26 Mart 2017 Pazar

Biz bu saatlerden daha çok çekeceğiz anlaşılan

2016 ekiminden itibaren  saatlerimizi ileri saate göre sabitledik. Artık bundan sonra saatleri ileri ve geri alma, saatle oynama  derdimiz olmayacak demiştim. Saatin sabitlenmesini de olumlu görmüştüm. Sabahın erken saatlerinde işe koyulsak da erken kalkan erken yol alır diyerek kendimi ikna ettim. Üstelik sabah namazını kılmak isteyenler için uyanamıyorum, bu yüzden kalkamadım mazereti de olmayacak demiştim. Çünkü saatle oynamada mutlaka bir kaç gün uyum süreci yaşanır, aksaklıklara meydan veriyordu.

İş hesap ettiğim gibi olmadı. Çünkü 26 Mart 2017 günü sabah saatle beraber kalktığımızda bir anormallik göze çarptı. Çünkü bizim ileri saat hızını alamayıp bir ileri daha gitmişti. İlerinin ilerisi olmuştuk. İleri almadığımız saatimiz otomatik güncelleme yaparak çoğu kimseyi yanlışa düşürdü. Okullarda hafta sonu dersi olan öğretmen ve öğrencilerin bir kısmı bir saat öncesinden eğitim ve öğretim için gelmişlerdi. Bir kısmı geri döndü. Birçok yerde sabah ezanı imsaktan yarım saat önce okunmuştu. Herkes birbirine şimdi saat kaç diye sormaya başladı. Hasılı oynamadığımız saat yine bizimle oynamış, bizi bocalattı. Halbuki çoğu kimse otomatik güncellemeyi kapatmış olmasına rağmen saatinin nasıl da tekrar güncelleme yaptığının şokunu yaşıyordu. Kambersiz düğün olur mu? Ben de bu durumu yaşayanlardan biriyim. Güncellemelere kapattığım saatim beni sabah sabah bir saat öncesinden uyandırdı. Beni uyandıran saatimin alarmı ile dışarıdaki havanın görüntüsü farklı telden çalıyordu. Nihayet kolumdaki akıllı olmayan saatime bakınca akıllı telefonumdan bir saat geride olduğunu gördüm. Bugün olsa olsa saatlerin ileriye alınma günü olsa gerek dedim. Aslında akşamdan haberlerde uyarılmış ama haberleri izlemediğimden bu gece saatlerin ileriye alınacağından bile haberim yoktu. Çünkü ben onu bir daha kullanmamak üzere defnetmiştim.

Anlayacağınız biz ne anladık saati sabitlemekten. Saat yine yaptı bize yapacağını. Pazar günü hayata biraz daha erken başladık. Anlaşılan biz bu ileri-geri saat uygulamasından vazgeçsek de her mart ve ekim ayında aynı ikilemleri yapacağız. 26/03/2017





"Gıyabi tez yazılır"



Gazetemiz 25/03/2017 günkü nüshasında Ufuk KENDİRCİ'nin özel haberi  yer aldı. Muhabir arkadaşımız giderek kronikleşen bir yaraya parmak basmış. Gazete yönetimi de bu dert edinmiş olmalı ki, bu haber manşette kendine yer buldu. 

Bu konuya birkaç önce değinmek istiyordum. Araya başka gündemler girince hep öteledim. Bu demektir ki Gazetemiz ve bu haberi yapan kardeşimiz benden çok yaşayacak. Öncelikle bu konuyu dert edinen Anadolu'da Bugün gazetesini tebrik ediyorum. Haber, bütünün bir parçası. Sadece bu haberden hareketle eğitim ve öğretim sahası hakkında bir bilgi sahibi olabiliriz. Yetkililer ve biz biraz kafamızı kumdan çıkarsak eğitim-öğretim, bilim, tez adına ne Çapanoğlu çıkar, kim bilir? 

Toplum olarak bilgi, belge bulmada, kitabına uydurmada, formaliteleri yerine getirmede bir numarayız. Zaten kimse bilgine, beynine, kapasitene bakmıyor. İstenen evrakı, hocanın istediği şekilde hazırladın mı gemisini kurtaran kaptansın. Bir konuda ihtiyaç varsa sektörünü de beraberinde doğurur. Bizim gibi hazır yiyiciler olduktan, aynı zamanda firmaların hazırladığı tezi bilemeyecek hocalar olduktan sonra daha nice sektörler icat ederiz bu gidişle. 

Gazetenin haberine göre lisans, yüksek lisans ve doktorayı vermek için hazırlamaları gereken tezi bir başkası hazırlıyor. Yüz sayfalık bir tez 500 lira karşılığında hazırlanıyormuş. Hoşuma gitti doğrusu. 500 lira dediğin para mı? Sudan ucuz. Kim uğraşacak aylarca tez hazırlamaya. Teze o kadar ayıracağımız zamanı başka önemli(!) işlerimize ayırırız. 

Birkaç ay önce toplu taşıma aracının en önüne oturmuştum. Yanıma biri oturmak için davrandı. Kendisine burası yaşlılara ait dedim. "İyi işte! Ben de yaşlıyım zaten" dedi. Çok genç görünüyorsunuz  diyerek kendisine iltifat ettim. Emekli İngilizce öğretmeni olduğunu, tercüme bürosu çalıştırdığını, işlerinin yoğunluğunu ifade etti muhabbet arasında. Ne tercümesi yaptığını sordum kendisine. Kitap tercüme etme işinin teknik bir iş olduğunu, öğretim görevlilerinin tercüme edemediğini, bu yüzden kendisine gönderdiklerini söyledi. Mütercimin söylediği umarım tüm öğretim görevlilerini kapsamaz. Eğer kapsarsa durum vahim gerçekten. Gazetenin haberinde sadece lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tezinden bahsediyor. Mütercimlik yapan kişi öğretim görevlileri dediğine göre öyle zannediyorum bu işin içinde doçentlik tezleri de var. Eğer Prof. olacaklar da tez hazırlıyorsa onları da eklersek bütün tamamlanmış olur. 

Lisansından en tepe kariyerine varıncaya kadar başkasına sipariş verilerek tezler hazırlanıyorsa, alanında araştıracağı veya okuyacağı eserler bir başkasına tercüme ettiriliyorsa bu ülkedeki ilmi seviyeyi düşünün artık. Zaten niçin bir arpa boyu yol gidemediğimiz de  böylece anlaşılmış oluyor.

YÖK'e bağlı üniversiteler bu şekil yürüyor, bunu anladık. Ya MEB'de durum nasıl? Pek farkı yok. Hazıra konma orada da her yönüyle kendini gösteriyor. Yıllık planı, zümreyi biri hazırlar, sanal aleme yükler. Oradan tüm öğretmenler faydalanır. Tek yapacağı okulunun, kendinin ve müdürünün adını değiştirerek dijital ortam veya e-posta yoluyla bağlı bulunduğu okula göndermek. Görüldüğü gibi MEB'de YÖK'e göre biraz zahmet var. Bir başka daha farkı var. MEB'deki bu bilgi, belge, doküman paylaşımı ücretsizdir.

Aşağıdan yukarıya hazıra konma, sipariş etme, havale etme, başkasına hazırlatma, yaptığımız işi kılıfına uydurdukça ilmi sahada hiç mesafe kat edemeyiz. Hazırında iyice geriye doğru gideriz. Bu şekil hazır yemeden dolayı bir gün başımıza bir taş düşer, altında kalırız, o zaman ağlayanımız da olmaz. şimdilik sadece vaziyeti idare ediyoruz. Günü kurtarıyoruz. başkasını kandırırken kendimizi kandırdığımızın farkında bile değiliz. Geleceğimizi yok ediyoruz. 

Lisansı bitiren gençler! Pes etmeyin. Alanımızda çalışamıyoruz, atanamadık diye üzülmeyin. Siz yeter ki yüksek lisansı, hatta biraz gayretle doktorayı bitirin. Tez hazırlamak zor diye düşünmeyin. Yukarıdan beri size tezin ne şekil hazırlanacağını anlatıyorum. Hala anlamadınız mı? Lep demeden leblebi demeyi öğrenin artık. Doktorayı bitirdin mi gemisini kurtaran kaptansın. Sayısını bile bilemediğimiz sayıda üniversite var. Buralara bol miktarda öğretim görevlisi alıyorlar. Sen hele bir bitir. Mutlaka size de bir gün şans güler. Yeter ki bitirme teziniz elinizin altında olsun. Hiç ummadığınız anda imdadınıza yetişir. haydi göreyim sizi!... 26/03/2017




25 Mart 2017 Cumartesi

Bir yiğit insan geldi geçti bu ülkeden *

Türkiye’nin 80 öncesi siyasi kargaşa ve çalkantılarının içinde buldu kendisini. Bir parti ile gönül ve fikir birlikteliği bulunan bir hareketin genel başkanlığını yaptı. Bahçelievler ve Kahramanmaraş katliamlarının sorumlusu suçlamasıyla yargılandı, berat etti. 80 ihtilalinden sonra 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl hapiste kaldı. İçeride görmediği işkence kalmadı. ‘Üşüyorum’ şiirini burada yazdı. Sonunda -geciken- adalet tecelli etti. 7,5 yıl yattıktan sonra suçsuz bulunarak berat etti.

Berat ettiği bir davada 7,5 yıl yatmasına, içeride işkencenin her türlüsünü görmesine rağmen birilerinin yaptığı gibi ne dağa çıkıp teröre başvurdu,  ne de isyanlara oynadı. Hapisten çıktıktan sonra yeniden partisinin içerisinde görev aldı. Partisiyle derin fikir ayrılığı baş gösterince az sayıdaki arkadaşıyla birlikte eski dava arkadaşlarıyla yollarını ayırdı. Türkiye’nin büyük -bir- birliğe ihtiyacı var diyerek yeni bir parti kurdu. Partisi her seçime kah kendisi bazen de ittifak yaparak katıldı. Kendisine ve partisine gösterilen sevgi seline zıt oranda bir oy aldı hep. Oy oranı yüzde 2-3’leri geçmemesine rağmen milletin gönlünde hep bir taht kurdu. Aldığı oya rağmen hiç seçmene küsmedi, kızmadı, sinirlenmedi… Milliyetçi ve mütedeyyin bir yönü vardı. Milliyetçiliği vatanseverlik, dindarlığı içtendi. Refah-Yol hükümetinin kritik oylamalarında hükümette olmamasına rağmen hükümete: “Milletin menfaatini gözetin ve milletin iradesini asla çiğnetmeyin. Bu minvalde yürürseniz biz sizin arkanızda oluruz' diyerek zaman zaman destek oldu. Destek verirken herhangi bir ikbal peşinde koşmadı. Destek ve muhalefetini hep açık oynadı. Hayatında fluluğa hiç yer vermedi.

Korkudan çoğu kimsenin ağzını açamadığı 28 Şubat ‘Post modern’ darbesine neredeyse tek başına karşı çıktı, sözünü budaktan esirgemedi. Bir kısım arkadaşıyla hayatın her alanında ülke için mücadele ederken hiç efendiliğini bozmadı. Beyefendi, nazik ve kibar bir şekilde nasıl muhalefet yapılabileceğini dosta düşmana gösterdi. Bu ülkenin gelmiş geçmiş değerlerinden biriydi. Ömrü çilelerle geçmesine rağmen dertlenmeden, küsmeden, isyan etmeden, içine kapanmadan doğru bildiği yolda emin adımlarla ilerledi. Kınayanın kınamasına aldırmadı. Ülkeyi, vatanı, milleti, dini dert edindi. Kim vatan ve millet adına iyi bir şey yapmışsa destek oldu. Tek başına bir ümmet olan Hz İbrahim gibiydi dense yanlış olmaz.

Devletin kara kutusu gibi bir yönü vardı. Organize ve teşkilatçılığı mükemmeldi. Haber alma kaynakları sağlamdı. Devletin aleyhine olan yapılanmaları haber alırdı. Ya iyi bir istihbaratı vardı, ya da altıncı hissi kuvvetliydi. Derin devleti tanıyan biri idi. Zaten onca işkenceye rağmen devletine küsmemesinin temelinde geri planda oynanan oyunlardan haberdar olması yatıyordu. Kirli oyunların önüne geçmek için zaman zaman sorumlu devlet yetkilileriyle görüştü.

Hal ve hareketi, konuşması, üslubu, savunduğu fikirleri ve kişiliği dolayısıyla milletin gönlünde ayrı bir yeri ve sevgisi olan bu çilekeş dava adamı birilerinin gözüne battı, onları rahatsız etti. Çünkü onlar için ayak bağıydı, temizlenmesi gerekiyordu. 25 Mart 2009 günü ipi çekildi. Bir helikopter kazasına kurban gitti. Kalemini kıranlar öyle bir plan yapmışlardı ki karda-kışta iki gün naaşı arandı. Sonunda arama ekiplerinin dışında 17 gönüllü köylü, onun cansız bedenine ulaştı. Hapiste üşütmüştük, maalesef dışarıda da üşüttük onu… Vasiyeti üzerine Taceddin Dergahı’nın bahçesine defnedildi. Kubbede kalan hoş bir sada idi bizim için. Biz ondan razıydık, Allah da ondan razı olsun. Mekanı Cennet olsun bu çilekeş dava adamının. 

Şehadetinin ardından  8 yıl geçmesine rağmen cinayeti, faili meçhul kaldı. Yakın tarihin önemli cinayetlerindendir. 17-25 Aralık operasyonuna imza atanlar bu cinayeti hükümete yıkmak için epey uğraştı. Oklar şimdi FETÖ’yü gösteriyor.  Bu cinayetin aydınlanması bu ülkenin namusudur. Mutlaka açığa çıkarılmalıdır.  Ey adalet sahipleri! Gecikmiş adalet, adalet değildir.  Neyi beklersiniz hala? 25/03/2017


* 27/03/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Siyasi suikastlara dikkat! **

Devlet içte ve dışta terörle mücadele ediyor. Bu mücadelede hiç olmadığı kadar kararlı ve başarılı görünüyor. Bir ara haftada bir eylemle yüz yüze kalmıştı ülke. Gençliğinin baharında nice can ve ciğerlere mezar olmuştu.

Son aylarda devlet daha bir teyakkuzda. Özellikle Fırat-Kalkan harekatıyla birlikte Güneydoğu'da meydana gelen münferit olayları saymazsak neredeyse bıçak gibi kesildi. Terörün bu şekilde yok denecek noktaya gelmesinde istihbaratın iyi çalışması, devletin pansuman tedbirlerden ziyade terörün kökünü kurutmak için kalıcı tedbirlere yönelmesi, terörün  destekçisi olan dokunulmaz siyasilere dokunması, teröre maddi ve manevi destek veren mahalli idarelere kayyum atanması, terörle mücadele azim ve gayreti göstermesi vb. nedenlerin katkısı vardır. Dün içimizde var olan hainlerin temizlenmesi ve devletin şefkat elini bırakıp Osmanlı tokadına yönelmesi yine terörü azaltan etkenlerdendir.

Terörün ilk gündemden bu şekil  geriye düşmesi hoşuma gidiyor gitmesine. Fakat bu sessizlik  beni korkutuyor. Çünkü fırtına öncesi sessizliğe benziyor. Devlet ya terör örgütlerine göz açtırmıyor, ya  terör güvenlik güçlerinin zayıf noktasını bekliyor. Ya da terör örgütleri ses getirecek başka planların peşinde. Türkiye referandum öncesi siyasi suikastlara duçar olabilir. Böyle bir suikast referanduma gölge düşürebileceği gibi referandumun ertelenmesine bile sebep olabilir. Bu yüzden devlet tüm organlarıyla gözünü açmalı, sansasyon ve provokasyona sebep olabilecek suikastların önüne geçmek için her türlü seçeneği değerlendirip uygulamaya koymalıdır. Güvenlik tedbirlerini artırmalıdır. Özellikle siyasi liderleri korumak için tedbirler almalıdır.

Referandum öncesi yapılacak mitinglerde mutlaka güvenlik tedbirleri alınmalıdır. Gerekirse miting ve salon toplantılarına sınırlandırma getirilmelidir. Hatta hiç yapılmamalıdır. Siyasiler mesajlarını TV kanalları vasıtasıyla seçmenlerine ulaşma yolunu tercih etmelidir. Siyasiler seçim propagandasında toplumu gerecek söylemlerden kaçınmalıdır. Birbirlerine saygıyı elden bırakmamalıdır. Dışta yalnızlaştırıldığımız bir ortamda iç barışı tesis etmenin yolları bulunmalıdır. Tercihlerimiz farklı olmakla beraber birlik ve beraberlik mesajları verilmelidir. Referandum sonucunda vatandaşın tercihine hepsi saygı duymalıdır. Evet/hayır çıkarsa dünyanın sonu sendromundan vazgeçilmelidir. Evet ve hayır çıkarsa  hayatın devam edeceği işlenmelidir. Vatandaşa aba altından sopa gösterilmemelidir. Gerilim siyasetinden uzak durulmalıdır. Unutmayalım ki her türlü sonuç bu ülkenin hayrına olabilir. Fakat ucunda gerilim ve kutuplaştırma olan siyasetten hayır gelmez. Taraflar seçimden sonra da birlikte yaşayacaklarını ve yüz yüze bakacaklarını unutmamalıdır.

Siyasiler seçmenine karşı dürüst olmalı ve açık oynamalıdır. Referandum sonucunda kaybeden taraf nerede hata yaptım deyip takkesini önüne alıp düşünmelidir. Hiç kimseyi suçlama yoluna gitmemelidir. 25/03/2017

** 29/03/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.






24 Mart 2017 Cuma

Bizim leğen bulundu!

Gördüğünüz plastik kap 20 yıl öncesine ait. Kahta'da görev yaparken 6-8 yaşlarında üç çocuğumun anneler günü vesilesiyle -vermediğim- harçlıklarını bir araya getirerek anneleri için aldıkları bir hediye.

Yazıma konu olmasının sebebi, bugün mutfakta arandı bulunamadı. Sonunda geçen hafta börek yapılması için bu hediyeyi alan üç çocuğumdan ikisi fırına götürmüşlerdi. Evde olmadığına göre fırında olabilir diyerek yolum üzeri fırına sordum. Bir bakalım, bu şekilde kalan kap-kacağı haftalık çöpe atarız, atılmadı ise verelim dedi fırıncı. Dolabın gözünden bizim leğen çıktı. Eve getirdim. Eşim leğen bizim, fakat kapak bize ait değil dedi.

Her insanın olduğu gibi eşyaların da bir sonu vardı. Zamanı geldiğinde ya kırılır, ya eskir, ya da kaybolurdu. Anlaşılan ömrünü tamamladı derken leğen fırında kalmış, yeniden ortaya çıktı. Üstelik üzerine bize ait olmayan bir kapak ilave edilerek fırından çıktı. Bizim leğen Nasrettin Hoca'nın kazanı gibi doğurdu anlaşılan.

Leğen kaybolsun kaybolmaya da... hanım için manevi değeri, benim içinse maddi değeri önemli. Çünkü elinin altında mutfakta aspirin gibi kullanılan bu leğen kaybolursa mutlaka yenisini almam gerekecek. parası da benden çıkacaktı. Tam kayboldu diye düşünürken yeniden ortaya çıkması bizi yeni almış gibi sevindirdi. Hani Nasrettin Hoca, kaybolan eşeğini bulana bir eşek vadetmiş ya. Hocanın bu şekil ödülünü insanlar garipsemişler ve "Hocam kayıp eşeğine bir eşek veriyorsun bu ne iş" demişler. Hoca: Hiçbir mutluluk kaybedilenin bulunduğu zaman  verdiği mutluluğu vermez" cevabı vermiş.

Bizim leğenden Hoca'nın fıkralarına geçtik. Yine fıkra gibi -olmuş- bir olaydan bahsedelim: Bir kamyon Rahmetli Camgöz Hasan Hüseyin Ağa'nın mısırgasını (Güneysınır yöresinde hindiye mısırga denir) çiğner. Kamyoncu rahmetliyi çağırtır: "Amca mısırganı çiğnedik, öldü. Parasını vereyim," der. Hasan Hüseyin Ağa parayı kabul etmez. Sürücü: "Yerine yeni bir hindi alıvereyim" der bu sefer. Amca bunu da kabul etmez. Adam: "Pekiyi amca ne yapalım o zaman" deyince Hasan Hüseyin Amca: Aynı mısırgamı isterim," der. Şoför: "İyi amca! Gördüğün gibi hindi öldü" diye söyler. Amca: "Ben onu bunu bilmem. Bu hindimin boynunu ulayacaksın. Ben camiye giderken arkamdan yine eskisi gibi gulu gulu ses çıkartacak" der. Olayı buraya kadar biliyorum. Hindinin boynunun ulanması mümkün değil. Amca nasıl ikna edildi, gerisini bilmiyorum.

Bizim leğen bulunmasaydı ben de Nasrettin Hoca'nın yaptığı gibi yapacaktım. Ne yapmıştı rahmetli derseniz? Hoca bir gün bir hana misafir olur. Sabah kalkınca eşeği kaybolmuştur. Hoca hancıya: "Çabuk benim eşeğimi bulun" diye çıkışır. Hoca'nın hiddetlenmesini gören hancı etrafa adamlarını salar, fakat eşek bulunamaz. Hancı bulunmazsa ne yapacaksın deyince Hoca: Eğer bulamazsanız babamın yaptığını yapacağım, der. Hocanın bu tehdidi karşısında eşek güç-bela bulunur. Hocaya sorar, babanız ne yapmıştı hocam diye. Hoca: Yıllar öncesinde babamın da eşeği çalınmıştı. Bulunamayınca eve kadar yürüyerek gelmiş, ben de onun gibi yapacaktım, cevabı verir.

Hasılı bizim leğen bulunmasaydı ben de gidip yeni bir leğen alacaktım. 24/03/2017

Bir başka ülkeye sığınan asker müsveddeleri! *

Öncesini bilmem ama 15 Temmuz'dan sonra bir başka ülkeye özellikle AB ülkelerine sığınma talebinde bulunan sözüm ona askerlerimiz var. Sayıları az olsa da bu durum beni üzüyor. Üzülmekle de kalmıyor, anlayamıyorum.

Hangimizi üzmez ki… Bir ülke ki bunları binlerce öğrenci adayı içerisinden seçip ücretsiz bir şekilde okutsun; yeme, içme, barınma ve harçlığını karşılasın. Her türlü imkanı ayaklarının altına sersin. Okul bitince de iş bulma kaygısı taşımadan bunlara iş versin. Normal memurun aldığı maaştan daha yüksek bir maaş bağlasın, lojman versin. Milletin evladı yirmi yaşına gelince vatani görev diyerek işini, gücünü bırakıp askere gitsin. 12 ay boyunca evinden, barkından, çoluk ve çocuğundan uzakta kalsın. Askerlik yaptığı müddetçe maaşı çalışmasın. Bunlar ise askeriyenin içerisinde bizim çocuğumuza emir vererek askerliğini maaşlı bir şekilde yapsın. Çoluğu-çocuğu iş ve okuluna giderken sadece asker çocuklarına tahsis edilen okul servisiyle gidip gelsin, kendisine de altında devletin aracı, emrinde ise bu milletin çocuğu meccanen şoförlük yapsın. Tüm hayatı askeriyede emir vermek, oradan lojmanına geçmek, ardından ordu evine gitmek, alışverişini ordu pazarında yapmak suretiyle halktan uzak bir şekilde yaşasın. Kaldıkları her yer yine bizim çocuklarımız tarafından korumaya alınsın. Hayatları boyunca bir eli yağda, diğeri balda olmak suretiyle yaşamaya devam etsinler. Kimse bunlara ne yapıyorsunuz demesin. Vatandaş elinden, emeğinden kısmak suretiyle güçlü bir ordumuz olsun diye bunlara silah, tank, tüfek, uçak, helikopter vb araçları versin. Yaptıkları iş vatan görevidir, görevleri kutsaldır. Bunlar Mehmetçik’tir, burası peygamber ocağıdır desin…

Bu milletin askere bakış açısı bu şekildedir. Ama bunlar ne yaptılar? Giydikleri elbisenin ve kendilerine tanınan her türlü imkanın karşılığını ihanet ederek verdiler. Milletin kendilerine emanet ettiği elbiseye, silaha ihanet ettiler. Türk askerinin elbisesini giymiş yabancının uşağı olduklarını gösterdiler. Çünkü bu milletin üzerine bomba yağdırdılar, ülkeyi iç savaşa sürüklemeye, başkasının emrine kul-köle yapmak için başaramayacakları bir darbeye kalkıştılar. Bu tiplere “Besle kargayı oysun gözünü” denir, nankör denir, çiğ süt emmiş denir, yediği çanağa pisleyen denir.

Haydi! Darbeye kalkıştılar, beceremediler. Olması gereken ya vuruşarak geberir giderler, ya izzet ve şereflerinden intihar ederler, ya da  pes edip teslim olur, gider içeride paşa paşa yatarlar. Ama bunlar öyle yapmadılar. Gittiler kendilerine emir veren efendilerinin ülkelerine sığındılar. Kimden kaçtı bunlar? Kendilerini hep el üstünde tutan bir milletten. Yazık ki ne yazık! Ben askerin böylesini görmedim. Askerin darbecisi olur. Bunu anlarım. Ama başka bir ülkeye sığınanı olmaz. Son zamanlarda sığınanlarını görünce bunlarda hiç arlanma, utanma, şeref ve haysiyet yok dedim kendi kendime. Nasıl mide varmış bunlarda?

Başka bir ülkenin bayrağı altında kişiliksiz ve onursuz bir şekilde yaşayacaklar, eğer buna yaşama denirse. Lanet olsun bunlar gibi olan askerlere! Bu mazlum milletin yedirdikleri burunlarından fitil fitil gelsin. Hep bir korku içerisinde yaşasınlar. Geberip gitmesinler, sürünüp dursunlar. Bu ülkede el üstünde tutulan bir beyefendi gibi yaşamaya zaten bu tipler layık değildir. Efendilerinin emrinde emir almaya devam etsinler. Bunları asker diye alan, bunları koruyan kişileri de Rabbim bildiği gibi yapsın. Ordumuzun içindeki bu tür cibilliyetsizlerin kökü kurusun. Milletin emrinde olan askerlerimizin sayısını çoğaltsın.   24/03/2017  

* 01/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bir labirent mi arıyorsun? Meram Tıp Fakültesine git

Hayatımda hiç labirent görmedim, nasıl bir şey acaba diye merak eden olursa ona Meram Tıp Fakültesine gidip görmesini isterim. Labirentin tüm özelliklerini fazlasıyla bünyesinde barındıran bir eğitim ve araştırma hastanesidir.

"Çıkış yeri çok zor bulunabilecek biçimde karışık geçenekleri olan yapı...İçinden çıkılması çok güç ya da olanaksız durum, çözümü zor sorun" anlamına geliyormuş labirent. Daha önce bildiğim bu kurumu bir vesileyle geçen gün yeniden görmüş oldum. Normalde isim vermede zorlanırım. Birkaç bloğuna girip çıktım. Ağzımdan gayri ihtiyari olarak hastane değil, bir labirent dedim. Tanımına baktığım labirent kelimesine "Çıkış yeri zor bulunabilecek...yapı" denmektedir. Labirent kelimesi MTF’yi anlatmada kifayetsiz kalır. Çünkü bu hastanenin sadece çıkışı değil, girişi de zor. Önce aradığın bloğu bulacaksın, sonra kapısını. Çünkü bloklara verilen harflerde de bir sıra, düzen ve insicam yok. Zamanında "Göğüs hastanesi” olarak tek binada hizmet veren bu kurum şimdilerde birbirine biçimsiz bir şekilde ulanmış bir vaziyette Tıp Fakültesi olarak işlev görüyor. Kimi binalara birbirinden geçiş var, kiminde yok. Ben en son 'S' bloku gördüm. Sanırım hedef alfabenin tüm harflerinin olduğu bir binalar topluluğu.

Yamacın sırtında yürümek zaten bir dert, binalardan geçiş ise ayrı bir dert. Uzun ince dehlizlerden geçmek ve aradığın yeri kimseye sormadan bulmak her kişinin marifeti değildir. Kaybolsan kimse bulamaz. Burada çalışan olsan arazi olmaya tam müsait. Saklambaç oynasan ebe daima ebe olarak kalır. Toplam kaç kapısı olduğunu yetkililerin de bildiğini sanmıyorum. Savaş olsa düşmandan saklanmak için birebir. Eşsiz labirent örneğinin yanında aynı zamanda iç işlerinde serbest, dış işlerinde bağımlı eyalet sistemine de bir örnektir. Konya, gezip görülmesi gereken yerler arasına mutlaka burayı da almalıdır. Her Konya'ya gelen 'Celalettin Rumi Türbesi'nden sonra mutlaka burayı da ziyaret etmelidir. Geceleri uyuyamıyorum, çünkü uyku tutmuyor diyenleri buraya getirip aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya dolaştırmak suretiyle mışıl mışıl uyku çekmesinin önü açılabilir. Çünkü yürümek, dolaşmak ve aramaktan ayaklarına kara sular iner, evine kendini gücün atar. Hem adamın hayır duası da alınmış olur böylece. "Yıllar sonra ilk defa bu şekil bir deliksiz uyku uyudum. Yoruldum ama yorulduğuma değdi. Sebep olanlardan Allah razı olsun," diyecektir. Aynı zamanda hastaların da hayır duasını alır. Muayene, tahlil ve tetkikle uğraşıp ayaklarına kara sular inen hastamız bir daha hasta olmamak için daha bir özen gösterecektir. Bu da aynı zamanda bir koruyucu hekimliktir. Bu binanın ısınmasını sağlayan firma hep bu kuruma minnettar kalacaktır. Çünkü bu birbirine eklemeli, birbirinden bağımsız devasa binaları ısıtmak kolay değildir. Tüm Konya doğalgaz yakmasa, sadece bu kurumun sarfiyatı, firmayı ihya eder.

Niyetim binayı birbirine gelişi güzel ekleyenleri eleştirmek değil. İhtiyaçtan dolayı şartlar zorlamıştır. Zamanında köklü çözüm bulamayan siyasilerin pansuman tedbirinden başka bir şey değildir bu şekil bir yapı yığını.

Ne eksik etsin Rabbim, ne de muhtaç... 24.03.2017