi ve sünnisiyle söz konusu vatan olunca gerisi teferruat diyebilmeliyiz. 03.03.2018 Ramazan Yüce, Konya 

Irkıyla Övünen Övünene...**

Nüfus Müdürlüğü tarafından alt ve üst soy bilgisi vatandaşın bilgisine sunulunca başta sonucu merak edenler olmak üzere ekseriyetimiz e devlet'e yüklendi. 1800'lere kadar giden soy bilgisinden, çoğu umduğunu bulamadı. Çünkü bazılarındaki beklenti, hangi ırka mensup olduğunu öğrenmekti.

Irkını bulmadaki çaba ve gayretini gideremeyenlerin merakını bazı siteler giderme yoluna gitti. Yüz tarama sistemine göre kimin hangi ırka mensup olduğu bilgisini veriyordu. Tek yapılması gereken, bir fotoğrafını seçip taranmasını sağlamak. Bunu yaparken de Facebook'tan giriş yapmanı şart koşuyor. Taranan fotoğrafına göre seni herhangi bir ırka ait gösteriyor. Hatta kaçta kaç o ırka mensup olduğunu söylüyor. "Yüzde 110 Türk'sün, yedi ceddin Türk'tür" demek suretiyle oran bile veriyor. Yüzde yüzü anladım da yüzde 110 ne demek anlayamadım. Sonucunu öğrenen eğer Türk çıkmışsa hemen sosyal medyadan paylaşma yoluna gidiyor. "Elhamdülillah Türk'üm" diye sevinci ve mutluluğunu ifade ediyor.

Sosyal medyadaki bu fotoğraf taratıp sonucu öğrenme furyasına ben de katıldım. İlk taramamda yüzde 76 ile Yunan, yüzde 36 ile Kafkas olduğum çıkmışken üşenmeyip ikinci defa tarattığımda yüzde 110 Türk olduğum ifade edildi. Borsa gibi anlık değişiyor mübarek! Yüz taratma işi bana Cumhuriyet'in ilk yıllarında kafatasının ölçülerek Türk'ün kafa yapısının ortaya çıkarılmak istenmesi çalışmasını aklıma getirdi.

Kişilerin farklı günlerde aynı veya ayrı fotoğraflarla yüzünü taratma sonucunun değişmesi de işin ciddiyetsizliğini göstermektedir. İnsanın ırkı borsa gibi anlık değişmez. Aslı ve astarı olmayan bu ırk belirleme işinin, halkın neye temayülü olduğunu ölçmeye yönelik bir yem olduğunu düşünüyorum.

Bizde aslını inkar eden haramzadedir diye bir söz vardır. Herkesin soyunu, sopunu, ırkını öğrenmek istemesi kadar doğal bir şey yok. Fakat ırk, bir övünç veya yergi meselesi olmamalıdır. Çünkü hiçbirimizin hangi milliyetten doğup doğmaması gibi bir seçeneği yoktur. Pekâla ırkımız bir başka milliyete dayanabilir. Kendi inisiyatifimizin olmadığı bir konuda övünmek veya başka bir ırk çıktığı için yerinmek yanlıştır. Çünkü bu ülke bir mozaikler ülkesidir. Her ırktan insan barınmaktadır. 

Kim olduğumuzu öğrendikten sonra bugün ne olduğumuz daha önemli diye düşünüyorum. Ya da kendimizi ne hissettiğimizdir. Önemli olan bulunduğun, ekmeğini yediğin, havasını teneffüs ettiğin, nimetlerinden faydalandığın ülkenin kıymetini bilmek ve onun kalkınması için elinden gelen çabayı göstermektir. Ülkenin geri kalmışlığını ve derdini dert edinmektir. Gerisi, faydası olmayan bir hamasettir. 03.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

** 04/03/2018 günü Kahta Söz'de yayımlanmıştır.




28 Şubat 2018 Çarşamba

"Gece plağı hastası geldi"

Diş önemli, diş sağlığına özen göstermek gerekir. Zaman zaman muayene olmak gerekir, denir. Doğrudur. Fakat devlete ait ağız ve diş sağlığına veya diş fakültesine gitsen yapılan ilk muayene ile birlikte sana bir alay ev ödevi veriliyor: "Şu diş çekilecek, bu dişe dolgu yapılacak, buna kanal tedavisi olacak, şu  dişe kaplama gerekir, diş taşları temizlenecek, diş etlerin tedavi edilmesi gerekir..." Hemen ardından ilgili bölümlere gider, her biri aylar sonrasına randevu verir sana. Girdik bu işe, devam ettirelim dersin. Hiçbir bölümde işin bir girişte bitmez. Ya inat eder, aylar ve yılları bulur tedavin; ya da pes eder yarım bırakırsın.

Bir ayı geçmiş bir zaman diliminde azı dişimde bir sorun oluştu. Normal suyu dahi içemez, yemek yedirmez oldu. Kendi kendime sol tarafımla yemek yemeyi, su değdirmemeyi yasakladım. Hep sağ tarafı kullana kullana baktım sağ tarafta da sorun oluşacak. Kime, nereye gideyim dedim. Hangisine gitsem randevu verecek. Özele gitsem tedavi bana tuzlu gelir. Çünkü öyle duymuştum. Baktım olmayacak, bekleye bekleye hiç olmayacak, özel bir ağız ve diş sağlığına gittim. Kanal tedavisi gerekiyormuş. Çaresiz kabul ettim. Çünkü durulacak gibi değil. Hediyesini sordum. İçime oturdu daha ödemeden. Ama diş bu. Şakası yok. Ne yediriyor, ne içeriyor. Bereket sancısı yoktu. Bir de sancı olsaydı evlat acısı gibi olurdu.

Kanal tedavisi için üç gün sonrasına randevu verdi hekimim. Çünkü tedavi sonrası diş sancısı olmaması için antibiyotik kullanmam gerektiğini söyledi. 
Hekim, tedavi öncesi uyuşturmak için kaç defa iğne vurduysa da çene ve dudak bir türlü uyuşmadı. Ne kadar uyuşsa da konu kanal tedavisi olunca canını acıtmaması mümkün değil. Hekim bir taraftan dikkatli bir şekilde tedavisini yaparken "Acıttım, özür dilerim" derken bir taraftan da dişlerimi sıktığımdan ileride dişlerin daha büyük sıkıntı vereceğini, bunu geciktirmek için gece plağı kullanmam gerektiğini söyledi. Geçici dolgunun ardından esas dolguyu yaptırdım. Hekimime gece plağının fiyatını sordum. Söylediği fiyata da tamam dedim. Ölçüyü aldı, ertesi günü almamı söyledi.

Ertesi günü gece plağını almaya gittim. Kapıyı açan görevli, bir taraftan önündeki bir müşteriye, bir taraftan telefonla başkasına cevap veriyor. Ardında sıra bana gelsin diye beklerken biri daha geldi. Ben biri diyorum, görevlinin "Hoş geldiniz Abdullah Bey" demesinden, son müşterinin adının Abdullah Bey olduğunu öğreniyorum. Biri olan benmişim. Çünkü ilginin odağıydı beyefendi. Hemen telefona sarılıp doktoruna Abdullah Bey geldi diye haber verdi. Bu arada oradan geçmekte olan bir başka görevli "Abdullah Bey, hoş geldiniz" dedi. Abdullah Beyin cevap verdiğini duymadım. Belli ki başını salladı. Abdullah Beyin görüneceği hekimin hastası olduğundan az bekleyeceklerini söyleyip salona buyur ettiler. Herkes gittikten sonra yarım ağız yüzüme baktı sekreter kızımız. Derdimi anlattıktan sonra adımı söyledim. Hekimimi telefonla arayarak "Gece plağı hastası geldi efendim" dedi. Beni de bekleme salonuna aldılar. Beklerken belki beyefendilik bulaşır diye Abdullah beye yakın oturdum. Göz ucuyla süzdüm. Kimseye pek öss vermiyordu. Oturuşundan bile belli oluyordu beyefendi olduğu. 

Otururken "Ramazan Yüce, buyrun!" dendi. Hele şükür, ismimle hitap edildi," dedim. Çünkü az önce adımı "Gece plağı hastası" koymuştu. İyi ki ismimle hitap etti. Ya bir de bekleme salonunda o kadar bekleyen randevulu hastaların içerisinde "Gece plağı hastası, yukarı!" deseydi, halim nice olurdu. Hekimim plağını taktı, nasıl çıkaracağını, nelere dikkat edeceğimi anlattı. Ardından ayrıldım.

Yolda evime giderken aklım, Abdullah beydeydi. Onu bey yapan neydi, onu herkes nasıl tanıyor, ismiyle hitap ediyordu? Makamı, mevkii, şöhreti neydi? Ya da buranın sürekli müdavimlerinden miydi? Düşündüm durdum. Eğer çok gelmekle beyefendi olunsaydı benim de dördüncü gelişimdi. Buna rağmen beyefendi olamamıştım. Demek ki çok gelmekle alakası yoktu bu beyefendiliğin. Başka bir şeydi ama öğrenemedim gitti. İyi de ben nasıl beyefendi olacaktım? Acaba gecikmiş miydim?

Evime yaklaşırken baktım 17-18 yaşlarında bir kız çocuğu telefonla konuşarak yürüyordu. "Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur" diyordu telefondaki kişiye. Yaşı küçüktü ama tecrülenmişti, belli. Gerçi ben küçük diyorum ama benim küçük gördüğüm vekil olacak yaştaydı. Kim bilir belki 2019 seçimlerinde karşıma vekil olarak çıkacak. Vekil olur mu olmaz mı bilemiyorum ama aradığım soruya cevap vermişti. "Eğer yedisinde olamadıysan elli beşine gelmişsin. Bundan sonra olmaz der gibiydi. Hasılı bey olma hayalim daha evime varmadan sona erdi. Ama olsun en azından normal adının dışında ikinci bir isim daha verilmişti bana: "Gece plağı hastası" idi benim dişçideki adım. Pekala "lan" diye hitap da edilebilirdi. Buna da şükür! 28.02.2018


27 Şubat 2018 Salı

28 Şubat ve Adaletteki Yerimiz *

Dünya Adalet Projesi (JWP) tarafından ülkelerin hukuk sistemlerini değerlendirmek amacıyla hazırlanan “Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nin 2017 verileri açıklandı. Hazırlanan endeks için “110 bin hanede 3 bin uzman ile görüşülmüş, sponsorları arasında Avrupa Komisyonu, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yanı sıra  Apple, Microsoft gibi uluslararası şirketler de bulunuyor.” 

“2017 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 113 ülke arasında 101.sırada kendine yer bulabilmiş Türkiye.” Yine ülkemiz, “Doğu Avrupa ve Orta Asya grubundaki 13 ülke arasında sonuncu sırada yer alırken, orta üst gelir grubundaki 36 ülke arasında ise sadece Venezuela’nın önünde kendine yer bulabilmiş.” Kendimize çok haksızlık yapmayalım. “Bangladeş, Honduras, Uganda, Pakistan, Bolivya, Etiyopya, Zimbabwe, Kamerun, Mısır, Afganistan, Kamboçya, Venezuela Türkiye’nin gerisinde yer alıyor.”

JWP’in ne kadar güvenilir olduğu, taraflı olduğu bizde bir soru işareti bırakmakla birlikte bir an için bu endeksin doğru olduğunu kabul edelim. Yazık ki yazık! Durumumuz işler acısı demektir.

Dünya Adalet Projesi adı verilen JWP tarafından 101.sırada olmamızı bir tarafa bırakalım. Elimizi vicdanımıza koyarak “Gerçekten bu ülkede hukuk ne kadar var” diye bir düşünelim. Mesela bugün seneyi devriyesi olan 28 Şubat sürecini bir ele alalım. Askeriyle, basınıyla, üniversiteleriyle, başbakanı ve cumhurbaşkanıyla bir kesime karşı topyekûn bir mücadelenin yapıldığı bu sürecin bugün haksız bir süreç olduğunu herkes kabul ediyor. Tamam, haksız bir süreçti. Geldi geçti. Pekiyi sorumluları nerede, kaçına ceza verildi, bugün kaçı yargılanıyor? Bildiğim kadarıyla içeride tutuklu olan yok. Bu gidişle ceza alan da olmayacak. Ki ceza verilse bile 20 yılı geride bırakan bir zamandan sonra gelen adalet, adalet olacak mıdır? Sadece 28 Şubat’ı bile ele alsak adalet yönünden sınıfta kaldığımızı gösterir. Ki bu süreçte gençliğinin baharında iyi bir bölümde okumak isteyip didinen öğrencilerin katsayı ile önlerinin kesilmesini, hayallerinin yok edilmesini nereye koyacağız? Bugün bile 657’de sadece uyarma cezasını gerektiren kılık-kıyafetinden dolayı kamudan atılan kamu görevlilerini ne yapacağız? Üniversitede kurulan “İkna Odalarında” başını açmaya zorlanan öğrencilerin hesabını kim, kimden soracak? Sürüklenen, coplanan kişilerin çektiği psikolojiyi kaç kişi çekiyor bugün? Bu ülkenin başbakanına “şerefsiz” diyen kimseye ne yapıldı? Devletin tanklarını kendi menfaatlerine fütursuzca kullananlara ne yapıldı? Maalesef hiçbir şey yapılmadı. Hepsi bey gibi hanımefendi gibi başımızın tacı.

Haydi “Çekilecek çilemiz varmış, birileri bu bedeli ödedi, geçti gitti. Zaten bu zulüm süreci bin yıl sürmedi. Bu bile başlı başına onlara bir cezadır. Bugün o süreçte gasp edilen bütün haklar verildi,” diyebilirsiniz. Haydi her şeyden geçtim. O gün katsayı vasıtasıyla öldürdükleri meslek liseleri bugün belini doğrultamadı, can çekişiyor. Çorlu’da bir meslek lisesinde öğretmenini kucaklayıp çöpe atan zihniyet, 28 Şubat sürecinin etkisini hız kesmeden devam ettirdiğini gösteriyor.

Dünya Adalet Projesi tarafından hazırlanan 2017 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne hiç kızmayalım. Hala 28 Şubat davasını bitirememiş, o süreci bu millete yaşatanlara cezasını verememiş, haklı mağdurun hakkını zalimlerden alamamış bir hukukumuz var bizim.  Sadece bu bile 113 ülke arasında adalet yönünden nerede yer almamız gerektiğini söylüyor bize. Bana göre JWP, taraflı davranmış. Eğer çok adaletli bir değerlendirme yapmış olsaydı öyle zannediyorum adalet yönünden 113 ülke arasında son sırada yer alırdık. Buna da şükür! 27/02/2018, Ramazan Yüce, Konya

* 28/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Vekil Ol ki Dişlerin İmplanttan Olsun! *


Haberlerde ne var ne yok diye göz gezdirirken "Vekillere implant kıyağı" başlıklı haber dikkatimi çekti. İmplant, çok duyduğum bir kelime olmasa da zaman zaman duymuşluğum var. Nasıl olduğunu bilmesem de en azından dişle ilgili ve pahalı bir tedavi yöntemi olduğunu biliyordum. Yine de biz bilgilerimizi tazeleyelim. “Eksik dişlerin yerine konması amacıyla, çene içerisine yerleştirilen çoğunlukla vida şeklindeki yapay bir diş köküne” implant denmektedir.

Kıyağın ayrıntılarına bakınca daha önce 8 tanesi devlet tarafından karşılanan implantın bundan böyle 12 tanesi devlet tarafından karşılanacakmış. Gözlük çerçevesi için devlet 350, camı için de 200 lira destek verecekmiş. İşitme cihazı desteği ise 6 bin liraya çıkarılmış. Bu desteğin bedeli her yıl Tüketici Fiyat Endeksi oranında artırılacakmış. Diş tedavisi, gözlük ve işitme cihazı alımından mevcut ve eski vekiller ile yakınları, aynı zamanda Danıştay ve Yargıtay üyeleri de faydalanacakmış. 13.500 kişiyi ilgilendiriyormuş bu adına kıyak dedikleri imkanlardan.

Sağlık bu. Bedeli ne ise karşılanmalıdır, sağlık ve tedavi için harcanan paranın hesabı yapılmaz. Kıyak bunun neresinde diye sorabilirsiniz. İsterseniz implantın anlamına bakarak nasıl ki bilgilerimizi tazelemişsek bir de kıyak kelimesinin anlama göz atalım.  Benzerlerinden üstün olan, çok güzel, çok iyi, çok hoş…Birinin yararına yapılan olumlu bir davranış, iş, kayırma, iyilik.” anlamlarına gelen argo bir kelimeymiş kıyak. Eski ve yeni vekil ve yakınlarına sağlanan bu kıyaktan maalesef normal vatandaş yararlanamıyormuş gazetelerin yazdığına göre. Vatandaş, implant yaptıracaksa sadece 4 tanesini devlet karşılıyormuş. Alışkın olmadığım halde -mış diyorum. Çünkü bugüne kadar diş dolgusu ve kanal tedavisi dışında herhangi bir diş tedavisi yaptırmadım. Çok şükür, işitme cihazına ihtiyacım olmadı. Gözlük çerçevesi ve camı hakkında biraz bilgim var. Çünkü ailecek gözlüklüyüz. Bildiğim kadarıyla devlet normal vatandaşa çerçeve ve cam bedeli olarak 50 lira civarında bir katkı sağlıyor. Ama tamamen haksızlık yapmayalım. Çerçeve ve cam fiyat farkını ödemede gözlükçü de bize taksit yapmak suretiyle kıyak yapıyor.

Haberde “Vekile implant kıyağı” denmesinin sebebi, kıyağın anlamından da anlaşılacağı gibi adı geçen bu imkanlardan sadece vekil ve yakınlarının faydalanması, vatandaşın ise eğer dişi soğuk suya karşı duyarlı değilse üzerine bir bardak su içmesinden ibaret görülüyor. En azından benim anladığım bu.

Allah, ister vekil veya değil kimseye diş sancısı, işitme problemi ve görme sorunu vermesin. Değil implant, altın diş yaptırsak bile hiçbiri orijinal dişin yerini tutmaz. Hiçbir işitme cihazı doğal duymanın görevini ifa etmez. Hiçbir gözlük sağlıklı bir gözün yerine konmaz bile. Kimseye devletin ne imkan verdiğini de takip eden biri değilim. Ama vekil ve yakınlarına tanınan bu hakkın normal vatandaştan esirgenmesi bana garip geldi. Çıkarılan Yönetmeliğe göre yasal olan bu kıyak asla ahlaki olamaz, etik ise hiç değildir. Oldu olacak birer de boş mezar ayarlayalım onlara şimdiden.

Şunu kimse unutmasın ki bu millet; asıl olan kendisine yapamadığını, vekiline yapıyor. Gerçekten asil bir millettir. Ama elinden ve tırnağından kazanarak bu milletin devlete vergi olarak verdiğini birileri, birilerinin yararına olacak şekilde  “Yağma Hasan’ın Böreği” gibi dağıtmasına normal vatandaş asla rıza göstermez. Bu işler “Rabbena! Hep bana” şeklinde değil;  ya hep, ya hiç şeklinde olmalı. Ne diyelim geçmiş olsun… 27/02/2018, Ramazan Yüce, Konya

* 07/03/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



25 Şubat 2018 Pazar

Eğitim ve Öğretimi Düze Çıkarmanın ya da Öğretmeni Yola Getirmenin Yolu *


Geçen sene uygulanması gereken Öğretmen Strateji Belgesi, gelen tepkiler üzerine buzdolabına konmuştu. Bakanlık, bu belgenin faydalı olacağına kendisini o kadar inandırmış olmalı ki bu yıl uygulamaya koymaya hazırlanıyor. Zira eğitimin önündeki en büyük engel olarak görülen öğretmeni yola getirmekten, onu terbiye etmekten başka çare yok. Çünkü eğitim ve öğretim bizim için bu öğretmenlerin eline bırakılmayacak kadar önemlidir. Onları mutlaka adam etmek gerekiyor. Hele şükür ki sorun sadece öğretmende. Diğer iç ve dış paydaşlar olan öğrenci, veli, MEM ve MEB'de sorun yok. Hepsi tertemiz. Düşünün ki bir de onlar sorun olsaydı ülkenin hali haraptı.

Yetkili ve etkili kişiler -bereket- sorunu tespit ettiler ki eğitim ve öğretime neşter vuracaklar. Eksik olmasınlar...Bunlar bu tespiti yapmasalardı halimiz nice olurdu. Öyle ya, o kadar sistem değişti, müfredat değişti, sınav sistemi değişti, okullarımız etkileşimli tahtaya varıncaya kadar teknoloji ile donatıldı. Ama eğitimin mutfağında olanlarda hiç tık yok. Sanki üzerilerine ölü toprağı serpilmiş.

Eğitim ve öğretimin önünde en büyük engel olan bu kötülerle hep beraber mücadele edelim. Fakat "Ölmüş eşek kurttan korkmaz" misali performansını bir türlü yükseltmeyen bu camiayı yola getirmenin yolu Öğretmen Strateji Belgesinde yer aldığı şekliyle öğretmenin performansını ölçmek değildir. Bu, olsa olsa pansuman bir tedbir olur. Bence sorunu tespit edenler bu şekilde pansuman tedbirlerle uğraşarak eğitimi diriltemezler. Bunun yerine radikal kararlar almak gerekir. 

Bakan olunca yürürlüğe koymayı düşündüğüm bu radikal karar, bu gidişle bakan olamayacağıma göre içimde kalacak ve beni kor gibi yakacak. Madem eğitim hepimizin derdi. Bu, benim için de bir dert. Ayrıca bu iş, benim bakan olmamdan daha önemli. 

Nedir senin eğitimi düze çıkaracak, hatta uçuracak kararın derseniz, aslında bu karar kısmî olarak bu ülkede uygulandı. Dört yılını dolduran yöneticilerin performansı ölçülmüş, çoğu geçememişti. Bunun üzerine yenileriyle devam kararı alınmıştı. Benimki bunun biraz genişletilmiş şekli. Bu da çok basit. Dört-beş cümlelik bir kanun bu işi çözer: "Mevcut öğretmen olarak görev yapanlardan dört yılını tanımlayanların görevi her halükarda sona erer. Yeniden performansa tabi tutulur, performansı yüzden aşağı olanların öğretmenlikle ilişiği kesilir. Yerine eğitim, fen-edebiyat ve diğer fakültelerden mezun olup atanmak için sıra bekleyen ve gün sayanlardan sözlü mülakata göre yenisi seçilir. Yeni seçilen başarılı olamayınca yerine aynı yolla yenisi alınır. Öğretmenlikte dört yılını doldurup da görevi sona erenler hiçbir hak iddiasında bulunamaz."

Benim bu kararım uygulansın. Göreceksiniz eğitim ve öğretimimiz zirve yapar. Çocuklarımız allameyi cihan olur. Bakanlığın eğitim diye bir derdi kalmaz, sürekli sistem değişikliği yoluna gitmez. Veliler, "Ne olacak bu çocuğumun hali?" demez. Ülke olarak düze çıkarız. Hatta başka ülkelere eğitim ve öğretimimizi ihraç ederiz. Her bir ülke, "Bu işi nasıl yaptınız/başardınız?" diyerek kapımızda sıra bekler.

Haydin yetkililer! Yapacağınızı yazdım. Bu kararı almaktan korkmayın. Kimsenin gözünün yaşına bakmayın. Çünkü eğitim ve öğretim savsaklamaya gelmez, pansuman tedbirlerle hiç olmaz. Zaten bundan başka çareniz yok. Yolunuz açık, yolumuz aydınlık olsun. Karanlıkla mücadelenizde Allah yardımcımız olsun! 25.02.2018, Ramazan Yüce, Konya

* 03/03/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.