15 dakika kuralıyla ciddi bir kurum olduğu imajını veren ÖSYM, yerleştirmede yeniden hesaplama yaparak yaptığı hesap hatasını düzeltti. Daha önce yerleştirdiğini 'pardon' diyerek kapı dışarı etti. Yerleştirmediğini yeniden yerleştirerek sevinen ve sevinmeyenlerin dengesini korudu. Önce sevindirdi sonra üzdü. Ardından tekrar üzdü, sonra sevindirdi.
Yaptığı bu yeni değerlendirme ile tekrar gündem olmayı başaran ÖSYM'yi tebrik eder, başarılarının devamını dilerim. Hata denirse yaptığı bu hata kadı kızında da olur. Ne kadar hata yaparsa yapsın, bir iyi yönün var. Hatasını hemen telafi ediyor, 15 dakika kuralı hariç...
Eksik olma ÖSYM! İyi ki varsın...
Madem yaptın yapacağını! Haydi bir iyilik daha yap. Açılımı, 'Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi' olan adını, 'Öğrenciyi Sevindirme/Sevindirmeme Yönetim Merkezi' olarak değiştir de tam olsun. İşte o zaman kimse eksiklik bulamaz sende. Ama ne yaparsan yap, 15 dakika kuralından hiç vazgeçme! 13.08.2017
14 Ağustos 2017 Pazartesi
Alametifarikam: Saçlarım
1994
|
![]() |
1990 |
Nereden nereye? İlkokula gitmemle beraber başkasının "Çilli" demesiyle yüzümü; boyalı, kınalı denmesiyle saçımı tanıdım. Zaman zaman "Boyalı," "Kırmızı," "Sarı," "Turuncu," "Havuç kafa" dendi. Ben kendimi renk özürlü biliyordum. Farklı farklı tanımlamalardan bu özrün başkalarında da olduğunu gördüm. İsmimle değil de Allah Teala'nın "Sıbğatullah" boyasıyla boyadığı saçımın rengi ile zikredilmem özellikle küçüklüğümde zoruma giderdi. Çoğu zaman içime atar, üzülürdüm. Bazen de gözyaşı dökerdim ıssız, bucaksız köşelerde.
Tarak geçmez, sıkı, sert saçlarımdan berberler de nasibini aldı. Benim saçları keserken zorlanırlar, elleri yorulurdu. Her fanide olduğu gibi bendeki saçların dökülmeye ve seyrelmeye başlaması öyle zannediyorum, en fazla berberleri sevindirmiştir. Şimdilerde keserlerken fazla zorlanmıyorlar artık.
![]() |
2016 |
Görüldüğü gibi ne turunculuk, ne havuçluk, ne de kırmızılık kalmış. Alametifarikam olan saçlardan pek eser kalmamışa benziyor.
Ne gelirse O'ndan'dır. Dünkü boyamdan da razıyım. Bugünkü boyamdan da. Mühim olan huy güzelliği.
Bu arada 1994 yılında öğrencilerimin çektiği fotoğrafımda görünen kravat halen duruyor. Zaman zaman takarım. Olur ya belki merak edersiniz. 22/02/2016
13 Ağustos 2017 Pazar
Dama taşıyla oynar gibi oynuyor ÖSYM bizimle *
2017 yerleştirme
sonuçlarını açıklamasının ardından iki gün sonra ÖSYM yeniden yerleştirme
yaparak hata ve yanlış zincirlerine bir yenisini daha ekledi ve istatistiklerdeki
yerini aldı. Bu açıdan zengin bir koleksiyona sahip. İleride bir brifing
şeklinde açılışını yaparak hangi yılda hangi hataları yaptığını gösteren
koleksiyonunu özel davetlilerine gösterirse iyi olur. Ki bunu fazlasıyla hak
etti. Hatta bir müze açsa daha iyi olur. Zaten para sorunu da yok.
ÖSYM’in son
düzeltmesiyle, 1110 adayın ilan edilen yeri değişmiş, daha önce herhangi bir
programa yerleşemeyen 1628 aday yeni bir programa yerleştirilmiş, daha önce
yerleştiği ilan edilen 1499 aday ise herhangi bir programa yerleşememiştir. Tabir
yerindeyse dama taşıyla oynar gibi oynamış ÖSYM öğrencilerle. Sonu özürle biten
bu düzeltme sonucunu değerlendirirsek sevinenlerin sayısında 129 kişilik bir
artış söz konusu. Bu açıdan bakılırsa ÖSYM’nin hatasında müspet yön ağır basar.
İster beğenin, ister beğenmeyin durum bu. Zaten ÖSYM övgü ve yergilere kapısı
kapalıdır. Düzeltmesini yapar, yeteri kadar açıklamaya yer verir, sonra yapacağı
diğer hatalara yoğunlaşmak üzere kabuğuna çekilir.
ÖSYM, hem sınav öncesi,
hem sınav uygulaması, hem de sınav sonrası iş ve işleyişiyle hep gündemimizde
maşallah! Kah başarı sıralamasında hata
yapıyor, kah soruların doğruluğu ve yanlışlığıyla, kah kopya skandallarıyla, kah
sınav sorularını yayımlamamasıyla, kah yerleştirmede yaptıklarıyla tartışmaların
odağı haline gelip zirveyi kimseye kaptırmıyor. Geçen seneden beri uyguladığı
sınav öncesi 15 dakika kuralı ise binlerce öğrencinin o yıl sınava girememesine
sebebiyet verdi. Çoğu kimsenin intizarını aldı, öbür dünyada öyle zannediyorum
bilerek veya bilmeyerek yaptığı bu tasarruflarıyla sevap hanesi epey kabarık.
Zira gelen dua ediyor onlara, giden duayı eksik etmiyor.
Hatadan dönmek ve hata
yaptığını açıklamak bir erdemdir. Zira hatasız insan olmaz, insanlar da hata
yapar, kurumlar da. Zira kurumlar da insanlardan oluşmaktadır. ÖSYM, öğrencinin
yaptığı hatalarda acımasız davranabiliyor ve geri adım atmıyorken kendi yaptığı
hatayı sessiz sedasız düzeltme yoluna gidiyor. Yıllardır hatasına hata
ekleyerek her geçen yıl çıtasını yükselten ÖSYM’de işin garibi kimse bedel
ödemiyor. Olan hep adaylara oluyor nedense. Ceremesini öğrenciler çekiyor. Nasıl
15 dakika kuralına takılan adaya, önümüzdeki sene sınava girmek üzere kendisine
bir bardak soğuk su ikram edilirken ÖSYM’de de sorumluları kim ise kapının
önüne konmalı, konmakla da kalınmamalı, hakkında idari ve adli soruşturma başlatılmalı.
Aldığı ceza kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Son yapılan hatada daha
önce bir program kazandığı ilan edilen 1499 adaya ayıp edilmiştir. Hiç şık
olmamıştır. Pekala, bunun için bir alternatif bulunabilirdi. Bu adaylar boş
kontenjanlara kaydırılabilir veya kazandığı söylenen programın kontenjanı
artırılabilirdi. Zira büyüklük budur.
Hasılı, hatasıyla
sevabıyla bir yerleştirmenin daha sonuna gelindi. ÖSYM de bizim bir kurumumuzdur,
onu göz bebeğimiz gibi korumalıyız. Zira yıpratılırsa kimsenin güveni kalmaz.
Ama ÖSYM de burnundan kıl aldırmamayı bir tarafa bırakıp yaptığı hatalardan
ders alma yoluna gitmelidir. Sonuçları bir an evvel açıklayacağım diye acele
etmemeli, yoğurdu üfleyerek yemelidir. Nasıl ki sınavlarda görevlilerin yapacağı
iş ve işleyişler dakika dakikasına bir kitapçık halinde veriliyorsa aynı
kitapçığı ÖSYM, kendisine de çıkarmalı, bir sonucu açıklamadan önce yapıp
yapmadıklarının bir güzel kontrolünü yapmalıdır. Her şeyden emin olduktan sonra
düğmeye basıp sonuçları açıklamalıdır. 13/08/2017
* 16/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 16/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Bu okullara yazık ediliyor
Açılışından bu yana İHL'ler inişli-çıkışlı bir seyir
izledi. Gündemden hiç düşmedi, hep adından söz ettirdi. Bir kesim hep öcü gibi
baktı, diğeri ise göklere çıkardı. Açıldı, kapandı, öğrenci sayısı
azaldı-arttı, meslek liseleriyle birlikte önüne katsayı engeli kondu, budandı.
Katsayının kalkması ve 4+4+4 ile birlikte hem okul açısından hem de öğrenci
açısından zirve günlerini yaşıyor İHL'ler. Bunda hem vatandaşın talebi hem de
yetkililerin teşvik ve tasvibi etkili olmuştur.
Zaman zaman bu okullara ve mezunlarına üvey evlat muamelesi
yapıldı, zaman zaman da öz evlat muamelesi gördü. Aslında her iki bakış
açısı da sakattır bana göre. Aşırı nefret ve aşırı sevgi -sonuçları itibariyle-
aynı kapıya çıkarır bizi.
İHL'ler tıpkı diğer okullar gibi bu ülkenin bir gerçeğidir.
Düşüncemiz ne olursa olsun öncelikle bunu kabul etmemiz gerekir. Özellikle
İHL'lere soğuk bakanlar, burun kıvıranlar İHL gerçeğini özümsemelidir. Zira
İslam var olduğu müddetçe İHL'ler de olmalıdır ki din buralarda öğrenilebilsin.
Dini buralarda öğrenme imkanı vermezsek doğuştan gelen din ve inanma ihtiyacını
insanlar devletin gözetiminde değil, bu sefer merdiven altında öğrenme/öğretme
yoluna gider. Bu okullara sıcak bakanların da “Bu okullar olmazsa olmaz,
mutlaka her yerde olmalıdır, öğrencisi çoğalmalıdır” düşüncesinden kurtulmaları
gerekir.
Her iki kutup da bu okulları normal seyrine bırakmalıdır.
Amaç bu okul sayısını ve öğrenci mevcudunu artırmaktan ziyade buraların doğru
dinin öğrenildiği, iyi bir temelin verildiği, akademik başarıyla ön plana
çıkmış okullar olarak görülmesi lazım. Bu okullar herkesin kendisine doğru
çektiği okullar olmaktan ziyade kalitesiyle konuşulan okullar olması için çaba
sarf etmek gerekir. Kalite gelirse başarı gelir, başarı gelirse bu okullara
teveccüh kendiliğinden ortaya çıkar. İhtiyaç var, vatandaş istiyor diyerek her
bir yere bu türden okul açmak bu okullara yapılacak en büyük kötülük olur.
Unutmayalım ki hiçbir kalite tesadüfi değildir. Önceliğimiz kaliteyi yükseltmek
olmalıdır. Bugün beğenelim ya da beğenmeyelim Robert Koleji ve Galatasaray
Lisesi sahasında tek olmak suretiyle zirveyi hiç bırakmıyor. Bizler İHL türünü artırmak
istiyorsak bir ilde belli sayıda açarak önce kaliteyi yakalayıp ardından belli
sayıda yeni okul açma yoluna gidilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde binası çok, öğrencisi
bol ama kalite yakalanamamış okullar olursa hiç şaşırmayalım.
Şimdi 2017 TEOG birinci yerleştirmelerine göre bir il
merkezinin okul türlerine göre taban ve tavan puanlarına bir göz atalım önce.
Sonra söyleyeceğimizi söyleyelim.
Lise
|
En düşük taban puan
|
En yüksek taban puan
|
Okul sayısı
|
Fen
|
490
|
495
|
3
|
Anadolu Liseleri
|
414
|
487
|
21
|
Sosyal Bilimler
|
453
|
1
|
|
Mesleki ve Teknik
|
55
|
367
|
22
|
Sağlık Meslek
|
400
|
404
|
2
|
İHL
|
131
|
481
|
25
|
Görüldüğü gibi Fen Liseleri zirveyi bırakmamış, hemen
arkasından Anadolu Liseleri zirveye ortak olmuş, ardından Sosyal Bilimler geliyor,
Mesleki ve Teknik Liseler bünyesinde olmasına rağmen Sağlık Meslekler 400
puanlarda yer bulabilmiş, diğer Mesleki ve Teknik Liseler en altta kalmış, İHL’lerin bir tanesi zirveye
ortak olmaya çalışırken diğer çoğu yerlerde sürünüyor. Tedbir alınmayıp bu
şekilde giderse kalkıp dirilmesi mümkün değil. Katsayı adaletsizliğinden beter
bir taban puan var karşımızda. 131 taban puanla öğrenci alan bir okulun YGS ve
LYS’de Mesleki ve Teknik Liseler hariç diğer okul türleriyle yarışabilmesi
mümkün değildir. Bakanlık ve yetkililer bu okullarda var olan kalite sorununa
neşter vurmak için kolları sıvayarak 25 İHL’den 9 tanesini proje kapsamına almak
suretiyle bu okullar 400 puanın üzerinde tutunabilmiştir. Haydi diyelim ki proje
kapsamına alınan okullar diğer okullarla yarışa girerek akademik başarıya ortak
olabildiler. Ya geriye kalan 16 okul ne olacak? Buradan mezun olan çocuklar
diğer okullarla nasıl yarışacaklar? Nasıl üniversiteli olabilecekler? Mesleki
ve Teknik Lise öğrencisi üniversiteyi kazanamasa da en azından sanayide ara
eleman olarak iş bulma imkanı var. Ya İHL’den mezun olup üniversitede istediği
bölüme yerleşemeyenler ne yapacaklar? Nerede istihdam edilecekler?
Bu konuda soruları çoğaltabiliriz. İHL’lerin sayılarının
çoğalmasını isteyenlerin iyi niyetinden şüphem yok. Ama tabloda görüldüğü gibi
bu iyi niyet iyi sonuç vermeyecek gibi görünüyor. Kimsenin iyi niyetini
sorgulama imkanım yok ama bu okullara kötülük yapılıyor. İnşallah yanılmış olurum.
13/08/2017
11 Ağustos 2017 Cuma
En iyisi Hayrettin Hoca'yı Asalım! *
03/08/2017 tarihinde Hayrettin KARAMAN Yenişafak’taki köşesinde ‘Başörtülü
sigara’ başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazısında sigaranın sağlığa zararlı
olduğunu, içmenin haram olduğuna değiniyor. Bir bölümünde de “Ben başını örten ama göstere göstere
sigara içen bir bayan gördüğümde şöyle bir intibaa kapılıyorum: Sanki farklı
olanlara şunu diyor: “Siz benim başımı örttüğüme bakmayın, benden ümidinizi
kesmeyin, sizinle paylaşacağım daha çok şeyim var.” diyerek başörtülü
bayanların toplumun içinde içtikleri sigarayı edebe mugayir gördüğünü şeklinde
kendi izlenimini ifade ediyor.
Altını çizili olarak verdiğim kısım kıyameti koparmaya yetti. Kimin
içinde neyi varsa işini-gücünü bırakarak 83 yaşındaki dedeleri mesabesindeki
bir ilim adamına vurdular da vurdular. Sayın Karaman, kadınlarla ilgili yazdığı
kısmın kendi maksadının dışında başka manaya çekildiğini duyar duymaz
06/08/2017 günkü yazısında “Böyle bir kastının
olmadığını, eğer böyle anlaşılmışsa helallik diledi, kimseyi iffetsiz, namussuz
ve hafif olarak değerlendirmediğini” açıkladı. Ama fırtına dinmedi. Gelen vurdu,
giden vurdu hocaya. Eski defterlerini karıştırdılar, ilim adamlığına laf
ettiler, özür dilemeye çağırdılar, ‘Mümkünse cennette bile karşılaşmayalım’
dediler, görmedim ama Hoca’nın yazdığına göre ‘yuh’ bile demişler. Tüm fırtına “Benden ümidinizi kesmeyin, sizinle
paylaşacağım çok şeyim var.” cümlesi üzerine. Tepki gösterenler kimler? Gelen
tepkileri ve tepki verenleri görünce şaşırdım doğrusu. Kendi mahallesinin
insanları. Başkası tepki gösterse diyeceğim ki bunların niyetleri belli, fırsat
bu fırsat hocayı boğmaya çalışıyorlar. Acaba bu yazar, çizer ve siyasi olanlar
bu günlerde konu sıkıntısı mı çekiyorlar, ya da rakip mi bulamadılar da Hoca’nın
üstelik ‘intibaa’m dediği cümle üzerinden vurmaya çalışıyorlar. Açıklama yapmasına rağmen Hoca’nın üzerine
gelinmesini hiç iyi niyetle bağdaştıramadım doğrusu. Acaba bir yerlere mesaj mı
vermek istiyorlar. Hayrettin Hoca’nın ilim adamlığını sorguluyor, gazete ve
televizyonların köşe başlarını tutmuş torunu yaşındaki mahallenin yeni
yetmeleri.
Haydi diyelim ki, Hoca maksadını aştı bu cümlesiyle. Anladığınızı ‘kastetmedim,’
dedi. Yine kesmedi. Daha ne istiyorsunuz? Sonra Hoca’nın kastetmediği ve çıkarmadığı
o anlamı nereden çıkardınız? Zira neyi kastettiğini en iyi yazan bilir.
Amacınız üzüm yemek değil gayri, belli. Tepki gösterenleri tenzih ederim ama yoksa
bilinçaltınızı mı ortaya koyuyorsunuz? Ben de o cümlesinden, “Bakın başım
örtülü, beni dışlamayın, zira ortak noktamız çok. Bakın ben de sizin gibi
sigara içiyorum,” demek istediğini anlıyorum. Bir an için Hoca’nın
yazdıklarından sizin anladığınız anlam da çıkar diyelim, ki düşünürsek çıkar,
yazının tümünü okumazsanız. Fakat birden fazla anlama gelen bu kısımdan niçin
olumlu olan mana aklınıza gelmiyor, niçin hayra yormuyorsunuz? Açıklamasıyla
niye yetinmiyorsunuz? Bu mahallenin insanları da Hayrettin Hoca’nın niyetini
maksadını anlamıyor veya anlamak istemiyorsa diğerlerine hiç kızmaya hakkımız
yok. Gerçekten ne istersiniz adamdan? Allah gecinden versin, ömrünün son
demlerini yaşayan ve kanser tedavisi gören bir insan acaba faydalı olabilir miyim
diyerek dilinin döndüğü kadar yazmaya çalışıyor. Kimseden bir beklentisi de
yok.
Akıttığınız zehirden şu fıkra aklıma geldi: “Birkaç rahip yolculuk
yaparken bir dere kenarına gelirler. Dereden atlayıp karşıya geçecekler. Orada
dereden geçmeye çalışan bir kadın var. Zira sudan korkuyor. Rahiplerden yardım
istiyor kadın. Rahipler kadına yardım etmeye yaklaşmıyorlar. Zira kadına
dokunmaları, kadını sırtına almaları deruhte ettikleri makama yakışmazdı.
Rahibin bir tanesi kadını sırtına aldığı gibi karşıya geçiriyor. Kadın yoluna,
rahipler de yollarına devam ederler. Günler geçtikten sonra arkadaşı rahibe, “Kadını
sırtına aldın o gün,” diyor. “Evet bir iyilik yapıp sırtıma aldım, karşıya
bıraktım. O iş bitti, orada kaldı. Bakıyorum ki o günden beri senin hiç
aklından çıkmamış” cevabı veriyor rahip.
Hayrettin Hoca da ömrünün sonlarında bir iyilik yaptı. Neyi kastettiğini
açıkladı, yeterli görmediysek en doğrusunu Allah bilir, öbür dünyada hesabını
verir. Bu işi tadında bırakın artık. Vurmayın Hoca’ya. Bilin ki Hoca’nın
Anadolu insanının gönlündeki yerini hiçbiriniz yok edemezsiniz. Üstelik ne
dediğini, ne demek istediğini bu ülkenin elleri nasırlıları anladı. Sizin onu
anlamanız mümkün değil. Hoca, 10/08/2017 günü yine aynı konu üzerine bir yazı
daha kaleme aldı. Hoca, 3 değil, üç bin yazı kaleme alsa sizin anlayacağınız
yok. Size kendini anlatacağına deveye hendek atlatsaydı şu ana daha başarılı
olurdu.
Hocanın siz varken başka düşmana ihtiyacı yok. İyi ki varsınız, eksik
olmayın. Sahi Hayrettin Hoca’yı assak rahatlar mısınız? Hatta lime lime yapalım
etlerini öldürdükten sonra. Yeter ki kızgınlığınız, saldırınız bitsin.
10/08/2017
* 12/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 12/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
10 Ağustos 2017 Perşembe
Sigara ve saygı
Günümüz nesli pek bilmese de sigara bu toplumun içine
girdiği andan itibaren beraberinde bir saygıyı da getirmişti. Çünkü
geçmişte zararları bugünkü kadar bilinmese de içilmesine rağmen toplum pek
sıcak bakmamıştır.
"İçmesek
iyi olur ama tiryakilik...içiyoruz işte!" denerek içen yine içmeye
devam etti. Ama her içen birinden özellikle büyüğünden habersiz, gizlice içti.
Kimi babasından, kimi ağabeyinden, kimi öğretmeninden gizledi içişini.
Büyükleri içtiğini bilse bile yanlarında içmedi. Uzaklaşıp ya dışarıda içti
geldi, ya da evin tuvaletinde. Mezun olduğu okuldan yıllar geçse de öğretmenini
gördüğü zaman ya avucunun içine gizledi, ya da yavaşça yere attı. Bir yerde
alenen sigara içecekse önce kim var etrafımda diyerek sağa-sola göz attı.
Büyüklerden biri sigara içen bir yakınını görmüşse ya
gelmesini yavaşlattı, bir sigara içimi kadar oyalandı, ya da yaklaşırken
öksürerek geldi. Bu, "Ben geliyorum, tedbirinizi alın,
toparlanın" demekti. Kendinden küçük bir içeni gördü mü, "Bak evlat,
kendin bilirsin ama ben bu zıkkımı şu kadar yıldır içiyorum, bırakmak istiyor,
fakat bırakamıyorum. Yol yakınken bıraksan iyi olur" derdi. Sigara
içen gençler büyüklere özellikle anne ve babalarına söylemesinler diye
yanlarındaki küçüklere de zorla bir iki defa çektirirdi.
Her
geçen yıl sigaranın israf boyutu ve sağlığa verdiği zarar ortaya çıkmaya
başladı. Devlet bir taraftan sigarayı kendisi üretip satışa sundu, diğer
taraftan sigarayla mücadele için Yeşilay’ı kurdu. Devletin bu yaptığı bataklığı
kurutmaktan ziyade sivrisinekle uğraşmaktı. Dünyada sigara bir sektör haline
geldi. Hem satışında teşvik var hem de mücadelede. Hatta "Dünya
Sigarasızlık Günü" bile ihdas etti belirli günler arasında.
Türkiye ve dünyada sigara içenlerin sayısında azalma olacağı beklenirken artış
oldu. Üstelik sigaraya başlama yaşı her geçen yıl küçük yaştaki çocuklara kadar
indi. Üstelik sadece sigara kesmiyor bugün.
Son
yıllarda sigara ile mücadele adı altında içmeyenleri koruma amaçlı kanun
çıkarıldı, kapalı yer ve kamuya ait olan yerlerde sigaranın içimi yasaklandı.
Hastaneler, doktor gözetiminde sigarayı bırakmak isteyenlere seanslar
uygulamaya başladı.
Burada
amacım sigaranın tarihçesi değil, sigara içenlerin büyüklerine saygısı idi.
Girişte nispeten bahsettim bunu. Geçmişte yapılan bu saygıyı abartılı
bulabilir, özellikle tuvalette içilen sigarayı eleştirebilirsiniz. Tuvalette
sigara içmeyi ben de sıcak görmem. Bunu sadece eski insanların hassasiyetini
dile getirmek için ifade ettim. Yine bu toplum kendisi sigara içse de
cami imamının, bir ilahiyatçının sigara içmesini tasvip etmemiştir. "Hocalar
da içer mi" demiştir. Yine toplum erkeğin sigarasını tasvip etmese
de makul görmüş, fakat kadınların içmesine sıcak bakmamıştır. Bayanlar arasında
içiciler artınca başörtülü olanların sigara içişini tasvip etmemiştir. "Bir
de başı örtülü" demiştir. İlahiyatçı da, başı örtülü de bu
toplumun bir ferdi. Toplumun gidişatından etkilenmemesi mümkün değil. Hele
sigaraya şu ya da bu nedenlerle başlamışsa kendisine mubah gördüğünü dinin bir
simgesi olan başörtüsüne, dini bildiğine inandığı din hizmeti yapan kişilere
mubah görmemiştir. Katılın veya katılmayın toplumun değer yargısı bu.
Ben
de sigara içen birisiyim. Nerede sigara içsem kimse bana bunu yakıştıramamış ve
bunu bana açıkça söylemişlerdir. Bundan dolayı da kimseye tepki göstermedim ve
"haklısınız" dedim. Günümüzde kimse burnundan kıl
aldırmıyor. Kazara sigara içicilerin arasında bazılarının daha bir hassasiyet
göstermesi gerektiğini ifade edenlere ağır eleştiriler getiriyor, demediğimizi
bırakmıyoruz. Üstelik söyleyen kim, niyeti nedir demeden dedemiz yaşındaki
insanları rezil etmeye çalışıyoruz. Sigara konusunda dünün saygı anlayışından
geçtim, kazara dile getiren olursa yerin dibine batırıyoruz. Kılıçları öyle çekiyoruz
ki sigara içen başörtülüleri eleştirdiği için cenneti garantilemişiz gibi
"aynı cennette karşılaşmamayı" dile getiriyoruz.
Ben
öğrencinin öğretmeninden sigara ve çakmak istemesinden, içtiği sigarasını
hocasının yüzüne üfürmesinden, başı örtülülerin alenen içmesinden geçtim.
İsteyen istediği yerde içsin. Zira herkes kendisine yakışanı yapar. Büyüklere
laf düşmüyor artık. Devir, toplum içine çıkmadan toplumdan soyutlanma
zamanı, Anadolu'nun ücra bir yerinde üç-beş hayvana bakma zamanı.
Zira ortalık laf ve sözden ne anlattığını anlamaya çalışandan ziyade
suçluluk psikolojisi içerisinde saman altında buzağı arayanlarla
dolu. Savunacak yeri yoksa yaptığı, saldırıya geçip lafı ağzına tıkmak oluyor.
Toplum
içinde yaşamaya devam edeceksek kimseye kaşın üstünde gözün var demeden
içimizden "Keşke bu işi az ötede yapsalar" diye geçirmektir.
Belki de en iyisi bu. Yoksa anandan doğduğuna pişman ederler. 10.08.2017
Ormanların bile adı konmamış bir kanunu var
Biz içlerini bilmesek de ormanlarda yaşayan hayvanat kendi arasında bir
düzen kurmuş. Her bir hayvanın gücü diğer hayvana kadardır. Yaşamaları ve
karnını doyurmaları bile birbirini yok etme üzerine kurulu. Öyle bir düzen var
ki birine karşı aslan kesilen hayvan diğerine karşı kedi olabiliyor. Biri
diğerinin panzehiri durumunda. Her biri kendi çapında yaşam mücadelesi veriyor,
zayıf da olsa güçlü de olsa her biri durumuna razı.
Çok değil yakın zamana kadar birlikte yaşayan insanoğlunun yaşantısı da
ormanda yaşayan hayvanların durumuna benzerdi. İçine sinse de sinmese de
toplumda yerleşmiş kurallara uyulurdu. Her birimizin özgürlük alanı diğerine
kadardı. Alanımız gücümüz oranındaydı. Devletin koyduğu kanunlara karşı
boynumuz kıldan inceydi, yazılı bir kuralı olmasa da toplumsal adabı muaşeratımız
vardı. Saygıya dayalı bir korkuydu bizdeki. Yapacağımız bir işi "Başkası
ne der, komşular ne der, el âlem ne der," derdik. "Ailemin yüzünü
kara çıkaramam, önümde atam var, daha bana laf düşmez, ben onları çiğneyip
geçemem. Ne olursa olsun onlar benim annem ve babam" der, onlara karşı
çıkmazdık. Büyüklerin yanında edeple durur, söz verilmeyince konuşmazdık, bize
sorulursa kırmadan, dökmeden cevap verirdik. Haksız bile olsa öğretmene sahip
çıkardık, namaza gitmesek de imamımıza sahip çıkar, onu korur ve gözetirdik. Devlet
dairesine giderken üstümüze başımıza dikkat eder, oradaki memura saygıda kusur
etmezdik. Polisi ve askeri görünce suçlu olmasak da çekinirdik. Hangi öğretmen
iyi veya kötü değerlendirmesinde bulunmazdık. Giyim ve kuşamımızda bile
toplumun değer yargılarını gözetirdik. Muayene için doktorun karşısına
çıktığımızda acılar içinde kıvranır olsak da heyecana kapılır, ama saygıyı
elden bırakmazdık. Kolay kolay "Doktor bey, rahatsızlığım ne" diye
soramazdık. Dışarıda bizi bekleyen doktor ne dedi diye sorduğunda bilmem şu
reçeteyi yazdı derdik. Kaymakam, vali vs devlet adına iş yapanların bir
ağırlığı vardı yanımızda.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Yukarıdaki yazdıklarımın doğruluğu iddiasında
değilim. Özellikle devlet dairesine gittiğimizde hakaretin, küçümsemenin
alasını gördük çoğu zaman. Kolay kolay derdimizi anlatamadık. Ayıplanırız
düşüncesiyle duygu ve düşüncelerimizi bastırdık. Toplum ayıplar diye yapmak
istediğimiz makul olanları bile yapamadık. Geçmişte yapılan muamelelerin çoğu
kişiliğimizi zedeleyen, öz güvenimizi yok eden davranışlardı. Çoğu zaman da
eleştiri konusu yaparım geçmiş değer yargılarımızı, görgü kurallarını.
Günümüzde ise yukarıda verdiğim örneklerin tersi bir durum yaşıyoruz.
“Özgür bir bireyim, bana kim karışır, anam ve babamın bana müdahalesi bir yere
kadardır, öğretmen de kim oluyor, doktor ve memurun vergisini ben veriyorum,
onlar ve diğer kamu adına çalışanlar benim işimi yapmakla yükümlüler, çocuğum
ne yaparsa yapsın öğretmen çocuğuma ters bile bakamaz, sınıfta bırakamaz, düşük
not veremez. Dışarıda istediğim gibi giyinir, istediğim gibi hareket ederim.
Eşim ne karışır, ben de bir bireyim. Polis ve askerden niye çekineyim, başbakan
da kim oluyor, hayır vali ne karışır, falan hoca haddi aştı, kendini ne
sanıyor, ben İslam’ı ondan daha iyi bilirim…” gibi sözleri söyleyerek
doğru-yanlış, savunulur veya savunulamaz geçmiş ne kadar müktesebatımız varsa
tersine çevirdik bugün.
Geçmiş muamelelerin çoğu öz güvenimizi yok ediyor, bizi sindiriyordu. Şimdi
ise “Hak arıyorum, ben öz güven sahibiyim" diye yaptıklarımız ise çoğu
zaman hadsizlik, bir sınır tanımamazlıktır. Nedense edepsizliği öz güven olarak
görmeye başladık. İyi mi yaptık? Maalesef iyi yapmadık. Geçmiş muameleler de
iyi değildi, şimdikilerde. İfrat ve tefrit hali her ikisi de. Ortasını
bulamadık bir türlü. Yine de bir tercih yapalım dersek geçmiş muameleler
sıkıcı, baskıcı olsa da, öz güvenimizi yok etse de bir denetim vardı, bir
çekinme vardı. İyi-kötü bir düzen ve ahenk vardı. Tıpkı ormandaki hayvanlar
arasında olan düzen gibi. Şimdi kimsenin kimseye karışamadığı bir dönemi
yaşıyoruz. Herkes kendini dünyanın merkezine koyuyor. Dünya ve içindekiler
kendisine hizmet için yaratılmış sanıyor. Bugün herkese sorumluluk yüklenmiş
ama yetkisi alınmış, etkisiz eleman durumundayız.
Geçmişe dönelim, geçmiş daha iyiydi demiyorum. Zaten dönüş mümkün değil.
Ama bugünkü gidişatımız da pek hayra alamet değil. Önce bunu bilelim. Günümüzde
geçmiş ve günümüzün ortasını bulmaya çalışalım. Zira panzehirimiz budur. Yoksa
bu gidişle kimsenin kimseden çekinmediği bu dönem eskiyi mumla aratacağa
benziyor. 10/08/2017
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)