3 Mayıs 2017 Çarşamba

Eve girerken ayakkabınızı nerede çıkartıyorsunuz?

Yeni televizyon dizilerimiz nasıl bilmem ama bir kısım eski Türk filmlerinde bir uygulama dikkatimi çekerdi hep. Dışarıdan eve gelen kişiler geleneklerimizde yeri olmayacak şekilde ayakkabılarını çıkarmadan içeri girerler. İster köylü, ister şehirli, ister bağnaz, ister modern olsun Anadolu’nun hiçbir evine ayakkabı ile girilmez. Benim bildiğim ve gördüğüm bu. Olması gereken de budur zaten. Öyle zannediyorum eski Türk filmlerine damga vuranlar ülke insanına eve ayakkabı ile girme alışkanlığını yerleştirmeye çalıştılar ama çok başarılı olduklarını sanmıyorum. Çünkü bu adet bizim kültürümüze yabancı idi. Zaten tutmadı.

Anadolu’nun birçok yerinde eve ayakkabı ile girme ayıplanırken birçok kimsenin uyguladığı bir adet var. Bu uygulama eve ayakkabı ile girmekten beter bir durum gibi geldi bana. Bazıları bir eve misafirliğe geldiği zaman evin eşiğine yaklaştığı zaman ayakkabılarını çıkararak başka ayakkabıların çıkarıldığı beton, karo, mozaik vb yerlere basarak içeriye giriyor. Bunu yapanın sayısı az da değil. Şehirlisi de onu yapıyor, köylüsü de, yaşlısı da yapıyor, genci de. Bu uygulama ile ha eve ayakkabı ile girmişsin ha ayakkabısız. Gerçekten bunun mantığını kavrayamadım gitti. Nazım geçen biri olsa niçin böyle yaptığını soracağım. Öyle ya! Öğrenmenin yaşı-başı olmaz. Bu konuda cahil kaldığımı itiraf ediyorum. Benim bildiğim ayakkabıyı çıkarırken evin eşiğine iyice yaklaşılır. Önce sağ ayak çıkarılır eşiğin önünde paspas vb varsa ona, yoksa kapının eşiğine basılır, sonra diğer ayakkabı çıkarılarak eve adım atılır.

Evin kapısına gelmeden ayakkabısını çıkararak kirli yerlere ayağını basarak gelenler bu işi temizlik adına yapıyorlarsa bilsinler ki bunun adı temizlik değil, pisliğin daniskasıdır. Acaba senin eşiğine pis ayakkabımla gelmem, ancak ayağımla gelirim mi demektir bunun adı? Yoksa, ben misafirim benim her türlü kahrımı çekeceksin, evinin anasını ağlatayım, ben gittikten sonra rahat etmeyeceksin; evin her bir yerini, köşesini silip süpüreceksin. Ben öyle ucuz misafir değilim, kendimi ağıra satarım mı demektir? Ya da ben senin sabrını ölçüyorum. Çünkü ben bu evden ayrıldıktan sonra ev sahibine dua edeceğim. Benim duam kabul olur. Bu kadar da zahmetime katlan mı demektir?

Belki farkındasınız belki de değilsiniz? Bu ayakkabıyı evin kapısına gelmeden yarım ya da bir metre öteden çıkarıp içeriye halının üzerine basa basa gelmek, ardından koltuğa oturmak bana hiç hijyen ve etik  gelmedi. Çünkü o evde halının üzerinde çoğumuz seccade sermeden namaz kılmaktadır. Gittiğim her eve girerken gerekli özeni gösteririm. Ayakkabıyı nereye çıkaracağım, ayağımı nereye basacağım,  konusunda tereddüt yaşarsam ev sahibine ayakkabımı nereye çıkarıp nereye basacağımı sorarım. Hatta bazı ev sahiplerinin “Fark etmez, nereye basarsan bas” cevabını duyunca garipsemiyor değilim. Misafir herkesin başının tacıdır. Gerekli izzet ve ikramı göstermek bizim kültürümüzde vardır.

Şaka yaptığımı falan sanmayın. Ben kimseye soramadım. Ne olur, ayakkabısını evin ta ilerisinden çıkararak kapıya kadar pis ve kirli yerlere basarak gelen bir kimseyi görürseniz “Niçin böyle yaptığını bir sorun.” Benim merakım da bu. Sizden başka bir şey istemiyorum. Herhalde benim gibi yaşlı birinin bu isteğini kırmazsınız. 03/05/2017



2 Mayıs 2017 Salı

Ahbap Çavuş İlişkisine Devam

Malumunuz okullarda yönetici olarak görev yapacaklar için yazılı sınavlar rafa kaldırıldı. Yerine sözlü mülakatlar ihdas edildi.

Yöneticilik yapmak isteyenler illerde kurulan komisyon marifetiyle sözlü mülakata giriyor. Yeterli yüksek puanı alan kişiler münhal okullar içerisinden tercih ettiği okullardan birisine atanmak üzere dört yıllığına görevlendirilmektedir. Görevini amirlerinin istediği şekilde yapan yönetici atandığı okulda dört yıl idareci olarak çalışır. Süresini dolduran yönetici ikinci dört yıl için yeniden mülakata girmek zorundadır. Yeniden mülakata girmeyen veya girdiği halde yeterli puanı alamayan yönetici uygun bir okula öğretmen olarak atanır. 

Yılda bir yönetici görevlendirme yönetmeliği değiştiği için belki bazı değişiklikler söz konusu olabilir. Ne kadar değişiklik olsa da sözlü mülakatla yönetici tercihi ve tercih edilen yöneticinin dört yıllığına görevlendirilmesi aynen yerini korumaktadır. Üstelik bir okula dört yıllığına görevlendirilenin yeri de garanti değildir. Milli Eğitim Müdürlüğünün teklifi ve valinin onayı ile herhangi bir yöneticinin görevi lüzum üzerine görev süresi dolmadan sonlandırılabilir. Bildiğim kadarıyla yöneticiler bu şekilde atanmaktadır.

2014 yılından beri yönetici atama işleri geçici bir görev olması ve atamanın sözlü mülakat yoluyla olması, atananların dört yıl sonrasını görememesi yönetici olmayı cazip olmaktan çıkarmıştır. Atanan yöneticilerin çoğu okulunda görev yapmakta olan öğretmenlerden daha az ücret almaktadır. Belki de tek avantajı –avantaj denirse- haftada girdiği ders yükü altı saate kadardır. İdareci iki saat girdiği takdirde okulundaki öğretmenlik görevini yerine getirmiş olur. Bundan sonrasını ise okulun işleyişi ile ilgili planlama yapmakla geçirir.

Sözlü mülakatları herkes eleştirmekle beraber nedense bir türlü vazgeçilmedi bu uygulamadan. Bu şekilde yapılan atama çoğunun nezdinde torpil ve adam kayırmacılığı olarak değerlendirilmektedir. Atanan kişi atandığı koltuğu ne kadar doldurursa doldursun, işinde ne kadar ehliyet ve liyakatlı olursa olsun birilerinin adamı olarak lanse edilmektedir. Aslında bu şekil bir atama yoluyla atanan kişinin onuru da korunmamış olmaktadır. Kim ne derse desin bu şekil bir atama çok su götürür. Adamını bulanın kendine bir yer kaptığı sistemdir bunun adı. Ehliyetli insana vermekten çok uzaktır. Ahbap-çavuş ilişkisini çağrıştırmaktadır. Sözlü mülakata girip başarılı olamayan veya girmeyen çoğu kimse: “Yönetici olarak tercih edilenler hep bir sendikanın veya iktidar partisinin adamları…” diyecek. Maalesef objektif atama kriteri konmayan başta mülakat olmak üzere hiçbir sistem eleştirilmekten kendini kurtaramayacaktır. Değer mi müktesep bir hak olmayan bir okul yöneticiliği için toplum nezdinde eleştiri almaya? Kanaatimce hiç gerek yok. Bu yol ve yöntemi geçer akçe olarak ortaya koyanlar yazılı bir sistemi mutlaka geri getirmelidirler. Eğer atanmasını istedikleri kişiler yazılı sınavını geçemiyorsa bunlar için yorgan yakmaya hiç gerek yoktur.

Devlet yetkilileri devlete aldığı her bir kişi için uyguladığı sözlü mülakattan hemen vazgeçmelidir. Mülakatı, devleti birinci derecede temsil edecek vali, kaymakam, il ve ilçe milli eğitim müdür, daire başkanı, emniyet amiri ve müdürü gibi kişiler için tercih etmelidir. Okul yöneticiliği gibi müktesep hak bile olmayan alt seviyedeki bir okul müdürlüğü için mülakatla seçme yoluna gitmemelidir. Alt seviyede uygulanan bu mülakat sisteminin toplumsal barışa hiçbir katkısı olmaz.

Sınav kriterine göre başarılı olan kişiyi okul yöneticiliğine atamadan önce iyi bir güvenlik soruşturmasından geçirme yolu tercih edilebilir. Güvenlik soruşturmasına göre atanmasında sakınca görülmeyen kişi, görevine atandıktan sonra gerekli rehberlik ve denetime tabi tutulur. Görevini ihmal eden, temsil kabiliyeti olmadığı anlaşılan, milli eğitimin amaçları çerçevesinde plan, program yapmayan yönetici deruhte ettiği görevinden el çektirilebilir. İstenirse objektif kriterler bulunabilir. Yeter ki istensin. 02/05/2017

Bahşiş

Eskiden köylerde düğün yapılırken düğün esnasında damada yardım eden arkadaşları olurdu. Evli olan sağdıcı, genelde bekar kalan arkadaşları da bayraktarı olurdu. Sağdıç evlilikle ilgili damada yardımcı olurken, bayraktarlar ise çatıya asılan düğün bayrağının dikilmesi, bayrağın taşınması, düğün yemeği verilirken yemek servisi yapma vb getir-götür işlerine bakarlardı. Çalınma riskine karşı bayrağı gözü gibi korurlardı. Düğün esnasında evlenecek arkadaşlarına karşı bu işi seve seve yaparlardı. Çünkü bu işler para ile değil, sıra ile idi. Yarın onlar evlenirken de diğer arkadaşları ona yardım edeceklerdi. Düğün bittikten sonra bayraktarlar damadın babasının yanına varırlar, düğün sahibinden para isterlerdi. Bu iş herkesin gözü önünde yapılırdı. Düğün sahibi gönlünden ne koparsa verirdi onlara harçlık yapmaları için. Az-çok dense de yapılan pazarlık sonucu iş tatlıya bağlanırdı. Sonunda evli evine, yolcu yoluna giderdi.

Günümüzde düğünler evlerin önünde yapılmasından ziyade salonlara taşındı. Artık ağız tadından, nişan ve nikahına varıncaya kadar salonlar kiralanıyor. Misafirlere ikramın yapılması için eskisi gibi bayraktarlara gerek kalmadı artık. Eskiden amatörce yapılan işler profesyonelleşti. Kiraladığın salonun görevlileri bu işi yapıyor. Karşılığında da ne vereceğini ilgili firma ile anlaşıp gerekli ödemeyi yapıyorsun. Her türlü hizmeti firma adına ücretli/maaşlı çalışanlar yapıyor bu işi. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun çalışanlarda. Ya yemek servisinden sonra ya da misafirlere pasta vb ikram yapılmadan önce çalışanlar seni yakalıyor o telaş esnasında. “Hocam bir saniye gelir misin” diye seni içeriye alıyorlar. Dışarıda misafirler beklerken senin önüne ikram edilecek nevaleden sana tattırmak isterler. Şimdi sırası değil desen de, “Hocam sana ikram etmeden misafirlere geçmeyiz, bizde usul bu” denince, iki alayım bari dersin, oturursun. Görevli ise sen yerken yanında ellerini ovuşturur. Bu ne bekler burada, ellerini niye ovuşturuyor diye sormana gerek yok. Eşek değilsin ya, o kadar da anla artık. Gözünün önüne firma yetkilisi ile anlaşma yaparken “Efendim bunun içinde garsoniye parası da var” sözü gelir gelmesine ama şimdi artık onun zamanı değil. Elemanların başı bu yüzsüzlüğü yapıyor. Sana düşen de isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü kara” misali yüzünü karartmamak için elini cebine atıyorsun. İstemeyerek de olsa bir şeyler veriyorsun.

20/10/2016 tarihinde "Beyefendi bizi  görmeyecek misiniz" başlıklı bahşişten bahşişi konu edinen bir yazı kaleme almış, aynı yazı 22/10/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde de yayımlanmış, kendi kendime toplumsal bir yaraya parmak bastım, üzerime düşen görevi yaptım, inşallah faydası olmuştur diye düşünmüştüm. Heyhat ki heyhat! 

Hiçbir ilerleme yok. Benim sorum olarak değindiğim konu hız kesmeden aynen yoluna devam ettiğini gördüm. Demek ki kendim yazmış, kendim okumuşum. Nefret ettiğim bu uygulamaya karşı başımda bekleyen görevliye   para verdim yine. Ben verince benimle beraber aynı masayı paylaşan ortağım da elini cebine attı. Akşamında duydum ki oğlumu da yakalamışlar bir yerde. Ondan da almışlar bahşişi.  Aynı yerde aynı işle ilgili gördükleri her bir kişiden para istemeleri yenilir yutulur cinsten değil. Bize yapılan bahşişinde ötesinde soygunculuk desem yeridir. Söyleyecek kelime bulamıyorum. Bu, olsa olsa yüzsüzlüktür.

Salonlarda yapılan bu adı konmamış, hesaba katılmamış bahşiş uygulamasını görünce eski düğünlerdeki bayraktarların düğün sahibinden istediği para aklıma geldi. Şimdiki modern haydutların yanında onların ki çok masum geldi bana. Çoğu, bir paket sigara parasına tav olurlar, sevine sevine giderlerdi. Şimdiki bahşiş beklentisi içerisine girenler ise çalışan eleman. Zaten parasını alıyorlar. Emeğinin karşılığını aldıkları yerde tekrar ikram sahibini bu şekilde ajite etmelerinin hiçbir izahı yok, masum tarafı yok. Bu bahşiş işinden patronların, işyeri sahiplerinin haberi varsa, haberi olduğu halde bu soygunculuğa sesini çıkarmıyorsa onlar adına üzülürüm. Bu toplumsal yaraya ancak onlar çözüm bulabilir. Ya anlaşma yapılırken çalışanlara verilmek üzere garsoniye bedeli eklenir. Ya da toplam bedelden elemanlara prim verilir. Yok böyle bir şey yapamayız denirse elemana "Bahşiş isterseniz iş akdiniz feshedilir" denmelidir.

Giden paranın miktarı önemli değil. Beni ne öldürür, ne de ondurur. Ama insanımızın bu açgözlülüğüne pes doğrusu diyorum. Allah gözlerini doyursun. Ben versem bile almamaları gerekiyor. Haydi içimden geldi, verdim, aldılar diyelim. Hissettirmek, etrafında pervane gibi dönmek, bahşişi hatırlatan eylemler yapmak hiç hoş değil.

Allah aşkına, emeğinize haram karıştırmayın. Maaşınızı yeterli görmüyorsanız, lütfen başka kapıya gidin. İş yok diyorsanız. Şimdiki yaptığınız dilencilikten farklı değil. Gidin dilencilik yapın. Böylece daha fazla kazanmış, daha fazla insan yolmuş olursunuz. 02/05/2017

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Affetmek büyüklüktür *

Hz Muhammed için af makinesi dense umarım teşbihte hata yapmış olmayız. Çünkü cezalandırmaktan ziyade affetmeyi seçmiştir hep. “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” Ayetini kendisine düstur edinmiştir. Ömrünü insan kazanmaya vermiş desek yine yanılmayız.

Vatana ihanet suçu diyebileceğimiz büyük bir suç işlemeye teşebbüs eden Hatip bin Ebi Beltea’yı sorguladıktan sonra itirafını samimi bularak affetmiştir. Üstelik affetmekle de kalmamış: "Bedir ashabındandır" diyerek onurlandırmıştır Hatib’i. Mekke'yi fethettikten sonra peygamberliği boyunca kendisine kök söktüren, boykot uygulayarak açlığa terk eden, öldürmek isteyen, kendisiyle savaş üstüne savaş yapan Mekke'nin ileri gelen müşriklerini affetmiştir. Affetmesinin ardından büyük bir çoğunluğu Müslüman olmuştur.

Tebliğ görevi yapmak için gittiği Taifliler tarafından taşlanmış, vücudu yara bere içerisinde iken meleğin: "İstiyorsan Taif halkı yerle bir edilecek" demesine karşın "Ben rahmet peygamberiyim, olur ki onların soyundan namaz kılan bir nesil gelir" diyerek rahmeti gazabının önüne geçmiştir. Bunun semeresi olarak daha vefat etmeden Taif halkı topluca huzuruna gelerek Müslüman olmayı yeğlemiştir.

Medine'de kendisine kök söktüren, her türlü fitnenin içerisinde yer alan, eşi Hz Aişe'ye iftira atan münafıkların başı Abdullah b.Ubey b.Selül'ü dışlama yoluna gitmemiş, onu kazanmak için çaba sarf etmiştir.

Mekke'yi fethetme esnasında "Kim Ka'be'ye sığınırsa, kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa emniyettedir" diyerek müşriklerin liderini taltif etmiş ve bunun sonucunda da onun Müslüman olmasını sağlamıştır.

Uhud Savaşında amcasını öldüren Vahşi'yi ve onun azmettiricisi Hind'iyi de cezalandırma yoluna gitmemiş ve "Sadece gözüme görünmeyin, çünkü sizi gördükçe amcam Hamza'yı hatırlıyorum" demiştir. 

Hz Muhammed’in affetmesine verebileceğimiz örnekleri çoğaltabiliriz. Ahzap süresi 21.ayette: “And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.” Denilerek Peygamberin bizim için örnek olduğu belirtilmektedir. İki sözümüzden biri onun hayatından örnekler veririz, ismi geçtikçe salavat getirir, senede iki defa doğum gününü kutlarız. Niçin onun affetmesini de örnek almayız. Hep cezalandırma ve dışlama yolunu seçeriz. İnsanımız bilerek veya bilmeyerek suça girmiş, suç işlemiş, kanmış, kandırılmış olabilir. Her suç işleyeni cezalandırarak ne suçu bitirebiliriz, ne de suçluyu. Affetme yolunu deneyerek birçoğunu kazanabiliriz. Allah Teala birçok ayetinde “Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever” buyurmaktadır. Allah’ın verdiği tövbe kapısını insanlardan esirgememek lazım. “Merhamet maraz doğurur” şeklinde bir itiraz dile getirilebilir. İşlediği suçtan dolayı affedilen insanın tekrar tekrar suç işlemesi karşısında caydırıcı cezalar verilirse kimsenin söyleyecek sözü olmaz.

Hele bir suç toplumun ekseriyetine şu ya da bu şekilde bulaşmışsa af yolunun seçilmesi  
toplumsal barış için elzemdir, aciliyet arz eder. 01/05/2017

* 22/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


  



29 Nisan 2017 Cumartesi

Mağdurlara oynamayalım **

Referandum sonuçları istediği gibi çıkmayan  ve mahkemelerden de bir sonuç alamayan hayır cephesinin en önde geleninin bugünlerde işi hep YSK ile. Ağzını açıyor YSK’yı eleştiriyor, kapatıyor yine YSK’yı eleştiriyor.

YSK’nın kanunu çiğnediğini, oyları çaldığını, mühürsüz oy pusulalarını saydığını ifade ediyor her konuşmasında. Bugün de il başkanlarına “Referandumda gittiğiniz yerlere tekrar gidin, vatandaşa YSK’nın hiçe saydığı kanun maddelerini okuyun” diye talimatlar yağdırıyordu. Bu referandum sonuçlarını da kolay kolay hazmedeceğe benzemiyor. Sürekli gündemde tutacak anlaşılan. Niçin tutmasın ki hayatında yüzde 25’in üzerinde hiç oy alamayan bu partinin yüzde 49’a yakın oy alması iştahını kabarttı. Anladığım kadarıyla alınan 49’luk oyu kendinin sanıyor. Bence referandum sonuçlarını hep gündemde tutacağına, YSK hakimlerine kızıp hakaretler edeceğine iki yıl sonraki seçimlerin startını vermek için alt yapı oluşturmasında, birlikte hareket etmek için koalisyonlar kurmasında fayda vardır. Vatandaş hayatımız boyunca göremediğimiz bu oyları niçin verdi? Niçin evete gitmedi bu oylar da, bizim cepheye geldi. Demek ki vatandaş ön yargılı değil, onların dilini anlarsak biz bu işi başaracağız planları yapacağı yerde hala referandumda hile var iddiasını dile getirmeye devam ediyor.

Sayın lider, gördüğüm kadarıyla referandum sonuçlarıyla ilgili YSK ‘ya, Danıştay’a iyi bel bağlamış. İstediği sonuç çıkmayınca mahkeme kararlarına saygılıyız sözünü bir tarafa bırakarak gerilim siyaseti izlemeye çalışıyor.

Keşke mahkemelerin verdiği bu kararı beğenmediğinizi ifade ederken yaptığınız eleştiriyi geçmişte mahkemelerimiz bir başka partinin canını yakarken, ocağına incir ağacı dikerken de yapsaydı…daha samimi olur, kendisiyle çelişmemiş olurdu. Anayasa Mahkemesi 367 garabetine imza atmadan önce bu partinin önceki lideri: Yüce Mahkeme  367 nitelikli çoğunluğu onaylamazsa kriz çıkar” dediğinde itiraz edilseydi. Hiç teröre bulaşmadığı halde partileri bir bir kapatılan partinin yanında yer alsalardı.
Maalesef geçmişte mahkemeler iktidar olmamanıza rağmen hep sizi korudu ve kolladı. Bugün o mahkemeleri yanınızda göremeyince kahrediyorsunuz. Geçmişte haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmasaydınız bugün yanınızda destekçileriniz olurdu. Maalesef hep gücün ve güçlünün yanında oldunuz.

Dün mağdurların yanında olmadınız. Bugün mağdurlara oynuyorsunuz. Mağdur edebiyatı yapıyorsunuz. Kimse yutmaz bunu. Bugün bir nöbet değişimi var. Beğenseniz de beğenmeseniz de. 29/04/2017

** 05/05/2017 günü kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Emek ve Dayanışma Günü

Dünyada kutlanan Emek ve Dayanışma Günü İşçi Bayramı olarak ülkemizde de kutlanır her yıl 01. Mayısta. Birkaç yıldır da resmi tatil yapıldı üstelik.

Bu bayramı kutlamak için işçi sendikaları her yıl gözünü Taksim Meydanına diker. İzin verildi, verilmedi, kutlayacağız vb. tartışmalar günler öncesinden başlar. Bu sene de bu meydanda işçi bayramının kutlanmasına izin verilmedi. Bereket sendikalar bu yıl kutlama yeri illaki Taksim olacak diye ısrarcı olmadı ve ortamı germedi. Kimi İstanbul'u, kimi Ankara'yı, kimi de Erzurum'u seçti miting yeri olarak. Kutlama öncesi oluşan bu sakin ve anlayışlı ortamı inşallah 01 Mayıs günü de görürüz. Çünkü bizde her bir 01 Mayıs sancılı olur. Gergin başlar ve gergin sona erer. Şeytanın bacağı bu bayramda kırılacak gibi görünüyor.

Bildiğim kadarıyla 01 Mayısta tüm emekçilere izin verilmiyor. Özel sektör emekçileri bugünde yine çalışmaya devam ediyorlar. Sanırım onlara her gün bayram. Yani 1 Mayısın diğer günlerden farkı yok onlar için. Kamuda çalışan memur ve işçiler bugünde tatil yapıp miting yapabiliyor. Sendikaların miting yeri olarak belirlediği ile, her bir şehirden emekçiler katılır. Kilometrelerce yolu uzun uğraş sonucunda katediyorlar. Mitinge geldikleri zaman bağıracak, bayrak sallayacak takatları kalmaz. Gönüllü-gönülsüz sloganlar atılır, bayraklar sallanır. Kafalarında da dönüş yolu var. Çünkü geldikleri yolu yeniden tepmeleri gerekecek. Yorgun-argın geç vakit evlerine gelip doğru-dürüst dinlenemeden ertesi gün iş başı yapacaklar. Bunlar iş başı yapmayı düşünedursun diğer emekçi arkadaşları hemen iş başı yaptı bile. Çünkü emekçinin kirlettiği, savaş alanına çevirdiği meydanı temizlemek, eski haline getirmek yine diğer emekçinin işi.

Benim bayram diye bildiğim gün dinlenme günü olmasıdır. Bayram denilen günde miting yapanlar yorulur. Yorulan ise mesaiye başladığı zaman işinde verimli olamaz. Mitingde harcanan efor ve giden para da işin bir başka yönü. Meydanlarda gövde gösterisi yapılarak istediği haklar da verilmez. Miting yapılacaksa bir konfederasyon bir yerde yapacağına her ilde yapsa emekçiler fazla yorulmamış olur. Mitingler sembolik olmalı, miting yerleri kirletilmemeli. Sonra niçin her bir konfederasyon ayrı ayrı miting düzenler. Amaçları işçi haklarını korumaksa hep birlikte kutlamalılar. Çünkü istedikleri haklar üç aşağı, beş yukarı aynıdır. Her biri ayrı bir baş olmamalı.

Kanaatimce mitingler hiç olmamalı, işçiler o günü dinlenerek geçirmeli. Mademki bugün işçinin günü. Bırakalım istediği gibi o günü değerlendirsin. İşçinin alın teri kurumadan karşılığını aldığı, özlük haklarının insanca yaşayabileceği bir seviyeye getirilmesini temenni ediyorum. Bu gün sadece kamu emekçileri için değil, özel sektörde çalışan asgari ücretliler için de tatil yapılmasını istiyorum.

Maaşını beğenmeyen emekçilerin hiç işi olmayan işsiz insanları düşünerek mevcut hallerine şükretmelerinde fayda var. Zira beğenmedikleri maaş ve özlük haklarına çalışacak binlerce insanımız var dışarıda. Hakkıyla çalışan ve emeğinin karşılığını tastamam alan kişilerden olmamız temennisiyle. 29.04.2017


Kutsal Topraklarda yapılan kavgayı nasıl okumalı? *

Bir cemaate mensup iki ayrı grubun yaptığı kavga konuşuluyor şimdi. Hangi ajansı açsanız bununla ilgili habere ulaşabilirsiniz. İçlerinde 8 yaralı varmış. Olay da Kutsal Topraklarda, Kabe’ye bir km uzaklıkta geçiyor. Anlaşılan taraflar Türkiye’de geçmişi olan anlaşmazlıklarını umrede kavgaya dönüştürerek ibadetlerini taçlandırmışlar. Ne denir bu habere? Ancak şapka çıkarılır ve tebrik edilir.

Kavganın seçildiği yer, emin belde.  Taraflar ise bir cemaat üyesi…şahane gerçekten. Haber olacaksan kavga edeceğin yeri iyi seçeceksin. Bu kavga Türkiye’de olsa haber değeri olur ama tıklanma rekorları kırmaz. Tarafları ve bunları yetiştiren camiayı bu açıdan tebrik etmek lazım. İşi yaralamayla bırakmışlar, öldürmeye güçleri yetmemiş, bir de öldürselerdi İslam dünyasının tarihine geçerlerdi. Ha gayret bakalım, daha vakitleri var, gelmeden önce umarım bunu da başarırlar. Bu işi Kabe’nin hemen dibinde yapsalardı daha iyi olurdu. Sanırım niyetleri de bu idi. Ama kavga bu. Kan gibidir. Nasıl ki akacak kan damarda durmuyorsa kavga da hedeflenen yerde her zaman gerçekleşmeyebilir. Ah o ham müritler yok mu? Kinlerini menzile varmadan hemen boşaltıverdiler.

Ülkemizdeki fırsatçılar bu küçük kavgayı hemen eleştiri bombardımanına tutabilirler. Onlar art niyetlidir. Halbuki bu iki güzide grubu bu yaptıklarından dolayı eleştireceğimize niyetlerini anlamaya çalışsak nasıl olur? Belki de bu kardeşlerimiz kutsal beldede kalmak için bu kavgaya tutuştular. Ne de olsa sayılı günler için gittiler. Süresi doldu mu bunları uçağa bindirip yolcu edecekler. Birbirlerini orada kıracaklar ki ölüp-öldürdükten sonra orada yani Cennetü’l Mualla mezarlığına defnedilecekler. Böylece mukaddes bölgede kalma imkanları olacaktı. Varsa ufak-tefek günahları onlar için şefaat edecek yakın kimseleri de vardır zaten. Bu kişilerin gördüğüm kadarıyla niyetleri halistir.

Hemen bu olaydan hareketle Türkiye’deki cemaatleri masaya yatıranları da iyi niyetli olarak görmemek lazım. Cemaatler yaşamalı, yaşatılmalı ki değerleri böyle yerlerde ortaya çıksın. Kim yapabilir bu kavgayı mübarek beldede. İçki içen, kumar oynayan ve dini duyarlılığı olmayan insanlara para verseniz bu işi Kabe’de yaptıramazsınız. Hatta, “Belki içki içeriz, dini yaşamayız ama bu işi Allah’ın evinde yapacak kadar düşmedik” gibi bir bahane de bulabilirlerdi. Birilerinin dediği gibi, cemaatlere saldırının arkasında İslam var sözünü yabana atmamak lazım. Bu cemaatleri ve mensuplarını iyi beslemek lazım ki istediğin kavgayı istediğin yerde sorgulamadan yapabilsinler. Bize de akıllarını sorgulamayacak adamlar lazım. Zaten istediğimiz de bu değil mi? Önemli olan cemaatlerin yaşaması. İslam nasıl olsa olur. İt ürür, kervan yürür misali bizler kafamızı kuma gömüp yolumuza devam edelim. Bu İslami cemaatlerin yaptığı kavgada mutlaka bir hikmet arayalım. Hatta daha iyi besleyelim. Çünkü anlaşılan yemleri yeterli gelmedi ki birbirlerini öldüremediler.

Türkiye’deki cemaatleri denetim ve kontrol altına alalım diyen kişiler de çıkacaktır bu olaydan sonra. Para giriş ve çıkışlarını kayıt altına alalım. Buralarda İslam adına ne anlatılıyor diyenleri de kulak ardı yapalım. Cemaatlere hiç sesimizi çıkarmayalım. Onlar istedikleri gibi at koştursunlar. Her yaptıklarında biz bir hikmet arayalım. Hatta etkili ve yetkili kişiler olarak bu cemaati ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerinde bulunalım. Cemaatin yetkililerinin “Efendim! Cemaatimize karşı bir algı operasyonu yapılıyor, aramıza fitne sokmaya çalıyorlar, bugün bu kavgada taraf olan kardeşlerimiz karıncayı bile incitmezler, cemaatimiz nazara geldi” derlerse de sorgusuz sualsiz kabul edelim.

Helal olsun, size yiğitlerim. Haya perdesini de şükürler olsun Kabe’de attınız. Kim tutar sizi bundan sonra. Haydi göreyim sizi! 29/04/2017 

* 03/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.