16 Nisan 2017 Pazar

Seçime Giderken ***


Türkiye'de seçimler uzun, sıkıntılı, masraflı, tartışmalı ve gergin geçiyor. Siyasiler yapacaklarını anlatmaktan ziyade tüm propagandalarını rakibini eleştirme ve kötüleme üzerine kuruyor. Baştan sona siyasetimizi eleştiriyorum.

Siyaset bizde belli bir sürede yapılıp bırakılan bir uğraş olmaktan ziyade bir meslek gibidir. Siyasete giren bir daha bırakmıyor. Ucundan tutan ölünceye kadar ihya oluyor. Sanırım bu yüzden bırakılmıyor. Siz hiç siyaseti bıraktıktan sonra başka bir meşgale bulan gördünüz mü? Varsa da bir elin parmaklarını geçmez. İster muhalefet, ister iktidar olsun partisinin başına geçen gitmemek üzere gelir. İlk işi de yerini sağlamlaştırır. Tepeden tırnağa kendi kadrosunu kurar, partisinde ileride kendisine rakip çıkabilme ihtimali olanları bir fırsatını bulup ekarte eder. Böylece rakipsiz kalır.

Kirli bir siyasetimiz var. Hep algı ve yanıltma üzerine kuruludur. Siyasetimiz rakibini kötüleme, eksikliklerini yüzüne vurma, arşivi karıştırma, çamur atma üzerine kuruludur. Rakibi bir hata yaptığında düzeltme bile yapsa nafile. Vurdukça vurur, üstelik dillere pelesenk olurcasına söylenir durur. Zorunlu olmadıkça bir araya gelinmez. Grup toplantısında veya meydanlarda rakibine meydan okunur. Varsa dertleri bir araya gelip çözmezler. Çünkü dertleri çözme değil, çözümsüzlüktür. Fırsatı ganimet bilip canlı yanında yüklenirler. Kolay kolay aynı fotoğraf karesinde yer almazlar. Bir konuda tavır alacaklarsa memleketin hayrından ziyade rakibinin görüşüne göre tavır alırlar.

Her seçimde siyasi partilere seçim yardımı yapılır. Devletin verdiği de yetmez. Fazladan cepten de ölümüne para harcanır. Siyasilerin neredeyse gitmedikleri yer kalmaz. Kullandıkları aracın sayısı belli değildir. Bastırmadıkları afiş, broşür kalmaz. Partileri adına müzik yaptırır, seçim boyunca yolda, çarşıda, pazarda ve miting alanlarında sesi sonuna kadar açılarak çalınır.

Çoğu her ilde miting yapar. Mitingler şehrin en gözde yerinde yapılır. Miting alanına giden tüm yollar saatler öncesinden kapatılır, miting bitinceye kadar kapalı kalır. Araçlar ve toplu taşıma araçları güzergâh değiştirmek zorunda kalır. Çünkü trafik felç olur. Miting alanı yenilen ve içilenlerin atılmasıyla iyice kirlenir, savaş alanı gibi olur.

Şehrin tüm caddeleri parti bayrağı ve vurgulu sloganlarla donatılır. Bunları asarken ve çıkarırken trafik aksar, zaman zaman insan sağlığını tehlikeye atacak şekilde sıkıntılar meydana gelir.

En az bir ay öncesinde propaganda başlar. Partiler araziye çıkar, neredeyse evinin yolunu unutur. İşi-gücü varsa seçim sonrasına ötelenir.

Siyasi partiler birbirini rakip olarak değil, düşman gibi görür. Birbirini yok etmek için uğraşır, seçim esnasında rakibi alt etmek için her yol mubah olarak görülür.

Seçimi kaybeden niçin kaybettiğini sorgulamaz. Seçmeni suçlar, seçime hile karıştığını, seçimin eşit şartlarda olmadığını ifade eder. Hiç suçu kendinde bulmaz. İstifa etmeyi düşünmez. Çünkü kendisi ve partisi suçlu değildir ona göre.

Televizyonlar mitingleri canlı olarak ekrana getirir, ekranlarda tartışma programları olur, her gün seçim değerlendirmesi yapılır. Vurgulu reklamlar yer alır.

Gördüğünüz gibi seçimler biz de hayat-memat meselesidir. Ölümüne mücadele edilir. Yapılmadık masraf kalmaz, uzun zamanımızı alır, gürültü ve görüntü kirliliği eksik olmaz.

Bir kısmını anlatmaya çalıştığım seçim çalışmaları bu kadarla sınırlı değil. Peki, seçimler nasıl olmalı?
-Miting yapılmamalı, yerine salon toplantıları tercih edilmeli veya siyasiler TV kanalı kiralayabilir. Miting yapılacaksa mitingler sınırlandırılmalı. Mesela yedi bölgede miting yapmak şeklinde düzenlenebilir. Miting alanları şehrin dışında trafiği engellemeyecek yerlerde yapılmalıdır.
-Partilerin seçimde harcayacakları bütçe belli olmalı, nereye-ne kadar harcadıkları belgeye dayalı olarak kayıt altına alınmalı, yapılan harcamayı nereden bulduğu sorulmalı. Kimin hangi partiye ne kadar bağış yaptığı belirtilmeli. Partilerin gelir ve giderleri ciddi denetim altına alınmalı.
-Seçim çalışmaları ve propagandalarda siyasi partiler yaptıklarını, yapacaklarını anlatmalı. Neyi, ne şekil yapacağını izah etmeli. Rakibinin varsa eksiği etik değerler çerçevesinde eleştirmeli, birbirine karşı centilmen olmalı, toplum ve ortamı germemeli, yalan ve iftiradan uzak durulmalı.
-Belirlediği oy oranını yakalayamayan istifa etmeli.
-Partiler görüntü, gürültü kirliliğine zemin hazırlamayacak şekilde bir çalışma yürütmeli.
-Kazanan tebrik edilmeli, kaybeden teselli edilmeli. Sonuçlar hazmedilmeli. Kazanan zafer sarhoşu olmamalı. 16.04.2017

*** 01/05/2018 tarihinde Barbaros ULU ismiyle Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.





15 Nisan 2017 Cumartesi

Seçim iş ve işleyişleri *

Seçimler değişiyor, seçmenler değişiyor. Fakat YSK'nın iş ve işleyişleri değişmiyor. Değişiyorsa da yavaş ilerliyor. Çünkü çok hantal bir yapısı var.

Hazır seçimler bitmişken YSK'nın mevcut işleyişi üzerine kafa yormak istiyorum. Gerçi YSK eskiye oranla epey mesafe kat etti etmesine ama yeterli değil. Eskiden seçim torbasını almak bir eziyet, torbayı teslim etmek ayrı bir eziyetti. Adliye koridorlarında sabahlardı çoğu sandık başkanları. Son yıllarda sandık sonucunu teslim etme ve sonuçları teslim etmede çok mesafe aldı YSK. Torbalar daha çabuk teslim ediliyor, sonuçlar ise aynı anda dijital ortama aktarılıp seçmene duyuruluyor. İş ve işleyişler aynı olmasına rağmen işlerin hızlı yürütülmesinin nedeni evrak ve sonuçları teslim almak için daha fazla eleman görevlendiriliyor olmasıdır. Artık kimse elinde çuval adliye koridorlarında sabahlamıyor. Demek ki istenince oluyormuş.

Bu referandumda İlçe Seçim Kurullarının yaptığı yeniliklerden biri de seçim torbalarının bina sorumluları marifetiyle teslim alınacak olması. Yani sandık başkanları ellerinde torba ile görüntülenmedi. Böylece seçim öncesi seçim torbasını almak için sandık başkanları seçim kurullarının önünü kalabalık oluşturup sıkıntı çekmedi. Bunun yerine bina sorumlularının cumartesi gecesi 00.00’dan itibaren kendilerine tahsis edilen araç, polis ve yeterli eleman ile teslim aldığı seçim torbalarını, -sabahında- sandık başında görevli olanlar bina sorumlularından teslim aldı. Burada sandık başkanlarının işi kolaylaştırılmış olmakla beraber görüntü ve torbaların güvenliği de sağlanmış oldu. Bu seçimde ilk defa yapılan bu uygulamanın yanında YSK’nın bundan sonraki seçimlerde seçimin güvenliğini sağlamak ve seçimde görev yapanların sıkıntı seçmemesini sağlamak için yeni bir dizi tedbirler alması ve uygulamaya koyması gerekmektedir.

YSK seçimden önce ve sonra  çuval teslimi uygulamasını yeniden gözden geçirmelidir. Yani seçim çuvalından/torbasından kurtulmalıdır. Yerine seçimde kullanılacak oy, zarf vb malzemelerin sığacağı şekilde kırılmaz kutuları tercih etmelidir. (ÖYSM poşeti de olabilir.) Bu kutuların dağıtımı ve teslimi konusunda bina ve sandık başkanlarının adliyeye gelmesinden ziyade,  seçim evrakını sabahın erken saatlerinde seçim bölgelerine teslimatı kurye vasıtasıyla yapmalı, kurye vasıtasıyla teslim almalıdır.  Seçim bölgesi çok, dağıtım ve teslimat zor olur denirse  bu konuda epey mesafe kat eden, tecrübe edinen, işinde iyice profesyonelleşen ÖSYM örnek alınabilir. ÖSYM,  oluşturduğu kuryeleri sayesinde sınav kutularını zamanında okullara teslim edip teslim alabiliyor. Üstelik YSK’nın imkan ve yetkileri ÖSYM’ye göre daha geniştir. İstediği araca el koyabilir, istediği kadar kişi görevlendirebilir, istediği tedbiri alabilir.

Seçimde görevli olanlar belirlenen saatte gelir, bina sınav komisyonundan seçim evrakını alır ve buraya teslim eder. Burada doldurulması gereken evrakın incelenmesi gerekir denirse pekala her seçim yapılan binada okul müdürü -veya bir başkası- başkanlığında her siyasi parti temsilcilerinden oluşan yeteri kadar komisyon görevlendirilebilir. Seçim poşeti/sandığı, seçim sonuçlarını gösterir tutanak bu komisyon marifetiyle teslim alınıp incelenebilir. İncelenen bu evrak sandıklara göre istiflenir ve YSK’nın görevlendirdiği kuryeye teslim edilir. Böyle yapıldığı takdirde seçim torbası çalındı, torbalar başkanlar veya bina sorumluları tarafından daha önce açıldı, seçim kuruluna çuvallar ağzı açık geldi vb eleştiriler olmayacak, hem de adliyede aşırı yığılma meydana gelmeyecek, seçimlere de gölge düşmeyecektir. Efendim ÖSYM’nin sınavları geç, oylama ise erken başlıyor denirse oy verme/bitme işlemi 08.00-17.00 olacağına 09.00-18.00 şeklinde düzenlenebilir.

Be adam! Şimdi seçim torbası zamanı değil, sen bize seçim sonuçlarından bahsetseydin derseniz, ben de size tabii keyfiniz yerinde. Çünkü seçim sonuçlarını biliyorsunuz. Ben bu yazıyı yazıp gönderdiğimde seçim sonuçları daha açıklanmamıştı. Çünkü yayımdan en az yarım gün önce yazımı göndermek zorundayım. Siz seçim sonuçlarını değerlendirirken gördüğünüz gibi bana da seçim torbasını değerlendirmek kaldı derim. Çıkan sonuç -ne ise- ülkemize hayırlı olsun. 15/04/2017

* 17/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Şimdi seçmenin konuşma zamanı

Yarın yapılacak mini referandumun sonucu ne olur? Sonuç kesin evet çıkacağı yönünde olsa bile donmamış çocuğa önceden don biçilmez. Biz yazımıza bir fıkra ile başlayalım. 

Cumhuriyet Halk Fırkasından  milletvekili olan birisi yaklaşmakta olan genel seçimlerde yeniden vekil seçilmeyi istemektedir. Fakat genel başkanı İsmet İnönü ile arası bu aralarda biraz limonidir.

Partisinden aday adaylığına müracaat eder. Vekilliği garantilemek için  İnönü ile arası iyi olan bir dostunu da İsmet İNÖNÜ'ye gönderir. Ertesi sabah milletvekili aday listesi açıklanacaktır. Dostu, Başbakan İnönü ile kendisinin vekilliği için görüştükten sonra geç vakit telefon eder. Telefona vekilin oğlu çıkar:

-Oğlum, babana söyle onun vekil adaylığı yüzde 99 garanti, der.
Çocuk babasına: "Babacığım, arkadaşının selamı var, adaylığın yüzde 99 garanti imiş" deyince yatağına yatan adam, sağa sola döner ama bir türlü uyuyamaz. Çocuğu, "Babacığım, ne oluyor, niye uyuyamadın? Yat artık, bu sıkıntı niye, zaten vekilliğin de yüzde 99 garanti" der demez adam:

-Oğlum, o yüzde bir yok mu…işte o adamı bitirir, der ve ertesi gün aday listeleri açıklanınca adamın ismi listede yoktur. Fıkra bu. Olmuş mu olmamış mı bilmem. Burada derdim fıkranın içeriğinden ziyade yüzdelik oran. Malumunuz yarın referandumda mini anayasayı oylayacağız.  Gözlemlerim, ön görüm, gönlümden geçen ve açıklanan anket sonuçları yüzde 99 ‘evet’in çıkacağı yönünde. Seçim bu. İki seçenek olduğuna göre hiç ihtimal verilmese de, yüzde bir de olsa ‘hayır’ çıkma ihtimali var. Burada iş seçmende. Çünkü kaç aydır yetkili-yetkisiz herkes konuştu. Yarın da  seçmen konuşacak. Yani seçmenin basiret ve feraseti belirleyecek sonucu.

Bir seçmen olarak yarın herkes gibi ben de konuşacağım. Üstelik yüzme de bilmiyorum. Ucunda denize dökülüp boğulmak olsa da dediğim dediktir. Kem söz de sahibine aittir.

Umarım seçmen fıkrada olduğu gibi yüzde bir ihtimalde karar kılmaz. Sonuç ne çıkarsa çıksın inşallah ülkemizin hayrına olur. 15/04/2017




14 Nisan 2017 Cuma

Oy verenler şirk koşmuş olur mu? ***

Yan taraftaki resimde yazılanı sanırım okuyabiliyorsunuz. Ekmek almaya giderken otobüs durağına yapıştırılmış bir şekilde gördüm. Evimin çarşıya  mesafesi 5-6 km kadar. Mahallemdeki otobüs durağına yapıştırıldığına göre bu demektir ki, Konya'nın her bir köşesinde bu ve benzeri uyarı resimlerini görmek mümkün.

Her seçim öncesi birileri bu şekil uyarı afişlerini insan yoğunluğunun çok olduğu yerlere yapıştırır. Kimdir, necidir, liderleri kim bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, her seçim öncesi çıktıklarına göre bunların oy vermeye karşı kişiler olduğunu anlayabiliriz. Bir önceki seçimde  bana: "Allah'ın dışında size emir verenlerin sözlerini kabul etmeyiniz, reddediniz" şeklinde bir mesaj gelmişti. (Numaramı nereden buldular. Orası da muamma.) Ben de kendilerine "Gönderdiğiniz mesajda siz de emir veriyorsunuz, yazdığınızla çelişmiyor musunuz" şeklinde bir cevap yazıp göndermiştim. Geri dönüşü olmadı tabi.

Bireysel birkaç kişinin yaptığı amatör bir çalışma değil bu. Sanki bir siyasi parti gibi örgütlü. Zaman zaman broşür dağıtırlar, duvarlara yazı yazarlar, bu şekil afiş bastırırlar, mesaj gönderirler. Öyle zannediyorum sanal alemde de propagandalarını yapan siteleri vardır. Oy vermeye karşı olanların Türkiye'de sayıları ne kadardır? Bu konuda bir istatistik yok. Yüzde 5 civarında bir sayılarının olduğunu düşünüyorum. Bu şekil çalışmayı yapanların, bu düşüncede olanların -görüşlerine katılmasam da- samimi olduklarını düşünüyorum. Merdiven altı çalışırlar. Çoğu çocuklarını devletin okullarına göndermezler. Göndermişlerse de okulu bitirmeden alırlar. Bol bol adres değiştirirler. Çocuklarının okumasında fayda var desen akla ihtiyaçları yok. Sana  epey bir delil getirirler. Konuştuğuna konuşacağına pişman olursun. 

Dediğim gibi oy vermezler. Çünkü oy vermeye karşıdırlar. Başkalarını da oy vermemeleri konusunda ikna etmeye çalışırlar. Ağızlarından da 'tağut' kelimesini pek düşürmezler. Nedir tağut? İsterseniz sözlüğe bir bakalım. Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisinde tağut:Hak yoldan saptıran, bazılarınca yaratılmışlık üstü konumunda tutulan varlık anlamında bir Kur’an terimi. Sözlükte “azmak, sınırı aşmak” anlamındaki tuğvân (tuğyân) kökünden türeyen bir isim/sıfat olup asıl mânası “aşırı derecede azgın ve mütecaviz”dir. Bundan hareketle Allah’tan başka tapınılan ve hak yoldan saptıran her varlık, put, şeytan, kâhin ve sihirbaz tagūtun kapsamı içinde düşünülmüştür… Kur’ân-ı Kerîm’de tuğyan kavramı otuz dokuz yerde geçer; tâgūt ismi sekiz âyette yer alır…” Şeklinde açıklanmıştır. Bakara süresi 256.ayette “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”denmek suretiyle iman etmenin ilk şartının tağutu inkar etmek olduğunu anlıyoruz.

Oy kullanmayı bu kişiler şirk olarak görmekte. Çünkü bunlara göre: “Ülke yönetimine talip olan kişiler Allah’ın indirdikleriyle değil de başkasının veya kendilerinin yaptığı kanun ve anayasa ile yönetecekler. Hüküm koymak Allah’a ait olmasına rağmen bunlar kendileri yasa yapacaklar, bu kişiler kendilerini kanun koyucu mesabesine koyuyorlar, bunları destekleyenler de tağutu kabul etmiş oluyorlar.”

Bir ideal hukuk var, bir de mer’i hukuk. (Gönlümdeki ideal hukukun yeri ayrı. İnşallah adaletin hakim olduğu ideal bir hukuka dünya kavuşur.) Bugün  kör-topal da olsa geçerli olan bir mer’i hukuk var. Bu konu uzundur. Bu sayfamızda bu meseleyi enine-boyuna irdelememiz mümkün değildir. Kusura bakmasınlar ama bugün oy vermeyi şirk olarak gören bu kişileri ben Sıffın Savaşında Hz Ali’nin ‘Hakem olayı’nı kabul etmesiyle birlikte “Hüküm ancak Allah’ındır, sen nasıl insanların hüküm koymasını kabul edebilirsin, böyle yapmakla sen kafir oldun…” diyerek Hz Ali’yi küfürle itham edip ordusundan ayrılan Haricilere benzetiyorum. Haricilik, -her ne kadar- bugün tebası kalmasa da bakış açısı ve mantalite  olarak günümüzde yaşamaya devam ediyor. Yine bu kişiler devletin hastanesinden ve birçok imkanlarından yararlanmasına, esnafsa vergi vermesine rağmen iş seçime gelince “Oy vermek küfürdür, şirktir” diye ortaya çıkıyorlar. Hz Yusuf’un Mısır’da yönetimde bulunduğu zaman kimin koyduğu kurallara göre hareket ettiğini düşünmek lazım. Yine Hz Muhammed, “Mekke’ye dışarıdan gelen yabancıların can ve mal emniyetini korumak amacıyla müşriklerin bir araya gelerek kurdukları ve adına Hılf’ul-Fudul denilen bir anlaşmaya imza attığını hatırlamak lazım burada. Ayrıca peygamber daha sonra “Bugün de böyle bir anlaşma yapılsa yine imzamı atarım” diyerek o anlaşma hakkında sitayişle bahsettiğini de göz ardı etmemek lazım.

Oy verenler şirk koşmuş olur mu? Olur diyemem. Çünkü ben oy verirken seçtiklerim Allah'a rağmen yasa çıkarsınlar diye oy vermiyorum. Bu ülkede yaşayan herkesin bir ve beraber bir şekilde huzurlu ve mutlu yaşayabileceği, kimsenin kimseye zulüm yapmayacağı; dinin, aklın, malın, neslin ve canın korunmasını temenni ediyorum... Hasılı, İslam’ı slogan yönüyle yaşamayalım. Ahlaki yönden insanlara örnek olacak şekilde deruhte etmeye çalışalım. Bugün Ortadoğu’da akan kanı görünce en kötü yönetim yönetimsizlikten daha iyidir diye düşünmek ve insanların kafasını karıştırmamak lazım. 13/04/2017

*** 14/04/2017 günü ladik.biz de yayımlanmıştır.


13 Nisan 2017 Perşembe

Gıda terörüne savaş açma zamanı!

Ne zamandır yediklerimiz ve içtiklerimiz konusunda bir yazı kaleme almak istiyordum. Bugün yarın derken Rus sözcüsünün açıklaması işte şimdi sırası dedirtti bana.

Gündemi takip etmeyenler için Rus sözcüsü ne demiş ona bir bakalım önce. Rus sözcüsü Zaharova, “Han Şeyhun’daki olayla ilgili tespitleri Türkiye değil, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) yapmalı” dedi. Zaharova, şöyle devam etti: "Türkiye Sağlık Bakanlığı, turizm sezonu öncesinde deniz sularının analizi, turizm bölgelerindekiler de dahil olmak üzere gıda ürünlerinin kalite-kontrolü ile uğraşmalı” şeklinde bir açıklama yapmış. Bu açıklamayı İdlip'te Sarin gazı kullanıldığının tespit edildiğini açıklayan Recep Akdağ'ın demeci üzerine yaptı. Aklınca suç bastırıyor. Rusya sarin gazı kullanılıp kullanılmadığı konusunda hop oturup hop kalkıyor. Açıklaması suçluluk psikolojisi taşıyan bir insanın haleti ruhiyesini yansıtıyor. Sözcünün bu açıklaması bana Rusya'yı ziyarete gelen ABD yetkilisi ile Rus yetkilileri arasında geçen bir diyalogu hatırlattı. ABD heyetine Rus yetkililer yeni yaptıkları metroyu gezdirmek isterler. "Efendim! Metro tam vaktinde istasyona ulaşır. En fazla yarım dakika gecikir" şeklinde metronun dakikliğini anlatır. Ardından metronun istasyona gelmesini beklemeye koyulurlar. ABD heyeti, " Efendim, metronuz zamanında gelmedi. Otuz saniye dolduğu gibi on saniyede geçti" deyince Rus yetkilisi: "Ama efendim! Siz de ülkenizdeki Kızılderelileri öldürdünüz" cevabı verir. Bu olayda da görüldüğü gibi suç bastırmada Ruslar baya maharetli. Zaten bir insanın gerçek yüzünü görmek istersen onu sinirlerdir. Sinirlenince kendini ele verir. 

Rus sözcüsünün açıklamasında dediği "gıda ürünlerinin kalite kontrolü" konusuna gelelim. Gıda ürünleri üretim ve yetiştirilmesinde ülkemizin sicili pek iyi değil. Son yıllar hariç sebze ve meyve ihracatımızın en fazla olduğu ülkelerden biri Rusya'dır. Zaman zaman gönderdiklerimiz geri gelir. Pazar ve marketlerden aldığımız sebze ve meyve konusunda halk arasında 'hormonlu' tabiri eksik değildir. Ne kadar sağlıklı gıda yediğimiz su götürmez bir gerçektir. Özellikle sebze satışlarında çok farklı fiyatlar dikkat çekmektedir. Fiyat farklılığı bile pazardan mutfağımıza giren sebzenin üretimi hakkında bilgi vermektedir. Çünkü hormonlu, sera, tarla, ilaçlı, ilaçsız ürünlerin fiyatları farklı farklı.

Sorun sadece sebze ve meyvede değil. Zeytininden, peynirine varıncaya kadar mutfak ürünlerinin taban ve tavan fiyatları arasında kapanmaz bir uçurum var. Halbuki üç aşağı, beş yukarı her bir ürünün bir maliyeti ve kar marjı var. Pekiyi bu uçurumun sebebini nasıl izah ederiz? Kafamızdaki şüphe ve algıların giderilmesi gerekir. Bu konuda Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına büyük görev düşmektedir. Sebze ve meyve yetiştiriciliği, zeytin ve peynir üretimi başta olmak üzere insan sağlığını tehdit eden gıda ürünlerinin üretim ve imalatı konusunda Bakanlık sert ve caydırıcı tedbirler almalı, sıkı denetim yapmalı, merdiven altı üretime için vermemeli. Standartlara uymayan üretim malının satışına izin vermemeli. Gizli, açık ve ani denetimleri artırmalıdır.

Birçok üreticinin sattığı ayrı, yediği ayrı olacak şekilde ekim ve dikim yaptığı duyumları malumunuzdur. Üretim denetimlerine ürettiği malı üreticiye yedirmekle başlanabilir. Kişiler kendisinin yiyemediği malı üretmemeli. İnsanımıza bu bilinç verilmelidir. Sağlık ve hijyeni tehdit eden üretim yapan insanlar bilmeli ki; kime ne satarsa, kendi sofrasına da aynı ürün gelir. Çünkü sen nasıl üretirsen karşı taraf da aynı şekilde üretir şeklinde düşünülmelidir. Hasılı, kimse kendisinin yemediği, midesinin kabul etmediğini başkasına pazarlamamalıdır.

Sonuç olarak Rus sözcüsünün haddini aşan açıklamasını eleştirelim eleştirmeye. Fakat bu vesileyle sağlıklı, hijyen olmayan gıda üretimimiz varsa -ki var olduğu görülüyor- üretim, imalat ve yetiştirme konusunda kendi evimizin önünü temizleyelim. Kendi insanımıza insan sağlığını tehdit etmeyen yiyecek ve içecek üretelim. Bunu Rus sözcüsü dediği için değil, kendi insanımız için isteyelim. Hep beraber bu gıda terörüne savaş açalım. Yemediğimizi yedirmeyelim kimseye. Sağlıklı bir neslin geleceği için şart bu. 13.04.2017



12 Nisan 2017 Çarşamba

Büyükler güvenilirlikte küçükleri örnek almalı!

Eskiden haber sıkıntısı çekerdik. Bir araya geldiğimizde birbirimize hal-hatır sorduktan sonra “dâ dâ ne var ne yok” diye sorardık. Aldığımız cevap “ne olsun” şeklindeydi. Baktık ki konuşacak konu yok. O zaman konuyu hava raporlarına getirirdik: Havalar da soğudu, bahar kendini gösterdi artık, bu sene rahmet iyi oldu, sizin oralarda yağmur var mı…” diye sorulur, konu açılması murad edilirdi. Şimdilerde pek haber sıkıntısı yaşamıyoruz. Üstelik haberlerin içerisinden haber seçmeye başladık.  Hava raporlarına pek sıra gelmiyor artık. Çünkü sanal alemden an be an hava raporlarını takip ediyoruz. Haber ajansı değilim ama ben de size bugün iki havadisten bahsetmek istiyorum. Biri üzdü, diğeri ise sevindirdi.

Anadolu Ajansının verdiği habere göre “Anayasa değişikliğine ilişkin halk oylamasında, yurtdışında kayıtlı Türk seçmenlerin oy kullanma işleminin tamamlanmasının ardından Türkiye’ye gönderilen 190 torba oy pusulası, ATO Kongre Merkezi’nde kapısında 5 asma kilidin olduğu özel güvenlikli salona konuldu.” Bunun neresi haber diyebilirsiniz. Haber ayrıntılarda… TV ekranından haberleri izlerken güvenlikli salon ekrana getirildi. Kapıda beş tane asma kilit var. Her bir kilitte dört siyasi partiden birinin adı yazılı. Kilitli kapının solunda HDP ve CHP temsilcisi, sağında ise AK Parti ve MHP temsilcisi  oturuyor. Beşinci kilit sanırım YSK temsilcisine ait. Kapının açılabilmesi için her bir siyasi temsilcinin cebinden anahtarı çıkarıp açması gerekiyor. Bu oy pusulalarını kilitli kapının önünde seçim günü akşam sandıklar açılıncaya kadar görevliler bekleyecekler. Sandık güvenliği. Elbette tedbir alınacak diyebilirsiniz. Oy pusulalarının güvenliğini sağlamak, herhangi bir sabotaja veya hırsızlığa karşı elbette emniyet tedbirlerinin alınmasında fayda var. Burada garip olan beş ayrı kilit, her bir anahtarın farklı siyasi parti temsilcilerinde olması. Burada dışarıdan gelebilecek saldırı, hırsızlık olaylarından ziyade içerideki 190 torbayı birbirine karşı koruma görevi sezdim ben. Bu beş kilidi görünce birbirimize hiç güvenimizin kalmadığını gördüm. Ülkem adına üzüldüm gerçekten. Güya biri içeriye girmeye kalkarsa diğer anahtarlar olmadığı için açamayacak, böylece oylar değiştirilmeyecek. Bu görüntümüz sınıfta kaldığımızın bir göstergesi. Bir defa seçmenin verdiği oy değerlidir. Hangisine verirse versin. Görevliler kimden, hangi partiden olurlarsa olsun, atılan oyu korumakla görevlidir. Tek kişi de olsalar değiştirme akıllarının ucundan bile geçmemeli. Odayı beklemekle görevli kişiler ise ayrı ayrı yere oturarak fikren ve zikren ayrıştıklarını da gösteriyor. Biz eveti, hayrı bırakalım da bence ilk önce aramızdaki bu güven bunalımını nasıl gideririz onu düşünelim. Bu toplumun bireyleri, yerde bulduğu para- pulu cebine koymaz, değişik yöntemlerle sahibini bulmaya çalışırdı, hala da bu davranışımızı devam ettiren insanımızın sayısı da az değildir.

İkinci gördüğüm örnek ise ülkenin geleceği adına bana ümit veren bir davranıştı. Zaten bu şekil göğsümüzü kabartan davranışlar da olmasa yaşamanın bir anlamı olmaz. Bugün altıncı saat 7/B sınıfına derse girdim. İki gün öncesinde yaptığım sınav sonuçlarını okudum. Yanlışlarını görsünler diye de sınav kağıtlarını verdim. Öğrenciler kağıtlarına bakarken Ömer isminde bir öğrencim geldi: “Öğretmenim kağıdıma baktım. Bir soruya verdiğim cevabı siz doğru olarak değerlendirmiş ve üç puan fazla vermişsiniz, düzeltir misiniz” dedi. 12 yaşındaki çocuğun bu güzel davranışı tüm yorgunluğumu götürdü. “Ömer! Değerlendirirken görmemişim. Bu şekilde kalsın. Fazladan verdiğim üç puanı almayacağım, helali hoş olsun, seni tebrik ederim” dedim. Ardından ayağa kalkarak aramızda geçen bu olayı sınıfa anlattım. Duygulandığımı ifade ettim. İnşallah hep böyle olur, hayat çizgin bu şekilde devam eder. Benim için dersten yüksek veya düşük almanız değil, önemli olan dürüstlüğünüz. Adın da güzel. İnşallah büyüdüğünde değişmezsin. Hep adil ve güven veren olursun, dedim.

Burada önemli olan üç puan değil. Ki üç puan öğrenciler için önemli. Bir soru yanlış yapıp da hüngür hüngür ağlayan öğrenciler bilirim.

Burada iki olaya bir bakalım. Büyüklerin birbirine güven duymadığı ve güven vermediği birinci olay. Daha 12 yaşında kalbi tertemiz bir öğrenci. Öyle zannediyorum oy pusulalarını bekleyen kişiler de küçüklüğünde belki bu öğrenci gibiydi. Şimdi birbirine güvenmiyorlar, biri diğerinden sandığı koruyor.

Küçüklerdeki bu masumluğu, saflığı, temizliği görünce keşke büyümeseydik, hep çocuk kalsaydık dedim. Çünkü büyüdükçe, okudukça daha dürüst olacağımıza daha fazla kirleniyoruz. Hazır 23 Nisan yaklaştı. Biliyorsunuz her 23 Nisan’da makam sahipleri koltuklarını temsili olarak küçüklere bırakırlar. Gelin bu 23 Nisan’da bu koltukları hep küçüklere sürekli olacak şekilde teslim edelim. İnanın bizden daha iyi yönetirler. Hiç olmazsa çalmazlar, çırpmazlar, sabah kavga ederler, akşam barışırlar. Dünya daha güzel olur. 12/04/2017


11 Nisan 2017 Salı

Analar Esed gibisini bir daha doğurur mu?

04/04/2017 günü Suriye'nin İdlip kentine sarin gazı atıldığı ve bunun sonucunda yüze yakın kişinin öldüğü haberlerini okumuşsunuzdur. Sağlık Bakanı AKDAĞ, sarin gazının kullanıldığının kesin olduğunu tahlil verilerine dayanarak açıkladı. Sarin gazı denilen bir kimyasal silah. Savaşlarda kullanımı yasak.

İran ve Rusya  Esed rejiminin ayakta durmasını sağlamak için Suriye'ye destek vermekle kalmadı. Bizzat savaşın içerisinde. Dünyanın kabadayısı olan ABD başta olmak üzere 2011'den beri Suriye'de yaşanan insanlık dramına  dünya seyirci kaldı. Nihayet sarin gazı kullanımından dolayı ABD, gazı kullanmak üzere havalanan hava limanını bombaladı. ABD kimyasal silahı Esat'ın kullandığını iddia ediyor. Rusya ise araştırılsın, diyor. BM'de kimyasal silah kullanmasından dolayı Esat yönetiminin kınanması gündemde. Bakalım toplanabilirlerse gündeme gelecek. Beş daimi üyeden biri olan Rusya veto ettiği zaman kınama da yapılmaz zaten. Anlaşılan Suriye'deki bu kör dövüşü, insanlık dramı ve komedi devam edeceğe benziyor. Süper devletler oradaki piyonlarıyla oyun kurmaya veya oyun bozmaya devam edecekler. Olan da Suriye halkına olacak. Ceremesini de sınır komşusu olan Türkiye çekmeye devam edecek.

İnsanoğlu hiç olmadığı kadar kuzu postuna girmiş bu şekil acımasız kurt olmadı. Değer miydi bir Esat ailesini korumak için veya Suriye’yi paylaşmak için bu ülkeyi tarumar etmeye. Esat’ın zulmü kadar dünyanın sessizliği de bu işte bir numaralı sorun. Eğitimini Batı’da almış Esat denen gözü dönmüş, vahşi adam koltuğunda durmalı ki yeri geldiği zaman sarin gazı kullanabilsin. Ondan başka kim kullanabilirdi ki! Kimyasal silahtan çocuklar ölmüş. Umurlarında mı? Çocuk yine doğar doğmaya da. Ama her ana  Esed gibisini doğuramaz… Hoş! Gazı Esat mı attı? Belli değil. Mesele Suriye ve dünyaya nizamat veren ülkeler olunca oyun içerisinde oyunun olabileceğini hesaba katmak lazım. Pekala bu sarin gazını oyun dışında kaldığını hisseden ABD de yapmış ve Esed’in üzerine atmış olabilir. Böylece tekrar sahaya dalış yapmış oldu ben daha ölmedim diye.

Kimyasal silahı kim attıysa, kim sebep olduysa, kim atanı koruyorsa Allah belasını versin. İnşallah kendi ölümleri de bu sarin gazından olur. Kendi dünyalık menfaatleri için Suriye’yi kan gölüne döndürenler kanın içerisinde boğulurlar. Ahirette huzur bulamayacaklarını biliyorum. Bu dünyada da huzursuzluklarını görmek istiyorum; kim zulüm yapmaya yeltenirse onlara ibret olsun diye.

Tarihe dönüp bir bakıyorum. Osmanlı’nın bıraktığı yerlerin çoğu huzur bulmuyor. Ortadoğu belki de zamanında Osmanlı'ya -yeterince- destek vermediğinin ceremesini çekiyor... Kim bilir? Dünya hiç olmadığı kadar Osmanlı’ya muhtaç ve hasret bugün. Hasta haliyle bile olsa Ortadoğu’da kimse bu şekilde cirit atamazdı. Birinci Dünya Savaşını çıkaranların amacı da paylaşımın önündeki en büyük engel olan Osmanlı’yı kaldırmakmış. Bunda da başarılı oldular, bizimkilerin çanak tutması sayesinde. Boşuna değil Batı’nın, ABD’nin küçük bir yere hapsedilmiş Türkiye’yi markaja aldıkları. Çünkü biz inanmasak da biliyorlar ki “Aslan düştüğü yerden kalkar.” Türkiye devletini kıskaca almalarının, nefes aldırmak istemediklerinin, sıkıştırdıklarının sebebi de bu olsa gerek. Çünkü Türkiye gelişir; güçlenirse, kendi haline bırakılırsa eski gücüne ulaşır, yine ayak bağı olur diye hop oturup hop kalkıyorlar. Yıllardır Batı kulübünün kapısında bekletilmesi de bundan zaten.

Türkiye bu misyonun farkına vardı. Bunun için mücadele ediyor. Doğum öncesi sancıyı çekiyor. İnşallah bugünleri atlatır. Mazlumun yüzünü güldürür. Buna yürekten inanıyorum. Yeter ki olaylara geniş bir ufuktan bakabilelim, sabredelim ve kenetlenelim. 11/04/2017