9 Mayıs 2017 Salı

Darbenin baş aktörü Türkiye'ye iade edilsin mi?

Baştan söyleyeyim, iade edilmesin. Hatta iade için girişimlerde bulunulmasın. Zaten istediğin kadar delil sun, vermeyeceklerse vermezler. Haydi, karşı tarafı ikna edip suçluyu aldık diyelim. Sonrası ne olacak? Bunu da düşünmek lazım.

Şeytana pabucunu ters giydirecek şekilde yetişmiş/yetiştirilmiş elebaşı bize yaptığı her haltı anlatacak mı? Doğru konuşacak mı bir defa? Ya da konuşacak mı? Haydi, o konuşsa da konuşmasa da kesin suç delillerini ortaya koyarak yargıladık diyelim. Örgütü çözebilecek miyiz? Örgütü çökertebilecek miyiz? Örgütün ağa babalarına ulaşabilecek miyiz? Örgütün arkasındaki devletleri ortaya çıkardık. O devletlere gereken yaptırımı yapabilecek miyiz? Örgütün başını yargıladıktan sonra cezasını nasıl vereceğiz? Öldürdükleri, hayatını söndürdükleri insanlar adına ona idam cezasını uygulayacabilecek miyiz? 

Malumunuz; idam cezasını kaldırdık, onun yerine suçlulara müebbet cezası veriliyor. İdam cezasını geri getirsek bile anayasamıza göre cezalar geriye doğru uygulanamıyor. Geriye ne kalıyor o zaman? Suçluyu hapse gönderip orada bakmak. Başına bir şey gelmemesi için etrafında dört dönmek, her türlü tedbiri almak. Neler yapacağımızı tek tek anlatmaya gerek yok. Bu konuda bizim bir tecrübemiz var, biliyorsunuz. Bugün biz 40 bin kişinin katili olarak yargıladığımız kişi için bir adayı ona tahsis ettik. Sağlığına, başına bir şey gelmemesi için her türlü imkanı seferber ediyoruz. Günlük devlete maliyeti 130 bin lira imiş. Öyle zannediyorum, FETÖ lideri getirildiği takdirde farklı bir muamele yapılmayacaktır. O zaman ne yapalım? 

Elimizdeki kötü tecrübeden hareketle FETÖ liderini istemeyelim. ABD yetkilileri ile onu, orada yargılamak için görüşmeler yapalım. 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olayın azmettiricisi, planlayıcısı, elebaşısı olarak hazırlanan iddianame gereğince bizim mahkeme heyetimiz ABD'ye giderek o zatı orada yargılasın. Mahkememizin verdiği cezayı ABD yetkililerine tebliğ edip suçluyu hapse koymalarını isteyelim. Görüşüm size garip gelebilir ama bir delikten ikinci defa girmeyelim. Birini yıllar yılı İmralı'da beslediğimiz gibi onu da getirip burada beslemeyelim. Hatta size bir ilerisini daha söyleyeyim. Ben olsam cezasını veremeyeceğim, içeride beslediğim bu tip suçluları serbest bırakırım. İnanın, içerideki rahatlarını bulamazlar dışarıda. Hem PKK liderinin hem FETÖ liderinin mağdur ettiği insanların sayısı az değil bu ülkede. Dışarıda rahat gezemezler, nefes bile alamazlar, insan içerisine çıkamazlar. Haydi, taraftarlarının himayesinde dışarı çıktılar diyelim, inanın bir kör kurşuna maruz kalırlar. Üstelik kim vurduya gider. Ya da ben yaptım diye gelir kendisi teslim olur.

ABD, elebaşını yalvarsa götürün diye; biz, "Sizin olsun, alın turşusunu kurun" dememiz lazım. Bundan sonra bu tür ihanet şebekelerinin bir daha bu topraklarda neşvünema bulmaması için gözümüzü dört açalım. Biliyorum, yaptığım öneriler size garip gelebilir. Fakat kökten çözüm olacağını düşünüyorum. Denenmesinde fayda vardır. Üstelik devlete masrafı da olmaz.  09/05/2017


Sosyal Medya Etiği **

Sosyal medya hayatımıza hızlı bir şekilde girdi. Çoğumuz da kendini orada buldu. Kimi izleyici, kimi paylaşımcı durumunda. Kiminin de adresi var ama pasif durumda. Kimi de işin içinde ama iz bırakmadan kaçak güreşiyor.

Sosyal medyaya magazin  dense yeridir. Türkiye veya dünya gündemi aynen oraya yansır. Her türlü paylaşımı orada bulabilirsiniz. Kimin, nerede, ne zaman, ne işle uğraştığı; kimin hobi ve fobilerinin ne olduğu, kimin nelerden zevk aldığı, fikir ve zikrinin ne olduğu hakkında birinci elden kanaat sahibi olabilirsiniz. Kimlerin bir yerlere gelmek için kimlere göz kırptığını görürsünüz. Hiç paylaşımda bulunmayanla ilgili bir  kanaate ihtiyaç olursa neyi ve kimleri beğendiği bile kendisi hakkında bir fikir verebilir.

Türkiye ve dünya gündemini takip etmek için sanal medyaya göz atmak yeterli olmaya yeterli. Ama doğru haber ile yanlış haberin karıştığı bir haber merkezi. Çoğu kimse gördüğü haberin doğruluğunu araştırmadan paylaşma yoluna gidebiliyor, yeter ki kendi fikrini desteklesin. Sevmediği görüşü, ya da kişileri eleştirsin.

Sosyal medya hayatımızın bir parçası oldu iyice. Hiç girmem diyen günde en az bir defa göz atar bu aleme. Kimi de kendini kaptırdı mı sabah akşam orada artık. Herkesin elinden cep telefonunun düşmemesinin nedeni bu olsa gerek. Paylaşımların sayısı günde öyle zannediyorum milyonları geçiyor. Bu alem sayesinde insanlar çok şeffaflaştı. Neyi paylaşacağını şaşırıyor. Çoğu paylaşımları çok yerinde görmekle beraber bazı paylaşımlar için çoğunuz "Bu da paylaşılır mı" demeden edemiyor. Yemek paylaşımı konusunda bir kısım insanımız gerekli itinayı göstermekle beraber hala yediğini, içtiğini paylaşan insanımızın sayısı da az değil. Öyle paylaşımlar görmeye başladık ki garipsediğimiz yemek görüntüleri, yanında çok masum kalır. Geçen gün birisi zekerat halindeki bir büyüğü adına takipçilerinden Kur’an okumalarını ve dua etmelerini istiyordu. “Ne var bunda?” diyebilirsiniz. Doğru. Bunda bir sakınca yok. Pekiyi, bu paylaşımın altında ölmek üzere olan kimsenin fotoğrafı da paylaşılmış desem ne dersiniz? Öyle zannediyorum, tepki gösterirsiniz. Ben de görünce el insaf, bu kadar da olmaz, dedim. Ömrüm kifayet eder de istemeden girdiğim ve aktif bir şekilde kullanmaya başladığım bu alemde daha ne paylaşımlara şahit olacağım, bunu da zaman gösterecek.

Her anını düşünmeden paylaşan insanlar acaba her şeyin depolandığı bir arşiv olarak mı görüyor bu alemi? Bunun başka bir izahı yok gerçekten. Yoksa bu insanlar yalnızlara oynuyor da paylaşımlara yorum ve beğeni geldikçe bir nebze de olsa yalnızlığını mı gideriyor? Merak ediyorum, her anını paylaşanlar ölünce ölüm anlarını kim çekip paylaşacak? Herhalde şu anda çözümsüz kalan problemleri bu olsa gerek.

İnsanın girdiği her alanda mutlaka bir etik değerler olmalıdır. Eskiden, şimdilerde görgü kuralları denilen bu kurallara adabı muaşerat denirdi ve okullarda ders olarak okutulurdu. Nedir görgü kuralları? İnsanların günlük hayatta birbirleriyle olan ilişkilerinde uymaları gereken kurallar demektir. Çoğumuzun kullandığı sosyal medyada da mutlaka bir adabı muaşerat olmalıdır. Neyin paylaşılıp neyin paylaşılamayacağının bilindiği kriterler konmalıdır. Herkes bir şey paylaşmadan önce iki defa düşünmek durumunda kalmalıdır. Yoksa bu gidişle içimizi dışımıza çıkaracak şekilde, hiçbir mahremiyetimiz kalmayacak. 09/05/2017

**13/05/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Bu Dünyada Bir Derdim Olmasın İstiyorsan...

Bu dünyada bir derdim olmasın, herkesle iyi geçineyim ve keyfime bakayım diyorsan:

1.Asla doğru bildiğini söyleme!
2.Hayatı, insanları, kurulu düzeni akışına bırak, asla eleştirme!
3.Herkese gülücükler dağıt, tebessüm et!
4.Fazla konuşma, mümkünse hiç konuşma!
5.Amirlerinin her yaptıklarında hatta yanlışlarında bile hep bir hikmet ara!
6.Suyun akıntısına git, suyu temizlemeye çalışma, rüzgara doğru işeme!
7.Burnun iyi koku alsın, devamlı etrafı kokla, gelecek nerede ve kimde ise kendine orada rol biç. Asla kendin olma. Birileri ne istiyorsa, nasıl olmanı istiyorsa o şekilde başkası ol. Kraldan fazla kralcı ol. Bir tehlike anında da gemiyi ilk terk eden ol ve diğer gemiye bin!
8.Her doğruyu her yerde söyleme, hep maslahatı gözet.
9.Devlet malını yetim malı olarak görme, deniz olarak gör.
10.Yoluna devam ederken geriye dönüp bakma, hep ileriye bak. Düne tenezzül etme, düşene hiç acıma. Merhametli olduğunu göstermek istiyorsan -ki prim yapar- dilden üzüldüm, de. Hatta vurabilirsen vur tekmeyi, gitsin.
11.Yaptığın işin reklamını öyle iyi yap ki balık bilsin, yer ve itibar edinmen daha kolay olsun. Ehliyet isteyeni gerekirse sürücü kurslarına gönder.
12.Büyüklerinle hep iyi geçin, kaşın üstünde gözün vardır, deme.
13.Hiçbir şeyi dert edinme, karnın daima geniş olsun. Düğün evinde oyna, cenaze evinde ağla.
14.Hiç düşünme, deneni ve verileni yap. Özgüven sahibi, onurlu özgür bir birey olmaktansa kolektif aklın güdülen ya da gütme görevi verilen bir bireyi ol.
15.Hiç için olma, hep dışın ol. Yani olmanı istedikleri gibi ol. "Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün" sözüne hiç itibar etme. 08.05.2015

7 Mayıs 2017 Pazar

Estetik furyasına kapılmayalım!

Yan taraftaki resmi sanırım haberlerde çok miktarda görmüş olmalısınız. Resmin sol tarafındaki görüntü kızımızın orijinal hali. Sağ taraftaki ise estetik sonucu geldiği durum.  Güzelleşme uğruna içine düştüğümüz ahvali resim ayan beyan göstermekte. Çok bir şey söylemeye gerek yok.

Haber 7'nin verdiği bilgiye göre "Türkiye'de yılda 50 bin kişi estetik operasyonu yaptırıyormuş. Hollanda, Almanya, Fransa ve Belçika'da yaşayan kadınların gözdesiymiş ülkemiz.  Dünyada estetik yaptırmada 9.sıradaymışız. Bu ameliyatlarda zaman zaman estetik kazaları da olmuyor değilmiş." Bu verilen bilgi öyle zannediyorum, kayıtlara geçen resmi bir bilgidir. Gayri resmi yapılan estetik operasyonları bu istatistiki bilgilere dahil olmasa gerek. Burada Türk insanının hakkını da teslim etmek lazım. Birçok alanda sonlardan birinci olurken insanımızın estetik yaptırmak suretiyle dünya sıralamasının ilk dokuzunda yer almamızdaki katkısı yadsınamaz.

Estetik en fazla yüz, burun, kalça, göğüs vb. yerler için yapılmaktadır. İnsan niçin estetik yaptırır? Herhalde güzel olmak ve güzel görünmek içindir. Değer mi güzelleşme uğruna insanımızın bıçak altına yatmasına? Bu, "Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü" prensibine aykırı bir durumdur. Kişinin kendisini beğenmemesidir, fıtratı zorlamasıdır, doğallığı yok etmesidir. Ustasını beğenmemektir. Kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmasıdır. Maskeyle dolaşmasıdır. Canını ve sağlığını tehlikeye atmaktır. 

Din, kişinin toplum içerisine çıkmasını engelleyen, acı çektiren, psikolojisini bozan ve sağlık vb nedenlerle estetiğin yapılmasına izin verir. Güzellik uğruna yapılan estetiklere cevaz vermez. Hoş, estetik yaptıranlardan çoğunun dini kaygı taşıdığını da düşünmüyorum. Şayet böyle bir endişe olsaydı, ülkemizde estetik ameliyatlarının oranı bu kadar fazla olmazdı. İnsanımızın çöplüklerden ekmek topladığı, dünyanın açlıkla boğuştuğu bir dönemde başkasına caka satmak için bir kısmımızın güzelleşme uğruna canını tehlikeye atacak şekilde bıçak altına yatmasının hiç makul bir izahı olamaz. 2009 yılında  oğlumu burun ameliyatı yaptırmak için bir KBB uzmanına götürdüm. Çünkü nefes almada zorlanıyordu. Doktor, ameliyat yapmadan önce estetik de önerdi bize. Doktora, düşünelim diyerek çıktık. Oğluma "Ne dersin evlat! Doktoru dinledin. İstiyorsan olabilirsin" dedim. Daha 18'ine yeni girmiş oğlum: "Olmaya olalım ama din cevaz verir mi buna" dedi bana. "İyi düşündün evlat, din buna izin vermez" dedim. Estetik faslını bu şekilde kapatmış olduk. Bu duyarlılığından dolayı hani gıpta etmedim değil oğlumla.

Giderek artan güzel olma furyası daha başımıza neler açacak? Bunu da zaman gösterecek. Güzelleşme o kadar aklımızı almış olmalı ki, insanımızın gözünü kör, kulağını sağır, basiret ve ferasetini de kapatmış. Sadece açık olan cebi. Güzelleşme budalalığı yüzünden kendisinden servet istense öyle zannediyorum kesenin ağzını açacak. Biz, huyunu, suyunu beğenmediğimiz kişilere "Kendini beğenmiş" deriz. Bu tipler kendini de beğenmiyor olmalılar ki bıçak altına yatıyor. Bu tiplerin aklı bir karış havada. Akıl olmayınca işinin ehli mi değil mi demeden hemen elini cebine atıyor ve ameliyat masasına yatıyor. Kimi berberi buluyor, kimi de kasabı. Yeter ki güzelleşsin. Yukarıdaki resimde göründüğü gibi arayan buluyor. Kimi güzelleşiyor, kimi de organını kaybetmekle karşı karşıya kalıyor. Böylece haberlere konu olup Türkiye gündemine oturabiliyor. 

İnsanımız hiç olmadığı kadar süslenmeye, estetiğe, makyaja, dövme yaptırmaya para harcıyor. Parasını temel ihtiyaçlardan ziyade gereksiz harcıyor. Kimimiz aç yatarken kimimiz de parasıyla keyfini ve sefasını sürmeye çalışıyor. 

Adana'da meydana gelen bu dudak operasyonu bu yolda efor sarf eden özellikle bayanlar için ibretlik bir vakadır, kulaklarına küpe olur. İnşallah kimse böyle bir yola başvurmaz ve yeltenmez, ava giderken avlanmaz, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaz, pirince giderken evdeki bulgurdan olmaz, olanla yetinir, tabiatı zorlamaz. 07/05/2017


6 Mayıs 2017 Cumartesi

Aytaç Açıkalın'ın 2012 konferansından notlar

2012 yılının Mayıs ayının sanırım 3'ü idi. Konya Ticaret Odasında 14.00-17.00 saatleri arası Konya merkezde görev yapan okul Müdürlerine yönelik bir konferans düzenlenmişti. Katılım zorunlu idi. Oldum olası zorunlu katılımlardan pek hazzetmedim. Konuşmacı da ismini ilk defa duyduğum Aytaç AÇIKALIN idi. İmza sirküsünü imzalar, az oyalanır. Sonra ayrılırım dedim içimden.

Protokol gereği kısa selamlama konuşmalarından sonra konuşmasını yapmak üzere mikrofon misafire verildi. İlk defa gördüğüm kişi yaşlı biriydi. Konuşmasına başlarken 17.00'ye kadar buradayız dedi. İşte cinsin biri. Üç saatlik bir konferans olur mu, sonra çekilir mi dedim yine içimden. Geçinenlere niçin geciktiklerini sordu. Yağmurdan dolayı geciktik diyenlere, "Buraya daha önce gelenlerin üzerine yağmur yağmadı tabii," dedi.

Elinde mikrofon koca salonun bir orasına, bir burasına koşuyordu o benim ihtiyar dediğim kişi. Altına 2012 yazdığı sunusunu bir önden bir arkadan okutuyordu katılımcılara. Her okutacağı kişinin yanına kadar gidip eline mikrofonu uzatıyordu. Yaptığı pek konferansa benzemiyordu. Düpedüz ders işliyordu o zamanlarda 77 yaşlarında olan bu ihtiyar delikanlı. Kimin yanına ne zaman geleceği, kime ne soracağı belli olmayınca uyumak isteyen veya yanındaki kişilerle sohbet etmek niyetinde olanların da gözünü açtı. Konuştukça herkesin gözü fal taşı gibi açıldı. Hep dikkat kesildik. Çünkü yeni ve ilginç şeyler söylüyordu. Deli-dolu bir adam görüntüsü veriyordu. İşte tam adamımı buldum. Bırakın üç saati saatlerce gözümü kırpmadan dinlerim ben bu adamı dedim. Elimde süs olsun diye getirdiğim ajandamı açtım notlar almak için. 

Bizde yıllar öncesinde yediğimiz bir yemek için tadı damağımda kaldı deriz. Bende de onun konuşması iz bıraktı. Zaman zaman onun konuşmalarını başka yerlerde onu referans göstererek sattım.  Konferansın akabinde ondan aldığım notları facebook sayfamda kesik kesik paylaşmışım. Dün "Tarihte Bugün" bildirimi ekranıma düştü. Bir göz attım neler paylaşmışım diye. Hemen benim efsane adamım çıktı karşıma. Aradan beş yıl geçmiş. Tekrar o konferans ve Aytaç hocam gözümün önüne geldi. Şimdi size onun 2012 konferansından aldığım notları paylaşmak istiyorum:
*68 kuşağı devrimci idi, şimdiki kuşak; kulağında küpesi, vücudunun her yerinde dövmesi, özentili bir kuşak. Şimdiki kuşakla mücadele edilmez, çok uğraşmak gerekir.
*Okul kapısındaki çift başlı kartal olmalıdır. Müdür, sol tarafıyla geçmişi sağlıklı değerlendirmeli, sağ tarafıyla da geleceğe güvenle bakmalıdır.
*İnsanın ağzından, kulağından giren çıkar: Küfredenlerin her biri küfrü not alarak, dershaneye giderek öğrenmediler. Hepsi arkadaşlarından öğrendiler, unutmuyorlar da.
*3 sihirli kelimeyi sürekli kullan:
-Teşekkür ederim
-Lütfen
-Özür dilerim
3 zehirli kelime:
-Zeka
-Yetenek
-Kapasite
(Zekası, yetenek ve kapasitesi yeterli değil şeklinde)
Nobel ödülünü alanların hiç biri üstün zekalı kişiler değildir.
*Doktor ameliyat yaparken yakınlarını içeriye almaz. Okullardan veli çıkmıyor. Kendi işinize velileri niçin bu kadar karıştırıyorsunuz. Çocuğunun durumunu öğrenmek için okula gelen bir veliye çocuğuyla ilgili dert yanan öğretmene annesi, "Evde de şunları şunları yapar hiç memnun değilim," demiş. Öğretmen veliye , "Evdeki yaptıkları sizin meseleniz," deyince kadın, "Okuldaki yaptıkları da sizin meseleniz," demiş.
*Müdürün yaptığı toplantının başı ve sonu belli olmalıdır.
*Eskiden karakterli insan sayısı çoktu; çocuktan bit çıkar, psikolojisi bozulmazdı; Çanakkale'de ölüme giderken hiçbirinin psikolojisi bozulmadı. Sahte rapor veren doktor olmaz, binası çürük mühendis bulunmazdı.
*Benim haksız sizin haklı olabileceğinizi kabule hazır olmak bilimsel yaklaşımdır.
* Her koyun kendi bacağından asılır, biz birbirimizin bacağını asılırız.
*Milli Eğitim Müdürlüğü yaparken her gün arayıp okuluyla ilgili şikayette bulunan müdürü makamıma çağırdım, “İstifa et.” dedim. “Efendim ben suistimal yapmıyorum,” dedi.  Müdüre “Sen beni suistimal ediyorsun,” dedim.
*Sunacaklarımın (Söyleyeceklerimin) yarısı yanlıştır. Ama hangi yarısının yanlış olduğunu bilmiyorum.
*Okullarda önce öğretmen zilini, sonra öğrenci zilini çalmalı.
*Elinde ajandası olmayanın müdürlüğü tartışmalıdır.
*Essah müdür, gözünü ve gönlünü okuluna verendir.
*Bundan iyisi can sağlığıdır diyenin müdürlüğü bitmiştir.
*Müzik dinlemeli, şiir okumalı.
*Müdürlük müstakil olmalı, onların okuttuğu dersten hayır gelmez.
*Müdür rutin ve lüzumsuz işler yapmaz; süt taşımaz.
*Müdür cep telefonuna sahip olabilendir.

Konferansı verdiğinde eğitim sistemimiz 8 yıllık kesintisiz eğitimdi. 4+4+4 sistemi gündemdeydi. Kendisine yeni sistem sorulmuştu. Yeni sistemin nasıl olacağını bilmiyorum. Ama hangisinin daha iyi olduğunu anlamak için size bir fıkrayla cevap vereyim. “Adama iki tane içki şişesi getirmişler. “Beyefendi! Tadına bakıp hangisinin iyi olduğunu söyler misin” demişler. Adam, ilk şişeden içer içmez eliyle diğer şişeyi gösterir; bu daha iyi,” demiş. Adama, “Daha bunun tadına bakmadın,” demişler. Adam: Hiçbir şey bu içtiğimden daha kötü olamaz,” cevabı vermiş.

Milli Eğitim Müdürü olarak atandığı zaman şoför kendisini almaya gelmiş, “Nereye bineceğimi bilmiyorum. Şoför bana arka sağ kapıyı açtı. Halbuki, benim için arabanın en iyi yeri şoför mahalli idi,” dedi. Gülüştük.
***
Hocamız halen yaşıyor. Emekli oldum diye köşesine çekilmiş değil. Bilgi, birikim ve tecrübelerini Türkiye’nin her tarafını gezerek  paylaşmaya devam ediyor. Ufku çok geniş birisi. 40 yaşından sonra Milli Eğitim’deki idari görevleri bırakarak üniversiteye geçmiş. Hayatı da ilginç gerçekten. 

Şimdi 82 yaşında olmalı. Allah ona sağlıklı ve hayırlı uzun ömürler versin. Bu ülke insanının ondan öğreneceği çok şey var. Bu vesileyle hocamızı hayırla yadetmiş oldum. Allah sayılarını artırsın.  06/05/2017

Bir siyasi etiğimiz olmalı

Seçim sathı mailine girildi. Siyaset yapamıyoruz, biliyorsun. Ama herkes konuşuyor, biz de birkaç kelam edelim dedik. Zira kambersiz düğün olmaz...
Hiç bir konuda bir araya gelemeyen ve bir konuda anlaşamayan siyasilerimiz şu evrensel değerlerde bir araya gelmeli, ortak açıklama yapmalı.
1.Adalet; bana göre sana göre değil, herkese adalet. Şeriatın kestiği parmak acıtmamalı...)
2.Doğru sözlü olmak. İçi dışı bir olmak. İnanmadığını söylememek.
3.Bürokraside liyakat.
4.Birbirine empati yapmak, birbirini dinlemek, anlamaya çalışmak.
5.Seçim esnasında partinin ve milletvekili adaylarının, aday adaylığı ve adaylık döneminde nereye, ne kadar harcadıkları para miktarı açıklanmalı. (Vekil adaylarının aday adaylığı ve adaylık döneminde harcadığı/yaptığı masraf, 4 yıl yapacağı vekillikte alacağı maaş toplamı kadar ya da daha fazla. Kepçe ile dağıtılan bu harcamanın dönütü ne olacaktır? Bunun siyaseti ne kadar düzgün ve temiz olur varın siz düşünün. Eğer siyaset bu şekilde yapılacaksa düzgün gönderdiklerimizin ne kadar düzgün kaldıklarını ve kalabileceklerini irdelemek gerek.)
6.Partiler ve vekil adayları, iktidara geldiklerinde ne yapacaklarını vadetmeden önce seçim öncesi; kendilerine kimlerin, ne kadar yardım yaptıklarını açıklamalılar.
7.Adaylar ve partileri seçimden sonra iktidar -muhalefet olduklarında kimlerle çalışacaklarını seçimden önce belirleyip ilan etmeliler.
8.Seçim propagandası yapılırken çevre ve görüntü, ses kirliliğine özen gösterilmeli, miting yapılmamalı.  Tv, medya ve sanal alemde propaganda yapılmalı, illa miting yapılacaksa insanları ve şehri rahatsız etmeyecek şekilde şehir dışında yapılmalı. Ya da kapalı yerlerde yapılmalı... 06/05/2015


Kraldan çok kralcılara dikkat! *

Birbirini yakından tanıyan ve birbirine karşı sevgi, dostluk ve anlayış gösterenlerden…bir işte bulunanlardan her biri” diye tarif edilir arkadaş. Dost ise; “Sevilen ve güvenilen yakın arkadaş, sıkı fıkı görüşülen kimse, gönüldeş. Aralarında iyi ilişki bulunan, iyi geçinen” kişidir. “Güvenebileceğimiz, sırtımızı dayadığımız ve bizi arkadan vurmayacak kişidir” arkadaş ve dost. Her türlü derdimizi, sıkıntımızı paylaştığımız, yediğimiz ve içtiğimiz ayrı gitmeyen kişi, sırdaş. İyi günde kötü günde her daim yanımızda gördüğümüz kişi.

Eski Türkler savaşırken sırtını bir ağaca, taşa ve veya kayaya vererek ok atma yoluna giderlermiş. Bu sırt dayanan  taş kelimesi arka ile birleşerek arka-taş, sonradan arkadaş şeklini almıştır.  Gördüğümüz gibi arkadaş kelimesi derin anlamlar içermektedir. Karşılıklı fedakarlıklar üzerine kurulur. Fikir ve ideal birliği vardır. Arkadaş ve dostlar birbirinin hatırını güderler. Hatta “Dost için çiğ tavuk yenir” şeklinde bir atasözümüz de vardır. Öyle dost ve arkadaşlar vardır ki, zamanla kardeşin bile önüne geçer. Birlikte aynı yola başvururlar, ölümüne giderler. Birliktelikleri o noktaya varır ki aralarından su sızmaz. Birbirlerine en önemli makamları altın tepsi içinde sunarlar. Çünkü dostlukları diğerkâmlık üzerine kuruludur. Bu durum dostları sevindirirken rakiplerini de üzer. Öyle bir zaman gelir ki bazen arkadaş ve dostlukların arasına isteyerek veya istemeyerek kara kediler, kırgınlıklar ve incinmeler girer. Yolları, idealleri aynı olmasına rağmen metotta ayrılıklar ortaya çıkar. Böylesi durumlar gerçek arkadaş ve dost için büyük bir sınavdır aslında. Rakiplerin arayıp da bulamadığı bir ortamdır.

Sınavı ilk zamanlarda iyi götürürler. Kırgınlıklarını pek belli etmezler. İş davaya zarar vermesin, dostluğa halel getirmesin diye bağırlarına taş basarak kendi kabuğuna çekilir. Zaman her şeyin ilacıdır diye düşünür. Bu sefer kendini kraldan fazla kralcı addeden silahşörler pardon kalemşör ve yorumcular çıkar. "Çıkıp konuşmuyor, görüşünü açıklamıyor, davasına ihanet ediyor, susması ikrarındandır. Bak hiç çalışmalara katılıyor mu? Davet edildiği halde gelmedi. Birilerinin adayı olacak, eski arkadaşlarına rakip olacak. Nankör bu. Bugünkü elde ettiği makamı kime borçlu olduğunu bir düşünsün. Arkadaşı olmadan bir hiç. Çıksın karşısına da boyunun ölçüsünü alsın..." gibi tahrik edici yazılar, yorumlar yaparlar. Güya bunu inandıkları davaya hizmet ettiklerini sanarak yapıyorlar. Bu tiplerin yaptığı kaş yapayım derken göz çıkarmaktır. Birilerine, bak ben seni ölümüne destekliyorum mesajı vermektir. 

Bu tipler olayları basit ve yüzeysel düşünen kişilerdir. Kırgınlığı basit bir şey gördükleri gibi. Halbuki kırgınlık ve incinme vücudun yaralanmasından beterdir. Kolay kolay geçmez. Sonra insan dostuna kırılır, bir başkasına değil. Bu silahşörler araya girmese dostlar bir müddet sonra birbirlerinin gönlünü alır, yanlış anlaşılma varsa vüzuha kavuşturur. Onları bir müddet kendi haline bırakıp kendilerini dinleme fırsatı vermek gerekir. Birileri üzerlerine vazife olmayan işgüzarlığı bırakıp eğer bir iyilik yapmak istiyorlarsa en iyisi gölge etmemeleri de. Yok, biz mutlaka bir iyilik yapacağız diyorlarsa iki dargın insanı barıştırmada ne yapılması gerekiyorsa onu yapmalıdırlar. Onların arasını bulmak için gerekirse yalan söyleme yoluna gitmelidirler. İyilikte araya nifak ve fitne sokma yoktur. İyilik sırtını birine dayayarak diğerine vurmak değildir.

Son söz de kırgın olanlara! Davanızda samimi iseniz, birbirinizi dost ve arkadaş kabul ediyorsanız aranıza bir başkasının girmesine imkan vermeyin. Haydi, girdiler diyelim. Size düşen onların ağzının payını verip susturmaktır. Sizin vazifeniz değildir demelidir. Dostluk sadece bir arada iken birbirini savunmak, taltif etmek değildir. Küs ve dargın olduğun zaman ona laf söyletmemektir. Birbirinizin cenazesinde de olsa bir araya gelebilmektir. Kırgınlıkları rafa kaldırmaktır. Böylece aradaki buzları eritmiş olursunuz. Susarsanız gönül yarasını derinleştirirsiniz. Unutmayın ki bir yerde suç ve suçlu varsa hiçbir suç tek taraflı olmaz. İki tarafın da suçu vardır. Sadece oranları farklıdır. Bunun çözüm yolu da basın yoluyla mesaj ve beyanat vermek değildir. İletişim yolunu açık tutmaktır. Aradaki parazitlere söz söyleme fırsatı vermemektir. 05/05/2017


* 10/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.