23 Ocak 2017 Pazartesi

Okullarda verilen notlar ne derece gerçeği yansıtıyor? -1- *

Değerlendirmelerde ölçülebilir, hakkaniyete uygun bir ölçme ve değerlendirme yöntemini yakalayamadık maalesef. Koyduğumuz her bir kriter daha uygulanmadan sos veriyor. Herkesin kabul ettiği, kimsenin itiraz edemeyeceği bir sistemi bulamadık.

20 sene okudum,  25 senedir de öğretmen olarak çalışıyorum. Bu zaman zarfınca hemen hemen her alanda baş döndüren değişiklikler oldu. Bir değişikliğin sonuçlarını görmeden yenisini getirdik. Akşam yatıyoruz sabah yeni bir kriterle ya öğretmen alıyoruz, ya idareci seçiyoruz, ya kamuya eleman istihdam ediyoruz, ya da öğrencilere verilecek not/puan sistemi getiriyoruz. Gelen her bir kriterle yaptığımız ölçümler ise maalesef maşeri vicdanı rahatlatmıyor, ya güldürüyor, ya üzüyor, ya da problemi örtüyor. Sorun sistem ve yöntemlerde mi, yoksa kafamızda mı? Bence ilk önce buradan başlamamız gerekiyor.

2016-2017 öğretim yılının ilk dönemi sona erdi. Doğru mu yanlış mı, istatistikler nereden alındı bilmiyorum.  Bu dönemde karne alan 17 milyon öğrenciden 9 milyona yakını takdir almış. Yani puan ortalaması 85 ve yukarısı demektir bu. 9 milyon takdir, her iki öğrenciden birisinin takdir alması demektir. Teşekkür alan öğrenci sayısına ulaşamadım. Teşekkür almak takdire göre daha kolay olduğuna göre öyle zannediyorum bir o kadarı da teşekkür almış olmalı. Bu durumda zayıf ve başarısız öğrencimiz ya yoktur, ya da devede kulak misalidir. Nereden bakarsan başarı yüzde yüz. Bu duruma gıpta edilir, şapka çıkartılır, kıskananlar çatlasın demek lazım.

Bu başarı durumu öyle zannediyorum sadece bu öğretim yılına ait değil. Geriye dönük bir inceleme yapıldığında üç aşağı, beş yukarı takdir ve teşekkürün bol olduğu öğretim yılları çıkar karşımıza.

"Ne var bunda. Fazla not verilerek öğrenciler moral motive olur, sanki cebinizden mi veriyorsunuz, yüksek puan TEOG'da yüzde 30, LYS'de 12 etkilidir" şeklinde bir eleştiri gelebilir. Öğrenciyi motive edecek normal ve makul nota itirazım olmaz, hatta eyvallah derim. Görüldüğü gibi notlar anormal bir şekilde şişirilmiş sanki. Devlet şişirilmiş notlar için özel okulları takibe ala dursun. Devlet okulları da not vermede özelleri pek aratmıyor. Biri şişiriyor, diğeri ise hormon ilacı atıyor.

Be adam derdin ne? Amacın budamak mı? Bırak taze dimağlar sevinsin denirse hayatta her şey güllük gülistanlık olacaksa, başka sınava tabi tutulmayacaksa, bir şeyi bilmeden ve hak etmeden geçtiği belli olmayacaksa ben de itiraz etmem. Yalancının mumu nasıl ki yatsıya kadar yanıyorsa bizim verdiğimiz notların foyası her yıl YGS, LYS sınavlarında ve 3 yılda bir sonuçlanan  PISA'da (Uluslararası Eğitim Değerlendirme Testi) ortaya çıkıyor. Maalesef PISA'da 72 ülkenin içerisinde 50.sıralardayız. Bu durumu nasıl izah edeceğiz? Ya PISA'nın değerlendirmesinde bir sorun var, ya da bizim not vermemizde. Sanırım hepimiz topu taca atıyoruz, problemi öteliyoruz. Çocuk ileride virgülden sonra kaybedecekse müsebbibi ben olmayayım diye düşünüyoruz. Hepimiz baba öğretmen oluyoruz. Zaten gerçek hakkını vermeye kalksan ne veliye, ne öğrenciye, ne de bağlı bulunduğun yönetime derdini anlatabilirsin. İşin garibi sapla samanı harmanlayarak gerçek başarılı öğrenciler arada kaynayıp gidiyor. Başarılı çocuğun hakkı korunmuyor, çalışanın ve çalışmayanın aynı kefeye konup başarılı olduğu bu sistemde maalesef düzenli çalışan öğrencileri kaybedebiliriz. Yüksek notla birlikte öğrenci ve veli, çocuğunun gerçek durumunu göremiyor. Bu yüzden tedbir alamıyor. Gördüğü zaman da iş işten geçmiş oluyor.

Her şeyden geçtim. Bu çocuk yarın hayata atılınca çalışmadan kazanılacağını, emek sarf etmeden başarının yakalanabileceğini düşünecek. İnsanları değerlendirirken hakkaniyete uygun davranmayacak belki de. Ne yapıp ne edip doğru ölçen teraziler ortaya koymamız gerekiyor. Terazimiz doğruluk ve adalet dağıtsın. Bunun için veliler, öğrenciler, yöneticiler ve öğretmenler aynı çizgide buluşmalı önce. Herkes durumuna razı olmalı. Şeriatın kestiği parmak acımamalı/acıtmamalıdır. 23/01/2017

* 06/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Müdürüm! Yine sen ağlayacaksın!..*

Sendikalar farklı zamanlarda çeşitli eylem kararı alır:
◆ Falan gün okullara gidilmeyecek.
◆ Falan hafta/lar nöbet tutulmayacak.
◆ Okula gidilecek, ders işlenmeyecek.
◆ Sevk eylemi yapılacak.
◆ Şurada şu saatte bildiri okunacak, protesto yapılacak....vs.
Bakanlık mevzuat çıkarır:
◆ Hamile olanlar doğuma yakın bilmem ne kadar süre önce ve doğum sonrası 1 yıl nöbet tutmazlar.
◆ Ücretli öğretmenlere nöbet görevi verilemez.
◆ 25 yılını dolduranlar nöbet tutmayabilir.
◆ Sevkli, raporlu vb gelemeyen öğretmenin nöbeti ve dersi için okul yönetimi tedbir alır.
◆ Öğretmen/ler gelmediğinde öğrenci evine gönderilmez.
◆Öğretmenler ilçe zümresine gidince okul idaresi yine gerekli tedbiri alır...vs.
* (Nasrettin hoca iki kızını gurbete gelin eder. Gel zaman git zaman hanımı, kızlarının durumunu öğrenmesi için hocayı yanlarına gönderir. Büyük kızı "Babacığım,100 dönüm tarlamız var. Ektik, mahsulün olması için yağmurun yağmasını bekliyoruz, eğer yağmazsa anam ağlar" der. Hoca diğer kızına misafir olur. Kızı da, "Biz çömlekçilik yapıyoruz, şu kadar çömleği kalıba döktük, eğer kurumadan yağmur yağarsa anam ağlar", der. Hoca evine döner. Hanımı, "Kızlarım nasıl" der. Hoca,"Valla hatun yağmur yağsa da sen ağlayacaksın, yağmur yağmasa da sen ağlayacaksın", diye cevap verir.)
Not:Hangi sendika olursa olsun, öğrenciler ardına geçerek eylem yapmamalı, Eylemler okulları olumsuz etkilememeli. Unutmayalım ki çocuklar bizlere emanettir. Kavgamızı, mücadelemizi büyüklerle yapalım; küçükler arasında değil. Bizim kültürümüzde kavga çocuklardan gizli yapılır, çocukların önlerine yapılmaz... 23/01/2015
* Öğretmenlere nöbet ücreti ödensin diye sendikaların eylem kararı alması üzerine kaleme alınmıştı. Şimdi nöbet ücreti ödeniyor artık. 

Fakir ülkemin rahatına düşkün zengin insanları ***

Devlet çok zengin değil ama millet çok zengin onu biliyorum. Bu yargıya nereden vardım diye merak edebilirsiniz. Trafiğin yoğun işlediği bir caddeye çıkın. Hareket halindeki araçlara bir bakın. İçinde kaç kişi var, kaç kişi yolculuk yapıyor? Bir göz atın.

Araçların % 90'ında tek kişinin işe gittiğini, işten geldiğini görürsünüz. İhtiyaç mı değil mi denmeden genelde her evin önünde bir araç var. Hatta bazı evlere ait birden fazla araç olduğunu da görebilirsiniz. Gayri safi milli hasıla bakımından bir çok Avrupa ülkesinden daha düşük bir gelire sahip olmamıza rağmen ekseriyetimizin toplu taşıma araçlarından ziyade bireysel araçları tercih etmesinin nasıl izahını yapabiliriz? Aracıyla tek başına yolculuk yapanların aynı zamanda trafikte seyir halinde iken diğer taraftan da cep telefonu ile görüşme yapmaya çalışması sanırım işlerinin çok acil olduğu, zamanla yarıştıkları görüntüsünü vermektedir. Hem tek başına yolculuk yapan hem de seyir halindeyken trafiği riske atarcasına telefonla görüşme yapanların çoğunun zamanla yarıştıkları falan yok. Toplu taşımayla yolculuk yapmayı kendimize yediremiyoruz, durakta beklemeye tahammül edemiyoruz. Rahatımıza düşkünlüktür bunun adı. Bu rahatımıza düşkünlük hem trafiği kalabalıklaştırıyor, çoğu zaman trafik kilitleniyor; otoparklar, yol kenarları araçla dolu. Aynı zamanda hava kirliliğine de sebebiyet veriyor. Haydi hepsinden geçtim. Kazandığımızın belirli bir miktarını maalesef ulaşım giderlerine gitmektedir. Aynı güzergahtan hem toplu taşıma araçları hem de biz işe gidiyoruz. Gerçekten normal bir durum mu bu? Bu kadar para harcamak doğru mu?

Kendi başına işine gidip gelenlerin yarısının maddi sıkıntı içerisinde olmasına rağmen toplu taşıma yerine hala kendi aracıyla gitmeleri garibime gidiyor. Bir çoğunun yakıt alma sıkıntısı var. Allah göstermesin büyük bir ekonomik kriz olursa, kazandığımızdan daha az kazanmaya başlarsak halimiz nice olur?

Toplu ulaşım araçları kullanılırsa belki biraz zaman kaybımız olabilir ama inanın, hem ulaşıma giden paranın maliyeti düşecek, hem yollar rahatlayacak, hem işimize zamanında gelip zamanında gitme planları yapacağız. Arabamıza güvenerek son anda evden hızla çıkmayacağız. Daha planlı bir hayatımız olacak, hava kirliliğe de zemin hazırlamamış olacağız. Cari açığın düşmesine katkımız olacaktır. Çünkü petrol ürünleri bakımından hep dışa bağımlıyız, sürekli dışarıdan yakıt almak zorundayız, ithalat ve ihracat dengesinde gözle görülür bir iyileşme olacaktır.

Ülkemi çok seviyorum diyenler! Haydin bu ülkeye sevginizi biraz gösterin. Zaten şu anda bir seferberlik halindeyiz. Rahatınızdan biraz ödün verin, toplu ulaşıma yönelin. Olur olmaz yere özel aracınızı kullanmayın. 22/01/2017

*** 24.01.2017 günü ladik.biz'de yayımlanmıştır.

22 Ocak 2017 Pazar

Mini anayasa değişikliğini nasıl değerlendirmeliyiz?

İdeal olmasa da  sistem değişikliği anlamına gelen kısmi anayasa değişikliği yapılması için en zor zamanda iktidar ve muhalefet bir araya gelerek anlaştıkları paketi meclisten geçirdiler. Şimdi kapıda referandum var, milletin hakemliğine gidilecek. Millet ne derse o olacak.

Kısmi anayasa değişikliklerine bakıldığı zaman seçilme yaşının 18'e indirilmesi, meclis üye sayısının 600'e çıkarılması tasvip ettiğim değişiklikler değildir. Devletin çift başlılıktan kurtulması, devlet kurumları arasındaki uyum, devletin hantallıktan kurtularak daha hızlı karar alabilme gibi durumları ise onay verdiğim değişiklikler olarak görmekteyim. Hele bir madde var ki, cumhurbaşkanlığı seçimi ile milletvekili seçiminin aynı gün yapılması başlı başına önemli bir değişikliktir. Daha önce bir yazımda değinmiştim.  Son bir kaç yıldır ortalama her iki yılda bir seçim yapar hale geldik. 2019 yılında cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği ve belediye seçimleri olmak üzere önümüze üç sandık gelecek. Gerekli değişikliğin yapılarak milletin önüne tek sandığın getirilmesini önermiştim. 

Aslında iki seçimin aynı günde yapılmasına belediye seçimlerini de eklemek lazım. Çünkü her bir seçim bizde kriz olarak karşımıza çıkıyor. Seçim dolayısıyla hükümetler radikal kararlar alamıyor, seçim çalışmaları görüntü ve ses kirliliğine sebebiyet veriyor. Yine her seçim hazineden çıkacak paralarla yapılıyor. Bu seçimlerde harcanan paralar hep milletin cebinden çıkacak. 

Devletin daha hızlı çalışması için gücün tek elde toplanması düşünülürken taşrada özellikle mahalli idarelerde küçük küçük yönetimler söz konusu. Büyükşehir Yasası ile birlikte ilçe ve belde belediye başkanlarına da ihtiyaç kalmaması gerekir. Halihazırda büyükşehir kapsamına alınmış ilçe belediye başkanları sadece temsili bir görev icra etmektedir. İmar, alt yapı, asfalt, su, itfaiye vb hizmetler büyükşehirin uhdesine verilmiş durumda. Bu durumda ilçe belediyelerine sadece ilçenin temizliğini alma görevi kalmaktadır. Tüm önemli görevleri yapan/yapacak olan büyükşehir belediyesi ilçenin çöpünü mü alamayacak? Pekala yeni bir planlama ile ilçe belediyeleri lağvedilerek ilçede hizmetleri yürütecek bir müdürlük ihdas edilebilir. Başta ilçe belediyelerinin kaldırılması ve yapılacak olan üç seçimin tek seçimde yapılması kararları da inşallah kısa zamanda ülke gündemine gelir. Konum esas anayasa değişikliği idi.

Anayasa paketine evet/hayır diyecek olanlar yazılı ve görsel medyada boy göstermeye başladı. Orta yerde bir sandık varsa mutlaka evet veya hayır diyecek olanlar vardır. Bu da doğaldır. Kimseye darılmaca ve gücenmece olmaz. Fakat bir partinin kararı benim garibime gitti. Bunu paylaşmadan geçemeyeceğim. Köklerinden çıkmış bir parti bu ülkede dört dönemdir iktidar. Kendisi iktidar olduğu takdirde yapamayacağı bir çok şeye imza atmış durumda. Bu durumu baba takdir edeceği yerde köstek olmaya hazırlanıyor. Savruldukça küçülmeye devam ediyor. Ne yapmak istiyor, kime göz kırpıyor? Anlayabilen varsa beri gelsin. Benim bildiğim  genelde evlat yoldan çıkar, baba onu yola getirmeye çalışırdı. Evlat ne kadar sendelerse bir gün mutlaka kendini bulur, baba ocağına geri dönerdi. Burada ise baba yoldan çıkmış durumda. Bu duruma ne denir? İçinden nasıl çıkılır? Yine anlayan varsa izah ederse sevinirim. Sanırım intihar etme durumudur bu. Böylesi  hareket de ancak üzüntü ve elem verir, saadet değil.


Mini paketin mutlaka suistimal edilecek yönleri olabilir. Çünkü yönetecek olan insandır. İnsan kötü olursa her kanun, her anayasa kötü olur. İyi olursa hepsi iyi olur. Yani iş insanda bitiyor. Kötü yönleri var diye karşı çıkmak hayatta hiç risk almamak demektir. Bu yüzden değişime evet demenin hayır olacağını düşünüyorum. 22/01/2017


Ben darı ambarında iken...

Öğretmenliğe başladığım andan itibaren bakan olarak görev yapanların sayısını unuttum. Tıpkı eğitim sistemimizdeki değişiklikler gibi bakanın biri gitti, diğeri geldi. Çalıştığım zaman zarfınca ne değişen bakanı ne de eğitim sistemini sayabildim.

Benim için en sevindirici tarafı, bakan değiştikçe orta yerde kimse kalmayıp oldu olacak bu göreve bir de şu adamı getirelim denecek günleri umutla beklemek. Olmaz olmaz demeyin. Nasıl ki adam yokluğundan ehil olmadığı halde Bekri Mustafa'yı Küçük Ayasofya Camiine imam olarak atamışlar. Ben de darı ambarında yaşamaya devam edeceğim bir umut, bir teselli olarak.

Üstelik hazırlıklıyım. Dereyi görmeden paçayı sıvadım bile. Bakan olduğum an ilk yapacaklarım aşağıdadır:
1. Okullarda tam gün eğitimi başlatırım.
2. İlköğretim ve ortaöğretimde haftalık ders yükü en fazla 25 saat ile sınırlandırırım.
3. Ortaokuldan itibaren her sınıf seviyesinde kalma ve eleme sistemi getiririm.
4. İl ve ilçe merkezlerinde öğrencinin yürüyerek gelip gideceği şekilde, bünyesinde her türlü okul türünü barındıran kampüs okullar açarım.
5. Her kampüs okulda yeterli dersliğin yanında mabet, spor salonu, resim, müzik atölyeleri, laboratuvarlar vb. müştemilatı yaptırırım.
6. Haftada 6 gün 09.00-13.00 arası günlük 5 ders saati ders, bir saat öğle arasından sonra saat 16.00'a kadar sanat, kültürel, spor aktiviteleri, dersin pratiği, etüt yapma vb. çalışmaları planlarım.
7. Sınıf geçme sistemini % 50 bilgi, beceri, % 50 davranış olarak belirlerim.
8. Her türlü takviye ders, etüt merkezi vb. yarış atı mantığıyla işlev gören arızi durumlara son veririm.
9. Öğretmenlere performans sistemini getiririm.
10. Okulun iç ve dış paydaşlarının sorumluluk alanlarını belirleyerek yetki verir, aksayan kısımlar için yaptırımlar uygularım.
11. Öğretmenin aldığı ek ders ücretini kaldırır, öğretmenin atama işlerini ve maaş durumunu objektif, ölçülebilir bir performans sistemine göre ayarlarım.
12. Eş durumu vb. özür atamalarında branşında ihtiyaç olmayan eşinin yanına gelmesinden ziyade her ikisini devletin ihtiyacı olan yerde birleştirerek çalıştırırım.
13. Her türlü öğretmen ihtiyacını ağustos ayında görev yerinde olacak şekilde hallederim.
14. Bakanlığı, yazılı ve görsel medya aracılığıyla yönetmem. Emir ve talimatlarım için resmi yazışma yollarını kullanırım.
15. Okulların açılışını eylül ilk hafta başlatır, hazıran sonu sona erdiririm. İş gününü 200 iş gününe çıkarırım.
16. Öğretmenin tatilini ara tatili ve temmuz ayı olacak şekilde 1.5 aya indiririm.
17. Her ağustos ayı, izleyen öğretim yılının planlamasını yapacak şekilde öğretmenin görev yerinde olmasını sağlarım.
18. Makul özrün dışındaki her türlü devamsızlık için maaşlardan 1/30 kesinti yaparım.
19. Öğretmenler için yedi bölgede çalışma zorunluluğu ve her çalıştığı yerde yeni aldığı öğrenciyi mezun etme şartı getiririm.
20. Sanayi ile irtibatlı okulları sanayinin ortasında açarım. Sabah teori öğleden sonra pratik olacak şekilde.
21. Okumada gözü ve hedefi olmayan öğrencileri 7.sınıftan itibaren açık veya çıraklık eğitime yönlendirerek haftada bir teori, geri kalan zamanda meslek öğrenmelerinin önünü açarım.
22. Her türlü sınıf geçme, seçme, yerleştirme sınavını merkezi olarak yaparım...

Gördüğünüz gibi ben hazırlıklıyım. Sadece görev bekliyorum. 22/01/2017

Bu Milleti Kim Tutar Artık...

Son yıllarda yürütmeye çalıştığı bağımsız politikası ile fincancı katırlarını ürküten Türkiye'yi -daha önceden belirledikleri- fabrika ayarlarına döndürmek için şer güçleri içten ve dıştan saldırıya geçtiler. Hiç olmadığı kadar ülke bir seferberlik hali yaşıyor. İçeride terör, dışarıda savaş, ekonomik mücadele, kitleleri kutuplaştırma, darbe vb her yolu deniyorlar. Her vurucu hamlelerini içimizden devşirdikleriyle yapmaları olayın vahametini daha da artırıyor. Tabir yerindeyse Türkiye görünen ve görünmeyen yedi düvele karşı   tüm alanlarda ayakta kalma mücadelesi veriyor. Bir milletin ölüm-kalım mücadelesi dense yeridir. Ne kötüler pes ediyor, ne de Türkiye.

Karanlık geceler gitmek bilmiyor. Nice zamandır endişe ile yastığa baş koyuyor, karabasanla uyanıyoruz. Yok yok karabasanı bizzat yaşıyoruz. Çin işkencesi bize yapılan. Milletçe sabahın olmasını bekliyoruz. Bunca hengamenin arasından ülke nefes alacak bir çıkış noktası arıyor. Hani zorluklar insanı güçlendirir denir ya işte biz de milletçe hiç olmadığı kadar piştik.

Eğri oturup doğru konuşalım. Bu ülkede ideali olmasa da iyi şeyler oluyor. Yeter ki istensin, iletişim yolu açık olsun, taraflar birbirini dinlesin. Makul olanda anlaşılabiliyor. Çünkü konu vatan ise gerisi teferruat. Yediden yetmişe bu vatanın evladı, çorbada tuzum bulunsun misali ayakta. Dövizini bozdur kampanyasına kimi teşvik ederek kimi de bozdurarak katılıyor. Hiç olmadığı kadar iktidar-muhalefet bir araya gelerek -kısmi de olsa- bir anayasa paketinin meclisten geçmesine imkan veriyor. Üstelik sistem değişikliğini içeren bir anayasa tüm gürültü ve patırtıya rağmen geçti.

Ülke savaş halinde iken, OHAL ile yönetiliyor iken meclis çalıştı. Bizde olan kanlı terör saldırılarından bir tanesi başka bir ülkede olunca hemen içe kapanırken biz açıldık. İçeride devlet yeniden yapılandırılırken diğer taraftan ocağımıza incir ağacı dikme yemini etmiş yabancıların maşası, eli kanlı kukla terör örgütleriyle uğraşıyor. Diplomatik yolları da sonuna kadar kullanıyor.

Bu kadar acılardan sonra  bu birliktelik, bu içtenlik bizde oldukça acılarla pişen bu milleti kim tutar artık. Kazananın Türkiye olacağına gönülden inanıyorum. Çünkü bedelini kanla ödeyen mutlaka başarır. Karanlık gecelerin sabahı yakın. Şafak söktü. Kimse, hiçbir güç yeniden karanlığa gömemez bizi. Zafer, başarı ona inananlarındır. 22.01.2017

Hayatın içinden tecrübeler *

İletişimde yapmamız gerekenler...
1. Karşınızdakini dinlemesini bilin.
2. Sabırlı olun.
3. Esnek olun.

4. Sizi dinleyenlerin anlayacağı sözcükler seçin.
5. İnsanların gönlünü almaktan korkmayın.
6. Sinirlerinize hakim olun.
7. Şaka yapacağınız zaman iyi düşünün.
8. Sorulara karşılık verin.9. Konunuzu iyi bilin
10. Düşünmeden konuşmayın.
11. Sürekli dert yanan biri olmayın.
12. Karşınızdakilerin tepkilerine dikkat edin.
13. Kaybetme ihtimalini de göz önünde bulundurun.
14. Gereksiz eleştirilerden kaçının.
15. Görüşlerinizi başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışmayın.
16. Gürültü yapmayın ancak sesinizi duyurun.
17. Yüz ifadenizi kontrol edin.
18. Ayaklarınızı masaların üstüne koymayın.
19. Biri sizinle konuşurken işinizle meşgul olmayın.
20. Birisi konuşurken, önünüzdeki kağıtlara çiziktirmeyin.
21. Birisi konuşurken, başkalarıyla fısıldaşmayın.
22. Sözü başkalarının ağzından kapmayın.
23. Duman makinesi olmayın.
24. Yerinde, duramayan bir olmaktan kaçının.
25. Aynı sözcükleri dilinize dolamaktan vazgeçin.
26. İnsanlara ne yapacaklarını öğretmek merakından vazgeçin.
27. Çift anlamlı sözcüklerden kaçının.
28. Ne zaman susmak gerektiğini bilin.
29. Sözünüzü güçlü bir tonla bitirin.
30. Başkalarını kötülemeyin.
31. Öğütlediğiniz şeyleri kendiniz de uygulayın.
32. Yüksekten atmayın.
33. Herkesin işine burnunuzu sokmayın.
34. Size akıl danışılmadıkça öğüt vermeyin.
35. Olduğunuz gibi görünün.
36. Gereksiz yere zıtlık yaratmayın.
37. Adil davranın.38. Böbürlenmeyin.
39. Başkalarının canını sıkacak esprilerden kaçının.
40. İnsanları terslemeyin.

Telefonla Görüşürken

41. Telefonda önce kendinizi tanıtın.
42. Ahizenin içine doğru konuşun.
43. Karşınızdakinin sözünü kesmeyin.
44. Arada bir şeyler söyleyerek dinlediğinizi belli edin.
45. Telefonda konuşurken bir şey yemeyin.

Mektup Yazarken

46. Gereksiz şeyler yazmaktan kaçının.
47. Yazdığınızı hiç değilse bir kez okuyun.
48. Ağdalı sözcükler kullanmayın.
49. Kötü haberleri yumuşak dille iletin.
50. Yazınızı, olumlu, gönül alıcı bir cümleyle tamamlaya çalışın.  22/01/2013
*Gülşah SAÇIKARA'dan alıntıdır.