8 Mart 2017 Çarşamba

Ders bir emanettir

Günümüz okullarında aksaklık eksik olmaz. Bunlardan biri de okul müdürü veya yardımcısının girdiği derslerinin zaman zaman boş geçmesi. Yöneticiler toplantı vb. nedenlerle bazen derse giremeyebiliyor. Böylesi durumlar için okul yönetiminin yapabileceği bir şey yoktur. Çünkü bu tür toplantıları organize edenler kendileri değildir.

Okullarda öğretmen ve öğrencinin dikkatini çeken okulda olduğu halde idarecinin dersine girmemesi. Dersine girmeyen idareci ne yapıyor? Masa başı işlerle uğraşırken ya dersini unutuyor, ya yoğunluktan giremiyor. Girse de ya geç giriyor veya erken çıkıyor. Olan da öğrencilere oluyor. Çünkü öğrencilerin dersi boş geçiyor. Dersi boş olan öğrenci başıboş kalınca eğer görevlendirme ve takip yapılmazsa okulun altını üstüne getiriyor. Öğrenciye gün doğuyor yani. Yönetici odasında evrak işleriyle uğraşadursun bu durumda bu başıboş çocukların ceremesini ise o katta veya yan tarafta ders görmekte olan diğer sınıf ve öğretmen çekiyor. Dersinin boş olduğunu gören öğrenci felekten bir gün çalarken rahatsız olan bir başkası bunlara müdahale edince sevinçleri kursaklarında kalsa da burada en rahat kişi dersini unutan, dersine gitmeyen yönetici olsa gerek. Çünkü ne sesten haberi var, ne de dersinden. Kendini kaptırmıştır işe-güce. Okul yıkılsa da haberi olmaz.

Aklınıza idarecilerin işi bu kadar çok mu diye bir soru gelebilir. Zaman zaman her kurumda olduğu gibi bunların da işlerinin yoğun olduğu gün veya anlar olabilir. Özellikle sene başı ve dönem sonlarında…Ama sürekli iş olmaz. Hatta bazen işsizlikten sıkıldıkları da olur. İşlerin rayına girdiği dönemlerde de derslerin  unutulduğu olur. Çünkü koltuk öyle bağımlılık yapmıştır ki gözü derste olmaz. Ders hiçbir zaman önceliği arasında yer almaz. Zaten idareci derse girse de girdiği dersten hayır gelmez. Ya kafasında yetişmesi gereken bir evrak ya da hazırlaması gereken bir iş vardır. Derse de hazırlıklı gelmez. Haftada girdiği iki ders saati ona ölüm gibi gelir. Atalarımız boşuna söylememiş, “Bir koltukta iki karpuz taşınmaz” diye. Bu durumda okulun düzenini sağlaması gereken idareci sorunun bir parçası olup çıkıveriyor. Olan da okul ve çocuklara olmaktadır. Çünkü işlenmeyen ders işlenmiş gibi deftere işlenir daha sonra. Çocuk görmediği dersi görmüş gibi olur.

Sonuç itibariyle zararı öğrenciyedir. Yazık bu öğrencilere. Türkiye’nin değişik yerlerinde çalıştım. Görüştüğüm velilerden hiçbirinin çocuğunun dersine bir yöneticinin girmesini istediklerini görmedim. Hatta keşke çocuğumun dersine girmesin dediklerine şahit oldum. Bir gün bir lisede nöbetçiyim. Sorumlu olduğum katın öğretmenleri bir bir derslerine girdikten sonra bir sınıfa hala öğretmenin gelmediğini gördüm. Sınıfın ders öğretmeninin okul müdürü olduğunu öğrendikten sonra üşenmeyip müdürün odasına vardım. Makamda her zaman olduğu gibi okulun müdavimlerinden olan okulun dernek başkanı var. Hocam falan sınıfa dersiniz var, girebilecek misiniz dedim. Bir bana baktı, bir misafirine, sonra da saatine. Ardından: “Ramazan Bey! Vakit geçmiş, misafirim de var, ben gelemiyorum, dedi. Yine bir okulda çalışırken son saat bir sınıfa derse girdim. Bir türlü derse motive olamadım. Kapı bir açıldı, bir kapandı. Ardından bir daha. Sanki yol geçen hanı  gibi oldu. Çünkü bir sınıfa dersi olan yöneticimiz derse gelememiş/gelmemiş. Öğrenci bu. Durur mu yerinde. Dersin öğretmeni gelmeyince kapıyı da kapatamayan öğrenciler üşenmeden sınıf sınıf dolaşarak kapılarını açacak bir anahtar arıyorlar. Son saat olunca sınıf defterini toplayan öğrenci, ardından bir başka nöbetçi, sonra kapıya vurup kaçan öğrenciler sağ olsun son dersimizde bizi yalnız bırakmadılar. Güç-bela dersi bitirdikten sonra yöneticimize baktım. Yine her zamanki gibi ekranda bir işlerle uğraşıyor. Yukarıda falan sınıfın dersi sanırım boştu, öğrenciler maalesef katta kimseye dirlik vermediler. Gelmeyen öğretmen mi vardı, dedim. Programa baktı. "Ders dolu, hocam, falan ders" dedi. Öğrencilerin sağda solda dolaştığını, kapılara vurup kaçtığını söyledim. "Allah Allah!" dedi. Tekrar baktı. "Benim dersmiş hocam, yoğunluktan unutmuşum" dedi. Hele şükür! Ders bittikten sonra da olsa dersinin olduğunu hatırladı. Hatırlamasaydı daha ne kadar dil dökecektim kim bilir?

Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi idarecinin girdiği dersten hayır gelmez, gelse de zamanında gelmez, ya da ders sonunu beklemez. Bu durum Türkiye'nin bir kaderi. İdareciler profesyonel olup derse girmemeli. Çünkü bu şekil dersler dostlar alışverişte görsün sadedinde yürümektedir. Derse girip girmemelerinin kararını verecek olan siyasi iradedir. Kaldırır veya kaldırmaz. Madem ki az da olsa girecekler. O zaman o dersin hakkını vermeye çalışmak lazım. Eğitim ve öğretim, okul dendi mi öncelik öğrencidir. Hiçbir şey öğrenciyi mağdur etme üzerine kurulmamalıdır. Sonra bu ders bize emanettir. İyi bir planlama ile dersimize de girebiliriz. Girmek istemesek bin bir türlü mazeret buluruz. Hiç mazeretimiz olmasa bile unuturuz. Çünkü oynamak istemeyen gelin nasıl ki yerim dar diyorsa, derse girmek istemeyen de mutlaka bir yolunu bulur. Hiç bir önemli iş dersin önüne geçmez/geçemez/geçmemelidir. Kendi dersine girmekten kaçınan bir idareci yarın personeli derse girmediği veya herhangi bir görevi aksattığı zaman söz söylemeye hakkı olmasa gerektir.

Koltuk, ekran ve masa insanı mayıştırıyor, tembelleştiriyor, ekran insanı sersemletiyor...Böylece insanın koltuktan kalkası gelmiyor. Böyle mi düşünelim? Yoksa kalkarsam koltuğumda gözü olan biri gelir oturur diye mi düşünülüyor? Nasılsa o koltuğa oturmak için bir kriter yok. Ramazan! Yine kötü niyetini ortaya koymaya başladın. İdarecilerimiz çok yoğun. Sen böyle bil!... 08/03/2017

Yeni telefon alındığında önceki rehber nasıl aktarılır?

Eski telefondaki numaralar bir ajandaya tek tek yazılır, sonra ajandadan yeni telefona tek tek yazılır.
Faydası:
◆ Kaydetmedeki en garantili yoldur.
◆ Uzun süre efor sarf edince rehberin kıymeti bilinir.
◆ Ajandaya yazarken kalem ve yazmayı unutmuş eller pratik kazanır.
◆ Yeni telefonun arızalandığında ulaşmak istediğin numara için ajandaya müracaat edebilirsin.
◆ Ajandaya yazarken bazı numaraları ezberleyebilirsin.
◆ Pazar gününü yeni bir meşgale ile değerlendirmiş, iki günü eşit kullanmamış olursun.
◆ Numara ve isimleri rehbere kaydederken isim ve numaraları yeniden güncelleme yapmış olursun, bir temizlik hareketi başlatabilirsin, hangi ismi ne şekilde kaydettiğini bilirsin.
◆ Kaydederken isimlere bakarak "bu kimdi...kimdi acaba" diyerek hafızanı ve beynini çalıştırmış olursun.
◆ ◆◆◆Eğer böyle bir yöntemle telefon rehberini oluşturursan bunu kimseye anlatma ,bu da kendine sakladığın sırrın olsun. Bu yöntemin tek kötü yanı; görüşmüyorum nasılsa diye sildiğin bir kişi seni aradığı zaman "numaramı sildin mi yoksa" dediğinde "telefonum servise gitmişti, telefonum suya düştü, arızalandı" diye söyleyemeyeceksin.08/03/2015

6 Mart 2017 Pazartesi

Hizmette Sınır Tanımayan Belediyemiz

Büyükşehir Belediyemiz göz dolduran hizmetlerine bir yenisini daha ekledi. Atlı zabıtalarımız arzı endam etmeye başladı. Türkiye'de bir ilk olma özelliğini taşıyormuş bu uygulama. Kimin aklıysa alnından öpmek lazım.

Anladığım kadarıyla birileri macera peşinde. Reklamın kötüsü olmaz. Reklam reklamdır mantığından hareket ediliyor olmalı. Konyalı'nın aklıyla dalga geçiliyor. Sanki Konya'da vasıtanın giremediği sokaklar varmış gibi. Öyle zannediyorum ata ihtiyaç yok. Hangi akla hizmetle at alınıyor, para veriliyor. Bu atların bakımı kolay sanılıyor. Bu atlar için ahır gerekiyor. Saman, yem gerekiyor. Atlara bakacak kişi lazım. Atın nalı vs. hepsi masraf. Arabadan daha külfetli ve masraflı olacağını düşünüyorum. Atların kaç paraya alındığını ise aklıma bile getirmek istemiyorum.

Bu at alma kimin fikri, kimin onayı ise iyi yapmadığını, yerinde karar vermediğini düşünüyorum. Kendini yenileyemeyenin, yeni bir şeyler üretemeyenin macera peşinde koşmasından başka bir şey değildir. Millet aya giderken yaya kalma demektir. Çağ dışı bir zihniyeti temsil ediyorlar. Milletin parasını çarçur etmektir. Yazık gerçekten. Alaaddin-Adliye arasına yapılan hafif raylı sistem hizmeti ölü bir yatırım iken şimdi de zabıtaya at hizmeti olsa olsa evlere şenlik bir projedir. Üçüncü dönemi olmasına rağmen hizmet üretemeyen bir zihniyetin tükenmişlik sendromudur.

Halbuki üç dönem ardı arkasına başkan seçilen birinden, ölmez eserler bırakması beklenirken gülünç duruma düşürecek böylesi hareketler maalesef seçildiği partiye zarar vermektedir. 06.03.2017

Bir sevindim, iki üzüldüm

Bugün toplu ulaşım aracına binince bir gencimiz yerini verdi:
-Üzüldüm; gencimizi rahatsız ettim diye,
-Sevindim; gençlerimizin içerisinde büyüklerine saygı gösterenler hala var diye,
-Üzüldüm; yer verildiğine göre yaşlanmışım diye. 06.03.2017

Kokteyl Dedikleri

İsmini duyardım ama yenir mi, içilir mi, orada ne yapılır, nasıl davranılır bilmezdim. Öğrenmek için çok da merak etmedim.
Kokteylden bahsediyorum. Nedense bu isim de bana garip gelen isimlerden biri. Anlamını bilmesem de bende iyi çağrışım bırakmayan isimlerden. Hayatımda aldığım kokteyl davetlerine katılmadım. İlk defa geçen yıl birine katılarak milli oldum. Bu sene de ikincisine katıldım. İki yıldır katılmak suretiyle kokteylin ne olduğu hakkında gözlemlerime dayanarak ne olduğunu nispeten anladım. Bugün üşenmedim sözlük anlamına baktım. TDK sözlüğünde karşıma:
"1. Türlü içkiler karıştırılarak yapılan içki, 2. Yeri ve zamanı önceden belirlenen, ayaküstü sohbetlerin yapıldığı içkili toplantı" şeklinde bir anlam çıktı.
Kelime İngilizceden geçmiş bize. Her iki anlamında da içki var. Boşuna ön yargılı davranmamışım demek ki bugüne kadar. Bereket bizimkiler içkisizdi. Zaten içki olsaydı katılmazdım. Benim katıldıklarım 2.kısma giriyor. Tek farkı içkisizi. 
Firmalar kendilerini tanıtmak, bilgilendirmek vs amacıyla düzenliyor. Bunun için de 5 yıldızlı otelleri kiralıyor. Davetliler belirlenen saatte geliyor, her gelen davetli yuvarlak masalara bir göz atıyor, tanıdığım biri var mı diye. Herkes taşıdığının etrafında toplanıyor. Masalara konan kurabiyelerden atıştırırken bir taraftan da birbirleriyle laflamaya çalışıyor. Kulakları da yapılan konuşmalarda. Her konuşma bitiminde ise alkışlar. İçki bardağını andıran bardaklardan içilen meyve suları da menüde olanlardan. Tüm bunlar icra edilirken herkes ayakta tabi. Sandalye yok. Salon ve masalar, bize İngilizce'den geçmiş kokteyl kelimesinin anlamına uygun bir şekilde dizayn edilmiş. Zaten sandalye olsaydı toplantının ruhuna aykırı olurdu.
Çağırdığın misafiri ucuzundan ağırlama gibi geldi bana. Evine gelen misafiri oturtmadan ayak üstü laflayarak savmak bunun adı. Misafiri, geldiğine-geleceğine pişman ettiren etkinlik dense yeridir. Geç de olsa kokteylin ne anlama geldiğini, içeriğinin ne olduğunu anladım anlamaya da...Bu şekil davetlileri ayakta bekletme işini yapmak için yer olarak otellerin seçilmesini pek anlayamadım. 
Kokteylin mana ve ehemmiyetine aykırı olacak ama yine TDK sözlüğünde kaba konuşma olarak yerini alan şu söz gözümün önüne geldi: "Ayranı yok içmeye, atla gider s.çmaya."
Ben kokteylin ne olduğunu öğrendim. Merakımı giderdim. Üstelik acemilik çekmeyesin diye dilim döndüğünce sana anlatmaya çalıştım. Sana iyi kokteyller!.. 06.03.2017

5 Mart 2017 Pazar

Kara listeye aldıklarım

Kimleri mi bu listeye aldım?
-Nöbetçi olduğum gün dersine gelmeyen öğretmeni,
-Okulda olduğu halde dersine girmeyen müdür ve yardımcısını,
-Eğitim ve öğretim esnasında okullar arası maç, etkinlik, yarışma planlayan MEM'i
-Okul esnasında kurs, seminer düzenleyen MEM'i,
-Önemli ve geçerli bir mazereti olmadığı halde dersine girmeyen öğretmeni,
-Okulda olduğu halde dersi olduğunu unutan müdür yardımcısını,
-Okul esnasında dersi olan öğretmeni bilmem ne komisyonuna alan MEM'i
-Çocuğunu evinde kahvaltı yapmadan okuluna gönderen anne ve babayı,
-Haftalık 35 saat ders gördükten sonra öğrenciye okulda takviye kurs açan MEB'i,
-Öğretmenine ve müdür yardımcısına nöbet ücreti ödediği halde okulun sorumlusu müdürüne nöbet ücreti ödemeyen MEB'i,
-Okulun müdüründen, müdür yardımcısından ve öğretmeninden her şeyi isteyen fakat okul servisçilerine tek kelime edemeyen MEM'i,
-Öğrenci ve veliyi her halükarda haklı gören MEB'i ve MEM'i,
-Çocuğuna hiç toz kondurmayan aşırı korumacı velileri,
-Elifi görse mertek sanan bazılarının  öğretmen ve idarecileri beğenmeyip oturduğu yerden ahkam kesenleri,
-Haftada en az nasıl gelirim hesabı yapan öğretmenleri,
-Haftada birkaç gün boş gün isteyen öğretmenleri,
-Okullarda çalışan eşlerinin işini takip eden milli enişteleri,
-Ders programı istediği gibi olmadığı için araya anasını, babasını, kocasını, kayın pederini devreye koyan öğretmeni ve bu öğretmen için okul müdürüne telefon açan milli eğitim müdürünü,
-En önemli görevlerinden biri  okullarda eğitim ve öğretimi iyileştirmek olan kamu çalışanının etüt merkezi, kurs merkezi, dershane vb gelir getiren yerler açanı,
-Bir kamu çalışanı olmasına rağmen işini kılıfına uydurup ikinci iş yapmak suretiyle asıl işini ihmal edeni,
-İkinci işine dört elle sarıldığı halde devletteki görevini eğreti tutanları,
-Yöneticisinden her türlü sorumluluğu bekleyen fakat hiç yetki vermeyen MEB'i,
-Öğretmeninden her şeyi bekleyen ama ona hiç yetki vermeyen MEB ve MEM'i,
-Her türlü seminer, sempozyum, hizmet içi ve çağıştayları devlete ait salonlardan ziyade beş yıldızlı otellerde yapmak suretiyle kamu parasını çarçur eden yetkilileri,
-Hiçbir anlamı olmayan mesleki çalışmaları hala devam ettiren yetkilileri,
-Her türlü yetiştirme ve takviye kursuna katılmak için müracaat ettiği halde devam etmeyen öğrenciyi, veliyi ve hiçbir yaptırım uygulamayan MEB ve MEM'i,
-İl ve ilçe milli eğitim müdürlüğü makamını kapmak için bir koltuk uğruna okul müdürlerini tanısın-tanımasın doğrayan emir eri çingene beylerini,
-Daha kimleri, kimleri... 05/03/2017






Kahvaltıda tuz-ekmek yiyeniniz var mı?

"Soruya bak, hizaya gel. Hiç böyle soru olur mu? Hayatında hiç tuz-ekmek yiyen var mı? Bunun neresi katık? Allah kimseye konu sıkıntısı çektirmesin, insanın beyni sulanıyor demek ki" dediğinizi duyar gibiyim.

Tuz-ekmek yiyip yemediğimiz tıpkı şu fıkrada olduğu gibi gerçekti. Nasrettin Hoca'nın "ya tutarsa" diyerek kardan yemek yapması gibi bir şeydi bizimki. Önce fıkraya bir göz atalım:

Arkadaşı: "Haydi bizde tuz-ekmek yiyelim diye bir arkadaşını evine davet eder. Benim gibi kendini darı ambarında gören zavallı: "Tuz-ekmek bir kinaye. Sanırım, börek-çörek var" diyerek arkadaşının fakir sofrasına gider. Sofrada tuz-ekmeğin dışında herhangi bir menü yok. Ne ummuştu, ne buldu. Morali bozulsa da oturur sofraya...yemeye başlar. Yerken bir dilenci gelir: "Allah rızası için bir şeyler ver" diye. Ev sahibinin: "Verecek bir şeyim yok, çek git" demesine rağmen dilenci kapıda dikilmeye devam eder. Bunun  üzerine ev sahibi yeniden adama: "Çek git buradan. bak kalkarsam kafanı kırarım" der ama dilenci yüzsüz mü yüzsüz. hala durmaya devam eder. Sofradaki misafir dilenciye: "Bak arkadaş! Adam sana kafanı kırarım, çek git diyor. Sen hala durmaya devam ediyorsun. Aklın varsa kaybol buradan. Bir defa bu adam dediğini yapar. Bak beni, tuz-ekmek yemeye çağırdı. Önüme tuz-ekmek koydu. İnan hiç şakası yok. Senin kafanı kırarım diyorsa yapar bunu" der demez dilenci kaybolur.

Bu fıkra gerçek mi bilmem ama biz küçükken kuzine sobanın içerisinde ısıtılan mayalı ekmeğin (bazlama) içine biraz tuz, biraz da kiremit rengindeki  biber koyar. Ekmeği dürüm yapar yerdik. Aklından zorun mu vardı denirse, olan buydu. Bal-börek vardı da biz yemedik mi? Bu şekilde çok öğünler savdık.

Çaya hasrettik. Lüks idi. Bakmayın şimdiki neslin çay içmediğine… Misafir gelirse onun yanında biz de nasiplenirdik. Çay hem karaborsa idi, hem de pahalı. Bakkala almak için gittiğimizde bakkalın gazete kağıdını rulo yaparak içerisine koyduğu 100 gramlık çaylardan alırdık. O da her zaman olmazdı. 100 gram çayı alabilmek için satılmayan bir malı da yanında almak zorundaydık. Daha önce demlenmiş bir çayın Güneş’te kurutulduktan sonra tekrar demlemek üzere mutfağa kaldırıldığını az duymadım o zamanlarda. Böyle bir ortamda içilen çayın demli olması takdir edersiniz ki mümkün olmazdı, hep şeffaf idi. Sobanın üzerinde çaydanlık sabah-akşam kaynar dururdu, gel beni demle diye. Ama nerede! Aniden gelen bir misafire demlemek için bekletilirdi. Haftada bir kahvaltıda demlenirdi. O gün kahvaltı bize bayram olurdu.

Ya şimdi? En fakir evimizin vazgeçilmezi. Her evde bulunur.  Misafiri ağırlamanın en ucuz yoludur bugün. Sen yeter ki içecek ol. İster demli, ister açık iç. Çaydanlık bitinceye kadar senin. Biterse yeniden demlenir. Her ne kadar kadir-kıymet bilmesek de milli içeceğimizdir bugün. Verene şükür! Bugünlere şükür! Rabbim yoklukla imtihan etmesin! Kıymet bilenlerden, takdir edenlerden eylesin...
05/03/2017