6 Ocak 2018 Cumartesi

Bazı camilerdeki ses sistemi ne işe yarar?

Cami ve mescitlerimiz gerekli-gereksiz ses yığınından ibarettir desem abartmış olmam. Bazı camiler vardır ki mikrofonsuz olmaz. Çünkü caminin alt katı, üst katı var. Cuma ve bayram namazlarında dışarıya sarkan kalabalık cemaatleri olur. Böyle camilerimizde mikrofon olmasa cemaatle namaz sıkıntıya girer. Çünkü imam ve müezzinin sesi dışarıya ve alt kata kadar gelmez. Bazı camilerimiz vardır ki -aslında mescittir- kutu gibidir. Cemaati de yok denecek kadar azdır. İmam ve müezzinin normal okumasıyla caminin her tarafına ses yayılır. Namaza ve cemaate mani bir durum ortaya çıkmaz. Fakat gel gör ki bu tür küçük camilerde de ses sistemi var. Hem de kaç tane birden: Mihrapta, müezzininlikte, minberde. Dış ezanın okunduğu yerde de var olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Ki buraya elzemdir, belirli bir mesafeye ezan sesi gitsin diye.

İmam ve müezzinin fazla sesini yükseltmeden normal şekilde okumasıyla herkesin duyduğu küçük camilerde bu ses sistemi rahatsızlık vermekten öte bir görev ifa etmiyor. Gürültü yığını yani.

Bu cuma namazını farklı bir camide kılalım diyen bir arkadaşımla beraber yolumuz, gördüğümüz bir camiye düştü. Bulunduğu mahal itibariyle tam yerinde bir cami. Girdik içeriye. Dış ezanın bitmesiyle birlikte ilk sünneti kılarken müezzinin sesi kulağımızda yankılandı. Namazı güç-bela bitirdim. Ardından hatip hutbe okumaya başladı. Onun da baktım yakasında bir yaka mikrofonu. İmamın sesini bize öyle bir yansıtıyor ki kulakları tırmalıyor. Dinlenmek için gittiğim camide kafam zonklamaya başladı. Çünkü ses yığınından doğru dürüst hutbe dinlemeye kendimi veremedim. Önündeki mikrofona rağmen bir de imamın bağırarak okuması gürültüyü iyice artırdı.

İlk defa geldiğim bu caminin benim görmediğim başka müştemilatı var mı diye göz gezdirdim. Göz göze geldiğim cemaatten başkası da yoktu.

Hatibin hutbe iradı bitti, farza kalktık. Namaza başladık, yine mikrofonun sesi gelmeye başladı. Namaza ve hutbeye tam kendimi verebildim mi? Maalesef sesten kendimi veremedim.

Farzdan sonra hutbe okunurken hissettiğim soğuk ortam hala devam etti. Bu havada, bu soğukta kaloriferleri niçin yakmamışlar dedim, sağıma-soluma baktım. Camide petek yoktu. Acaba alttan ısıtma mı dedim. Varsa da yanmıyordu. Demek ki görevli ihtiyaç hissetmemiş yakmaya. Nasılsa kalabalık cemaat gelecek, nefesleriyle ısınırlar diye düşünmüş olmalı. Hoş cami büyük olsa, kalabalık cemaatin nefesi camiyi ısıtır diyeceğim. Ama cami küçük. İçerisi ve üst cemaat mahalli dolu olmasına rağmen cami ısınmadığı gibi üşütmeye devam etti.

Camideki önceliğin ne olduğunu görevliler tespit etse, ona göre hareket etse hiç gam yemeyeceğim. Bir defa bu caminin mikrofon ve ses sisteminden önce ısınmaya ihtiyacı var. Haydi diyelim ki bir gün lazım olur diye bir hayırsevere ses sistemi aldırdı diyelim. Bu zımbırtıyı ihtiyaç olduğu zaman kullansa fena olmazdı. Diyelim ki ihtiyaç olarak gördü. Mikrofonun sesini biraz kıssa veya kendi sesini camiye göre ayarlasa kimseyi rahatsız etmezdi.

Sonuç olarak bazı büyük camilere ses sistemi farz kadar elzem. Fakat bazılarına ise caiz değil. Görevlilerimiz nasılsa hayırsever buluruz diye ihtiyaç veya değil, olur-olmaz şeyleri aldırıyor. Ama yazık gerçekten! Giden paraya mı yanarsın, yoksa yüksek sesten namaza kendimizi veremediğimize mi? 06.01.2018 Ramazan Yüce Konya



İki dostun arasına kara kediler girince

Aynı davaya gönül vermiş kişiler bir araya gelerek kendi aralarında görev taksimi yapar. Birlikte çalışarak birikimlerini ortaya koyar, iyi bir sinerji meydana getirirler. Birbirlerinin eksikliklerini tamamlamak suretiyle her türlü tehlike ve risklere göğüs gerer, aralarında çıkan anlaşmazlıkları ise istişare ile çözerler.

Çevreye verdikleri uyum ve akabinde gelen başarı ve birbirine karşı yaptıkları diğerkâmlık dostları sevindirirken, rakiplerine ise, "Bu nasıl birliktelik böyle dedirtir.

Dava büyür, üzerlerine sorumluluk daha fazla biner. Rakipleri, bunların arası ne zaman açılacak diye el-avuç ovuşturur durur.

Bir zaman gelir ki bu birlikte çalışan, çalıştıkça başarıdan başarıya koşan dostların arasında ufak-tefek sorunlar ortaya çıkmaya başlar. Dışarıya pek belli etmeseler de aralarında bir sorunun olduğu sezilir. Dedikodu alır başını gider. Böyle durumlarda dostlar önceleri gibi bir araya gelip aralarındaki sorunu masaya yatırmazlarsa iş kırgınlık ve alınganlığa kadar gider. Birbirinin her hareketinden nem kapmaya başlarlar.

Belli ki, aralarında fikir ayrılığı yok, metotta farklılıkları var veya birbirlerinden bekledikleri beklentileri var, karşılanmamıştır. Bu durumda alınganlık had safhaya ulaşır. Aynı davanın erleri olsalar da yolları ayrılır. Bu durumda susup zamanın en iyi ilaç olacağını bekleyecekleri yerde birbirlerine karşı mesajlarını kamuoyu nezdinde iletişim vasıtaları marifetiyle yürütmeye çalışırlar. Hangisi konuşsa diğeri alınıyor, bir konuda görüş serdedilse sorun oluyor, sessiz kalınsa  yine sorun olunuyor.

Böyle durumlarda iki dostun dostlarına düşen, iki dostun arasını bulmak olması gerekirken bu durumu lehlerine çevirmek isteyenler karşı saflara geçerek kraldan fazla kralcı kesiliyor ve tarafgirlik yapıyor. Bu da kırgınlığı artırdığı gibi derinleştiriyor, kişileri iyice alıngan hale getiriyor. İki dostun arasındaki soruna merhem olmayanlar/olamayanlar veya ayrılıklarından menfaat elde etmek isteyenler sorunu çözmek yerine yangına körükle gidiyorlar, tek malzemeleri olan benzin taşıyorlar, sürekli körüklüyor, işin içine çomak sokuyorlar. Mahalleyi ikiye bölüp kutuplaştırıyor. İşin garibi bu vahim durum, iki dostun hoşuna gidiyor olmalı ki, "Kimse bizim adımıza racon kesmesin, oturun oturduğunuz yerde" demiyor, hatta tarafgir davrananlar hoşlarına gidiyor.

Bence iki dostun arasını düzeltmektir erdemlilik. Hatta iki dargın insanı barıştırmak için yalan bile söylenir. Haydi bunlar yapılmıyor. Susulmalı bence. Çünkü iki kişi konuşurken bu tip üçüncü şahıslara laf düşmez, vazifeleri değil çünkü. Eğer bu tipler iyi niyetlilerse bilsinler ki bu iyi niyetleri; mahalleyi ikiye böler, güçler parçalanır, mahalle zayıf düşer. Bu durumdan kim faydalanır? Buna kim sevinir? Rakipleri, öteki mahalle insanları. El ovuşturup duruyorlar zaten. Feraset, basiret lütfen! 06.01.2018 Ramazan YÜCE, Konya

Meslek odası mı, yoksa okey salonu mu? *

Türkiye'de değişik meslek gruplarının bağlı olduğu meslek grupları var. Amaçları da, "Üyelerinin mesleki yolda yaptıkları işleri kolaylaştırmak, mesleğin menfaatlerini korumak ve ihtiyaçlarını karşılamayı, aynı mesleği yapan meslektaşları arasında iletişim ve yardımlaşmayı amaçlar...Tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu derecesindeki meslek kuruluşların odalarıdır."

Herhangi bir şehirde bir meslek odası kurulabilmesi için ilgili nitelikleri taşıyan ve ticaret siciline kayıtlı en az bin tacir veya sanayicinin birliğe yazılı olarak başvurması gerekiyor. Yasalara göre hareket edilir.

Bilmediğim alanlardan biridir meslek odaları. Yönetim ve başkanları sanırım seçimle gelir, seçimle gider. Gerçi gelen kolay kolay gitmiyor gördüğüm kadarıyla. Odanın ihtiyaçları, yönetimdekilerin maaşları öyle zannediyorum üyelerin ödediği aidatlarla karşılanıyor olsa gerek. Odada görev alanların ne kadar maaş aldıklarını da bilmiyorum. İmkanları iyi olsa gerek ki gelen, gitmemek üzere asılıyor her seçim döneminde.

Kendisine bağlı olan meslek gruplarının işlerini kolaylaştırmak vb amacıyla kurulan bu kuruluşlar, üyelerine ne kadar yardımcı oluyorlar, üyeleri meslek odalarından ne kadar memnunlar bunu da bilmiyorum. Şehrin en gözde yerlerinde odaya ait bir yer kiralayabildiklerine göre odanın gelirleri de iyi olsa gerek.

İlgili alanıma girmeyen bu konuda beni yazı yazmaya iten neden akşam 20.00 sularında misafirliğe giderken ışığı yanan bir mahal gördüm. Camla kapatılmış balkonunda bir masa etrafında oturan beş altı kişi dikkatimi çekti. Burası neresidir diye göz attığımda baktım bir odanın Konya şubesi yazıyordu tabelasında. Her zaman gelip geçtiğim yerde böyle bir oda varmış, nedense dikkatimi çekmemiş. Akşamın bu saatinde maşallah odadakiler çalışıyor, hizmet yapıyorlar dedim. Acaba balkonda masa etrafında ne yapıyorlar diye kafamı kaldırıp bir daha baktım. Masada okey oynuyorlar gördüm. Yanlış görmüş olabilirsin Ramazan, kafanı kaldır bir daha bak dedim kendi kendime. Bir daha baktım. Gördüğüm doğruymuş. Adamlar okey oynuyor. Üstelik altı kişiler. Dördü oynuyor, diğer ikisi de onları seyrediyor. Tabelaya tekrar göz attım, acaba burası okey salonu olabilir mi, veya odaya ait bir lokal olabilir mi diye. Maalesef sadece bilmem ne odasının Konya Şubesi yazıyordu. Yani odanın hizmet binası.

Üyelerine yardımcı olmak amacıyla amme adına kurulan bu odaların kuruluş amaçları arasında acaba okey oynamak var mı diye bir göz gezdirdim. Bulamadım. Başka sitelere baktım, yine bulamadım.
Sizi bilmem ama benim garibime gitti bu gördüğüm. Kimin parasıyla kimin mülkünde okey oynanıyor? Yaptıklarını makul görmüş olmalılar ki içeride ne yaptığımız belli olmasın diye perde çekmeye gerek görmemişler. Kuytu bir yer mi burası? Hayır işlek bir cadde. Gelip geçenin dikkatini çeken bir yer. Demek ki yapılan normal. Anormallik bende.

Buraların denetimini kim yapar, üyeler ne kadar hesap sorar, denetimleri yapılıyorsa ciddi olarak yapılıyor mu bilmiyorum. Ama ben bu odada görevli olsam, okey oynamayı bilsem, canım okey oynamak istese, en uygun yer de çalıştığım meslek odası olsa ilk işim gelip geçen görmesin diye camekanla kapattığım balkona bir perde çekmek olurdu. Gelip geçen odamın ışığının yandığını görünce “Vay be! Saat akşam 20.00 suları olmuş, bizim Ramazan Bey, hala evine gitmemiş, harıl harıl çalışıyor” imajı verirdim.

Yazımda bahsettiğim odanın adını vermedim. Bütün odalar böyledir demek istemem. Mutlaka işini, mevzuata göre yürüten odalarımız vardır. Ama kim ne derse desin, bu odanın yaptığı doğru değil, üyelerin parasıyla keyif çatıyor, ışığını kullanıyor. Umarım okey taşlarını da odanın parasıyla almamışlardır.

Üyeleri adına bir amme hizmeti yapan bu kişilerin odanın imkanlarını bu şekilde hoyratça kullanmasını doğru bulmuyorum. 06/01/2018 Ramazan YÜCE Konya

* 13/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

5 Ocak 2018 Cuma

Havaların böyle gitmesi hayra alamet değil *

Kasım, Aralık derken 2017'yi bitirdik, Ocak ayına girdik. Ortalık yaz gününden kalmış günleri andırıyor. Ufukta havaların soğuması ve kar yağışı gözükmüyor. Neredeyse gömlekle çıkacağız dışarıya.

Havaların bu gidişatı hayra alamet mi? Ortalığın güllük-gülistan olması, Güneş'in hemen hemen kendini göstermesi, havaların aydınlık ve sıcak olması belki nefsimize hoş gelir. Ama ceremesini sanırım biz çekeceğiz. Çünkü yaşadığımız bu ılıman iklim, bize son yıllarda zaman zaman gündeme gelen küresel ısınmanın ayak sesleridir, kuzey kutbundaki buzulların erimeye devam etmesi demektir. Yeraltı sularının azalması ve tükenmesi demektir.

Ağaçlar neredeyse tomurcuklandı. Böyle giderse ocak çıkmadan ağaçlar çiçek açar. İçme suyu yönünden birçok ilimizde su sıkıntısı baş gösterirse hiç şaşırmam.

Yazdan kalma kışları yaşarken "Nerede o eski kışlar" dedirtiyor insana. Geçmişten kalan kışlardan bir kışı, en son geçen sene gördük. Doyasıya kışı yaşadık. Şimdi düşünüyorum da arka arkasına yağan ve günlerce kalkmayan kar, "Bu gördüğünüz kar, göreceğiniz en son kar. Bıkıp usanmadan görün, göreceğiniz kadar. Zira önümüzdeki sene veya ileriki yıllarda kolay kolay kar yüzü görmeyeceksiniz..." demek istemiş anlaşılan.

İşin garibi geçen sene yağan o kadar karın yeraltı sularına katkısı yüzde beşmiş. Eğer durum bu ise, gelecek yılların kışı da bu senenin kışı gibi olacaksa su kıtlığı kapıda demektir. Susuz hayat olur mu? Olmaz. Zira bizde 'Su hayat' demektir. Su olmadı mı hayat durur. Temizliğimizde sorunlar başlar. Meyve ve sebzeyi daha pahalı yeriz. Çünkü erkenden çiçek açan ağaçlar bir üşürse meyveyi mumla ararız bu sene. Tarım darbe yer. Çünkü ekilebilen arazilerimizin çoğunda sulama sistemimiz yok. Çoğu tarlanın ürün vermesi yağmur ve kara bağlı.

İklimlerin bu şekilde değişiklik göstermesi, düşmesi gereken yağışın düşmemesi de maalesef bizim eserimizdir. Kendi kendimizi boğazladığımız gibi dünyayı da yaşanmaz hale getirmişiz. Çünkü yeryüzünün dengesini bozan, fiziksel yasanın gereğini yapmayan, zararlı atıklarla dünyayı zehirleyen yine biziz. Çok hor kullandık dünyayı maalesef. 

Ne yapıp ne edip adına küresel ısınma dedikleri bu ortamdan kurtulmanın, olmuyorsa en azından yavaşlatılması için doğaya karşı saygı bilincini aramızda yerleştirmemiz lazım. İnsanlık topyekûn bir seferberliğe hazırlansa iyi olur. Yoksa geleceğimizi ve çocuklarımızın yarınlarını yok etmiş oluruz. Çevre bilincini geliştirmeliyiz aramızda. Yoksa böyle giderse halimiz harap...

Biz büyükler günahkarız. Dünyayı yaşanmaz hale biz getirdik. Rabbim hayvanatın, nebatatın ve küçücük sabi ve sıbyanın masumluğuna umarım bol yağış verir. Hikmetinde sual olunmaz. Yine de Rabbim en iyisini bilir, Ümidimizi kesmedik, kesmeyeceğiz. 04/01/2018 Ramazan YÜCE KONYA

* 08/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

4 Ocak 2018 Perşembe

Kovboy racon kesti *

17-25 Aralık'ın mimarı, dünyanın kovboyu sonunda Türkiye'ye racon kesti. Bu işi yaparken hiç zorlanmadı. Tereyağından kıl çeker gibi yaptı bunu. Çünkü içimizdeki İrlandalılar onun değirmenine su taşıdı. Sağ olsunlar bizden görünenler, kendilerince  oluşturdukları bilgi ve dokümanları taşımada ihanette sınır tanımadılar.

Kovboyun bu başarısında bizden sandıklarımızın katkısı yadsınamaz. Bu yüzden dünya kabadayısı bunları, en güzel yerlerde ağırlasa bizim beyinsizlerin hakkını ödeyemez. Zaten bu yüzden ayak takımının başı, ABD'nin en güzel yerinde 20 yıldır baş tacı. Belki ülkeyi 15 Temmuz'da ele geçiremedi ama ülkeyi sattı ve tam kendine yakışanı yaptı.

Ülkeyi kim satar? Ancak hainler satar. Hain dediğimiz, bırakın ülkeyi; kendi anne-babasını da satar. Çünkü anlaşılan onun meşrebinde din, diyanet, vatan mefhumu yoktur.  Kim boynuna tasma takarsa onun memleketidir vatanı. Hep birinin adına çalışma, efendisini memnun etme, onun gözüne girme vardır. Kimse kızmasın, hayat felsefesi budur. Güce tapar. Hep güçlünün yanında saf tutar. Gücü destekleyecek ki güce yaslanabilsin ve yaşayabilsin. Bugün onları bizim aleyhimize kullanan kovboy unutmasın ki bu hainler, yarın bir başka güce karşı kendilerini de satar. Yeter ki menfaati bitmiş olsun. Kim önüne daha büyük balık atarsa onun tarafına geçer. Çünkü hainlik bir virüs gibidir onlarda. İşinin çıkıştığına bakar.

Dünün münafığıdır bunlar. Bizden görünüp başkasına çalışırlar. İkiyüzlü diyeceğim ama iki yüz, kendilerini anlatmaya kifayet etmez. Çok yüzlüdür. En büyük sermayeleri yalan ve dolandır. Takiyecilik en büyük meslekleridir. Bukalemun gibi her kalıba girerler. Kendilerini hizmet ehli olarak tanıtırlar. Namazında, niyazında ve sureti haktan görünürler. ‘İyi bunlar’ diye beslersin, gözünü oyarlar. Çünkü kendi memleketinde bir başka güç adına iş yaparlar. Kovboyun yerli işbirlikçileri ve ajanlarıdır. İşi bitince veya zoru görünce yediği kaba pisleyerek kaçarlar. Kaçtıktan sonra yine görevlerine devam ederler. Var gücüyle yediği, içtiği memleketi kötülerler, kuyusunu kazmaya çalışırlar. 3 Ocak’ta yaptıkları da budur. Daha misyonları bitmedi, bize karşı kullanılmaya devam edilecekler. Ne zamana kadar bu hizmetlerine devam edecekler? Son miatları doluncaya kadar. Sonra kullanılıp atılacaklar.

Türkiye’yi yargılamak ve ceza kesmek için kovboyun bunlara ihtiyacı yoktu aslında. Boşu boşuna jüriyi yordu günlerce. Nasılsa dünyanın kabadayısı. İstediği ülkeye istediği cezayı verirdi. Belgeli  olsun istedi bu sefer. Dünya kamuoyuna bakın ben adaletlice yargılıyorum imajı vermek istedi. Ben bu davaya bozacı ve şıracı davası diyorum.

Kovboy, kovboyluğunu yapacak. Tutunmak için her yolu dener. Güzellikle teslim alamadığını kaba kuvvete başvurarak yola getirmeye çalışır. Ayrıca sömürgeci, sömürmesine devam edecek. Sömürene kızmaktansa sömürgeciye kendini ve vatanını satanlara kızmak lazım. Gerçi piyona kızıp da ne yapacaksın? Çünkü piyon, piyondur; maşalık görevini yapacaktır. Bunlara da kızmaya gerek yok. Esas biz, içimizde beslediğimiz, uzun yıllar iyi niyet beslediğimiz bu hain taifesini tanıyamadığımıza yanalım. Her sakallıyı amca, her ağzı dualıyı, her namaz kılanı ‘İyi adamdır’ diyen bakış açımıza kızalım.

Birkaç cümle de geçmişte bu yapının içinde yer almış, hala bu yapıya karşı sessiz kalan kişilere edelim. Türkiye’yi uluslararası arenada zor durumda bırakan, hala da ülke aleyhine çalışan bu yapıyı anlamamakta direnen ve sessiz kalanlar! Aklınızı hala kiraya vermeye devam edecek misiniz? Hala  bu yapının bu toprağa ait olmadığını, bunların bu ülke lehine çalışmadığını anlayamadınız mı? Anlayamadıysanız, yazıklar olsun size! Acırım o zekanıza! Eğer anlayıp da hala susuyor, özeleştiri yapmıyorsanız unutmayın ki siz de ihanet içindesiniz. Sahi size göre bu yapının şer odaklarına çalıştığını anlamanız için bu yapı daha ne yapmalıdır? Aklınızı kullanın artık! Unutmayın ki bu toprağın üstü varsa, altı da vardır. Burada anlaşılmayan veya anlamak istemediğimiz gerçekler orada tek tek ortaya çıkar. Ben inanıyorum buna. Ya siz? 04/01/2018 Ramazan YÜCE

* 06/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

3 Ocak 2018 Çarşamba

Memleketimden manzaralar

    • Adıyaman'da geçimini çöplerden hurda toplayarak sağlayan akli dengesi yerinde olmayan bir Suriyeli, çöpte poşet içinde bulduğu 25-30 bin liralık altını polise teslim etti.
    • Van'da hastane önünde kucağında çocuğu olduğu halde 'Yavaş yürüdün' diyerek hanımını sokak ortasında tekme-tokat döven koca, hanımının da şikayetçi olmaması yüzünden ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Kocası değil mi? Döver de sever de...Şikayetçi olup da ne yapacak? Kocası her halükarda ifadesi alındıktan sonra yine serbest kalacaktı. Sonuç…Sen misin beni şikayet eden…
    • İstanbul Maltepe'de bir baba, ayrılmak üzere olduğu eşinden aldığı iki çocuğu öldürdükten sonra kendisi de intihar etti. 
    • Gün geçmiyor ki yurdumun herhangi bir ilinde ortaokul öğrencilerinin kaldığı bir yurtta taciz vakası çıkmamış olsun.
    • Bugünlerde haberlerin arasına sıkıştırılan haberlerden geçilmiyor: Sınıf ortamında öğretmen tarafından şiddete maruz kalan öğrencilerin videoları servis ediliyor. Şiddet şiddettir. Kesinlikle savunulmaz ve tasvip edilmez. Sanki birileri öğretmenlerin şiddetini çekip servis etmek için sınıflarda karargah kurmuş vaziyette. Bundan mıdır bilinmez, Ödemiş'te odasında öğrencisi tarafından öldürülen okul müdürü, halk nezdinde çok büyük tepki görmedi. Yetkililer de yeterince sahiplenmedi.
    • Şanlıurfa'da bir okulda kapanan öğrenciler için 'Kapanma partisi' düzenlenmesinden dolayı ilgili öğretmen hakkında incelme ve soruşturma başlatılmış.
    • Yeni yapılan onca şehir hastanelerine rağmen yapılan tedaviler yeterli görülmemiş olmalı ki Antalya'da rot balans ustası, kendi yaptığı düzenekle tamirhanesinde bel ve sırt ağrılarını tedavi ederken yetkililere yakalanmış.
    • Gün geçmiyor ki memleketin bir köşesinde taciz, tecavüz ve cinsel istismar olayı meydana gelmesin. Hatta yeğeniyle birlikte olan amca ve dayıları bile duydu bu ülke. Ensest ilişkide de sicilimiz iyi değil maalesef. 03/01/2018 Ramazan YÜCE Konya


Görgüsüzlük parayla mı sanki?

El kartıma para yüklemek için çarşıdaki bir gişenin önüne geldim. Önümde para yükleyen bir hanımefendi vardı. Ardında sıraya girerek beklemeye koyuldum. Kadın işini bitirdikten sonra ayrılırken yan taraftan gelen biri, sıra bekleyen beni hiç iplemeden gişedeki görevliye el kart ve 2-3 lira bozuk para uzattı. "Delikanlı, sıranı bekler misin lütfen" dedim. Hafif bana bakar gibi yaptı. Hiç istifini bozmadı, tedirginlik de yaşamadı. Gişe görevlisi de, "Lütfen sıraya geçelim" demedi. O da sadece bana bakar gibi yaptı. Nihayet sıra bana geldi. Yükletip ayrıldım.

Sanırım gişedeki ve sıra bekleyen, beni hesaba katmadan işlerini halletmeye devam ettiler. Beni tren sanmış olmalılar ki ikaz etmeme rağmen istiflerini bozmadılar. Sadece bakmakla yetindiler. Dilden bile olsa "Pardon, beyefendi" deseler yine gam yemeyecektim.  'İşim acele' dense yine bir şey demeyecektim. Gözümün önünde cereyan eden bu olay, küçük olmaya küçük. Ama mide bulandıran cinsten.

Delikanlı, adı üzerinde kanı deli. Niye beklesin ki? Sonra benim gibi boş ve avare mi? Kim bilir genç, nereye gidip kiminle buluşacaktı? Sonra benim gibi yaşlılar yaşadıklarına şükretmeliler. Daha fazla ayakaltında dolaşıp gençlerimizi rahatsız etmemeliler.

Bazı gençleri görüyorum; nezaket, yardımseverlik, hak ve hukuka riayet etme yönünden hayran kalıyorum. Bazılarının kabalığını, hak ve hukuk tanımazlığını görünce günümüz kimlere kaldı? Bu ülke bunlarla nereye gider diyorum. Bu ikinci tip genç nesle, kendine Müslüman diyorum ben. Bunlar kendi işlerini çıkaran cinsler. Beklemeye tahammülleri yok. Kazara önlerinde dursan çiğneyip geçecekler. Şükür ki kendimi koruyabildim şimdilik.

İşin garibi zaman zaman bu şekilde kaynak yapanlara karşı bir tepkimiz de yok. Sadece içimizden terbiyesiz deyip geçip gidiyoruz. İçimizden biri bu şekil kaynak yapana karışsa uyardığına bin pişman olur. Çünkü bu durumda büyük çoğunluk sessiz kalınca işini çıkartan, kendine Müslüman tiplere gün doğuyor. Sıraya girip terbiyesizlik yapan, seninle mi tartışmayacak? Gerekirse haddini bildirir, ağzına geleni söyler. Maalesef toplumsal reflekslerimiz kayboluyor ve "Bu devirde işini çıkardığına bakacaksın" sözü ön plana çıkıyor.

İçinizden bu olay basit bir görgüsüzlük, hak ve hukuk çiğneme. Daha buna gelinceye kadar neler var neler diyebilirsiniz. Doğrudur. Fakat kalabalık ve kargaşanın olmadığı bir yerde bile bu şekilde göz göre göre hak çiğneyen hayat ve memat meselesi olan önemli konularda neler yapmaz neler!

Eskiden otobüse binileceğinde otobüs duraklarının önünde turnikeler vardı. İlk başta gelen turnikenin ilk başına geçer, sonradan gelen sıraya geçer, binerken de bir kargaşaya sebebiyet vermezdi. Şimdilerde göremiyorum bu turnikeleri. Nice önce kaldırıldı. Kaldırılması güzel. Çünkü kaldırımları daralttığı gibi çirkin bir görüntü de arz ediyordu. Fakat terbiyesini takınmamış, hak-hukuk nedir bilmeyen birkaç kendini bilmezin mide bulandırmaması için sıra olunması gereken kalabalık yerlerde sanırım yeniden turnikelere ihtiyaç var. Bu turnikeler ne zamana kadar devam etsin? Ne zaman ki birbirimizin hakkını gözetmeyi öğreninceye kadar. Baktık ki hala işimizi gördüğümüze bakıyoruz, gerekirse kıyamete kadar devam etsin. Zira hak, kendini bilene verilir. 03/01/2018 Ramazan YÜCE Konya