Ana içeriğe atla

Sadece kendi işini yap!

-Azizim! Kadir-kıymetim bilinmiyor. Müthiş yetenekliyim. Birikimlerimden herkes faydalansın istiyorum.
-Ne özelliğin var senin?
-28 yaşımda çocuğum var, berbere gitmez, tıraşını ben yaparım.
-Başka?
-Her türlü elektrik ve elektronik tamir işlerinden anlarım, tamirciye götürmem. Kendim yaparım.
-Başka?
-Çok güzel resimler çizerim.
-Güreş, spor, koşu ve yüzme ile ilgilendim. İki defa boğazı yüzerek geçtim.
-Eee..
-Küçüçük bir toprak parçasında her türlü meyve ve sebze yetiştiririm.
-Küçük bir yerde nasıl yapıyorsun bunları?
-Bir ağacın bir dalında kiraz, diğerinde şeftali, öbüründe kayısı, diğerinde vişne yetiştiririm.
-İlginç!
-Hikaye ve şiir yazmayı çok severim.
-Hangi konuları işliyorsun eserlerinde?
-Tek gayem vardır: Tebliğ içermesidir. İnsanlara doğruluğu, dürüstlüğü, çalıp, çırpmamayı anlatmaya çalışırım.
-Başka ilgi alanına giren var mı?
-Olmaz mı? Siyasetle de ilgilendim. Birçok sivil toplum kuruluşlarında yönetim görevi aldım, hala alıyorum.
-Esas mesleğin ne senin?
-Diş hekimiyim ben.
-Bunca iş ve hobinin arasında işine nasıl vakit ayırıyorsun? İşini yapabiliyor musun yani?
-Elbette. üstelik ben gazetelerde yazılar da yazıyorum.
-Deme ya. Nasıl yapıyorsun bu işi?
-Dedim ya ben çok maharetliyim.
-Ama pek tanınmıyorsun.
-Tevazumdandır.
-Haydi diğer işleri anladım. Gazetede yazmak için belli bir birikimin olması gerekir.
-Efendim tamam birikimin vardır, bunları yazmaya nasıl vakit ayırıyorsun sen? Ki gördüğüm kadarıyla her dalda oynuyorsun. Bir defa vaktin olmaz kalmaz senin. Haydi anladım, berberlik, tamir gibi işleri yapıyorsun. Toprakla uğraşmak da hobin. Duygulu biri olabilirsin, şiir de yazabilirsin. Hikayeye de eh diyelim. Ya yazarlık?
-Meslek sırrı efendim!
-Ne demek bu.
-Efendim  ben özel çalışıyorum. özel muayenehanem var. Müşteri beklerken -ki pek gelmiyor- internete giriyorum. Bir girince çıkamıyorum oradan dünyaya açılıyorum. Sanal alemde ve dijital ortamda her konuda yazılmış yazı var. Yazacağım konu ile ilgili  ismi pek ön plana çıkmamış kişilerin yazılarını seçip kendi ürünüm gibi gazeteme gönderiyorum. Yazının sadece başlığını değiştiriyorum. Yazar 80 öncesi demişse ben onu 60 öncesine çeviriyorum. Altına da adımı açıyorum. E-posta adresimle gönderiyorum yayımlanması için.
-Alıntı yaptığın kişiyi kaynak olarak gösteriyor musun yazında? 
-Niye göstereyim ki?
-İlim mü'minin yitiğidir, onu nereden bulursa alır. Ben de öyle yapıyorum.
-Senin bu yaptığın doğru mu?
-Niye olmasın ki? Ben tebliğ yapıyorum.
-Alıntı yaptığın adamın ismini zikretmeyerek intihal yapmış oluyorsun.
-Ne demek intihal?
-Hırsızlık demek, çalmak demek, kopya çekmek demek, araklamak demek, iç etmek demek. Bir başkasına ait cümleyi, sözü, yazıyı iç ediyorsun. ha dışarıda birinin ekmeğini çalmışsın ha bunu. Ne fark eder. Hatta senin yaptığın maddi bir hırsızlıktan da beter. Ekmek çalanın canı çekmiştir, parası yoktur, karnını doyurması gerekir. Çalmıştır. Çünkü aç köpek fırın deler. Senin ki keyfi bir durum, zevkine yapılan bir iştir. Emeğe saygısızlıktır. Bir başkasının alın terini gasp etmektir. Bir başkasının fikrini kendine mal etmedir. Bunca işinin arasında gazete köşe yazarlığı da eksik olaydı keşke. Bir defa senin tebliğ yapmaya değil, tebliğe ihtiyacın var. Önce dürüstlüğe ihtiyacın var. Ahlaka, basın etik kurallarını bilip uygulamaya ihtiyacın var. Ahlakı olmayan tebliğ ne işe yarar. Bir defa İslam; iman, ibadet ve ahlaktan oluşur. İslam alimleri İslam'ı bir ağaca benzetir. Ağacın kökü iman, gövde ve dalları ibadet, yaprakları, gölgesi ve meyveleri de ahlaktır. 
-Konu değişti, nereye gelmek istiyorsun?
-Konu değişmedi. Sana bir soru sorayım. O küçük bahçende her türlü meyveyi yetiştirdiğini söyledin. Diktiğin, emek sarf ettiğin ağaç meyve vermezse ne yaparsın?
-Kökünden keserim.
-Şimdi oldu. Bu durumda gördüğüm kadarıyla sende iman var, ibadet var, bilgi de var, fakat bir şey eksik. O da ahlaktır.
-Ben intihalin suç olduğunu bilmiyordum.
-İş mi bu şimdi? Sen koca fakülteyi bitir. Yaşını başını al. Üstelik üzerine vazife olmayan basın alanına da gir ve sen basın kurallarını bilme. Sen hiç vakit geçirmeden esas işine dön. Dişçilik gibi bir mesleğin varken yazarlık neyine senin? 
-Biraz kırıcı olmadın mı? Bu kadar lafı hak etmedim. Ben insanların iyiliği için çalışıyorum. Allah rızası için yapıyorum bunu.
-Ne olursun sen sadece kendi işini yap. Allah rızası için bu işi yapma. Benden sana dost tavsiyesi.
-Şimdi ne yapayım ben? Baya da okuyucum var.
-Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare'e gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur: - “Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın...” Dostum siz dişçiliğinizi yapın, sadece dişçiliğinizi. 03/02/2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde