Ana içeriğe atla

Ders bir emanettir

Günümüz okullarında aksaklık eksik olmaz. Bunlardan biri de okul müdürü veya yardımcısının girdiği derslerinin zaman zaman boş geçmesi. Yöneticiler toplantı vb. nedenlerle bazen derse giremeyebiliyor. Böylesi durumlar için okul yönetiminin yapabileceği bir şey yoktur. Çünkü bu tür toplantıları organize edenler kendileri değildir.

Okullarda öğretmen ve öğrencinin dikkatini çeken okulda olduğu halde idarecinin dersine girmemesi. Dersine girmeyen idareci ne yapıyor? Masa başı işlerle uğraşırken ya dersini unutuyor, ya yoğunluktan giremiyor. Girse de ya geç giriyor veya erken çıkıyor. Olan da öğrencilere oluyor. Çünkü öğrencilerin dersi boş geçiyor. Dersi boş olan öğrenci başıboş kalınca eğer görevlendirme ve takip yapılmazsa okulun altını üstüne getiriyor. Öğrenciye gün doğuyor yani. Yönetici odasında evrak işleriyle uğraşadursun bu durumda bu başıboş çocukların ceremesini ise o katta veya yan tarafta ders görmekte olan diğer sınıf ve öğretmen çekiyor. Dersinin boş olduğunu gören öğrenci felekten bir gün çalarken rahatsız olan bir başkası bunlara müdahale edince sevinçleri kursaklarında kalsa da burada en rahat kişi dersini unutan, dersine gitmeyen yönetici olsa gerek. Çünkü ne sesten haberi var, ne de dersinden. Kendini kaptırmıştır işe-güce. Okul yıkılsa da haberi olmaz.

Aklınıza idarecilerin işi bu kadar çok mu diye bir soru gelebilir. Zaman zaman her kurumda olduğu gibi bunların da işlerinin yoğun olduğu gün veya anlar olabilir. Özellikle sene başı ve dönem sonlarında…Ama sürekli iş olmaz. Hatta bazen işsizlikten sıkıldıkları da olur. İşlerin rayına girdiği dönemlerde de derslerin  unutulduğu olur. Çünkü koltuk öyle bağımlılık yapmıştır ki gözü derste olmaz. Ders hiçbir zaman önceliği arasında yer almaz. Zaten idareci derse girse de girdiği dersten hayır gelmez. Ya kafasında yetişmesi gereken bir evrak ya da hazırlaması gereken bir iş vardır. Derse de hazırlıklı gelmez. Haftada girdiği iki ders saati ona ölüm gibi gelir. Atalarımız boşuna söylememiş, “Bir koltukta iki karpuz taşınmaz” diye. Bu durumda okulun düzenini sağlaması gereken idareci sorunun bir parçası olup çıkıveriyor. Olan da okul ve çocuklara olmaktadır. Çünkü işlenmeyen ders işlenmiş gibi deftere işlenir daha sonra. Çocuk görmediği dersi görmüş gibi olur.

Sonuç itibariyle zararı öğrenciyedir. Yazık bu öğrencilere. Türkiye’nin değişik yerlerinde çalıştım. Görüştüğüm velilerden hiçbirinin çocuğunun dersine bir yöneticinin girmesini istediklerini görmedim. Hatta keşke çocuğumun dersine girmesin dediklerine şahit oldum. Bir gün bir lisede nöbetçiyim. Sorumlu olduğum katın öğretmenleri bir bir derslerine girdikten sonra bir sınıfa hala öğretmenin gelmediğini gördüm. Sınıfın ders öğretmeninin okul müdürü olduğunu öğrendikten sonra üşenmeyip müdürün odasına vardım. Makamda her zaman olduğu gibi okulun müdavimlerinden olan okulun dernek başkanı var. Hocam falan sınıfa dersiniz var, girebilecek misiniz dedim. Bir bana baktı, bir misafirine, sonra da saatine. Ardından: “Ramazan Bey! Vakit geçmiş, misafirim de var, ben gelemiyorum, dedi. Yine bir okulda çalışırken son saat bir sınıfa derse girdim. Bir türlü derse motive olamadım. Kapı bir açıldı, bir kapandı. Ardından bir daha. Sanki yol geçen hanı  gibi oldu. Çünkü bir sınıfa dersi olan yöneticimiz derse gelememiş/gelmemiş. Öğrenci bu. Durur mu yerinde. Dersin öğretmeni gelmeyince kapıyı da kapatamayan öğrenciler üşenmeden sınıf sınıf dolaşarak kapılarını açacak bir anahtar arıyorlar. Son saat olunca sınıf defterini toplayan öğrenci, ardından bir başka nöbetçi, sonra kapıya vurup kaçan öğrenciler sağ olsun son dersimizde bizi yalnız bırakmadılar. Güç-bela dersi bitirdikten sonra yöneticimize baktım. Yine her zamanki gibi ekranda bir işlerle uğraşıyor. Yukarıda falan sınıfın dersi sanırım boştu, öğrenciler maalesef katta kimseye dirlik vermediler. Gelmeyen öğretmen mi vardı, dedim. Programa baktı. "Ders dolu, hocam, falan ders" dedi. Öğrencilerin sağda solda dolaştığını, kapılara vurup kaçtığını söyledim. "Allah Allah!" dedi. Tekrar baktı. "Benim dersmiş hocam, yoğunluktan unutmuşum" dedi. Hele şükür! Ders bittikten sonra da olsa dersinin olduğunu hatırladı. Hatırlamasaydı daha ne kadar dil dökecektim kim bilir?

Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi idarecinin girdiği dersten hayır gelmez, gelse de zamanında gelmez, ya da ders sonunu beklemez. Bu durum Türkiye'nin bir kaderi. İdareciler profesyonel olup derse girmemeli. Çünkü bu şekil dersler dostlar alışverişte görsün sadedinde yürümektedir. Derse girip girmemelerinin kararını verecek olan siyasi iradedir. Kaldırır veya kaldırmaz. Madem ki az da olsa girecekler. O zaman o dersin hakkını vermeye çalışmak lazım. Eğitim ve öğretim, okul dendi mi öncelik öğrencidir. Hiçbir şey öğrenciyi mağdur etme üzerine kurulmamalıdır. Sonra bu ders bize emanettir. İyi bir planlama ile dersimize de girebiliriz. Girmek istemesek bin bir türlü mazeret buluruz. Hiç mazeretimiz olmasa bile unuturuz. Çünkü oynamak istemeyen gelin nasıl ki yerim dar diyorsa, derse girmek istemeyen de mutlaka bir yolunu bulur. Hiç bir önemli iş dersin önüne geçmez/geçemez/geçmemelidir. Kendi dersine girmekten kaçınan bir idareci yarın personeli derse girmediği veya herhangi bir görevi aksattığı zaman söz söylemeye hakkı olmasa gerektir.

Koltuk, ekran ve masa insanı mayıştırıyor, tembelleştiriyor, ekran insanı sersemletiyor...Böylece insanın koltuktan kalkası gelmiyor. Böyle mi düşünelim? Yoksa kalkarsam koltuğumda gözü olan biri gelir oturur diye mi düşünülüyor? Nasılsa o koltuğa oturmak için bir kriter yok. Ramazan! Yine kötü niyetini ortaya koymaya başladın. İdarecilerimiz çok yoğun. Sen böyle bil!... 08/03/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde