5 Ocak 2018 Cuma

Havaların böyle gitmesi hayra alamet değil *

Kasım, Aralık derken 2017'yi bitirdik, Ocak ayına girdik. Ortalık yaz gününden kalmış günleri andırıyor. Ufukta havaların soğuması ve kar yağışı gözükmüyor. Neredeyse gömlekle çıkacağız dışarıya.

Havaların bu gidişatı hayra alamet mi? Ortalığın güllük-gülistan olması, Güneş'in hemen hemen kendini göstermesi, havaların aydınlık ve sıcak olması belki nefsimize hoş gelir. Ama ceremesini sanırım biz çekeceğiz. Çünkü yaşadığımız bu ılıman iklim, bize son yıllarda zaman zaman gündeme gelen küresel ısınmanın ayak sesleridir, kuzey kutbundaki buzulların erimeye devam etmesi demektir. Yeraltı sularının azalması ve tükenmesi demektir.

Ağaçlar neredeyse tomurcuklandı. Böyle giderse ocak çıkmadan ağaçlar çiçek açar. İçme suyu yönünden birçok ilimizde su sıkıntısı baş gösterirse hiç şaşırmam.

Yazdan kalma kışları yaşarken "Nerede o eski kışlar" dedirtiyor insana. Geçmişten kalan kışlardan bir kışı, en son geçen sene gördük. Doyasıya kışı yaşadık. Şimdi düşünüyorum da arka arkasına yağan ve günlerce kalkmayan kar, "Bu gördüğünüz kar, göreceğiniz en son kar. Bıkıp usanmadan görün, göreceğiniz kadar. Zira önümüzdeki sene veya ileriki yıllarda kolay kolay kar yüzü görmeyeceksiniz..." demek istemiş anlaşılan.

İşin garibi geçen sene yağan o kadar karın yeraltı sularına katkısı yüzde beşmiş. Eğer durum bu ise, gelecek yılların kışı da bu senenin kışı gibi olacaksa su kıtlığı kapıda demektir. Susuz hayat olur mu? Olmaz. Zira bizde 'Su hayat' demektir. Su olmadı mı hayat durur. Temizliğimizde sorunlar başlar. Meyve ve sebzeyi daha pahalı yeriz. Çünkü erkenden çiçek açan ağaçlar bir üşürse meyveyi mumla ararız bu sene. Tarım darbe yer. Çünkü ekilebilen arazilerimizin çoğunda sulama sistemimiz yok. Çoğu tarlanın ürün vermesi yağmur ve kara bağlı.

İklimlerin bu şekilde değişiklik göstermesi, düşmesi gereken yağışın düşmemesi de maalesef bizim eserimizdir. Kendi kendimizi boğazladığımız gibi dünyayı da yaşanmaz hale getirmişiz. Çünkü yeryüzünün dengesini bozan, fiziksel yasanın gereğini yapmayan, zararlı atıklarla dünyayı zehirleyen yine biziz. Çok hor kullandık dünyayı maalesef. 

Ne yapıp ne edip adına küresel ısınma dedikleri bu ortamdan kurtulmanın, olmuyorsa en azından yavaşlatılması için doğaya karşı saygı bilincini aramızda yerleştirmemiz lazım. İnsanlık topyekûn bir seferberliğe hazırlansa iyi olur. Yoksa geleceğimizi ve çocuklarımızın yarınlarını yok etmiş oluruz. Çevre bilincini geliştirmeliyiz aramızda. Yoksa böyle giderse halimiz harap...

Biz büyükler günahkarız. Dünyayı yaşanmaz hale biz getirdik. Rabbim hayvanatın, nebatatın ve küçücük sabi ve sıbyanın masumluğuna umarım bol yağış verir. Hikmetinde sual olunmaz. Yine de Rabbim en iyisini bilir, Ümidimizi kesmedik, kesmeyeceğiz. 04/01/2018 Ramazan YÜCE KONYA

* 08/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

4 Ocak 2018 Perşembe

Kovboy racon kesti *

17-25 Aralık'ın mimarı, dünyanın kovboyu sonunda Türkiye'ye racon kesti. Bu işi yaparken hiç zorlanmadı. Tereyağından kıl çeker gibi yaptı bunu. Çünkü içimizdeki İrlandalılar onun değirmenine su taşıdı. Sağ olsunlar bizden görünenler, kendilerince  oluşturdukları bilgi ve dokümanları taşımada ihanette sınır tanımadılar.

Kovboyun bu başarısında bizden sandıklarımızın katkısı yadsınamaz. Bu yüzden dünya kabadayısı bunları, en güzel yerlerde ağırlasa bizim beyinsizlerin hakkını ödeyemez. Zaten bu yüzden ayak takımının başı, ABD'nin en güzel yerinde 20 yıldır baş tacı. Belki ülkeyi 15 Temmuz'da ele geçiremedi ama ülkeyi sattı ve tam kendine yakışanı yaptı.

Ülkeyi kim satar? Ancak hainler satar. Hain dediğimiz, bırakın ülkeyi; kendi anne-babasını da satar. Çünkü anlaşılan onun meşrebinde din, diyanet, vatan mefhumu yoktur.  Kim boynuna tasma takarsa onun memleketidir vatanı. Hep birinin adına çalışma, efendisini memnun etme, onun gözüne girme vardır. Kimse kızmasın, hayat felsefesi budur. Güce tapar. Hep güçlünün yanında saf tutar. Gücü destekleyecek ki güce yaslanabilsin ve yaşayabilsin. Bugün onları bizim aleyhimize kullanan kovboy unutmasın ki bu hainler, yarın bir başka güce karşı kendilerini de satar. Yeter ki menfaati bitmiş olsun. Kim önüne daha büyük balık atarsa onun tarafına geçer. Çünkü hainlik bir virüs gibidir onlarda. İşinin çıkıştığına bakar.

Dünün münafığıdır bunlar. Bizden görünüp başkasına çalışırlar. İkiyüzlü diyeceğim ama iki yüz, kendilerini anlatmaya kifayet etmez. Çok yüzlüdür. En büyük sermayeleri yalan ve dolandır. Takiyecilik en büyük meslekleridir. Bukalemun gibi her kalıba girerler. Kendilerini hizmet ehli olarak tanıtırlar. Namazında, niyazında ve sureti haktan görünürler. ‘İyi bunlar’ diye beslersin, gözünü oyarlar. Çünkü kendi memleketinde bir başka güç adına iş yaparlar. Kovboyun yerli işbirlikçileri ve ajanlarıdır. İşi bitince veya zoru görünce yediği kaba pisleyerek kaçarlar. Kaçtıktan sonra yine görevlerine devam ederler. Var gücüyle yediği, içtiği memleketi kötülerler, kuyusunu kazmaya çalışırlar. 3 Ocak’ta yaptıkları da budur. Daha misyonları bitmedi, bize karşı kullanılmaya devam edilecekler. Ne zamana kadar bu hizmetlerine devam edecekler? Son miatları doluncaya kadar. Sonra kullanılıp atılacaklar.

Türkiye’yi yargılamak ve ceza kesmek için kovboyun bunlara ihtiyacı yoktu aslında. Boşu boşuna jüriyi yordu günlerce. Nasılsa dünyanın kabadayısı. İstediği ülkeye istediği cezayı verirdi. Belgeli  olsun istedi bu sefer. Dünya kamuoyuna bakın ben adaletlice yargılıyorum imajı vermek istedi. Ben bu davaya bozacı ve şıracı davası diyorum.

Kovboy, kovboyluğunu yapacak. Tutunmak için her yolu dener. Güzellikle teslim alamadığını kaba kuvvete başvurarak yola getirmeye çalışır. Ayrıca sömürgeci, sömürmesine devam edecek. Sömürene kızmaktansa sömürgeciye kendini ve vatanını satanlara kızmak lazım. Gerçi piyona kızıp da ne yapacaksın? Çünkü piyon, piyondur; maşalık görevini yapacaktır. Bunlara da kızmaya gerek yok. Esas biz, içimizde beslediğimiz, uzun yıllar iyi niyet beslediğimiz bu hain taifesini tanıyamadığımıza yanalım. Her sakallıyı amca, her ağzı dualıyı, her namaz kılanı ‘İyi adamdır’ diyen bakış açımıza kızalım.

Birkaç cümle de geçmişte bu yapının içinde yer almış, hala bu yapıya karşı sessiz kalan kişilere edelim. Türkiye’yi uluslararası arenada zor durumda bırakan, hala da ülke aleyhine çalışan bu yapıyı anlamamakta direnen ve sessiz kalanlar! Aklınızı hala kiraya vermeye devam edecek misiniz? Hala  bu yapının bu toprağa ait olmadığını, bunların bu ülke lehine çalışmadığını anlayamadınız mı? Anlayamadıysanız, yazıklar olsun size! Acırım o zekanıza! Eğer anlayıp da hala susuyor, özeleştiri yapmıyorsanız unutmayın ki siz de ihanet içindesiniz. Sahi size göre bu yapının şer odaklarına çalıştığını anlamanız için bu yapı daha ne yapmalıdır? Aklınızı kullanın artık! Unutmayın ki bu toprağın üstü varsa, altı da vardır. Burada anlaşılmayan veya anlamak istemediğimiz gerçekler orada tek tek ortaya çıkar. Ben inanıyorum buna. Ya siz? 04/01/2018 Ramazan YÜCE


* 06/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

3 Ocak 2018 Çarşamba

Memleketimden manzaralar

    • Adıyaman'da geçimini çöplerden hurda toplayarak sağlayan akli dengesi yerinde olmayan bir Suriyeli, çöpte poşet içinde bulduğu 25-30 bin liralık altını polise teslim etti.
    • Van'da hastane önünde kucağında çocuğu olduğu halde 'Yavaş yürüdün' diyerek hanımını sokak ortasında tekme-tokat döven koca, hanımının da şikayetçi olmaması yüzünden ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Kocası değil mi? Döver de sever de...Şikayetçi olup da ne yapacak? Kocası her halükarda ifadesi alındıktan sonra yine serbest kalacaktı. Sonuç…Sen misin beni şikayet eden…
    • İstanbul Maltepe'de bir baba, ayrılmak üzere olduğu eşinden aldığı iki çocuğu öldürdükten sonra kendisi de intihar etti. 
    • Gün geçmiyor ki yurdumun herhangi bir ilinde ortaokul öğrencilerinin kaldığı bir yurtta taciz vakası çıkmamış olsun.
    • Bugünlerde haberlerin arasına sıkıştırılan haberlerden geçilmiyor: Sınıf ortamında öğretmen tarafından şiddete maruz kalan öğrencilerin videoları servis ediliyor. Şiddet şiddettir. Kesinlikle savunulmaz ve tasvip edilmez. Sanki birileri öğretmenlerin şiddetini çekip servis etmek için sınıflarda karargah kurmuş vaziyette. Bundan mıdır bilinmez, Ödemiş'te odasında öğrencisi tarafından öldürülen okul müdürü, halk nezdinde çok büyük tepki görmedi. Yetkililer de yeterince sahiplenmedi.
    • Şanlıurfa'da bir okulda kapanan öğrenciler için 'Kapanma partisi' düzenlenmesinden dolayı ilgili öğretmen hakkında incelme ve soruşturma başlatılmış.
    • Yeni yapılan onca şehir hastanelerine rağmen yapılan tedaviler yeterli görülmemiş olmalı ki Antalya'da rot balans ustası, kendi yaptığı düzenekle tamirhanesinde bel ve sırt ağrılarını tedavi ederken yetkililere yakalanmış.
    • Gün geçmiyor ki memleketin bir köşesinde taciz, tecavüz ve cinsel istismar olayı meydana gelmesin. Hatta yeğeniyle birlikte olan amca ve dayıları bile duydu bu ülke. Ensest ilişkide de sicilimiz iyi değil maalesef. 03/01/2018 Ramazan YÜCE Konya


Görgüsüzlük parayla mı sanki?

El kartıma para yüklemek için çarşıdaki bir gişenin önüne geldim. Önümde para yükleyen bir hanımefendi vardı. Ardında sıraya girerek beklemeye koyuldum. Kadın işini bitirdikten sonra ayrılırken yan taraftan gelen biri, sıra bekleyen beni hiç iplemeden gişedeki görevliye el kart ve 2-3 lira bozuk para uzattı. "Delikanlı, sıranı bekler misin lütfen" dedim. Hafif bana bakar gibi yaptı. Hiç istifini bozmadı, tedirginlik de yaşamadı. Gişe görevlisi de, "Lütfen sıraya geçelim" demedi. O da sadece bana bakar gibi yaptı. Nihayet sıra bana geldi. Yükletip ayrıldım.

Sanırım gişedeki ve sıra bekleyen, beni hesaba katmadan işlerini halletmeye devam ettiler. Beni tren sanmış olmalılar ki ikaz etmeme rağmen istiflerini bozmadılar. Sadece bakmakla yetindiler. Dilden bile olsa "Pardon, beyefendi" deseler yine gam yemeyecektim.  'İşim acele' dense yine bir şey demeyecektim. Gözümün önünde cereyan eden bu olay, küçük olmaya küçük. Ama mide bulandıran cinsten.

Delikanlı, adı üzerinde kanı deli. Niye beklesin ki? Sonra benim gibi boş ve avare mi? Kim bilir genç, nereye gidip kiminle buluşacaktı? Sonra benim gibi yaşlılar yaşadıklarına şükretmeliler. Daha fazla ayakaltında dolaşıp gençlerimizi rahatsız etmemeliler.

Bazı gençleri görüyorum; nezaket, yardımseverlik, hak ve hukuka riayet etme yönünden hayran kalıyorum. Bazılarının kabalığını, hak ve hukuk tanımazlığını görünce günümüz kimlere kaldı? Bu ülke bunlarla nereye gider diyorum. Bu ikinci tip genç nesle, kendine Müslüman diyorum ben. Bunlar kendi işlerini çıkaran cinsler. Beklemeye tahammülleri yok. Kazara önlerinde dursan çiğneyip geçecekler. Şükür ki kendimi koruyabildim şimdilik.

İşin garibi zaman zaman bu şekilde kaynak yapanlara karşı bir tepkimiz de yok. Sadece içimizden terbiyesiz deyip geçip gidiyoruz. İçimizden biri bu şekil kaynak yapana karışsa uyardığına bin pişman olur. Çünkü bu durumda büyük çoğunluk sessiz kalınca işini çıkartan, kendine Müslüman tiplere gün doğuyor. Sıraya girip terbiyesizlik yapan, seninle mi tartışmayacak? Gerekirse haddini bildirir, ağzına geleni söyler. Maalesef toplumsal reflekslerimiz kayboluyor ve "Bu devirde işini çıkardığına bakacaksın" sözü ön plana çıkıyor.

İçinizden bu olay basit bir görgüsüzlük, hak ve hukuk çiğneme. Daha buna gelinceye kadar neler var neler diyebilirsiniz. Doğrudur. Fakat kalabalık ve kargaşanın olmadığı bir yerde bile bu şekilde göz göre göre hak çiğneyen hayat ve memat meselesi olan önemli konularda neler yapmaz neler!

Eskiden otobüse binileceğinde otobüs duraklarının önünde turnikeler vardı. İlk başta gelen turnikenin ilk başına geçer, sonradan gelen sıraya geçer, binerken de bir kargaşaya sebebiyet vermezdi. Şimdilerde göremiyorum bu turnikeleri. Nice önce kaldırıldı. Kaldırılması güzel. Çünkü kaldırımları daralttığı gibi çirkin bir görüntü de arz ediyordu. Fakat terbiyesini takınmamış, hak-hukuk nedir bilmeyen birkaç kendini bilmezin mide bulandırmaması için sıra olunması gereken kalabalık yerlerde sanırım yeniden turnikelere ihtiyaç var. Bu turnikeler ne zamana kadar devam etsin? Ne zaman ki birbirimizin hakkını gözetmeyi öğreninceye kadar. Baktık ki hala işimizi gördüğümüze bakıyoruz, gerekirse kıyamete kadar devam etsin. Zira hak, kendini bilene verilir. 03/01/2018 Ramazan YÜCE Konya



Umudun Adı: Piyango ***


Her yılbaşı yaklaşırken satışa çıkan piyango biletini almak için her yerde uzun kuyruklar oluşur. İçlerinde kadını, erkeği, genci ve ihtiyarı var.

Kuyruğu, kuyruktakiler bilir de hiç o tarakta bezi olmayan bir kişi görünce ne düşünür? Ya da çok önce yaşayıp ölmüş biri dünyada ne var ne yok diye öbür dünyadan kalkıp gelse kuyruğu, kıtlık ve yokluk zamanlarındaki kuyruklara benzetir. "Biz gittik gideli, dünyada değişen bir şey olmamış, zira kuyruklar aynen devam ediyor" der. Veya daha reşit olmamış, halen okumakta olan bir öğrenci kuyruğu görse, "Bize derslerde çalışmanın öneminden bahsederler, hatta “herkes için ancak çalıştığının karşılığı var” derler. Okuldaki öğrendiklerimizle dışarıda gördüklerim taban tabana zıtmış. Baksana neredeyse yediden yetmişe küçüğü-büyüğü kuyruğa girmiş, ya çıkarsa deyip avanta peşine düşmüş. O zaman ben niye okuyayım ki; alayım bir bilet, bir de çıkarsa kısa yoldan köşe olur, yattığım yerden para kazanmış olurum. Bu kadar millet toplandığına göre vardır bir bildikleri..." dese kim ne cevap verebilir?

Maalesef görünen bu! Yani alın terletmeden kısa yoldan köşeyi dönme. Zengini, fakiri kuyrukta. Hepsi bir umut "Ya çıkarsa" peşinde. 

Geçmişi ta Osmanlı'ya kadar gitmekle beraber 1939 yılında adı konulan Milli Piyango her kesimden insana umut dağıtmaya devam ediyor. İşin garibi başında da milli ifadesi var ve devlet eliyle yürütülüyor. Bir nevi kumar! Hatta ta kendisi!  Bu işin devlet eliyle yürütülmesi bunu meşru kılmaz. Devlet kendi eliyle vatandaşa kumar oynatıyor. Kendisi yüklü paralar kazandığı gibi milyonlarca satılan biletlerden 4 kişiyi sevindiriyor. Diğer müşteriler, umutlarını önümüzdeki yılın yeni yıl biletlerine saklıyor.

Çoğunluk üzülürken bir anda milyonlara konan ve sevince gark olan 3-4 kişiye iyilik mi yapılıyor yoksa kötülük mü? Bence kötülük yapılıyor. Emek sarf etmeden aynı anda milyonlara kavuşan kişinin sağlığı bozulur, haydan gelen huya gider misali vur paylasın, çal oynasın diyerek harcıyor da harcıyor. Bakmayın televizyonların kuyrukta bekleyenlere "Talihli siz olursanız, bu parayı nasıl değerlendireceksiniz" diye sorduklarında "Efendim! Hacca-umreye gideceğim, Çocuk Esirgeme Kurumuna vereceğim, fakirlere dağıtacağım, cami-okul yaptıracağım, eğitime harcayacağım..." şeklinde cevap verdiklerine. Bekara avrat boşamak kolay dendiği gibi çıkmadan önce bol keseden atıp dağıtanlar eğer kendilerine çıkarsa ekseriyeti sözünde de durmuyor. Ki sözünde dursa bile bu şekilde gelen para hayra harcanmaz. Harcansa bile sevabı yoktur. Hayır da gelmez. 

Devletin, hayır getirmeyen bu işi kendi eliyle yürütmesinin yanında televizyonların  her gün yılbaşı biletlerini haber konusu yapması da vatandaşı teşvik etmektedir. 

Toplumsal tabanı oluşmuş olan bu şans oyunlarından devletin bir an evvel kurtulması, kurtulamıyorsa özelleştirmesi, bunu da yapamıyorsa başındaki 'Milli' kelimesinin kaldırılması yerinde olur kanaatini taşımaktayım. Yok bu iş, böyle geldi, böyle gidecek deniyorsa en azından televizyonlarda özendirilmemesi gerekir.

Allah herkese emeğinin karşılığını aldığı, emek sarf edilmeden para kazanmamayı, alın terletmeyi nasip etsin. Kimi kimseye muhtaç etmesin. Helalinden rızık versin. Bu topluma da emeksiz yemenin ayıp olduğu, asıl olanın çalışmak olduğu bilincini versin. Boğazından haram lokma geçirmesin. 03.01.2018 Ramazan Yüce 

*** 06/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


2 Ocak 2018 Salı

Gül ile Çok Oynamak

İnsanların çok sevdiği bir çiçek türüdür gül. Birçok rengi vardır. Her bir renge ayrı ayrı anlamlar yüklenmiştir. Adına nice şiirler yazılmıştır. Sevgiliye takdim edilen en güzel hediyedir. Hemen suyun içine konur solmasın, kurumasın diye.

Çiçek/gül dalında güzeldir. Hem göze hitap eder, hem de gönle. Buram buram tüter. İnsanın içini açar. Koparmaya kıyamaz insan. Seyrettikçe seyreder. Tasavvuf edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Hz Muhammed'e gül Muhammed denir.

Herkesin yanında özel bir yeri olan gül, narindir, kibardır. Okşamasını, tutmasını bilmeyenlerden hıncını iğnesini batırarak alır. Çünkü dikeni vardır. Gül, dikeniyle beraber güldür. Aynı zamanda kırılgan ve alıngandır. Ne zaman küseceği, neye alınacağı belli olmaz. Belki de istediği; ilgi, alaka ve okşamadır. Çünkü gıdası budur. Yeterince gıdasını alamayınca hayatı zindan olur. Hayat kendisine zindan olunca içine kapanır, kolay kolay açmaz. Açsa da yüz güldürmez. Çünkü kendisi gülmeyince etrafına da zırnık koku vermez. Belki de iltifat bekler. Görmediği iltifat onu yalnızlığa iter. Kendisine tat vermeyen gül; açsa bir türlü, açmasa bir türlü.

Hayatın vazgeçilmezi gülün, günlük hayatımızda var olması, bize koku vermesi, bize enerji vermesi, bizden biri olması isteniyorsa güle gıdasını vermek, gerekirse okşamak gerek. Zira almadan vermek sadece Allah'a mahsustur.

İnsanlar da gül gibi değil midir? Ne zaman kırılıp alınacağı belli olmaz. Zira her insanın bir damarı vardır. Dün bizden biri olan bugün bize yabancılaşmışsa, ırak illere gidiyorsa, içimize girmiyorsa o zaman ortada bir sorun var. Önce bu sorunu bularak başlamalıyız işe. Bunun yolu iletişimdir. Diyalog ortamı olmayınca ortalık üçüncü şahıslara kalır. Var gücüyle nefret pompalarlar. Böyle durumlarda yetkili ve yetkisiz kişilerin ağzını tıkamak gerek. Yoksa iş, birbirine rakip olmaya, hatta kan davasına kadar gidebilir. Bu zeminin oluşmasına tarafların sessizliği, ulu orta meydanlarda birbiri hakkında konuşması tetikler.

Herkesin ağzını tıkamanın yolu, tarafların bir araya gelmesi, alındıklarını ortaya dökmesi, birbirinden bekledikleri hassasiyetleri ortaya koymaları, birbirini anladıktan sonra kamuoyunun karşısına birlikte çıkıp ortak açıklama yapmaları en akıllıca hareket olur kanaatindeyim. Böyle yapılmazsa gül, yüz güldürmez. Biz güle, gül de bize üzülür. Bir zaman sonra kılıçlar çekilir, testi kırılır. Kırılan tek taraf olmaz. İkisinden de alır, götürür. Bundan camia zarar görür.

Unutmayalım ki dostun attığı gül yaralar. Ama güle atılan gül de gülü yaralar. Gülü başkasına yar etmeyelim. Biz güle gülelim, gül de bize gülsün. Biliyorsunuz gülümsemek de bir sadakadır. Haydi var mısınız sadaka kazanmaya! 02.01.2017



1 Ocak 2018 Pazartesi

Eleştiri ve Öneriye Niçin Sert Tepki Gösteriyoruz?

Bizde hamama giren terler diye bir söz vardır. Kim bir yere girerse veya giderse, çıkarsa, bir iş yaparsa terlemeyi göze alıyor demektir. Hayatta kolay hiçbir iş yoktur. Her işte mutlaka risk vardır. Beklenmeyen durumlarla, sürprizlerle karşılaşması muhtemeldir insanın.

Toplum içerisine çıkıp iş yapacaksa ilk önce eleştiri ve öneriye açık olması gerekir. Kimi iyi niyetle, kimi de art niyetli olarak eleştirir. İlk önce eleştiri, tenkit ve önerilere tahammül etmeyi bilecektir. Aynı zamanda kimin iyi, kimin de kötü niyetle söz söylediğini de bilecektir. Sapla-samanı ayırt edecektir. Yaptığı bir işi eleştireni paylamayı bırakacaktır. Önüne geleni haşlamayacaktır. Soğukkanlı bir şekilde konuşulanı dinleyip kiminin eleştirilerini dikkate alacak, kimine cevap verecek, kimine teşekkür edecek, kimine hiç cevap vermeyip sessiz kalacak. Öyle her önüne gelene ayar vermeyecek. Ekip ruhuna önem verecektir. Her işi kendisi yapmaya kalkmayacaktır. 

Bazı cevapları birlikte çalıştığı kişilerin vermesini sağlamalıdır. Kendisine makul dinlenme ve tatil ayarlamalıdır. Çünkü her işe koşturan, uyku-durak bilmeyen, her eleştiriye cevap veren bir vücut yorgun ve bitkin düşer. Vücut yorgunluğu, zihin ve beyin yorgunluğunu beraberinde getirir. Yeterince dinlenmeyince makul düşünemez. Her işini sertlikle gidermeye çalışır.

Toplum içinde amme adına iş yapanlar kim olursa olsun eleştirilir. Eleştiri, vatandaşın hakkıdır. Hamama giren terlemeyi göze alması gerekir.  Çünkü çoğu zaman işler beklendiği gibi gitmez, evdeki hesap çarşıya uymaz. Terlemeyi kabul etmeyenin hamamda işi olmaz. Evinde oturmalı, başka da bir iş yapmamalı. Hatta bu tiplerin toplum içine bile çıkmaması gerekir. Gerekirse 3-5 koyun alıp meralarda çobanlık yapsa yeridir.

Kimse layüsel değildir. Vazgeçilmez hiç değildir. Devir, ikna devridir. Ben yaptım oldu dönemi geride kalmıştır. Dost-düşman ayrımı yapmadan, kimin iyi niyetli olup olmadığını test etmeden herkese ayar vermek hayra alamet değildir. Belki de kibir göstergesidir. Zirveden inişe işarettir. Zira bu yöntem çoğu kimseyi kırar, alınganlık ve kırgınlıklara sebebiyet verir.  İnsanlar, özellikle sevdikleri yavaş yavaş uzaklaşır.  Bir de bakmışsın ki etrafındaki yığınlar içinde yapayalnız kalıvermiştir. 01.01.2018 Ramazan Yüce