10 Temmuz 2017 Pazartesi

Düğün konvoylarından rahatsız olmayanınız var mı içinizde?

Düğünlerde oluşturulan düğün konvoylarından şikayetçi olmayanımız yoktur. Konvoyla beraber hop otururuz, hop kalkarız bir kazaya sebebiyet verilecek diye. Yine de bu alışkanlığımız hız kesmeden devam ediyor. 

İçinizde düğün konvoyuna katılmayanınız yoktur, en azından konvoyu geçerken görmüş ya da siz trafikte iken konvoya yakalanmışsınızdır. Görüntümüz evlere şenlik gerçekten. Güre misin ağlar mısın şeklinde. Ne trafik kuralları söker orada, ne nezaket, ne de centilmenlik. Trafiği birbirine katarız. Konyov birbirinden kopmasın diye ya yavaş yavaş gider, trafiği kilitleriz, ya da ölümüne hızlı giden konvoydan kopmamak için ne ışık tanırız, ne de geçen bir yayayı. Nasıl bir ruh hali ki daha önce trafik kurallarına nizami bir şekilde uyanımız bile konvoylara katıldığı zaman trafik adına ne kadar kural varsa çiğnemeyi mubah olarak görür.

Kimimiz ayıp olmasın diye katılır konvoya, kimimiz de zevkine. Zira bir macera peşindedir. Neler yok ki… Acı fren sesi, bir tempoyla arka arkasına basılan klakson sesi, aracın penceresinden sarkanlar, acil durumlarda kullanılması gereken dörtlü dediğimiz flaşörler, ters yoldan girmeler… hepsi var. Trafiği birbirine katarız,  hiç vicdanımız da sızlamaz. Kime ne bu mutlu günümüzde? Var mı bizi bugün durduracak?

Eskiden düğünler hep Pazar günleri olurdu. Düğünlerin yoğun olarak yapıldığı yaz sezonlarında haftada bir de olsa katlanılırdı bu tür görüntü, risk ve ses kirliliğine. Şimdi pazarlarımız dolu olduğu gibi hafta içi günün ve gecenin  her saatinde düğün var. Eskiden düğün, düğün sahiplerinin evinin önünde yapılır, düğünden sadece mahalli haberdar olurdu. Şimdi ise salon düğünleri çıktı. Düğün sahibinin evi Hanya’da, tuttuğu salon ise Konya’da. Hiç ummadığın cadde ve sokakta bir düğün konvoyu ile karşılaşmamak mümkün değil. Hastan varmış, bir yere acil yetişmen gerekiyormuş, kimsenin umurunda değil. Trafikte herkesi rahatsız eden klakson sesi gelin evine yakın yerde veya oğlan evine yaklaşılırken basılsa en azından “Biz geliyoruz” diye haber veriliyor diyeceğim. Bir uçtan diğer uca basılan klakson sesi “Ne günahım vardı ya Rabbi” dedirtiyor insana. Çoğu da yaktığı dörtlülerle ne tarafa döneceği, şerit değiştirip değiştirmeyeceği bile belli değil. Artık böylelerinin aklı bir karşı havada olduğu için konvoya katılanlar değil, kazara konvoy içine girenler dikkat edecek ne yapacağını.

Hasılı, birkaç kişi düğün yapar, ceremesini sair günde bile çekmeyen yollar ve tüm Konyalılar çeker. İşin garibi bu konuda kim ne yapacağınız da bilmiyor. Düğüne gelen konvoya katılmasa “Bak arabasını kıskandı, yakıttan kaçınıyor” denir. Düğün sahibi, “Arkadaşlar birkaç araba ile kızı alıp gelelim, tüm araçlar katılmasın” dese onu dinleyen olmaz. Haydi düğün sahibinin teklifine riayet edildi diyelim. Düğüne gelenler veya çevreden görenler, “Fazla araç yoktu, demek ki seveni yokmuş, baksana kimse katılmadı” derler. Bizde kimse bu durumdan memnun olmasa da konvoylar bir gövde gösterisidir. Ne kadar araç olursa, “Adamın amma da seveni varmış, baksana hatırı güdülüyor, neredeyse tüm Konya konvoydaki yerini almış, düğün dediğin böyle olur, zenginin düğünü başka…” denmelidir.

Gördüğümüz gibi konvoylarda inisiyatif düğün sahibinin elinde olmuyor. Konvoya katılan araç az olsa da, çok olsa da ağzı olan konuşuyor. Trafiği felç ettiğimiz yanımıza kâr  kalıyor. Rahatsız olduğumuz bu durumla ilgili yetkili kişiler -kimse- büyük kazalara sebebiyet verilmeden önce düğün konvoylarıyla ilgili bir kural yayımlayabilir, trafik denetimlerini sıklaştırabilir, kuralarla uymayan sürücülere ağır cezalar yazılabilir, belediye konvoylarla ilgili bir güzergah belirleyebilir, mahalli görsel ve yazılı medyada hangi güzergahlarda hangi saatte düğün konvoyu geçeceği belirtilebilir. 10/07/2017


9 Temmuz 2017 Pazar

Yaralarımızı kaşımayalım! *

Sakarya'da meydana gelen menfur olay belirli bir merkezden yönetilen "Suriyeliler gitsin, Suriyelileri istemiyoruz" nefret dilini şimdilik kesmiş görünüyor. Bu kampanyayı yürütenler pes etmeyecekler. Olayın sıcaklığı geçtikten sonra yeniden 'istemezük' nidaları yükselmeye başlayacak.

Nedense oyunun parçası olmak hoşumuza gidiyor. Alevilik-Sünnilik, Türk-Kürt, laik-antilaik, ilericilik-gericilik, mezhepçilik, cemaatçilik,..Bunlara ilave olarak şimdi de Suriyeliler yazıldı hanemize. Farklılıklar zenginliğimiz olacağı yerde bizim birçok konuda yaramız var. Yaramız olunca da bizi kaşındırmak için sinekler konar. Yeter ki biz kaşınmak isteyelim. Türkiye’yi dize getirmek, oyalamak, içişleriyle uğraştırmak, zayıf düşürmek için sırası gelenin fitili ateşlenir. Biz içeride kargaşa, kaosla uğraşırken onlar işlerini yürütürler. Bu, tarih boyunca hep böyle olmuştur, onulmaz yaraların açılmasına sebebiyet vermiştir. İbret almıyoruz ki hala başımıza geliyor. Sonuç, hep hışımla kalkarız, zararla otururuz. Birbirimizi anlamaya çalışmamız, farklı düşünene saygı göstermemiz ve ona hayat hakkı tanıyacağımız yerde nedense hep ayrışmayı seviyoruz. İşin sonunun nereye varacağını hesap etmeden akıldan yoksun davranışımız daha ne kadar devam edecek bilinmiyor. Bizde bu ateşe barutla gitme teşne hali olduktan sonra daha ne acılara gark olacağız? Zaman gösterecek. Aynı ülkede yaşayan bizleri aynı kazana atsalar, inanın kaynamayız. Rab Teala, “Kullarım, Ben sizi hem bu dünyada hem ahirette mutlu edeceğim, yeter ki birbirinizle iyi geçinin,” dese zinhar kabul etmeyiz bu görüntümüzle.

Bu ülkede emelleri olanlar uzun soluklu planlar yapar hep. Dışarıdan nasıl kıskaca alır, içeriden nasıl karıştırırız tuzakları kurarlar. Bu yüzden içerideki potansiyel dinamikleri hep hazır bekletirler. Seksen ihtilaline zemin hazırlanırken sağ-sol kavgası, Maraş ve Sivas olayları çok canımızı yaktı, nice canlara mezar oldu. 02 Temmuz 1993’e geldiğimizde 35 Alevinin Madımak Otelinde yakılması ve bu olaydan üç gün sonra 05 Temmuz’da Erzincan Başbağlar’da 33 sünninin katledilmesi Alevilik-Sünnilik fitilini ateşlemeye yönelikti. Aslında her iki olayı yapanlar aynı eldi. Bunu bilmek için illaki terör uzmanı olmak gerekmiyor. Ama biz ne yaptık? Perde gerisini göremeyen bizler maalesef her olayda olduğu gibi bu olayda da iyi imtihan veremedik. Madımak olayı ile Aleviler Sünnileri, Başbağlar katliamıyla da Sünniler Ailevileri suçlu ilan etti. Hala bu kesimler birbirini kendilerinin katili olarak görüyorlar. Her yıldönümü geldiğinde herkes kendi yasını tutar. Türk-Kürt zaten patlamaya hazır bomba olarak her zaman bekletiliyor. Türk-Kürt’ten, Kürt de Türk’ten haz almıyor. Çoğunun eline fırsat geçse birbirini bir kaşık suda boğacak durumda. Örnekleri çoğaltabiliriz. Son kaşınası güncelimiz 6 yıldır bir iç savaş yaşayan Suriye’den mülteci olarak içimize gelenler. Birileri zaman zaman bireysel olaylar ile deniyorlar, acaba buradan bize ekmek çıkar mı diye. Biz öyle bir görüntü veriyoruz ki gördüğümüz Suriyeli’yi boğacağız. Bizim bu durumumuzu gören oyun kurucuları kıs kıs gülüyor, biz buradan daha çok ekmek yeriz diye. Hiç akıllanıp ibret almayacağız biz anlaşılan.

Unutmayalım ki Türkiye bir mozaikler ülkesi. Her ırktan insan burayı istemeyerek mesken edinmiş. Çoğu ile kız alıp vererek kaynaşmışız bile. Suriyeliler de şimdilik zorunlu iskandalar ülkemizde. Sömürgeciler, Suriye’de anlaşamadılar ki bu savaş bu kadar uzadı. Ne zaman anlaşırlarsa orada savaş biter. Savaştan sonra çoğunun ülkelerine döneceğine inanıyorum. Kalanlar içimizde olaylara karışmadan kalırlarsa başımızın üstünde yerleri vardır diğer başkalarının kaldığı gibi.

Anlayacağımız bizim kaşınacak çok yaramız var. Her bir yara aynı zamanda bizim yumuşak karnımızdır. Yaraları kapatacak projeler geliştirelim. Yaraları kaşırsak onulmaz yaralar açarız birbirimize. Bu da bizi karıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürer. Doktorlar, vücudumuzda meydana gelen yaraları kaşımamamız gerektiğini söyler. Biz söz dinlemeyiz, tatlı tatlı kaşır dururuz boş beklerken. Sonunda yarayı daha da büyütürüz. Sosyal olaylardaki yaralar vücuttaki yaralara benzemez, daha büyük yaralar açar. Bu işin şakası yok. Hepimiz aklımızı başımıza alalım, hissi davranmayalım, akli ve vicdani hareket edelim, işimize-gücümüze yönelelim. Boş insan şeytanın oyuncağı olur, onun tuzağına düşmeyelim. Son Sakarya olayı bireysel de olsa hepimizin kulağına küpe olsun.

Alevisi-Sünnisiyle, Türk’ü-Kürt’üyle, laik-antilaikiyle, Suriyeli vb ile yaşamanın yollarına bakalım. Bu ülke karışırsa -Suriyeliler bir başka ülke bulur da- bizim buradan başka gidecek ülkemiz yoktur. Nokta. 09/07/2017

* 12/07/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



8 Temmuz 2017 Cumartesi

Kimin lügatında var böyle bir cibilliyetsizlik? *

Türkiye ve dünyada anlık öyle olaylar oluyor ki duyunca insanın akıl ve hafsalası almıyor. Bazı olaylar vardır ki "Bu kadar da olmaz" dedirten cinsten. Sakarya'da meydana gelen tecavüz ve vahşi cinayeti okumuş olmalısınız. Aynı iş yerinde çalışan iki kişi, birlikte çalıştıkları Suriyeli mesai arkadaşlarının evine zorla girip hamile eşi ve 10 aylık çocuğunu ormanlık alana kaçırdıktan sonra önce tecavüz, ardından taşla başlarını ezmek suretiyle hunharca katletmişler. Güya iş yerinde 'kim daha çok çalışıyor' diye tartışmışlar. Kocasına kızıp hıncını eşinden ve çocuğundan çıkarıyorlar. Üstelik biri de kapı komşusu. Allah kimseye böyle komşu, böyle iş arkadaşı vermesin, eş ve evlat acısı çeken Suriyeli mülteciye  sabır versin, her daim onun yardımcısı olsun. 

Savaşların bile bir hukuku olur; kadına, kıza, yaşlıya, engelliye dokunulmaz şeklinde. Bu sapık cani sürüsü ise komşusunun namusunu koruyacağı yerde onun haremine göz dikmiş. Güya iz bırakmayacaklar, ardından öldürüyorlar. Haydi hamile, doğum yapacak demediler, nefislerinin esiri oldular, on aylık sabiden ne isterler? Aslında bu sahne bizim yabancımız değil. Yeşilçam filmlerine benziyor. Bizim eski filmlerimizin çoğunda genellikle tecavüz sahnesi vardır. Güya başroldeki oyuncudan öç alacaklar ve onu çıldırtacaklar. Yabancı filmlerde yoktur böyle sahneler. Onlar hırsızlık yapmak için bir eve geldiklerinde evdekileri otomatik silahla tarar, hırsızlığını yapar, çeker gider. Bizde ise filmlerimizde bir eve hırsızlık için bile gelinmişse ve o evin kadını veya kızı varsa rol gereği ağızlarının suyunu akıta akıta önce kadına ve kıza tecavüz edilir, sonra öldürülür, ardından evi soyup giderler. Güya temiz iş yaptıklarını sanırlar. Sonunda başroldeki oyuncu gerçeği öğrenir ve hepsini adalete bile teslim etmeden kendisi öldürür. Demek ki bu tür filmleri izleye izleye bilinçaltımıza iyice yerleşmiş bizim. Niyetim eski Türk filmleri değildi ama nedense aklıma geldi. O filmlerin senaryosunu yazanlar öyle zannediyorum bir misyon gereği bunu yaptılar diye düşünüyorum. Bu suçta onların da payı vardır. Şimdi de ekileni biçiyoruz. Filmlerdeki rol gereği olanları gerçek hayatın içinden yaşatıyoruz gücü ve kuvveti olmayan masumlara, bize sığınanlara.  

Türk filmlerinde konu darlığı çekercesine oynana oynana aşina olduğumuz bu tür sahnelerin ne Türk'ün töresinde, ne dinimizde, ne değerlerimizde, ne de insanlıkta yeri vardır. Bu millet her türlü suçu bir yere kadar makul görebilir, insandır çiğ süt emmiştir der ama bu millet tacizciye, tecavüzcüye asla prim vermez. Bir başkasının evli eşine el sürmez, evleneceği eşi ile resmi nikah yaptırdıktan sonra belki olmaz diyerek dini nikah da kıydırır. Tecavüzcüyü ise linç etmeye çalışır, edemese içeride şişletme yoluna gider. Hiçbirini yapamasa bu tür ırz düşmanlarını arasında barındırmaz. İçimizdeki bu beyinsizler kimin geçerken aramıza bıraktıklarıdır, kim bilir?

Kavgayı kocasıyla yapıyorlar, ceremesini eşine ve çocuğuna çektiriyorlar. Kimin lügatında var böyle bir cibilliyetsizlik? Bu nasıl iş böyle ya? Nasıl mide bunlardaki? Kimin eseri bunlar? Acılı baba, ölümü kabullenmiş; “Akrabalar duymasın, trafik kazasında öldüler, tecavüzden bahsetmeyin, Türkiye'ye leke gelmesin” diyor. Allah bu şekil bir acıyla kimseyi imtihan etmesin.

İki sapık ve cani yaptıklarına güya pişmanlık duymuşlar, aynı pişmanlığı Suriye düşmanlığını körükleyenler de duydu mu acaba? 08/07/2017

* 10/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



7 Temmuz 2017 Cuma

Diyanet böyle olmalı hep **

Eskiden ülke yıkılsa, din elden gitse Diyanetin sesi çıkmaz, kendi dünyasında iş ve işlemlerini yapmaya çalışırdı. Hutbeleri eme yaramaz, uyutan cinstendi. Sadra şifa olmazdı. Dışarının dünyası ile caminin dünyası farklıydı. Ya şimdi?

15 Temmuz gecesi camilerde okutmaya başladığı salaları ses getirdi. Bir konu hakkında Başkanı hemen demeç ve beyanat verdi. Hiç olmadığı kadar Diyanet İşleri Başkanlığı son yıllarda hem kendi hem de Türkiye gündemindeki konular ve sorunlarla ilgili inisiyatif almaya başladı. Özellikle hazırladığı cuma hutbeleri gündemi takip ederek dinin bu konulara nasıl baktığını, vatandaşın ne şekil bakması gerektiğiyle ilgili doyurucu bilgiler vermeye başladı. Hiç gündemden haberi olmayan bir vatandaş bile dinlediği hutbeyle ülke gündemi hakkında bilgi sahibi olabiliyor şimdi. Hutbelerimiz hayatın içinden olduğu için vatandaş nezdinde hutbeler gündem oluyor artık. İnsanların yanına vardığın zaman milletin hutbe üzerine konuştuğunu görebiliyoruz. 

Son günlerde malumunuz içimizde mülteci olarak bulunan Suriyeliler üzerine "istemezük" furyası başladı. Bir yerlerde meydana gelen bireysel meseleler sanki tüm Türkiye'nin meselesiymiş gibi önümüze konarak algılar oluşturulmaya başlandı. Yalan-yanlış bilgiler sosyal medyada servis edilmeye başlandı. Bu konuda devlet yetkilileri yatıştırıcı açıklamalar yaptı. Bu ahval üzere caminin yolunu tuttuk bugün. Hutbenin konusu Muhacir ve Ensar kardeşliği üzerine idi. İçimizdeki mültecilere ne şekil davranmamız gerektiğiyle ilgili tarihten bu güne örnekler verdi. Tüm cemaat can kulağıyla hutbeyi dinledi. Uyuyan da yoktu hiç. Dinledikçe içimiz açıldı. Gündeme cuk oturmuştu anlayacağınız. 

Din dediğimiz böyle bir şeydi aslında. Hayata dair bir şeyleri varsa o din yaşanılabilir bir dindir. Din, insanın her alanına hitap eder; siyasi, ekonomik, ahlaki, sosyal her alanda sözü olursa o din dindir aslında. Diyanet de böyle düşündüğü için gündemle ilgili konuyu gündemine alarak hutbe konusu yapmış. Helal olsun Diyanete. Başkanı nezdinde Diyanet camiasını tebrik etmek lazım. 

Vizyon ve üstlendiği misyonu ile Diyanet ağırlığını her geçen gün daha da hissettirmeye başladı. Böyle bir Diyanete köstek olmaktan ziyade destek olunmalıdır. Umarım bu başarısı kişisel değildir. Diyanet bugün üstlendiği misyonuyla iyice profesyonelleşir, kurumsal bir kimlik kazanır. Bundan sonra da ses getirmeye devam eder.  07/07/2017

** 12/07/2017 tarihinde kahta söz' de yayımlanmıştır.


Yürüyüşün bana öğrettikleri...

Sizi bilmem ama bu yürüyüş bana neler öğretti neler! Bir bilseniz keşke...
  • 68 yaşındaki bir ihtiyar delikanlının gençlere taş çıkartırcasına 24 gündür sıcak demeden 450 km'lik bir yolu yürümesi hep akıllarda kalacak.
  • Partisinden bir milletvekilinin mahkumiyet kararı için tren, uçak, otobüs, özel taksi ile gidilen yolu yürüyerek gitmesinden dolayı cezası kesinleşmemiş mahkum, ömür boyu liderine minnet duyacak, kendisinden ayrılırsa "Gözünle, dizine dursun, ben senin için bu yaşta o kadar yolu teptim, seni nankör kedi!" sözlerine hazır olması, 
  • Yürüyüşe katılanların çeşitliliği çok konuşulacak...CHP'lisi, DHKP-C'lisi, HDP-PKK'lısı, FETÖ'cüsü…zaman zaman eşlik etti kendisine. Masumlar da arada kaynadı gitti. Ayna ayna olanı hiç bu kadar gerçeği yansıtmadı. Mevlana, “Gel, gel, ne olursan ol yine gel...” dedim, bu çeşitlilikte bir insan toplayamadım" diye hayıflanıp duracak kendi kendine mezarında.
  • Araçlar için açılan otobanlarda aynı zamanda yürüyüş yolu olarak kullanılabileceğini gösterdi bize. Hükümetler artık yatırım yaparken otobanlara da kaldırım yapmayı düşünecek bundan sonra. Sadece İstanbul-Ankara arasını değil tüm Türkiye’yi yaya yürüyüşüyle örmelidir. Yarın biri çıkar da “Bu da bir şey mi, ben Edirne’den Kars’a yürüyeceğim” derse hükümetler hazırlıksız yakalanmamalıdır.
  • Bundan sonra siyasete atılmayı düşünenler için çıta, 450 km’dir. En az bu kadar yolu yürüyemeyecek olanlar siyasete girmemelidir.
  • Evden bakkala giderken altına araba isteyen yeni nesle de bu uzun yürüyüş örnek olmalıdır. Gördüğünüz gibi araba zorunlu ihtiyaçlardan değildir. Demek ki istenirse yürünüyormuş. Bundan sonra işe-güce, gezmeye giderken tabana kuvvet diyeceksiniz. Hem öyle yürüyeceksiniz ki üstünüzden uçak, yanınızdan özel taksi, tren ve otobüs geçerken binmeyeceksiniz. Onlar yalvaracak siz yürümeye devam edeceksiniz. Kafanızın cezasını böylece ayağınız çekecek.
  • Kamuda üst yöneticiler için makam aracına ve şoföre ihtiyaç olmayacak. Herkes gideceği yere kendi imkanlarıyla gidecek. Böylece devlet bu yükten kurtulmuş olacak.
  • Kendi halinde mütevazı, müzmin bir muhalif lideri iken bu yürüyüşle birlikte Türkiye ve dünya gündemine oturmak, aynı anda basın ve medyanın gözdesi olmak, yürüyüşe katılanlardan daha fazla devletin güvenlik güçleri etrafında onunla birlikte yürümek ve onu korumak... Böylece kişi “Ne önemli iş yaptım, değerim böylece ortaya çıktı, bendeki güvenlik başbakan ve cumhurbaşkanında bile yok” diyecek.
  • Yürüyüş başının muhalefet liderliğinin yanında başka maharetlerinin de olduğu böylece ortaya çıktı. İşini de hiç aksatmadı: Grubunu yolda topladı, basına günlük demeç verdi, hem yürüdü, hem de Türkiye gündemini takip etti. Gerçi erken kalkıp erken yol almadı, geçmiş devlet memuru tecrübesinden hareketle 09-17 saatleri arası sıcakta yürüdü. Zamanla yarışmadı. Sıcak dedi yürümedi, geçti istirahatini yaptı. Gece serinde yürüyeyim demedi. Nasılsa kalacağı yer, yiyeceği, içeceği aynı zamanda kendisini takip etti. Bu durum devlet memuru olmak için KPSS      sınavına giren yeni nesle örnek olmalı. Kamuda çalışıp da ne yapacaksınız? Ya siyasete girin, ya da serbest çalışın. Günlük aynı binada iş göreceğim, mesaiye riayet edeceğim, amirime karşı sorumluyum derdi yok böylece. Yollara düşüp göçebe hayatı da yaşayabilirsiniz.
  • Yürüyüşe katılanlara -belirli bir kesim kızsa da- yürüyüş boyunca ellerinde silah onları korumak için yürüyüşe katılan güvenlik güçlerinin hayır duası yeter de artar bile onlara.
  • Adalet, sadece ucu kendine dokununca değil; her zaman, herkese istenmeli imiş demek ki...
  • Bir hareket ne amaçla yürürse yürüsün, onlara kızmak, onları küçümsemekten ziyade ülkeyi yönetenler varsa bir haksızlık gerekli tedbiri almalıdır. 07/07/2017



6 Temmuz 2017 Perşembe

Ev işlerini de başkasına ihale etmek

-Efendim, çocuklarımızın evlilik çağı geldi, uygun görürseniz, çocuklar da birbirini isterlerse talibiz çocuğunuza.
-Biliyorum zamanı geldi ama benim çocuğum nazlı büyüdü, biz onun bir dediğini iki etmedik, okuması için elimizden gelen gayreti gösterdik, şükür ki okudu, işini-gücünü aldı. Fakat ev işlerinden hiç anlamaz.
-Bu bir kusur değil ki, bizimki de aynı şekilde yetişti.
-Pekiyi iki acemi evlilik gibi bir müesseseyi nasıl yürütecekler o zaman? Biraz pişselerdi.
-Ellerinden geldiği kadarını yapacaklar. Zaten şimdi evler sadece yatmak için kullanılmaktadır. Çoğu ihtiyaçlarını dışarıda hallederler.
-Nasıl yani?
-Yemeği ele alalım mesela. Sabah evde kahvaltı yapan yok zaten. İş yerine gidince kahvaltılarını yaparlar. Kurumu öğle yemeğini veriyorsa oradan, yoksa dışarıda lokantada yerler. Geriye akşam yemeği kaldı, onu da birlikte dışarıda yerler. Nasılsa mahalle araları bile lokanta doldu kaldı şimdi. Yok her zaman dışarıda yenmez dersen, birlikte mutfağa girecekler, tatsız tuzsuz da olsa zamanla öğrenecekler. Sıkıştıkları yerde ellerine telefonu alıp annelerinden tarif alırlar.
-İş sadece yemekle olmaz ki... Çamaşır mesela...
-Çamaşır hiç mesele değil. Eskiden annelerimizin yaptığı gibi dere kenarlarında tokucakla çamaşır yıkama dönemi geçti biliyorsun, merdaneli çamaşır makineleri de kalmadı. Şimdi ful otomatik çamaşır makineleri var. İç çamaşırları burada yıkar. Pantolon, ceket, manto, pardesü gibi giysiler şimdi kuru temizlemeciye veriliyor. Sen paradan haber ver.
-Pekiyi, ev temizliği nasıl olacak?
-Bu da laf mı şimdi? Kaç kişi kendi evini temizliyor şimdi? Parasıyla değil mi? Bu alanda da bir sektör var artık. Çağırırlar evlerine bir temizlikçi kadın, evi baştan sona temizletirler. Çocuklarımız evlerine geldiği zaman tertemiz evlerine girmiş olurlar.
-Mantıklı gibi geliyor. Ya çocukları olursa kim, nasıl bakacak?
-Dünür! Sen beni anlamıyor musun, yoksa anlamak mı istemiyorsun? Şimdi paran varsa bütün kapılar açılıyor. Yeter ki torun olsun. İlk iş yasal doğum öncesi ve sonrası izin kullanırlar, gerekirse anne 24 aya kadar ücretsiz izin alabiliyor. Hatta buna da gerek yok. Tutarlar bir bakıcı. Hem çocuğa baktırırlar, hem yemeğini yaptırırlar, hem de ev temizliğini hallettirirler.
-Yani benim çocuğum anne, senin oğlun baba olacak; ellerine süpürge almadan, mutfağa girmeden, çocuğa bakmadan ev geçindirecekler öyle mi?
-Tam öyle.
-Her şeyi anladım da bunlar evi otel gibi kullanacaklar desene.
-Öyle de denebilir. Şimdi hep öyle.
-Her şeyi başkasına ihale edecekler de bunlara para yetecek mi ya?
-Yeter yeter! Yetmez olur mu? Eve iki maaş girecek.
-Bunlar hep dışarıdan yiyecek, bakıcı tutacak, nasıl ev sahibi olacaklar?
-Kredi çekerler efendim! Evi de arabayı da bu şekilde alırlar. hayatları boyunca kredi öderler.
-Efendim, ben krediye karşıyım.
-Şimdi herkes öyle yapıyor, karşı olsan da olmasan da hayatta geçer akçe bu. İçine sinse de, sinmese de.
-Haydi hepsine tamam diyelim, başkasının temizliğinden temizlik olur mu?
-Niye olmasın. Şimdi bırak çalışanları, ev hanımları da temizlikçi tutuyor artık.
-O zaman onlara niçin ev hanımı deniyor?
-Efendim buradaki ev hanımı evin hanımından kısaltmadır.
-Her şeyi başkasına ihale ederek yaşamak. Desene bu devirde yaşamak gerekiyormuş.

5 Temmuz 2017 Çarşamba

Belediyemiz çalışıyor

"Bu belediye nerede" serzenişinde bulunmayın. Belediye bir aydan daha fazladır benim mahallemde. Sıcak-soğuk demeden şu sokak bu sokak çalışıyor maşallah! Kıskanmayın, sıra size de gelir. Yeter ki beklemesini bilin. 

Hummalı bir çalışma belediyeninki. Ne zaman biter, bilinmez. Ama bildiğim bir şey var, birçok mahalleye göre şanslıyız. Kimi sokakların asfaltını kaldırarak kilitli taş döşüyor, kimi sokakların önce kaldırım ve tretuvar düzenlemesini yapıyor. Mahallemiz yeni asfaltı bugün, yarın görecek derken o da ne? Belediyemiz bozulmuş yerlerin asfaltını kazıyarak yerine yama yapmaya başlıyor. Sevincimiz kursağımızda kaldı, belediyemiz imkanları iktisatlı kullanıyor derken bir bakmışsın ki yama yaptığı yolu yeniden kazmış, yeni-sıcak asfalt dökme hazırlıkları yapıyor. Hızına yetişebilirsen aşk olsun.


Üstelik resimlerde gördüğünüz gibi hiç kırığı, söküğü, çukuru, su birikintisi olmayan, araç ve yaya trafiği bakımından işlek olmayan sokağımızı da çalışmaya dahil ederek yeni asfalt dökme hazırlıkları yapıyor. Ne denir bu duruma? Ancak helal olsun denir. 


Ben yeni belediyecilik diye buna derim. Aylarca ne yapacağını bilemeden mahalleyi tozun toprağın içerisinde bekleten belediyemiz bir sabah bakmışsın ki önceki yapmak istediklerini de nakzedercesine yeni bir çalışma başlatmış. Plan ve program dediğin nedir ki senin? Belediyemiz aynı anda encümenlerine imzaya açtığı yerin bir bakmışsın ki ertesi günü çalışmasını başlatmış. Hemen aklınıza o kadar mahalleye belediye elindeki kıt imkan ve yeterli araçtan yoksun bir şekilde nasıl yetişecek diye aklınıza gelebilir. Böyle bir düşünce ancak senin gibi kötü düşünceye sahip ve hazımsız kimselerin aklına gelir. Gördüğünüz gibi para sıkıntısı yok, harcayacak yer arıyor. Ya da borç yiyen kesesinden yiyor diyeceğim ama belediyelerde böyle bir gelenek yok. Kendisinden sonraki belediye başkanının enkaz edebiyatı yapabilmesi için sonraki seçilecek başkana borç bırakıyor. Araç sıkıntısı zaten yok. Tüm sivil plakalar emrinde. İş sadece ihale açma ve ihale vermede bitiyor. Eleman zaten müteahhidin elemanı. Hasılı, belediyemiz elini dokunmadan hizmet alımı vasıtasıyla mahallelerimize hizmet ediyor. Ödediğiniz vergiler size yol, su, elektrik ve asfalt olarak gelir dedikleri bu olsa gerek. 

"Efendim iyi hoş da mahallemiz toz-toprağın içinde. Üstelik çektikleri şeritle yollarımız kapalı, araçlarımızı evimizin önüne koyamıyoruz" diye şikayet edebilirsiniz. Zaten bekliyordum sizin gibi içi kötülükle dolu, hazımsız kişilerden böyle bir serzenişi. Adam hizmet ediyor, başka türlü hizmet nasıl yapılır? Eskiden "Çalışmalarımızdan ötürü verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz" şeklinde herkesin göreceği şekilde afiş veya levha konurdu yolun girişine.  Ne var bunda? Demek ki afişler masraflı olduğu için işi şeride dönüştürmüş. ya da ihaleye girecek tabelacı bulamadı? Sonra levhaya ne yazacaktı? Buranın asfalt, tretuvar çalışması ihalesini falan taşeron almıştır" mı yazacaktı? Olacak şey değil senin istediğin. Bir defa sen,  belediyeden hizmet beklemiyor musun? Tamam, al sana hizmet! Yolunu kim yapıyormuş para kime gidiyormuş, bu senin vazifen değil. Üzümü yiyip bağını sormayacaksın. Bir defa sen anlamazsın bu işlerden. Yeni belediyecilik denilen budur.  Sonra sana mı soracaktı belediyecilik hizmetini nasıl yapacağını? 

 Aslında belediyecilik  tek adamın iki dudağının arasında idi hep. Siz cumhurbaşkanı tek adam oldu diye eleştiri getire durun. Gözünüzün önünde yıllardır zaten bu işler böyle dönüyordu. Siz kamuoyunda oluşturulan algılarla hareket ettiğiniz için uzaktaki kusura bakarken gözünüzdeki çapağı görmezsiniz hiç. Bu ülkede belediyeler tek adamla yönetilir. O, istediğini yapar; kah kültürel etkinlikler yapar, kah iftar verir, kah ramazanlarda televizyon kiralayarak bulduğu sunucuya para verir, kah yolu bozuk bırakır, kah tretuvar çalışması yapar, kah bir mahalleye karargah kurar, diğerlerine uğramaz. Park yapar, bahçe yapar, işine geldiği yere yüksek kat verir, işine gelmeyen yere vermez. İşinin kahyası mısınız adamın? Yaptığı işlerden hiç hikmeti sorulmaz. İş yaparken kaşıkla verir, kepçeyle alır, senin ruhun bile duymaz. 

Yarın içinizden bir aklı evvel belediyelerden yol, asfalt, tretuvar hizmetini alır, bir başka kuruma vermeye kalkarsa belediyeler ne yapacak diye düşünmeyin. Belediyelerimiz hizmette sınır tanımazlar, mutlaka kendilerine yeni bir iş bulurlar. 

Siz belediyelere değil, kendinize yanın. Bu hazımsızlığı da bırakın artık. Hizmet olmuyor dersiniz, hizmet yapılınca da eleştirmeye başlarsınız. Böyle eleştire eleştire bir gün belediye her işten el etek çekerse o zaman ne yapacaksınız? Belediye bunu kışın gösterdi. O zaman sen ne yaptın? Gidip hırdavatçıdan kürek alarak kendi sokağının karını kendin süpürdün değil mi? Bu daha iyi günlerin. Belediyeyi kızdırmaya gelmez, bunu şakası hiç olmaz. Çöpten el etek çekerse kokudan mahallene girilmez. Maazallah su işlerine bakmam derse o zaman ne yapacaksın? İşin gücün yoksa bulduğun yerden su getireceksin. O zaman belediyeyi eleştirmeyi bırak! Sana verdiğiyle yetin, nankörlük yapma! 05/07/2017