19 Temmuz 2017 Çarşamba

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir.

Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini.

Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde karşılaşmayı istemezler, karşılaşsalar hemen ayrılmak isterler. Birbirlerine selam bile vermezler. Birbirini yok kabul ederler. Başlarına bir şey geldi mi birbirinin imdadına koşmazlar. Kırgınlık da küsme, mesafe koyma olur ama geçicidir. Bir müddet sonra eski muhabbet ortamına dönebilirler. Dargınlık ise ilanihaye devam edebilir. Barışsalar da eskisi gibi olmaz. Yine birbirlerine mesafesi devam eder.

Anlatmak istediğim zaman zaman karıştırdığımız, birini diğerinin yerine kullandığımız bu iki kelime birbirinden farklıdır. Bu iki kelimenin arasındaki farkı çoğumuz bilse de bir kısmımız ayırt edemiyor. Kazara birine kırılsan adam seni küs sanıyor. Öyle bir havaya sokuyor ki sanki kanlı bıçaklısın. Böyleleri, birbirine yakın bu tür kelimeleri karıştırdığı gibi böylesi dostları bir araya getirip aralarını bulmayı da düşünmüyor. Böyle bir şey aklına gelmediği gibi belki de hoşuna gidiyordur "Oh oh, ne güzel küstüler, ne halleri varsa görsünler" der gibi.

İnsanlar, dostlar günlük hayat içerisinde birbirine karşı kırgınlık, dargınlık yaşayabilir. İçerik önemli veya önemsiz olabilir, bazen incir çekirdeğini de doldurmayabilir. Böyle durumlarda diğer dostların sessizliği, banâne tavrı, aymaz duruşu, işte esas garip olan budur. 19.07.2017

Günümüzde bir üniversite okumak yeterli mi? *

2017 YGS sınavına 2.265.844  öğrencimiz başvuruda bulundu. Bunların içerisinde sınava girmeyen, giremeyen, ya da barajı aşamayan öğrenciler çıktıktan sonra LYS sınavına 1.506.504 öğrencimiz girmiş oldu. Lisans Yerleştirme Sınavı olan LYS'ye girip de 180 barajını aşan kaç öğrenci var bilmiyorum. Zaten amacım rakamlara boğmak değildir. ÖSYM'nin koyduğu barajı geçen üniversite adayları başarı sıralarına bakarak ön lisans ya da lisanslara tercih yapabileceklerdir.

Her yıl yeni kurallar koyan ÖSYM; tıp, hukuk, mühendislik ve öğretmenlik bölümlerini tercih etmek için belirli bir başarı sırası şartını yürürlüğe koydu. Mesela, tıp için ilk 40.000, hukuk okumak için 150.000, öğretmen olmak için 240.000' girme şartı getirdi. ÖSYM'nin amacı, bazı bölümlerde kaliteyi yakalamak, isteyen herkesin istediği bölümü yazmasının ve okumasının önüne geçmek sanırım. Her meslek kutsaldır. Mesleğin iyisi kötüsü olmaz. Bu ülkede her alanda yetişmiş elemana ihtiyaç vardır.  Bu ülkede önemli bölümler sadece bunlardan mı ibarettir? ÖSYM, niçin diğer bölümler için böyle bir tasarrufa gitmez?

Bu sene nereden bakarsak en azından bir milyona yakın öğrenci üniversiteli olacak. Çünkü 200'e yakın üniversitemiz var. Barajı aşan her öğrenci yeter ki tercih yapsın, ister devlet ister vakıf üniversitesi olsun 2 ya da 4 yıllık bir fakülteye girme imkanı var. 

Her okumak isteyeni üniversitede okutalım okutmasına. Zira okumanın yaşı yoktur, zararı da yoktur. En azından biz böyle biliyoruz. Bugün okumak isteyene üniversitelerimiz sonuna kadar açık. Bir fabrikanın ürettiği seri mal gibi biz son yıllarda üniversiteden bol adam mezun ediyoruz. Pekiyi kaçına istihdam alanı açabiliyoruz? Bildiğim kadarıyla çoğu üniversite mezunu boşta geziyor, her geçen gün de işsiz üniversiteli mezun sayısı artmaktadır. 22-24 yaşına kadar okuyan bu öğrenciler alanında iş bulamadıktan sonra ne yapacaklar? Niçin bunun tedbiri alınmaz? Üniversitesini bitirdikten sonra yıllar yılı alanında iş bulmayı bekleyen yüz binlerce öğrenci mevcut. Böyleleriyle karşılaştığınız zaman iş bulamadığı için hayata ve geleceğe karamsar bakan üniversiteli sayısı hiç de az değildir. Bugün 240 bin sıralaması getirilen öğretmenlik için bile daha önce mezun olmuş ama atanamamış bir milyona yakın öğretmen adayı var. Bu demektir ki, eğitim sistemimiz, özellikle üniversitelerimiz hayata adam hazırlamıyor, hayatın içine hayattan zevk almayan, "Ben bir işe yaramıyorum" diyen gençlerin sayısını artırıyor. Böyle giderse gençler arasında onulmaz toplumsal yaralara yol açılacaktır. Ben ÖSYM'nin yaptığından, başarı sınırlaması getirdiği bölümlerin dışında istihdam alanı yok şeklinde anlıyorum. İki yüz kırk bin sıralamasına giremeyen öğrenci iş bulamayacak demektir bu.

Hiç birbirimizi kandırmayalım. Bu ülkede bir iş bulabilmek için okunur. Gözde olan mesleklerin gözde olmasının sebebi ya maaşının iyi olması, ya da atanabilme imkanının olmasıdır. Bu durumda sınava giren her öğrenci en azından ilk 240 bine girmek için yarışmaktadır. Bu çıtayı yakalayamayan boşu boşuna okuyacak, ailesini dört yıl daha ben üniversite okuyorum diye aldatmış olacaktır. 

Devlet ve ÖSYM, ileride meydana gelebilecek toplumsal faciaların önüne geçmek için başka yol haritaları belirlemelidir. En azından bölümünde okumak isteyen her bir öğrenci mezun olduğu zaman kendisine ne kadar ihtiyaç olduğunu, kaç kişi arasından yarışa girebileceğini bilmesinde fayda vardır. Hele bazı bölümlere sittin sene ihtiyaç olmadığını bilmelidir. Okuyan da bunu bilerek okumalıdır. Bence ailelerin ve gençlerin umutlarını tüketmesek iyi olur. 

Başarı sırasına göre tercih yapacak öğrencilerin bu durumu göz önüne almasında ve tedbir almasında fayda vardır.19/07/2017

* 22/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Din Şurasının FETÖ ile ilgili hazırladığı rapor üzerine **

15 Temmuz darbe girişimi sonrası Diyanet İşleri Başkanlığı, Din Şurasını  toplayarak  "Dini İstismar Hareketi FETÖ/PDY raporu hazırlattı. Hazırlanan rapor 10 dile çevrilerek Avrasya Din Şurasında paylaşılacak. Raporu inceleme imkanı bulmuşsanız emek sarf edilmiş ve yerinde tespitler yapılmıştır. 

Raporda, Yapının Medine döneminde yaşayan münafıklarla örtüştüğünü ifade etmektedir. Yapı ile ilgili 20 madde sıralanmış. Rapordan bazı bölümlere yer vermek istiyorum burada:
Bazı dinî grupların, önderlerine yaptıkları gibi Gülen örgütü mensupları da liderlerine âdeta peygamberlere tanınan “korunmuşluk” vasfını yüklemektedirler…Yıllar boyu yapılan bu dinî görünümlü yoğun telkinlerle “kayıtsız şartsız itaat kültürü” ortaöğretim seviyesindeki körpe zihinlere öylesine kazınmıştır ki, artık bu gençlerde “muhakeme gücü, eleştiri yeteneği, hakikati araştırma hedefi” gibi hiçbir aklî çaba kalmamış, bunun yerini lidere ve abilere/ablalara teslimiyet almıştır…Örgüt mensupları, liderlerinin Allah Teâlâ ile doğrudan konuştuğuna inanmakta ve bu sebeple onun sözlerini bütün insanların sözlerinden üstün tutmaktadırlar…“Elimi elime koydum, ‘şunu benim arkadaşlarımın eli say yâ Rasulallah’, dedim. O eli tutanlar Allah’ın elini tutmuş sayılırlar. Bu cemaat Allah’ın elini tutmaya niyet etmiş gibidir…Gülen’in, Kur’an istismarı bazen oldukça garip tevillerle de kendini göstermekte, mesela Hz. Meryem’e gelen ruhun Hz. Muhammed olabileceğini söyleyecek kadar tahrifte ileri gitmektedir…Gülen’in vaazlarında ve kitaplarında en fazla Hz. Peygamber’i istismar ettiği görülmektedir. Vaazlarında açıkça dile getirdiğine göre Hz. Peygamber, İzmir’e gelmekte, cemaatin arasında dolaşmakta ve onları teftiş etmektedir. 06.04.1979 tarihli bir vaazında şöyle demektedir: “Birisi şöyle anlatır: ‘Gece bulunduğum yerde Rasul-i Ekrem’i gördüm. Bana dedi ki: 'Ben şimdi teftişe çıktım. Buradan da İzmir’e gidiyorum.' Bir başkası şunu söyleyecektir: 'Gelip minbere oturdu veya mihrabın dibine oturdu. O cemaatin içinde isbat-ı vücud etti…Dinî otorite meselesinde Gülen’in yaptığı çarpıtmalar içerisinde en önemli konulardan biri, mehdilik ve mesihliktir. Kendisi açıkça söylemese de bağlılarında böyle bir algının oluşmasına hem sebep olmuş hem de göz yummuştur. Bu konuyla ilgili görülen rüyaları ve müntesipleri arasında yayılan söylentileri reddetmemiş, âdeta bilinçli bir şekilde bu algının yerleşmesine katkıda bulunmuştur. Bağlılarının, onunla ilgili algı ve açıklamalarından anlaşıldığına göre, Gülen beklenen mehdi ve mesih olarak görülmektedir…Örgütün takipçilerini etkilemede kullandığı keşif ve kerametin de dinde bağlayıcılığı yoktur. Sonuç olarak keşif, keramet, rüya ve benzeri hususların, birey ve toplum için dinî bir bağlayıcılığı söz konusu değildir ve bunlar üzerine herhangi bir hüküm bina edilemez.

Her bir cümlesi yerinde bir tespit olan bu rapor 80 sayfadan ibarettir.  Şura, FETÖ’yü dini yönden hem incelemiş hem de öneriler getirmiştir. Rapor ve tespitler gecikmiş olsa da ülkenin başına gelen bir musibet sonrası Diyanet’in ev ödevine iyi hazırlandığını gösteriyor. Çünkü ciddi bir emek verilmiş görünüyor. Rapordan anladığıma göre Diyanet, dini alanda halkı bilgilendirme görevini de yürüteceğe benziyor. Bu tür yapılar yıllardır Diyanet’in tam görevini yapmadığından dolayı içimizde merdiven altı olarak neşvünema bulmuştur. Görünen o ki Diyanet, görevinin sadece camilere din görevlisi atamak olmadığını, halka doğru din anlatmak ve yanlış dini yorumlara karşı halkı bilgilendirmek gibi bir görevi olduğunu da hatırlamış oldu. Diyanet İşleri Başkanlığını yaptığı bu çalışmadan dolayı tebrik etmek lazımdır.

Hazırlanan rapor FETÖ ile ilgili. Fakat raporu objektif bir şekilde incelediğimizde FETÖ’de bulunan din anlayışının bugün ülkemizde yaşamakta olan, büyük kalabalıklara hitap eden birçok cemaat, tarikat, yapı, sivil toplum kuruluşu ve kanaat önderlerinde de olduğu görülecektir.

Din Şurası, günümüzde hayatiyetine devam eden özellikle gizlilik üzere içimizde cemaat faaliyetini yürüten cemaatlerle ilgili de raporlar hazırlamalıdır. Raporda adı geçen cemaatlerin olumlu ve olumsuz yönlerine yer verilmelidir. Hazırlanan rapor kamuoyu ile paylaşılmadan önce ilgili cemaatlere gönderilerek durum değerlendirmesi yapmaları sağlanmalıdır. Hakkında rapor hazırlanan cemaat yanlışlıklarını düzeltirse cemaat prensiplerinin düzeltilmiş hali, düzeltilmezse hazırlanan rapor kamuoyunun bilgisine sunulmalıdır. Özellikle cemaatlerin beslendiği kaynakları iyi incelemelidir. 

Ülkemizde din işlerini yürütmekle görevli olan Diyanet, etliye-sütlüye karışmazsa, gözünü yumar, başını sallar, maaşını almaya devam ederse, ya da içimizden bir yapı yarın harakiri yaptıktan sonra böyle rapor hazırlamaya kalkarsa biz böylesi musibetleri daha çok görürüz. Diyanet, testi kırıldıktan sonra değil, testi kırılmadan önce hareket etmelidir. 18/07/2017

** 19/07/2017 tarihinde kahta.soz gazetesinde yayımlanmıştır.





16 Temmuz 2017 Pazar

Seç-beğen! Ağır adam mı, ağır vasıta mı?

Günlük hayatta etrafınızda her işini ağır ağır yapan, hiç canına kıyamayan, canı çok kıymetli, gailesiz insanlar vardır. Ardından top atsan, mermi sıksan dünya umurunda değil. Kıyamet kopsa yine acelesi yoktur böyle tiplerin.

Seslensen duymaz, duysa da aldırış etmez. Girdiği yerden çıkmaz, nerede kaldın desen, "Ne oluyor ya, acelen ne?" der. Bekleye bekleye koruk olduktan sonra yüzünü ekşitsen umurunda değil. Sen yırtınsan da, dövünsen de sadece kendine zarar vermiş olursun. Çünkü onun başkasını bekletiyorum diye bir derdi yoktur. Senin dişlerini sıktığın yanına kar kalır. Eceli veren Allah'tır. Buna eyvallah derim. Fakat böyleleri çok uzun yaşar, nice ocaklar söndürür. Nicelerinin salına yapışır diyeceğim ama zamanla yarışma gibi bir problemi olmadığı için kimsenin cenazesine de katılamaz. Ağır adamdır vesselam!

İnsanın ağırı olur da vasıtaların ağırı olmaz mı? Trafiğe çıkınca sayılarının az olmadığını görürsün. Şehir içinde bile aramadığın kadar var. Yeter ki sen iste veya onun gittiği rotayı izle. Ya da sen istemesen de o gelir seni bulur. Normal şartlarda yolların sağ şeridi bunlarındır, şeridinden gitse sorun yok. Yolundan gitse kimse onun varlığından haberdar olmaz. İşte bu durum onları rahatsız eder. Hemen orta ya da sol şeride geçer. İşte en büyük keyfi de budur. Ne gider, ne de durur. Işıkta durduğu zaman kalkması bir sorun, kalktığı zaman da yürümesi bir sorundur. Sen geçeyim diye saç-baş yolsan nafile. Ne önünü görürsün ondan, ne de ışığı geçersin. O istifini bozmaz. Kazara yoluna geç be adam diye işaret etsen, korna çalsan varlığımı hissettirdim diye keyfi yerine gelir, fakat tevazusundan belli etmez. Sen korna çalarsın, o da sana çalar, sen el-kol işareti yaparsın, o sana fazlasıyla yapar. Arkasına yanaşsan da sen ağlayacaksın, önüne geçebilirsen de sen ağlayacaksın. Çünkü o, kullandığı arabanın şeklini almıştır; kabalık dersen var, hantallık dersen var, kilo dersen o biçim. Bir de insanlara tepeden bakması yok mu? Hem arabası hem kendisi tehlikeli madde. Tek şansın var, arabadan hemen inemez. Bir fırsatını bulup şeridini değiştirirsen çalıyı dolanmandan dolayı kendini Allah'ın en bahtiyar kulu olarak görebilir, kazasız-belasız kurtulmadan dolayı Allah'a şükredersin.

Fena mı? Hiç olmazsa bu vesileyle Allah'a şükretmiş olursun. 16.07.2017

Meydanların dili: Sıradaki gelsin! *

Öylesine andığımız ve anmak zorunda hissettiğimiz belirli gün ve haftalarımız vardır. Çoğu zaman zorunluluktan katılırız böyle günlere. Belirli gün ve haftalar arasına bir günümüz daha eklendi: 15 Temmuz Şehitleri Anma, Milli Birlik ve Beraberlik Günü. Gün diyoruz ama aslında Gecesi olmalı. Bir geceki milyonlar ayakta. Üstelik sadece bir ilimizde değil. Tüm Türkiye’de millet uyanık. Kadın-kız, çoluk-çocuk, yediden yetmiş eline bayrağı alan koşmuş meydanlara. İnsan seli var meydanlarda…meydanları almayan mahşeri bir kalabalık. Halkımız şehrinin neresinde bir geniş alan varsa orada bu gece.  Sabaha kadar da gözlerini kırpmadan meydanlarda. Ne zorlama var, ne baskı, ne cebir, ne imza sirküsü…kendiliğinden meydanlara koştu, hem de yüreğinden gelerek...

Menfur kalkışmanın ardından bir yıl geçmiş, ama herkesin acısı taze. Zira gönderdiğimiz şehitlerin kanı kurumadı hala. Öyle bir geceki insana, “Allah böyle bir geceyi düşmanıma dahi yaşatmasın” dedirten bir gece. Kan vardı, gözyaşı vardı, nefret vardı, bomba vardı, silah vardı, tank vardı, ölüm vardı o gece. Orantısız bir savaşta olması gereken her şey vardı bu gece. Dünyanın canlı olarak izlediği bu geceyi bu millet aynel yakin ve hakkal yakin olarak yaşadı.  Dünyada eşi ve benzeri olmamış bir ihanet olayına millet hep beraber dur dedi. Hiç olmadığı kadar devlet ve millet bütünleşmesine şahit oldu tüm dünya. Zaten bu yüzden bu gecenin adı Milli Birlik ve Beraberlik Günü olmuştur.

Kedinin ulaşamadığı ciğere murdar dediği gibi darbe başarılı olamadı diye gayz ve kinlerinden çatlayanlar, aylarca kendisine gelemeyenler, bu kalkışmaya ‘Kontrollü darbe, senaryo’ diyerek yok kabul etmeye çalışsa da içimizdeki bize benzeyen gözü dönmüş ihanet şebekesinin cinnet halini bastırdı bu millet. O yüzden ne kadar kendisiyle gurur duysa, sabahlara kadar kutlasa ve bu günü bayram olarak değerlendirse yeridir. Kim ne derse desin bu millet o gece yanmış, yıkılmış ve yeniden ayağa kalkmıştır. Ateş düştüğü yeri yakar, bu anı yaşayan bilir. Kalbinde zerre kadar vatan sevgisi ve inancı olan, gözler önünde yaşanan bu olaya kontrollü demez. Diyen olursa ancak ihanet şebekesinin bir parçasıdır. Bunun başka türlü izahı olamaz.

Dünya kabul etmese de, kahrından çatlayıp patlasa da, bu milletin başarısını küçük görmeye kalksa da bugün bizim bayramımızdır artık. Bu ülke kaldıkça, bu millet yaşadıkça, ay yıldız dalgalandıkça –ki öyle olacaktır- bugün bizim bayramımız olarak kalacaktır ve her 15 Temmuz’da halk yine meydanlarda olacaktır, bir yıl öncesinde oluşan bu sinerjiyi tazeleyecektir. İçimizdeki hainleri andıkça o geceyi nefretle anacak, diğer taraftan darbeyi bastırdığını hatırlayınca sevincinden dört köşe olacaktır. Birbirine ölümüne muhalefet eden bu millet bu gecede bir ve beraber oldu. 15 Temmuz’un en büyük kazancı, bu millete armağanı da bu birlik ve beraberlik ruhu olmuştur. “Her şerde bir hayır vardır” ayeti kerimesi gereğince bu millet milli birlik ve beraberliğin ne kadar önemli olduğunu bu gece anladı. Yine bu gece devlet ve millet bütünleşmesinin altın çağını yaşadı.


Bu 15 Temmuz’da ve bundan sonraki her 15 Temmuzlar’da meydanlarda toplanıp bayrak sallayan milyonlar dünyaya ve bizi düşman olarak görenlere, “FETÖ’nüz işe yaramadı, sıradaki hatta feriştahınız gelsin” dercesine meydan okuyacaktır hep. Çanakkale ruhundan sonra oluşan bu yeni 15 Temmuz ruhunun ilanihaye devam etmesini dilerken şehitlerimizi rahmetle anıyor, milli birlik ve beraberliğimize halel gelmemesini yürekten temenni ediyorum. Çünkü, “Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez/ 

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.” Allah birlik ve beraberliğimizi bozmasın.
 Milletçe gözümüzü açalım. Zira su uyur, düşman uyumaz. 16/07/2017

* 17/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

15 Temmuz 2017 Cumartesi

"Şu okul nasıl?" *

Liselerde görev yaparken veli gelir, kılı kırk yararcasına sorardı: "Okulunuzun eğitimi nasıl, kaç öğrenciniz dört yıllık fakülteye gitti, tıp fakültesini kazanan var mı? Üniversiteyi kazanan öğrenci listenize bakabilir miyim? Eksik öğretmeniniz var mı? Öğretmenleriniz genç mi yaşlı mı? Yaş ortalaması kaç? Öğlen çocuklara yemek veriyor musunuz? Servis durumunuz nasıl?" diye.

Veli aklına gelen soruları bu şekilde sorar, unuttuğu soru kalırsa devreye çocuğu girer: "Okul kıyafeti mi serbest mi? Okul kıyafetiniz nasıl? Farklı kıyafete izin veriyor musunuz?” şeklinde sorulan soruların ardı arkası kesilmezdi.  Ben de dilimin döndüğü kadar okulumu anlatmaya çalışırdım. Birçok veli, "Hocam! Teşekkür ederiz, hiç eğip bükmeden okulunun durumunu anlattınız bize" derdi. Okula tepeden bakan veli ve öğrenciye, "Çocuğunuz bu yüzdelik dilimi ile fen lisesine kayıt olsa liseyi bitirince üniversite sınavında Türkiye derecesi yapma imkanı var mı" soruma, 'Hayır' cevabı verirdi. Yine ben, 'Fen lisesinde okuyan bir çocuk okulumuza gelse, lise bitiminde girdiği sınavda Türkiye derecesi yapma ihtimali var mı" dediğimde 'yapar tabii' cevabını aldım hep. Velilere; "Okulumuzun yüzdelik durumu belli, çocuğunuzun da girebileceği okullar sınırlı. İstediğiniz okula çocuğunuzu yazdırma imkanınız yok. Zira okullar yüzdelik duruma göre öğrenci alıyor. Hiçbir okul kendi başına iyi veya kötü değildir. Okulu, okul yapan öğrencidir. Kumaşınız iyi ise öğretmenlerimiz iyi bir terzidir..." derdim. Yine bazı veli ve öğrencilere verdiğim bu cevap sonucunda veli; çocuğunun ya kaydırdığını, ya sınav zamanında hasta olduğunu, ya da çalışmadığını, aslında çok zeki olduğunu, fakat çalışmadığını..." ifade ederdi. Çok az veli, "Doğru söylüyorsun, zaten çocuğumuz başarılı olsa bizim burada ne işimiz var?" derdi.

Ben liselerden ayrılalı 3 yıl oldu. Gördüğüm kadarıyla sorulan sorularda herhangi bir değişiklik olmamış. Malumunuz  TEOG sonuçları açıklandı. Şimdi yerleştirme için müracaatlar başladı. Veliler ve öğrencilerde bir koşuşturma, bir soruşturma, bir araştırma başladı bile. "Acaba çocuğum hangi okula gitsin, hangi okul daha iyi" diye. Zaman zaman arayıp "Şu okul nasıl" diye soranlar da olmuyor değil. “Yüzdelik diliminiz falan okulu tutuyor” dediğimde “Efendim, o okul iyi değil” cevabı alıyorum….Anlaşılan herkes iyi okul arama derdinde. Okul dediğin gelecek vadeden bir okul olacak. Çocuğu aldı mı uçuracak. Ne aile, ne çocuk ben nasılım acaba? Ben ne kadar iyiyim diye öz eleştiri yoluna gitmez. Okul da biz ne kadar iyiyiz diye kendini sorgulamaz. Yani hiç kimse yoğurdum ekşi demiyor. Halbuki tüm okullar, bina, sıra, akıllı tahtadan ibaret. Her okulun sorumlu bir müdürü, yeteri kadar sorumlu yardımcısı ve norma göre branş öğretmeni bulunmaktadır. Hiç bir okul tek başına ne iyidir, ne de kötüdür. Okulları iyi ve başarılı kılan okulu tercih eden öğrencilerdir. Düzenli, tertipli ve sorumlu öğrencinin yoğunlukta olduğu okullar lise tercihlerinde ilk başları paylaşır. Fen liseleri ve gözde Anadolu Liseleri böyledir. Hedefi olmayan, yeterince dersine odaklanamamış plansız öğrenciler ise yüzdelik dilim bakımından daha aşağı olan okulları tercih etmek zorundadır.

Puanı düşük olan okulların çocukları, puanı yüksek olan okulların çocuklarından daha az zeki değildir. Çoğu daha zekidir. Türkiye'deki en büyük problem zeki çocuklardadır. Bunlar kendilerine daha çok güvenirler. "Ben az çalışarak da yapabiliyorum” diyerek kendilerine dersin dışında çok meşgale bulurlar. Bunlar oyun ve oynaşta iken gerisinde olan emsalleri düzenli, tertipli çalışarak onları sollayıp geçince "Ben artık onları yakalayamam" diye her işe boş verirler. Bunların gideceği okul, düşük puanlı öğrencilerin tercih ettikleri okul olacaktır.

Lise tercihinde bulunacak öğrenci ve veli, okul tercih ederken gönlünde geçen okulu değil, puanının yettiği okulu tercih edecektir. Boşu boşuna şu okul nasıl, bu okul nasıl diye bir arayış içine girmekten ziyade öğrencinin aldığı puan ve yüzdelik dilim her şeyi ayan beyan göstermektedir. Puanımızın tuttuğu okul iyi de olsa, kötü de olsa, isteyerek yazsak da istemeyerek yazsak da durum budur. Gönlümüzden geçen iyi okulu bir tarafa bırakarak ayaklarımız yere basmalıdır. Ya puanımızın yettiği okula gideceğiz, ya da hiçbir tercihte bulunmayarak açık liseye kayıt yaptırıp hem okuyup hem de bir meslek sahibi olmak için bir işe girip çalışmalıdır. Veya mesleki eğitim merkezlerini(eskinin çıraklık eğitimleri) tercih ederek haftada bir gün okuyup diğer günlerde okulunun belirlediği kendi alanıyla ilgili bir yerde çalışıp meslek öğrenecek. Bu şekilde okuyarak lise 3.sınıfta kalfalık, lise 4.sınıfta da ustalık belgesi alabilecek. Üstelik çalışırken asgari ücretin yüzde otuzundan aşağı olmayacak şekilde ücretini de alacaktır.

Görüldüğü gibi okumak isteyene, okuyup meslek sahibi olmak isteyene tüm yollar açıktır. Yeter ki insanımız okumak istesin, kendisine bir hedef koysun. TEOG sonuçları açıklandıktan  herkesin yüzdelik dilimi belli olduktan sonra aileler iyi okul aramayı bırakıp çocuklarının puanına, bünyesine ve kabiliyetlerine bakarak bir karar vermek durumundadır. Yine herkes şunu bilmeli ki okullara özellikle meslek liselerine uygulanan katsayı kalktı. Çocuğumuz hangi okula giderse gitsin çalışarak istediği bölüme gidebilir. Hiçbir okulun elinde başarıyı getirecek sihirli deynek yoktur. Başarıyı getirecek ve başarılı olacak olan öğrencinin kendisidir. Herkes kendi kararını kendisi verir ama yüzde ellilik dilime giremeyen öğrencilerin örgün eğitime devam etmekten ziyade meslek öğrenebileceği alanlara yönelmesinde fayda vardır. 15/07/2017

* 19/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.








13 Temmuz 2017 Perşembe

FETÖ ne zaman başarılı olur?

Devleti her yönüyle teslim almış bir yapı; MİT Müsteşarını sorgulamada, MİT tırlarını yakalamada, 17-25 Aralık operasyonlarında başarılı olamayınca, dış güçlerin desteğiyle 15 Temmuz'da son vuruşunu yaparak başarısını taçlandırmak ve kendisini ispatlamak istedi. Onların bir hesabı varsa Allah'ın da bir hesabı olmalı ki başarılı olamadılar ve 15 Temmuz'dan önce dillendirilen, halkın çoğunun bilmediği/inanmadığı terör yönleri de ayan-beyan ortaya çıkmış oldu. Bugün tescilli bir terör örgütü artık. Adı da FETÖ.

Devlet ve millet bütünleşmesinin ortaya çıktığı 15 Temmuz'da bu milletin verilmiş sadakası varmış ki bu ülke yabancılara peşkeş çekilmedi, sömürgecilerin yol geçen hanı ve oyuncağı olmadı. Malum menfur, kanlı darbe teşebbüsünün başarılı olamamasında en büyük pay devlet ve millet bütünleşmesi, halkın birlikte hareket etmesiydi. Bu birlik ruhunun tarihte eşi ve benzeri yoktur. Bu ruh yeni bir ruhtur. Çanakkale ruhunun bir ileri merhalesidir. Çanakkale'de yedi düvel ile çarpışıldı ve 250 bin şehit verilerek Çanakkale'de düşmana geçit verilmedi. Çanakkale'de  ne kadar güçlü olursa olsun düşman belliydi, karşı saftaydılar. Savaşa katılanlar kiminle mücadele ettiklerini biliyordu. 15 Temmuz ise silahımızı, tankımızı, uçağımızı teslim ettiğimiz kişilerin içimizden bir kalkışmasıydı. Başta askeriye, emniyet ve yargısını teslim etmiş bir devletin bu darbeden sağ kurtulması mümkün değildi. Zira düşman belli değildi, hepsinin üzerinde Türkiye Cumhuriyeti'nin giydirdiği elbise vardı; emniyetinde, askeriyesinde ve yargısında. Öyle trajikomik ki kalkışmanın bastırıldığı ertesi gün Genel Kurmay Başkanının yanında Çankaya Köşküne gelen kişi aynı zamanda darbecilerin ileri gelenlerinden biriydi. Varın siz gerisini düşünün. Yani düşman belli değildi. Bu millet bundan kurtuldu. Tarihçi değilim ama dünyada bunun örneği yoktur. Sabaha kadar göğüs göğüse bir mücadeleden bir millet küllerinden yeniden doğdu dense yeridir. Hasılı verilmiş sadakamızın olduğu bugünden sağ-salim ve güçlenerek çıkmamız ile ne kadar övünsek azdır. 

Dua edelim şer odakları başarılı olamadılar ve soluğu efendilerinin yanında aldılar. Ama boş durmayacaklar, pes etmeyecekler, tekrar farklı yollarla üzerimize gelecekler, zaafımızı bekliyorlar. Hafif sendelersek nefes bile aldırmayıp boğacaklar bizi. Acısını hala unutmadığımız 15 Temmuz'un seneyi devriyesini nöbet tutarak, şehitlerimize Fatihalar okuyarak, değişik etkinlikler yaparak geçirelim geçirmesine. Herkese anlatalım bugünün nasıl bir gün olduğunu...Ama tedbiri elden bırakmayalım, yapmamız gereken çok şey olduğunu; suyun uyuyup düşmanın uyumayacağını, ne zaman nereden çıkacağını hiç unutmayalım. 

Yapmamız gerekenleri yapmazsak, almamız gereken tedbirleri almazsak, yaralarımızı sarmazsak, içimizde toplumsal barışı sağlayamazsak, bir yıldır oluşan birlik ve beraberlik ruhunu devam ettiremezsek inanın 15 Temmuz’da başarılı olamayan FETÖ,  bu sefer başarılı olur. Bunun için ne yapmamız lazım?

Adı geçen örgüt bu ülkenin kırk yılına imzasını atmış, ahtapot gibi elleri her yere uzanmış, devasa bir güç devşirmiş, toplumun içinde toplumla beraber olarak iç içe geçmiş bir yapı var karşımızda. Birden kestirip atılmaz. Kamuda ve özelde bir temizliğe ihtiyaç var. Ama bunun için kılı kırk yaralım, toptancı davranmayalım, mağdur-mazlum-masum olanları iyi ayırt edelim. Bir numaralı failleri zaten kaçtı, suçüstü yakalananlar zaten içeride hesap veriyorlar/verecekler. İyi bir iz sürerek dışarıda kalmış kripto ve takiyyeci olanları yakalama yoluna gidelim. Toptancı davranılarak kamu ve özelde çalışanların kim ve ne olduğunu iyice araştırıp suçunu tespit etmeden işinden ve aşından etmek ve bunların herhangi bir yerde çalışmasına imkan vermemek FETÖ'nün ekmeğine yağ sürer. İşsiz-aşsız bir insan "Aç köpek fırın deler" misali her bir tarafa savrulmaya müsaittir. Kapı dışarı ettiğimiz bu insanlara şer odakları sahip çıkarak üzerimize farklı bir şekilde salabilirler. Bunlar, bunların çoluk çocuğu, anne ve babaları devlete karşı iyice kinlenip bilenebilir.

Kamudan atılanlar terörist ise yeri dışarı değildir. Bunlar içeride cezasını çeken olmalıdır. Sayıları yüz binleri bulan bu kişiler yeni, objektif kriterlerle tekrar incelenmeli, masumlarsa hemen görevine döndürülmelidir. Yapı ile irtibatlı fakat suça karışmamışsa denetimli serbestlik olarak ya eski işine ya emsal bir göreve, ya stratejik öneme sahip olmayan yeni bir işe, ya  tenzili rütbe olarak bir alt göreve getirilmelidir. Ya da özel sektörde çalışmalarına imkan verilmelidir. Böyle kişilere eski yapı ile irtibatı çağrıştıracak en ufak bir hareketin suçlu duruma düşürüp cezalandırılacağı ve görevinin sona ereceği yazılı ve sözlü olarak bildirilmelidir. Suçlu olduğu halde mağdurlara oynayan ve mağduriyet edebiyatı yapan varsa suçu kamuoyuyla paylaşılarak sesi kısılmalıdır.

Kamuya eleman alımında puan üstünlüğüne göre KPSS puanı esas alınmalıdır. Güvenlik soruşturmasında sakınca bulunmayanlar hak ettikleri göreve atanmalıdır. Sözlü mülakatların her türlüsüne son verilmelidir. İnsanlarda hep bir kesimin adamının işe alındığı, dayısı olanın seçildiği imajını vermemek, atanamayan kişinin eline koz vermemek için işe alımlarda anlaşılabilir, objektif kriterler konmalıdır. İşe alınan her kim olursa olsun görevi esnasında ciddi denetimden geçirilmelidir.

Sözün özü, toplumsal barışın sağlanması için toplumun her kesimiyle isteyerek veya zoraki kucaklaşılmalıdır. Kimseyi ötekileştirmemek gerekir. Yeni 15 Temmuzların olmaması için hiçbir boşluk bırakılmamalıdır. FETÖ her bir vuruşundan sonra başka yollar deniyor. FETÖ ile mücadele ediliyor diye kamuya eleman alımında, yönetici seçiminde, öğretmen tercihinde uygulanan mülakat kıstası tercih edilmeyenleri hoşnutsuzlar zümresine dahi edebilir, suçlular arasına serpiştirilen masumların devlete küsmesi murat ediliyor olabilir.

FETÖ ile mücadele edilirken kitleler her ne sebeple olursa olsun mağdur edilmemelidir, en azından mağdur edildiği hissi oluşturulmamalıdır. Memnuniyetsizlerin sayısı ne kadar artarsa 2019 seçimleri tehlikeye girecektir. Çünkü bu şekildeki seçmen, oyunu bir başka alternatiflere kullanabilir. Bu da cumhurbaşkanlığı seçimini tehlikeye atar. Çünkü FETÖ ve arkasındaki destekçilerinin en büyük düşmanı mevcut cumhurbaşkanıdır. O giderse bu ülkede FETÖ ile mücadele biter ve kendilerine gün doğar. Kaldıkları yerden ülkede yeniden söz sahibi olmaya devam ederler. Bu sefer darbe yapmadan gelecek iktidara her istediklerini yaptırırlar. İşte bu an, FETÖ'nün başarılı olduğu an demektir.

Yapılan icraatlarda, kamuya eleman alımında, suçluyla mücadele etmede birileri devlet ile millet arasını açmaya çalışmaktadır. Yapacağımız işlerde 15 Temmuz Şehitlerini Anma, Demokrasi ve Milli Birlik Gününün anlam ve önemine uygun davranalım. Özellikle ‘Milli Birlik’ yönünü ciddiye alalım. Birliğimize halel gelmemesi lazım. Biz bir ve beraber olursak dünya bize vız gelir. 13.07.2017