Kültürümüzde "Allah taş yapar" diye bir deyim vardır. Özellikle küçük çocuklar için bir şeyi yapmamaları için büyüklerin kullandığı bir silahtır.
Aslında bu tabir çok hoş bir tabir, çok şık bir ifade tarzı değildir. Daha dünyadan, dünyanın kötülüklerinden habersiz masum çocukları bu şekilde korkuturuz. Rahman ve rahim olan, merhameti gazabını geçen, yaptığımız her türlü kötülük ve melanete rağmen bizden rızkını kesmeyen bir Allah'ı çocuklara bu şekilde tanıtmak çok nahoş bir durumdur. Küçük dimağların belleklerinde 'taş yapan' bir Allah algısı yerleştirmek makul düşünen kişilerin baş vuracağı bir yöntem değildir. Böyle bir atmosferde yetişen çocuklara "Allah kim" dense "Taş yapan biri" cevabı alırsak hiç şaşırmayalım. Bu, bizim eserimizdir.
Allah taş yapamaz mı? Amenna ve saddakna. O, bir şeye yeter ki ol desin. Hemen oluverir. Örnek mi istersiniz. Hemen evden çıkıp etrafımıza bir göz gezdirelim. Aralığın son haftası başlayan ve ardı arkasına yağan, rahmet ve bereket dediğimiz karlara bir bakalım. Yağarken çocuklar gibi şenip altında yürüdüğümüz, üzerimizi beyazlatan, yerleri bembeyaz yapan, kirlerimizi örten, birbirine değmeden yere düşen, yere biriktiği zaman elimize alıp kartopu oynadığımız, pamuk gibi olan yumuşacık karlar şu anda ne durumda? Yol kenarlarına kürünmüş karlar şimdi kap katı olmuş, sertleşmiş, taşlaşmış durumda. Kaya gibi. 15-20 gün önceki üzerine yatıp kara gömüldüğümüz, kardan adam yapmak için istediğimiz şekli verdiğimiz kuş tüyü karlarımız bir nevi taşlaştı. Bugün birine kartopu diye atsak adamı yaralar ve yere yıkar. Aramızda bitmeyecek kavga ve kan davasının fitilini ateşler. Nasıl da dönüştü o yumuşacık kar taneleri kısa zamanda birer taş kütlesi oldu çıktı. Ne kürek girer, ne balta. Ne kırılır, ne sökülür, ne kürünür ne de yerinden divelenir. Her şey tavında. Nasıl da dönüştü kısa günler içinde.
Hikmetini bilmem ama karı bu şekilde sertleştiren Rabbim'in mutlaka bir bildiği vardır. Bir faydadan da hâli değildir. İşte Allah yaptı mı böyle yapar. Taşlaşan karlar bakarsın yarın esecek bir lodosla eriyiverir. Yeraltı sularımızın artmasına zemin hazırlar.
Biz insanoğlu da değişiyoruz tıpkı karların durumu gibi. Küçükken yumuşak bir kalbe sahibiz. Büyüdükçe taş kalpli oluyoruz. Bir gün o sertleşmiş karlar eriyecek. Umarım karların erimesi gibi bizim de kalbimiz erir. Taş kalpliliği bırakırız. Raflara kaldırdığımız insanlığımız geri gelir. Aramızda sevgi, saygı ülfet oluşur. 04.02.2017
4 Şubat 2017 Cumartesi
Camilerde vekillere yardım sergisi/kampanyası açılmalıdır/düzenlenmelidir
Astronomik haberleşme faturası dolayısıyla Türkiye gündemine oturan divan üyesi vekilin görevinden istifa etmesini istedi Genel Başkanları. İlgili vekil de gereğini yapacağını ifade etmiş. Bunlar basına yansıyan haberler.
Öncelikle vekilin yaptığı harcama mevzuata uygun. Çünkü Meclis divan üyelerine haberleşme giderleri için herhangi bir sınır konmamış. Ama her şeyin kitabına uygun olması kişiyi kurtarmaz. Toplumsal kurallar dediğimiz ahlak ve etik, olmazsa olmaz kurallarımızdandır. Açıklamasına göre bu vekil, bir milyon seçmeninin her birine ayrı ayrı iki defa "Teröre hayır" mektubu göndermiş, faturanın yüksek olmasının sebebi de bu imiş. Her şeyde bir hayır vardır denir ya. Bunu da hayra yormak gerekir. Bu vesileyle divan üyelerine sınırsız, diğer vekillere ise aralık maaşlarının iki katı haberleşme sınırı gibi ucube bir mevzuatın kaldırılması gündeme gelebilir. Ki gelmelidir. Kimse milletin sırtından millete vatanseverlik ve siyaset yapmaya kalkmasın. Zannedersem bir vekilin çıplak maaşı 17 bin lira civarındadır. Bu millet rüyasında bile göremeyeceği bir maaşı vekiline takdir etmiştir. Vekiller karın tokluğuna orada görev yapmıyorlar. Devletin hangi kurumunda devlet memurunun iletişim, haberleşme giderleri devlet tarafından karşılamaktadır. Bir defa vekillerin Meclis'in sırtından seçmenlerine mesaj verecek siyasi propaganda yapmaları uygun değildir. Bu hak değildir. Bu hakkı onlara kim vermişse derhal kaldırılmalıdır. Kimse milletin parasını başkasının emrine bonkörce harcama yapma yetkisi verme hakkına sahip değildir. Devletin malı deniz hiç değildir.
Bir vekil seçmenlerine mesaj mı verecek. Tüm TV kanalları onların emrinde. Gazeteciler haber peşinde durmadan. Basın toplantısı düzenleyebilir. Bu çağda mektup aracılığıyla haberleşme dönemi demode oldu artık. Bugün Anadolu'nun en ücra köşesinde ikamet eden vatandaşımızın cebinde akıllı telefon var, internet var. Aynı anda whatsapp aracılığıyla siyasetçimiz seçmenlerine mesaj verebilir. Üstelik ücretsiz. Whatsapp kullanmayan az sayıdaki insanımız da bu mesajdan mahrum kalsın.
Bugünkü mevzuata göre divan üyesi bir vekilin sınırsız haberleşme hakkı yasal olmasına rağmen fahiş harcama yapan vekilini Ana Muhalefet Başkanının istifaya çağırması hoş bir durumdur. Takdir edilmelidir. Vekil de istifasını vermeli, bu şekilde savurgan harcayan diğer vekiller varsa onlara da ibret ve örnek olmalıdır bu durum. Ana Muhalefet Lideri bu şık hareketini daha güzel bir hareketle taçlandırmalıdır. Vekilinin bu harcamasını partisinin ödemesini sağlamalı, ya da vekiline ödetme yoluna gitmelidir. Bununla da yetinmeyip Meclis'e tez elden bir kanun teklifi vermelidir. "Vekiller haberleşme giderlerini kendileri karşılar" şeklinde. Bu öneri 550 vekilin oy birliği ile Meclis'ten geçmelidir.
Yok arkadaş durum bildiğin gibi değil. Vekillerin maaşları kendilerine yetmiyor denirse bunun da yolu var. Bizde çare tükenmez. Camilerimiz ne güne duruyor. Hemen hemen her hafta toplanan yardım kampanyamıza birini daha ekleyelim. Cuma namazlarından sonra cami çıkışında "Vekillerimize yardım" şeklinde bir sergi açalım. 04/02/2017
Öncelikle vekilin yaptığı harcama mevzuata uygun. Çünkü Meclis divan üyelerine haberleşme giderleri için herhangi bir sınır konmamış. Ama her şeyin kitabına uygun olması kişiyi kurtarmaz. Toplumsal kurallar dediğimiz ahlak ve etik, olmazsa olmaz kurallarımızdandır. Açıklamasına göre bu vekil, bir milyon seçmeninin her birine ayrı ayrı iki defa "Teröre hayır" mektubu göndermiş, faturanın yüksek olmasının sebebi de bu imiş. Her şeyde bir hayır vardır denir ya. Bunu da hayra yormak gerekir. Bu vesileyle divan üyelerine sınırsız, diğer vekillere ise aralık maaşlarının iki katı haberleşme sınırı gibi ucube bir mevzuatın kaldırılması gündeme gelebilir. Ki gelmelidir. Kimse milletin sırtından millete vatanseverlik ve siyaset yapmaya kalkmasın. Zannedersem bir vekilin çıplak maaşı 17 bin lira civarındadır. Bu millet rüyasında bile göremeyeceği bir maaşı vekiline takdir etmiştir. Vekiller karın tokluğuna orada görev yapmıyorlar. Devletin hangi kurumunda devlet memurunun iletişim, haberleşme giderleri devlet tarafından karşılamaktadır. Bir defa vekillerin Meclis'in sırtından seçmenlerine mesaj verecek siyasi propaganda yapmaları uygun değildir. Bu hak değildir. Bu hakkı onlara kim vermişse derhal kaldırılmalıdır. Kimse milletin parasını başkasının emrine bonkörce harcama yapma yetkisi verme hakkına sahip değildir. Devletin malı deniz hiç değildir.
Bir vekil seçmenlerine mesaj mı verecek. Tüm TV kanalları onların emrinde. Gazeteciler haber peşinde durmadan. Basın toplantısı düzenleyebilir. Bu çağda mektup aracılığıyla haberleşme dönemi demode oldu artık. Bugün Anadolu'nun en ücra köşesinde ikamet eden vatandaşımızın cebinde akıllı telefon var, internet var. Aynı anda whatsapp aracılığıyla siyasetçimiz seçmenlerine mesaj verebilir. Üstelik ücretsiz. Whatsapp kullanmayan az sayıdaki insanımız da bu mesajdan mahrum kalsın.
Bugünkü mevzuata göre divan üyesi bir vekilin sınırsız haberleşme hakkı yasal olmasına rağmen fahiş harcama yapan vekilini Ana Muhalefet Başkanının istifaya çağırması hoş bir durumdur. Takdir edilmelidir. Vekil de istifasını vermeli, bu şekilde savurgan harcayan diğer vekiller varsa onlara da ibret ve örnek olmalıdır bu durum. Ana Muhalefet Lideri bu şık hareketini daha güzel bir hareketle taçlandırmalıdır. Vekilinin bu harcamasını partisinin ödemesini sağlamalı, ya da vekiline ödetme yoluna gitmelidir. Bununla da yetinmeyip Meclis'e tez elden bir kanun teklifi vermelidir. "Vekiller haberleşme giderlerini kendileri karşılar" şeklinde. Bu öneri 550 vekilin oy birliği ile Meclis'ten geçmelidir.
Yok arkadaş durum bildiğin gibi değil. Vekillerin maaşları kendilerine yetmiyor denirse bunun da yolu var. Bizde çare tükenmez. Camilerimiz ne güne duruyor. Hemen hemen her hafta toplanan yardım kampanyamıza birini daha ekleyelim. Cuma namazlarından sonra cami çıkışında "Vekillerimize yardım" şeklinde bir sergi açalım. 04/02/2017
Bodrum katlarından lüks otellere
Bu konuyu bir kaç defa konu edindim. “Kellim kellik la
yenfeu” misali maalesef aynı durum hız kesmeden devam ediyor. İşin garibi pek
rahatsız olan da görmedim. MEB tarafından düzenlenmiş seminerlerden
bahsediyorum. İşin içinde olanlar bilir. Seminerler merkezi ve mahalli olarak
düzenlenir.
Merkezi olanlar ilk başlarda değişik illerin pansiyonu olan
okullarda yapılırdı, sonradan MEB'e ait hizmet içi eğitim enstitülerinde
yapılmaya başlandı. Şimdilerde ise şehir dışında, sahil kenarlarında beş
yıldızlı lüks otellerde yapılır oldu.
Mahalli yapılan seminerler ise genelde il merkezinde
bulunan merkezi okulların konferans, çok amaçlı vb salonlarında yapılırdı.
Salonlar ya bodrum katta ya da çatı katında olurdu. Karanlık dehliz dense
yeridir. Işık yakmadan oturulmazdı. Burnu koku alanlar bodrum katın nem ve
rutubetinden nasibini alırdı. Ya ses düzeni olmaz, olsa da ya bozulur, ya
elektrikler gider, ya da ses düzeninin cayırtısından meram düzgün bir
şekilde anlatılamazdı. Gerekli-gereksiz sürekli yapılan bu toplantılardan
merkezi okullarda görev yapan yöneticiler bezmiş, neredeyse illallah
dedirtmişti onlara. Çünkü buradaki yöneticiler salonu hazırlamak ve gelen üst
düzey yöneticilere teşrifatçılık yapmaktan asli görevlerine zaman
ayıramıyorlardı. Katılımcının sayısına göre zaman zaman bu tür konferans,
seminer, kurs vb. etkinlikler belediyelere ait kültür merkezlerinde bazen de
resmi ya da yarı resmi kurum ve kuruluşların salonlarında yapılır oldu.
Birçok bakanlığın personelinden daha fazla personele sahip
MEB’in çalışanlarını bilgilendirmek, eğitmek amaçlı hizmet içi
seminer/kurs/çalıştay yapması eksik olmuyor. Bu demektir ki yetkililer sürekli
salona ihtiyaç duymaktadır. Nasıl ki taşıma su ile değirmen dönmüyorsa bir
başkasına ait salonları emaneten kullanmak da her zaman mümkün olmuyor. Sürekli
salon ayarlama durumunda kalan yöneticilerin de bu durumdan çok memnun
olduklarını sanmıyorum. Özellikle büyükşehirlerde her türlü toplantı amaçlı
kullanılabilecek kültür merkezi, eğitim enstitüsü, sosyal tesise ihtiyaç
vardır. Bu tür yapılacak tesislerde zümre toplantıları dahil her türlü eğitim
ve bilgilendirme yapılabilmelidir. İhtiyaç olmadığı zamanlarda gelir getirmek
amacıyla nişan, kına ve düğünlere kiraya verilebilmelidir. İlin üst
yöneticileri böyle bir şeyi dert edinirse öyle zannediyorum Bakanlık bina
yapımında gereken desteği verecektir. Yöneticilerimiz akşam-sabah protokol
takılmanın yanında bu meseleye de mutlaka kafa yormalıdır.
Sayın yetkililerimiz böyle bir tesisi ihtiyaç olarak
görmüyorlarsa yapılacak seminer/kurs/çalıştay için lüks otel tercihi
yapmamalıdırlar. İsterse bir başka kurum sponsor olsun. Mesele üzüm yemekse
eğer bu tür faaliyetler yerelde yapılmalı, ücretsiz veya ekonomik yerler seçilmelidir. Her ilden
katılımcı olacaksa bu tür toplantılar devlete ait enstitülerde yapılmalıdır.
Eğitim amaçlı çalıştayların lüks otellerde yapılması nefsime hoş gelmekle
beraber vicdanen doğru bulmadığımı ifade etmek isterim. Amaç eğitim mi yoksa
otel mi? Personelini otele götürmekse amaç adını çalıştay, seminer koymayalım.
Bir ödül olarak Bakanlık görevlilerini böylesi yerlerde konaklatabilir, tatil
yaptırabilir. Yok eğer amaç eğitimin bir sorununu çözmek ise bunun çözüm yeri
problemin olduğu yerdir. Lüks otellerde kamunun parası harcanarak problem
çözülmez. Bu, eşyasını karanlık bir yerde kaybeden Nasrettin Hoca'nın yitiğini aydınlık yerde aramasına benzer. Kimse kamu malıyla cömertlik yapmasın. Bir yöneticimiz kendi
parasıyla sponsor oluyorsa eyvallah. Ağanın eli tutulmaz. Ama kimse devletin
parasıyla ağalık yapmasın. Bu paralarda tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır.
Beytül maldır, yetim malıdır.
Yöneticilerimiz kamu harcamalarında yoğurdu üfleyerek
yemeyi bilmeli; makam, para ve şöhretin altında ezilmemeli. Kendini kaybetmemelidir.
Milletin emaneti en iyi şekilde kullanılmalıdır. Kamu malını bu şekilde
kullanarak bazı hassasiyetler zedelenmemeli, bu konuda dedikoduya mahal verilmemeli.
Makamdayken insanlar para ile imtihan olduklarını hiç akıldan çıkarmamalıdır. İfrat
ve tefritten kaçınılmalıdır. Dünkü sağlıksız bodrum katlarındaki salonlar da
anormaldir, bugünkü lüks otellerde. Bunun ortası bulunmalı. Savurganlıktan,
gereksiz harcamadan uzak durulmalıdır.
Lüks otelleri finanse edenler, aracılık yapanlar, organize
edenlerin iyi niyetinden şüphe etmiyorum. Bir işin en iyisini yapmak
istiyorlar. Unutmayalım ki “Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla doludur.”
Sap ile samanı karıştırmak istemem. Ama bu yapılanı israf olarak görmekteyim.
Sözümü sözlerin en güzeli olan Kur’an’dan bir ayetle bitirelim: “Şüphesiz saçıp savuranlar, şeytanın
kardeşleridir. Şüphesiz şeytan Rabbine karşı çok nankördür. (İsra 27) Ben
bu konuyu bir kaç yazımda mesele edindim. Umarım yanlış anlaşılmam. Umarım
yanılan ben olurum. 04/02/2017
3 Şubat 2017 Cuma
Problemi dışarıda ararken içeride buldum -III-
Çalışanların arasında uyum önemli, özellikle yönetim kadrosunda. Aynı fikirde olmaları şart değil. Her şeyden önce çalışma, düzen, tertip, disiplin ortak noktaları olmalı.
Fi tarihinde geçici görevlendirme plan müdür yardımcısı ile çalışıyorum. Normalde mesai saatleri içerisinde zorunlu olmadıkça kurum dışına pek çıkmam. Bir gün toplantı dolayısıyla yardımcının yanına vardım. Ben toplantıya gidiyorum dedim. "Tamam müdür bey, siz gidin, ben buradayım. Ben de bir hastaneye gideceğim" dedi. Keşke ben burada iken hastaneye varıp gelseydin" sözüme sessiz kaldı.
Toplantı dönüşü okula doğru yöneldim. Derste olması gereken öğrencilerden bir sınıfın bahçede olduğunu, kiminin bahçe dışına çıkarak bisiklet sürdüğünü gördüm. Acaba derse gelmeyen bir öğretmenim mi var diye düşünürken bisiklet süren bir öğrenci beni görünce durakladı. Niye dışardasınız, dersiniz ne dedim. Dersin adını söyledi, müdür yardımcısı çıkardı dedi. Biraz daha ileriye baktım. Yardımcımız kapı önünde efkarlı efkarlı sigarasını içiyordu. Yanına varıp selam verdim. Hocam bu çocukların dersi ne, niye dışarıdalar dediğimde yüzüme baktı. O anda dışarı zili çaldı. "Müdür bey! Zil çaldı" dedi. Ders maalesef yardımcımın dersi idi.
Aklınıza adam zaten hastaneye gitti, belki de hastadır, ders işleyecek durumu yoktur gelebilir. Şeker hastalığı olan arkadaşımızın hastaneye gidip gelmesi biten ilacını yazdırmasından ibaret.
Yine bir başka zaman kendisine hocam, işin var mı yok dedi. O zaman şu işi yapabilir misin dedim. Tamam dedi. Az sonra dışarı çıktığımda yine bahçede öğrenciler var. Ders malum. Bizim yardımcının dersi. Yanına vardım. Hocam senin dersin mi vardı dedim. Evet dedi. Bana işim yok demiştin dediğimde evet yok dediniz. Ders iş değil mi hocam. Bir okulda öncelik derstir. Yazının aciliyeti yok dedim. Ama siz bana görev verdiniz dedi. Sayın hocam bu çocuklar bize emanet, önce ders dolacak, dersinizin olduğunu söyleseydiniz o yapılacak işi ben yapardım. Bir şeyi yaparken bir başka şeyi yıkmayalım. Boş ders öğrenciyi okuldan, dersten uzaklaştırır dedim. Sessiz kaldı ama hoşuna gitmedi. Adım nasılsa titize çıkmıştı. Çıksın bakalım, ne diyelim.
Bir okulda yöneticinin derse girmeye gözü olmazsa yarın bu işi öğretmen yapsa ne denir? 03/02/2017
Fi tarihinde geçici görevlendirme plan müdür yardımcısı ile çalışıyorum. Normalde mesai saatleri içerisinde zorunlu olmadıkça kurum dışına pek çıkmam. Bir gün toplantı dolayısıyla yardımcının yanına vardım. Ben toplantıya gidiyorum dedim. "Tamam müdür bey, siz gidin, ben buradayım. Ben de bir hastaneye gideceğim" dedi. Keşke ben burada iken hastaneye varıp gelseydin" sözüme sessiz kaldı.
Toplantı dönüşü okula doğru yöneldim. Derste olması gereken öğrencilerden bir sınıfın bahçede olduğunu, kiminin bahçe dışına çıkarak bisiklet sürdüğünü gördüm. Acaba derse gelmeyen bir öğretmenim mi var diye düşünürken bisiklet süren bir öğrenci beni görünce durakladı. Niye dışardasınız, dersiniz ne dedim. Dersin adını söyledi, müdür yardımcısı çıkardı dedi. Biraz daha ileriye baktım. Yardımcımız kapı önünde efkarlı efkarlı sigarasını içiyordu. Yanına varıp selam verdim. Hocam bu çocukların dersi ne, niye dışarıdalar dediğimde yüzüme baktı. O anda dışarı zili çaldı. "Müdür bey! Zil çaldı" dedi. Ders maalesef yardımcımın dersi idi.
Aklınıza adam zaten hastaneye gitti, belki de hastadır, ders işleyecek durumu yoktur gelebilir. Şeker hastalığı olan arkadaşımızın hastaneye gidip gelmesi biten ilacını yazdırmasından ibaret.
Yine bir başka zaman kendisine hocam, işin var mı yok dedi. O zaman şu işi yapabilir misin dedim. Tamam dedi. Az sonra dışarı çıktığımda yine bahçede öğrenciler var. Ders malum. Bizim yardımcının dersi. Yanına vardım. Hocam senin dersin mi vardı dedim. Evet dedi. Bana işim yok demiştin dediğimde evet yok dediniz. Ders iş değil mi hocam. Bir okulda öncelik derstir. Yazının aciliyeti yok dedim. Ama siz bana görev verdiniz dedi. Sayın hocam bu çocuklar bize emanet, önce ders dolacak, dersinizin olduğunu söyleseydiniz o yapılacak işi ben yapardım. Bir şeyi yaparken bir başka şeyi yıkmayalım. Boş ders öğrenciyi okuldan, dersten uzaklaştırır dedim. Sessiz kaldı ama hoşuna gitmedi. Adım nasılsa titize çıkmıştı. Çıksın bakalım, ne diyelim.
Bir okulda yöneticinin derse girmeye gözü olmazsa yarın bu işi öğretmen yapsa ne denir? 03/02/2017
Sadece kendi işini yap!
-Azizim! Kadir-kıymetim bilinmiyor. Müthiş yetenekliyim.
Birikimlerimden herkes faydalansın istiyorum.
-Ne özelliğin var senin?
-28 yaşımda çocuğum var, berbere gitmez, tıraşını ben
yaparım.
-Başka?
-Her türlü elektrik ve elektronik tamir işlerinden anlarım,
tamirciye götürmem. Kendim yaparım.
-Başka?
-Çok güzel resimler çizerim.
-Güreş, spor, koşu ve yüzme ile ilgilendim. İki defa boğazı
yüzerek geçtim.
-Eee..
-Küçüçük bir toprak parçasında her türlü meyve ve sebze
yetiştiririm.
-Küçük bir yerde nasıl yapıyorsun bunları?
-Bir ağacın bir dalında kiraz, diğerinde şeftali, öbüründe
kayısı, diğerinde vişne yetiştiririm.
-İlginç!
-Hikaye ve şiir yazmayı çok severim.
-Hangi konuları işliyorsun eserlerinde?
-Tek gayem vardır: Tebliğ içermesidir. İnsanlara doğruluğu,
dürüstlüğü, çalıp, çırpmamayı anlatmaya çalışırım.
-Başka ilgi alanına giren var mı?
-Olmaz mı? Siyasetle de ilgilendim. Birçok sivil toplum
kuruluşlarında yönetim görevi aldım, hala alıyorum.
-Esas mesleğin ne senin?
-Diş hekimiyim ben.
-Bunca iş ve hobinin arasında işine nasıl vakit
ayırıyorsun? İşini yapabiliyor musun yani?
-Elbette. üstelik ben gazetelerde yazılar da yazıyorum.
-Deme ya. Nasıl yapıyorsun bu işi?
-Dedim ya ben çok maharetliyim.
-Ama pek tanınmıyorsun.
-Tevazumdandır.
-Haydi diğer işleri anladım. Gazetede yazmak için belli bir
birikimin olması gerekir.
-Efendim tamam birikimin vardır, bunları yazmaya nasıl
vakit ayırıyorsun sen? Ki gördüğüm kadarıyla her dalda oynuyorsun. Bir defa
vaktin olmaz kalmaz senin. Haydi anladım, berberlik, tamir gibi işleri
yapıyorsun. Toprakla uğraşmak da hobin. Duygulu biri olabilirsin, şiir de
yazabilirsin. Hikayeye de eh diyelim. Ya yazarlık?
-Meslek sırrı efendim!
-Ne demek bu.
-Efendim ben özel çalışıyorum. özel muayenehanem var.
Müşteri beklerken -ki pek gelmiyor- internete giriyorum. Bir girince
çıkamıyorum oradan dünyaya açılıyorum. Sanal alemde ve dijital ortamda her
konuda yazılmış yazı var. Yazacağım konu ile ilgili ismi pek ön plana
çıkmamış kişilerin yazılarını seçip kendi ürünüm gibi gazeteme gönderiyorum.
Yazının sadece başlığını değiştiriyorum. Yazar 80 öncesi demişse ben onu 60
öncesine çeviriyorum. Altına da adımı açıyorum. E-posta adresimle gönderiyorum
yayımlanması için.
-Alıntı yaptığın kişiyi kaynak olarak gösteriyor musun
yazında?
-Niye göstereyim ki?
-İlim mü'minin yitiğidir, onu nereden bulursa alır. Ben de
öyle yapıyorum.
-Senin bu yaptığın doğru mu?
-Niye olmasın ki? Ben tebliğ yapıyorum.
-Alıntı yaptığın adamın ismini zikretmeyerek intihal yapmış
oluyorsun.
-Ne demek intihal?
-Hırsızlık demek, çalmak demek, kopya çekmek demek,
araklamak demek, iç etmek demek. Bir başkasına ait cümleyi, sözü, yazıyı iç
ediyorsun. ha dışarıda birinin ekmeğini çalmışsın ha bunu. Ne fark eder. Hatta
senin yaptığın maddi bir hırsızlıktan da beter. Ekmek çalanın canı çekmiştir,
parası yoktur, karnını doyurması gerekir. Çalmıştır. Çünkü aç köpek fırın
deler. Senin ki keyfi bir durum, zevkine yapılan bir iştir. Emeğe saygısızlıktır.
Bir başkasının alın terini gasp etmektir. Bir başkasının fikrini kendine mal
etmedir. Bunca işinin arasında gazete köşe yazarlığı da eksik olaydı keşke. Bir
defa senin tebliğ yapmaya değil, tebliğe ihtiyacın var. Önce dürüstlüğe
ihtiyacın var. Ahlaka, basın etik kurallarını bilip uygulamaya ihtiyacın var.
Ahlakı olmayan tebliğ ne işe yarar. Bir defa İslam; iman, ibadet ve ahlaktan
oluşur. İslam alimleri İslam'ı bir ağaca benzetir. Ağacın kökü iman, gövde ve
dalları ibadet, yaprakları, gölgesi ve meyveleri de ahlaktır.
-Konu değişti, nereye gelmek istiyorsun?
-Konu değişmedi. Sana bir soru sorayım. O küçük bahçende
her türlü meyveyi yetiştirdiğini söyledin. Diktiğin, emek sarf ettiğin ağaç
meyve vermezse ne yaparsın?
-Kökünden keserim.
-Şimdi oldu. Bu durumda gördüğüm kadarıyla sende iman var,
ibadet var, bilgi de var, fakat bir şey eksik. O da ahlaktır.
-Ben intihalin suç olduğunu bilmiyordum.
-İş mi bu şimdi? Sen koca fakülteyi bitir. Yaşını başını
al. Üstelik üzerine vazife olmayan basın alanına da gir ve sen basın
kurallarını bilme. Sen hiç vakit geçirmeden esas işine dön. Dişçilik gibi bir
mesleğin varken yazarlık neyine senin?
-Biraz kırıcı olmadın mı? Bu kadar lafı hak etmedim. Ben
insanların iyiliği için çalışıyorum. Allah rızası için yapıyorum bunu.
-Ne olursun sen sadece kendi işini yap. Allah rızası için
bu işi yapma. Benden sana dost tavsiyesi.
-Şimdi ne yapayım ben? Baya da okuyucum var.
-Bir
şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare'e
gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur: - “Dostum siz şemsiye yapın, hep
şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın...” Dostum siz dişçiliğinizi yapın, sadece dişçiliğinizi.
03/02/2017
2 Şubat 2017 Perşembe
İntihal/aşırma/hırsızlık/sahtekarlık *
Bugün eskide kalmış bazı oyunları araştırmak için
bilgisayarımın başına oturdum. Arama motorum karşıma bir yazı çıkardı. Yazının
kendisi, cümleleri, içerisinde verilen örnekler bana tanıdık geldi. Bir an için
kendi kendime mahcup oldum. Çünkü aynı şekilde bu yazıyı ben de yazdım. Yoksa
ben bu yazıyı bir yerden mi arakladım diye düşünmedim değil.
Yazı, 20/12/2015 tarihinde gazetemizde çıkan "Maliyeti yüksek nesil" başlıklı
yazımın noktası, virgülüne dokunulmadan aynen yazılmış şekli desem yanlış
olmaz. Sadece yazının başlığı "Çocukluğumuz
ve çocuklarımız" şeklinde değiştirilmiş. İlk paragrafa eklenmiş birkaç
cümle dışında yazı aynen kopya edilmiş. (Gazetemizde yayımlanan yazım 27/12/2015 tarihinde kendi
sayfam “dilinkemigiyok.blogspot.com.tr” adresine de eklenmiştir.)
Yazının yayımlandığı siteye baktım:
"www.habername.com," yazarının adı da Dt. Abdülkerim KARAAĞAÇ. Yazı
hangi tarihte yayımlanmış diye göz attım. 03/08/2016 tarihine ait. Yani
benim yazımdan sekiz ay sonra. Yazar acemi mi acaba diye öz geçmişine baktım. Bu
sitede 2010 yılından beri sürekli yazmış. Yani tecrübeli biri. Yazdığı
yazıların içeriğine baktım. Dürüstlük abidesi bir şahsiyet izlenim edindim
yazılarından.
Bu duruma muttali olduğum anda site yönetimine ulaşacağım
telefon ve e-posta adresini aradım bulamadım. Yazımı -kendisine mal ederek- yayımlayan
yazarımızın yazısının altına durumu izah eden bir açıklama ve e-posta adresimi
yazdım. Olur ya mutlaka bir izahları olacaktır ya da benim bilmediğim bir durum
söz konusu olabilir, benimle mutlaka irtibata geçen olur diye düşündüm.
Maalesef arayan olmadı. Gecikmeli de olsa yorumum yayımlandı, fakat yine bir
açıklama yok. Nihayet Sitenin Genel Yayın Yönetmenine ulaştım e-posta
vasıtasıyla. “Yazarın böyle bir şeye
tevessül edebileceğini düşünemiyorum, konuyla ilgileniyorum” şeklinde bir
açıklaması oldu. Sanırım ilgi/lenme devam ediyor olmalı ki halihazırda tarafıma
bir açıklama gelmedi.
Normal şartlarda beni tanıyanlar, yazılarımı takip edenler
bilirler ki, kişileri muhatap almam, isimlerine yer vermem. Kişiyi
eleştirmekten ziyade yanlış olduğunu düşündüğüm hareketini bir prensip
çerçevesinde ele almaya çalışırım. Mümkün olduğu kadar isim zikretmekten
kaçınırım. Siteden yeterince dönüt olmayınca ve bu yazar kardeşimizden hiç tık
çıkmayınca yapılanı iyi niyetle bağdaştıramadığım için site ve yazarın adını
yazmak durumunda kaldım. Olur böyle şeyler, bunu bu kadar abartmaya ne gerek
var diye düşünebilirsiniz? İşi büyütme gibi bir düşüncem yok. Yazarın yaptığı
hoş değil. En azından yazının alıntı olduğu ifade edilip kaynak verilebilirdi.
Sonra başkasından alıntı yapmak ayıp değildir.
Bu yapılana ne denir diye kısa bir araştırma yapınca
Wikipedi sayfasında: "İntihal (TDK: aşırma), bir
kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak
göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanması. İntihal bir tür sahtekârlık ve
hırsızlıktır.
Başlıca türleri:
1. Alıntı ifadeler ve fikirler için kaynak göstermemek
2. Ödünç alınan ifadeleri tırnak içinde yazmamak ve kaynak
göstermemek
Başkalarına ait fikirler alıntı yapılırken, yeni
cümlelerle ifade edilseler bile kaynak gösterilmesi gerekir." şeklinde
bir bilgiye ulaştım.
Benim yazılarım genelde toplumsal konuları ele alan,
yazarken de detaylı bir araştırma mahsulü olmayan, çalakalem yazılardır.
Bilimsel değildir. İyi yazdığım iddiasında hiç değilim. Tecrübeli ve kalemi
güçlü bir yazarımızın benim gibi acemi birinin yayımlanan üçüncü yazısını
kendi yazısıymış gibi kendine mal etmesi hoş olmamıştır. Ne etiktir, ne
de ahlaki. Takdir sizlerin. 02/02/2017
* 04/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 04/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
1 Şubat 2017 Çarşamba
Problemi dışarıda ararken içeride buldum -II-
Müdür yardımcımın yaptığı görevlerden bir tanesi de öğrenci devam ve devamsızlığı idi.
Bir gün odama annesiyle birlikte son sınıf bir öğrencim geldi. Okuldan ayrılmak istediğini, bu yüzden tasdiknamesini almaya geldiğini söyledi. Sebebini sordum. Kız Meslek Lisesine gideceğini söyledi. Kızım Anadolu Lisesi son sınıftan KML'ye gidilmez. Aklını başına al dedim. Bu sene ben zaten devamsızlıktan kalmışım, önümüzdeki sene fark derslerini vererek KML'ye devam edeceğim dedi. Yardımcımı çağırdım. Hocam bu çocuk devamsızlıktan kaldı mı dedim. Evet dedi. Hocam bir daha bakalım özürlü-özürsüz devamsızlığı bana bir getirir misin dedim. Bir geldi 48 gün, ikinci gelişinde 50 dedi, ardından 55 dedi. Borsa gibi öğrencinin devamsızlığı. Öğrenciye bu gelmediği günler için elinde sevk, rapor gibi belgeler var mı dedim. Var hocam dedi. Nerede onlar dedim. Yanımızda dediler. Pekiyi bunları müdür yardımcısına niçin vermedin dedim. Vermeye verdim, diş randevu kağıtları var. Fakat müdür yardımcımız protokol numarası yok diye kabul etmedi dedi.
Kızım! Devamsızlıktan kalmaz isen okula devam eder misin dedim. Ederim dedi. Öğrencideki belgeleri aldım, yardımcının odasına gittim. Hocam şu belgeleri özürlü devamsızlık olarak işleyelim. Kaydettikten sonra özürlü devamsızlığını tekrar görelim dedim. Nice sonra geldi. Öğrenci yine kalıyor 49 gün özürlü devamsızlığı çıkıyor dedim. İndim odasına. Açtım sistemi. Devamsızlığını 44,5'a indirmek için özürsüz devamsızlık günlerinden bazılarını 'faaliyet' olarak işaretlemesini söyledim. Yukarı çıktım. Kızım sisteme yeniden baktım devamsızlıktan kalmıyorsun. Ama sınırdasın. Bundan sonra doktor raporu dahil hiç bir hakkın kalmadı. Geciksen dahi okula geleceksin. Bana sürekli devam etmeye söz veriyor musun dedim. Söz veriyorum dedi. Annesiyle birlikte sevine sevine gitti.
Öğrenci son hafta dahil sürekli okula geldi. Sınıfından kimse gelmemesine rağmen o gelmeye devam etti. Karne haftası yanıma çağırdım. Tek başına gelip durma, sana izin vereyim dedim. Teşekkür ederim hocam, alıştım. Üstelik kimse yokken burada ÖSYS'ye daha iyi çalışıyorum dedi. Teklifimi kabul etmedi.
Yardımcıma rağmen şükürler olsun öğrencim yıl kaybetmeden o sene okulunu bitirdi. Annesi: "Hocam, eşim galerici, arabaya ihtiyacınız olursa lütfen uğrayın diyerek kartını bıraktı. Nasip dedim uğramadım. Benim mutluluğum öğrencinin sene kaybetmemesi idi. O da oldu. şükürler olsun! 01/02/2017
Bir gün odama annesiyle birlikte son sınıf bir öğrencim geldi. Okuldan ayrılmak istediğini, bu yüzden tasdiknamesini almaya geldiğini söyledi. Sebebini sordum. Kız Meslek Lisesine gideceğini söyledi. Kızım Anadolu Lisesi son sınıftan KML'ye gidilmez. Aklını başına al dedim. Bu sene ben zaten devamsızlıktan kalmışım, önümüzdeki sene fark derslerini vererek KML'ye devam edeceğim dedi. Yardımcımı çağırdım. Hocam bu çocuk devamsızlıktan kaldı mı dedim. Evet dedi. Hocam bir daha bakalım özürlü-özürsüz devamsızlığı bana bir getirir misin dedim. Bir geldi 48 gün, ikinci gelişinde 50 dedi, ardından 55 dedi. Borsa gibi öğrencinin devamsızlığı. Öğrenciye bu gelmediği günler için elinde sevk, rapor gibi belgeler var mı dedim. Var hocam dedi. Nerede onlar dedim. Yanımızda dediler. Pekiyi bunları müdür yardımcısına niçin vermedin dedim. Vermeye verdim, diş randevu kağıtları var. Fakat müdür yardımcımız protokol numarası yok diye kabul etmedi dedi.
Kızım! Devamsızlıktan kalmaz isen okula devam eder misin dedim. Ederim dedi. Öğrencideki belgeleri aldım, yardımcının odasına gittim. Hocam şu belgeleri özürlü devamsızlık olarak işleyelim. Kaydettikten sonra özürlü devamsızlığını tekrar görelim dedim. Nice sonra geldi. Öğrenci yine kalıyor 49 gün özürlü devamsızlığı çıkıyor dedim. İndim odasına. Açtım sistemi. Devamsızlığını 44,5'a indirmek için özürsüz devamsızlık günlerinden bazılarını 'faaliyet' olarak işaretlemesini söyledim. Yukarı çıktım. Kızım sisteme yeniden baktım devamsızlıktan kalmıyorsun. Ama sınırdasın. Bundan sonra doktor raporu dahil hiç bir hakkın kalmadı. Geciksen dahi okula geleceksin. Bana sürekli devam etmeye söz veriyor musun dedim. Söz veriyorum dedi. Annesiyle birlikte sevine sevine gitti.
Öğrenci son hafta dahil sürekli okula geldi. Sınıfından kimse gelmemesine rağmen o gelmeye devam etti. Karne haftası yanıma çağırdım. Tek başına gelip durma, sana izin vereyim dedim. Teşekkür ederim hocam, alıştım. Üstelik kimse yokken burada ÖSYS'ye daha iyi çalışıyorum dedi. Teklifimi kabul etmedi.
Yardımcıma rağmen şükürler olsun öğrencim yıl kaybetmeden o sene okulunu bitirdi. Annesi: "Hocam, eşim galerici, arabaya ihtiyacınız olursa lütfen uğrayın diyerek kartını bıraktı. Nasip dedim uğramadım. Benim mutluluğum öğrencinin sene kaybetmemesi idi. O da oldu. şükürler olsun! 01/02/2017
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)