Ana içeriğe atla

Taşlaşmış karlar ve taşlaşmış kalpler

Kültürümüzde "Allah taş yapar" diye bir deyim vardır. Özellikle küçük çocuklar için bir şeyi yapmamaları için büyüklerin kullandığı bir silahtır.

Aslında bu tabir çok hoş bir tabir, çok şık bir ifade tarzı değildir. Daha dünyadan, dünyanın kötülüklerinden habersiz masum çocukları bu şekilde korkuturuz. Rahman ve rahim olan, merhameti gazabını geçen, yaptığımız her türlü kötülük ve melanete rağmen bizden rızkını kesmeyen bir Allah'ı çocuklara bu şekilde tanıtmak çok nahoş bir durumdur. Küçük dimağların belleklerinde 'taş yapan' bir Allah algısı yerleştirmek makul düşünen kişilerin baş vuracağı bir yöntem değildir. Böyle bir atmosferde yetişen çocuklara "Allah kim" dense "Taş yapan biri" cevabı alırsak hiç şaşırmayalım. Bu, bizim eserimizdir.

Allah taş yapamaz mı? Amenna ve saddakna. O, bir şeye yeter ki ol desin. Hemen oluverir. Örnek mi istersiniz. Hemen evden çıkıp etrafımıza bir göz gezdirelim. Aralığın son haftası başlayan ve ardı arkasına yağan, rahmet ve bereket dediğimiz karlara bir bakalım. Yağarken çocuklar gibi şenip altında yürüdüğümüz, üzerimizi beyazlatan, yerleri bembeyaz yapan, kirlerimizi örten, birbirine değmeden yere düşen, yere biriktiği zaman elimize alıp kartopu oynadığımız, pamuk gibi olan yumuşacık karlar şu anda ne durumda? Yol kenarlarına kürünmüş karlar şimdi kap katı olmuş, sertleşmiş, taşlaşmış durumda. Kaya gibi. 15-20 gün önceki üzerine yatıp kara gömüldüğümüz, kardan adam yapmak için istediğimiz şekli verdiğimiz kuş tüyü karlarımız bir nevi taşlaştı. Bugün birine kartopu diye atsak adamı yaralar ve yere yıkar. Aramızda bitmeyecek kavga ve kan davasının fitilini ateşler. Nasıl da dönüştü o yumuşacık kar taneleri kısa zamanda birer taş kütlesi oldu çıktı. Ne kürek girer, ne balta. Ne kırılır, ne sökülür, ne kürünür ne de yerinden divelenir. Her şey tavında. Nasıl da dönüştü kısa günler içinde.

Hikmetini bilmem ama karı bu şekilde sertleştiren Rabbim'in mutlaka bir bildiği vardır. Bir faydadan da hâli değildir. İşte Allah yaptı mı böyle yapar. Taşlaşan karlar bakarsın yarın esecek bir lodosla eriyiverir. Yeraltı sularımızın artmasına zemin hazırlar.

Biz insanoğlu da değişiyoruz tıpkı karların durumu gibi. Küçükken yumuşak bir kalbe sahibiz. Büyüdükçe taş kalpli oluyoruz. Bir gün o sertleşmiş karlar eriyecek. Umarım karların erimesi gibi bizim de kalbimiz erir. Taş kalpliliği bırakırız. Raflara kaldırdığımız insanlığımız geri gelir. Aramızda sevgi, saygı ülfet oluşur. 04.02.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde