17 Ocak 2017 Salı

İletişim yolunu kapatanlar uzaktan atış yaparlar

Aynı kulvarda aynı dava uğruna çalışan insanlar vardır. Aynı düşünce yapısına sahip olmasına rağmen hiçbir konuda anlaşamazlar. Birinin ak dediğine diğeri beyaz der. Aynı şeyi söyleseler de birbirlerini dinlemedikleri için farklı şey söylediklerini sanırlar.

Düşman kardeştirler bunlar. Ne ayrılıp kendi yollarına giderler, ne de biraraya gelirler. Ortada bir sorun yok deseler de alttan alta içleri kaynar. Birbirlerini alt etmek için kıyasıya bir mücadele içerisindedirler. Yeter ki birinin ayağı takılıp bir tökezlesin. Hemen diğeri, mal bulmuş mağribi gibi ben demiştim, dediğimi dinlemediler, beni dinleselerdi başlarına bu durum gelmeyecekti. İşte ben bu yüzden, bu yönetim tarzından dolayı eleştiri getiriyordum demeye başlar.

Aynı davaya gönül vermiş insanların kavgası kardeşlerin kavgası gibidir. Yıllar yılı devam eder gider. Aradaki sorunun  ne olduğunu kimse de anlamaz. Ya da anlamadıklarını sanırlar.  Çözmek için bir araya gelip konuşmayı da denemezler. Tek yaptıkları birbirine karşı uzaktan atış yapmaktır, kamuoyu oluşturmaktır, haklılıklarını ispatlama çabasıdır, egolarını tatmin etme yarışıdır.

Post kapma-postu deldirmeme savaşı diyelim. Öyle zannediyorum daha iyi anlaşılır. Bilinç altlarında olanı dışa farklı bir şekilde yansıtarak belli etmemeye çalışırlar. Post kavgasını dava adı altında yürütürler. Birbirlerine karşı biraraya gelip konuşacak öz güvenden ve cesaretten yoksundurlar.

Bunların arasındaki adı konmamış kavga geri planda çözülmeyince olan da camiaya oluyor. Yazık gerçekten!..

Ya bir araya gelin, çözün meselenizi. Ya da kendi işinize koyulun. Doğru yoldaysanız haklılığınız er veya geç anlaşılır. Yarışı kaybetmişsen bir nefer gibi bayrağı taşıyanlara destek ol. Saman altından su yürütme. Her şeyden nem kapma. Yanlış görmüşsen git kapısını çal, yanlışı orada ifade et.

Camiayı yönetme  işini üstlenenler! Yöneticilik eleştirilere açık olmak demektir. Bu işi yapıyorsanız alınmayacaksınız. Doğru yoldaysanız üzülmeyin. Yanlış yapmış ve eleştiri almışsanız  başka bir niyet aramayın. Kardeşinize teşekkür edin, yanlışınızı düzeltin, yolunuza devam edin. Şeffat olun, biraz geniş karınlı olun. Yaptığınızın doğruluğundan eminseniz izah edin ve tekrar yolunuza devam edin.

Sizi dışarıda eleştiren bir kardeşiniz varsa   makamınıza davet edip orada dinleyin, konuşmasına fırsat verin. Gelmeyip uzaktan eleştiriyorsa bu ikinizin ayıbıdır. Demek ki iletişim kapıları kapalı. Önce bu kapıyı açık tutmayı deneyin. Hiçbir hata tek taraflı olmaz. Sadece hata oranları farklı olabilir.

Kavganız devam edecekse bu Kavganız başkalarını alet etmeyin. Gazanız mübarek olsun.  Allah iyi niyetli olanların yollarını açık etsin... 17.01.2017

Her Şeyden Nem Kapan Alıngan Tipler *

Bazı insanlar vardır, sanırsın ki yunmuş yıkanmış. Hiç üzerlerine toz kondurmazlar. Kendilerini mükemmel gördükleri için eleştiriye açık değillerdir.

En ufak bir eleştiriye dahi katlanmazlar. Aşırı alıngandırlar. Kendilerini kastetmesen bile mıknatıs gibi çekerler. Her şeyden nem kaparlar. Aynı zamanda iyi bir niyet okuyucusudurlar. Senin ne dediğin önemli değildir. Onun ne anladığıdır önemli olan. Kendisini çok zeki sanır. Zekâsına hayran olmamak elde değil. Çünkü hiç kastetmediğini anlar. Sadece kendisiyle ilgili olması şart değil. Herhangi bir konuda senin kim olduğuna yarım aklıyla hemen karar verir ve seni damgalar. O damgadan da kurtulamazsın.  Ben onu kastetmemiştim desen bile kurtulamazsın. Hatta yemin etsen bile. Tüm dünya bir araya gelse, bu adam bunu kastetmedi. Sen yanlış yargıya varmışsın. Bunun doğrusu şu. Gel istersen kalbini yarıp bakalım desen de nafile. Nuh der peygamber demez. Çünkü akıl ve zekâsına âşıktır. Gerekli açıklamaya ikna olsa bile ser verir, sır vermez. İnadı akıl ve ferasetinin önüne geçer. Çünkü hata yaptığını kabullenmek istemez.

Böylelerini görünce aslı var mı yok mu bilmem ama II. Abdülhamit Dönemi ile ilgili anlatılan ilginç ve manidar bir fıkra aklıma gelir: Malumunuz üzere o dönemde muhalifleri kontrol  ve takip etmek için bir hafiye teşkilatı var.  Yönetime muhalif şairlerden biri yağmur yağacak diye yazdığı bir şiirinden dolayı zaptiye tarafından padişahımıza hakaret ettin diye derdest edilir. Şair hakaret etmedim dediyse de tutuklanmaktan kurtulamaz. Şair ile zaptiye arasında şu konuşma geçer.
-Ben yağmur yağacak diye bir şiir yazdım.
-Şiirinde padişahımıza uzun burunlu demek istedin.
-Şiir burada. Neresinde uzun burunlu geçiyor, bu anlamı nereden çıkardınız?
-Yağmur yağınca ne olur? Yerler ıslanır, çukurlar su ile dolar, göletler oluşur. Göletler oluşunca ördekler yüzmek için göletlere girer. Ördek nasıl bir hayvan? Uzun burunlu. İşte gördün mü? Sen padişahımıza direk uzun burunlu diyemediğin için buradaki uzun burunlu ördekle padişahımıza uzun burunlu demek istedin. İşte bu yüzden seni tutukladık.

Ben, bu hikâyenin  Abdülhamit döneminin baskıcı olduğunu göstermek için muhalifleri tarafından uydurulduğunu düşünüyorum. Hikâyeyi uydurma kabul etsem de günümüzde bazı insanları anlatmak için bundan iyi bir hikâye bulamazdım.

Sahi, var mı etrafınızda böyleleri? Varsa eğer, oturup ağla. Çünkü yapılacak bir şey yok. Çekecek çilen varmış demek ki. Bu senin imtihanındır.  Yoksa eğer, Rabbimin en bahtiyar kulusun, haline şükret! 17.01.2017

* 21/10/2017  tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

16 Ocak 2017 Pazartesi

Hadislere bakış açımız nasıl olmalı?

Baştan söyleyeyim bu, çok sıkıntılı bir konudur. Kim girerse bu işin içerisine başı belaya girer. Çünkü ya hadis düşmanı ilan edilir, ya da gelenekçi. Yani bu konuda da yine toptancıyız.

Peygamberin sözlerine hadis denir. Hz Muhammed, Kur'an'ı tebliğ ve tebyin etmekle yükümlüdür. Kur'an'ın veciz bir şekilde kısa kısa ifade ettiği bir çok ibadet ve kuralların ne şekilde yapılacağını açıklamıştır. Peygambersiz bir din olamaz. O ne söylüyorsa söylediği ancak vahiydir, asla kendi hevasından konuşmaz. Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Bizim Kelimeyi Tevhid anlayışımız Allah'ın birliğiyle birlikte Muhammed'i elçi olarak kabul etmemizle tamamlanır. Muhammed'in söylediği sözün üzerine yani hilafına söz söylemek bir Müslümana yaraşmaz. Buraya kadar yazılanlara öyle zannediyorum, İslam dairesinde olan hiç kimsenin itiraz etmesi söz konusu olamaz.

Sorun nedir o zaman? Malum olduğu üzere geçmişte peygambere atfedilen sözlerdedir. Çünkü geçmişte peygamberin adı kullanılarak çok hadis uydurulmuştur. Geçmişte ne kadar hadis tahlilleri yapılmış olsa da maalesef sahih kabul edilen hadis kitaplarının içerisine uydurma hadisler girmiştir. Sorun da buradan çıkmaktadır. Kütübü Sitte ve Kütübü Tis'a adı verilen hadis kitaplarının dışında da piyasada hadis adı altında rivayetler vardır.  Takvim yapraklarının arkasında kaynağıyla beraber yazılı hadisler geçmektedir. Araştırıldığı zaman adı geçen kaynakta öyle bir hadisin olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü hadislerin tamamına bugün ulaşılamamaktadır. Bu konuda bir bilgi kirliliği vardır. Yine bir başka sorun, kaynağıyla birlikte zikredilen hadisin peygamber tarafından söylenip söylenmediğidir. Çünkü hadisler hicri üçüncü asırda tedvin  edilmiştir. Kur'an'ın mantığıyla örtüşen hadislerden ziyade esas sorun Kuranla çelişen hadislerin peygamber tarafından söylenip söylenmediğidir. Esas sorun burada diye düşünüyorum.

Bu konu yıllardır Müslümanlar arasında hayat ve memat meselesi olarak tartışılır. Gerçi tartışılmaz. Çünkü bu konuda konuşmaya veya söz söylemeye çalışan insanlar farklı ithamlarla susturulur. Hasılı konuşturulmaz. Yine her konuda olduğu gibi bu konuda bizde sağlıklı bir şekilde uzmanlarınca tartışılmaz. Konusunun uzmanları da bir araya gelerek üzerinde tartışma konusu olan hadisler üzerine kafa yormazlar, din konusunda söz söyleme hakkına sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı susmaya devam eder. Ehilleri susunca orta yerde yarım yamalak mürekkep yalamış ilgili-ilgisiz kişiler konuşmaya başlar. Maalesef konular çözüleceği yerde problem daha da büyümeye devam eder.

Acizane bu konuda şunu söylemek isterim:
1.Bize sadece Kur'an yeter, hadislere ihtiyaç yok diyen varsa -ki bunlara mealci deniyor -bu durum kabul edilemez. Allah böylelerini hidayete erdirsin.
2. Kütübü Sitte'de veya Kütübü Tis'a da geçen hadislerin hepsini hiç sorgulamadan, Kur'an, sahih sünnet ve akıl  süzgecinden geçirmeden toptan kabul edenler. Bu şekil düşünenler aşırı korumacıdır. Geçmişte hadislerin uydurulduğunu, bir kısmının tespit edildiğini, bir kısmının o günün şartlarında gözden kaçmış olabileceğini düşünmüyorlar. Kur'an'a aykırı hadisleri bile yorumlama yoluna giderek doğruluğunu ispatlamak istiyorlar. İyi niyetlidirler.
3. Sahih hadis kitaplarında Kur'an'a, akla, İslam'ın mantığına ters, sahih sünnete aykırı olan sözlerin peygamber tarafından söylenemeyeceğini düşünen kimselerdir. Her gördükleri hadise acaba diyerek biraz daha temkinli yaklaşıyorlar. Bu kesimin de samimi olduğunu düşünenlerdenim.

Benim hadis konusunda tespit edebildiğim  farklılıklarımız bunlar. Başkası varsa da bilmiyorum. Sözlerimi bitirirken yıllardır kangren olmuş bu konunun uzmanlarınca iyice irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta tüm hadislerin taranarak tek bir kitap haline getirmeleri, dijital ortama aktarılması, mevzu ve sahih olanlarını belirlemeleri gerekmektedir. Böyle bir çalışma İslam'a ve Müslümanlara yapılmış en güzel hizmet olur. Yoksa birbirimizi töhmet altında bırakmaya, birbirimizi kırmaya devam ederiz. Başka da bir işe yaramaz. 16/01/2017

Şişirilmiş notları önlemenin yolu *

Bir liseye yerleşmek için öğrenciler TEOG adı verilen bir sınava giriyorlar. Her iki dönemde birer defa yapılan merkezi sınavların % 70’i, okul notlarının ise % 30’u liseye yerleştirme notu olarak belirleniyor. YGS ve LYS’ye giren lise öğrencilerinin ise okul diploma puanının % 12 etkilediği bu işi bilenlerin malumudur.

Bakanlık yeni bir yönetmelik çıkararak şişirilmiş not veren özel okulları mercek altına aldı. Hormonlu not veren okullara ilk iki incelemede para cezası verilmesi esasa bağlanırken üçüncüsünde ise kurumu kapatma kararı verilir hükmünü getirdi. Şu ana kadar özel okullarda okuyan birçok öğrenciye verilen fazladan notlar belki de haksız bir şekilde binlerce öğrencinin önüne geçmesine ve haksız rekabete sebep olmuştur. Bakalım çıkarılan bu yönetmelikten herhangi bir fayda mülahaza edilecek mi, bunu da zaman gösterecek. Özel okullar hakkaniyet ölçüsünde not verdiği takdirde ilk cezayı Bakanlıktan önce çocuğunu özel okuldan almak suretiyle veli verir bu durumda. Gelen müşteriyi kaçırmak istemeyecek özel okul sorumluları bunun da mutlaka bir çözümünü bulur.

Özel okullar şişirilmiş not veriyor derken tüm özel okulları aynı katogoriye almak doğru değildir. Gerçekten hakkaniyet ölçüsünde not veren okullar da vardır. Zaten onları tenzih ederiz bu yazımızda. Ben burada  özel okulları bu töhmetten kurtaracak basit bir öneride bulunmak istiyorum:

Başta özel okullar olmak üzere okulların yaptığı yazılı sınavlar yüzde yüz objektiflikten uzaktır. Tam öğrenciyi ölçmez. Bazı okullar daha önceden çalışma notları adı altında öğrencilere soruları verebilir, bazıları öğrencilerin kopya çekmesine göz yumabilir, bazıları basit sorabilir, bazıları sınavlarda yardım edebilir. Ayrıca sınıf içi etkinlik çerçevesinde verilen performans notlarını kılıfına uydurarak yüksek vermeye devam edebilir. Bunun önüne geçilmek isteniyorsa yapılması gereken ilk iş, ortaokul ve liselerde öğretmenin elinden sınav yapma yükümlülüğünü almak ve sınavların hepsini merkezi olarak yapmaktan geçiyor. Bu sistem çok zor, hatta maliyetli denebilir. Önümüzde Bakanlığın birkaç yıldır başarılı bir şekilde uyguladığı TEOG adı verilen ‘Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş’ sınavı var. Her dönemde birer defa yapılan bu sınavı dönemde ikişer sınava çıkararak  öğrencinin lise veya üniversiteye giriş notu belirlenir, bu şekilde yapılan sınavlarda alınan puanlar aynı zamanda öğrencinin ortaokulu veya liseyi bitirme notu olarak kayda geçmiş olur. Okullarda öğretmenin görevi sadece TEOG’da olduğu gibi konusu Bakanlıkça belirlenen konuları anlatmak olur. Bakanlık bu merkezi sınav sistemini ortaokul 6-7-8. sınıflarda, lise 10-11-12. sınıflarda her dönemde ikişer defa olarak uygular. (Öğretmen sadece 5.sınıfta ve 9.sınıfta sınav yapar. Yapılan bu sınav sadece bir üst sınıfa geçmede geçerli olur.) Üç yılın analitik ortalaması lise veya üniversiteye girişte baz alınır. Bu sistemle üniversiteye girişte öğrenci yığılmasının önüne de geçilmiş olur. Bu şekil uygulanacak sistem hem hakkaniyete daha uygun olur. Kimse falan öğretmen, falan okul fazla not veriyor sızlanması yapmaz. Bırakın özel okulları devlette çalışan aynı okulun aynı branşın farklı öğretmeninin verdiği performans notlarında bile farklılıklar göze çarpmaktadır. 

Burada TEOG’da, YGS ve LYS’de soru çıkmayan derslerin değerlendirilmesi nasıl olacak şeklinde bir soru aklımıza gelebilir. Merkezi sınavlarda sorusu çıkmayan dersler notla değerlendirilmez. Ders öğretmeni başarılı/başarısız veya geçer/geçmez şeklinde nota bağlı olmayan bir değerlendirme yapabilir. Bu derslerden başarılı/geçer şeklinde değerlendirilmeyen öğrencinin sınıf geçmesi veya mezun olması söz konusu olamaz denirse bu mesele de çözülmüş olur. 16/01/2017

21/01/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Karne haftası öğrenciler *

Ara tatiline bir hafta kala haftanın ilk iş günü 7.sınıf bir sınıfa derse girdim. Selam verdikten sonra istedikleri ilk şey: “Öğretmenim, film izleyebilir miyiz?” İşlememiz gereken konu var, olmaz dedim ise de yüzler asıldı, moraller bozuldu. Ben defteri imzalarken “Son hafta ders işlenir mi, sınavlar bitti zaten” diye aralarında fısıldaşmaya devam ettiler.

Defteri imzaladıktan sonra ayağa kalktım. Onlara: “Çocuklar! Ben sizin bir eşyanızı çalsam beni ne kabul edersiniz” dedim. “Hırsız olarak değerlendiririz" dediler. Dersi işlemeyip size film izletsem, ya da serbest bıraksam, işlemediğim konuyu işlemiş gibi yazsam ne olur” dedim. Uzun bir sessizlik baş gösterdi. Zaman çalan biri olmaz mıyım dedim. “Ama hocam, biz istiyoruz” dediler. İyi, peki. Bu ders bana emanet. Ben görevimi yapmayarak emanete ihanet etmiş olmuyor muyum dedim. “Evet” dediler.  Pekiyi kendinizi bir an için büyümüş, evlenip çocuk sahibi olmuş olarak görün. Çocuğunuzu sabah servisle veya kendi aracınızla okula bıraktınız. Akşam eve gelince çocuğunuza: “Günün nasıl geçti, ne işlediniz” deseniz, çocuğunuz: “Akşama kadar ders işlenmedi, film izledik, öğretmen bizi serbest bıraktı” dese, ‘Çocuğunuzun öğretmenine kızmaz mısınız’ dediğimde bir kısmı kızmayız dese de sınıfın ekseriyeti: “Arkadaşlar, şu an ki çocukluğunuzla konuşuyorsunuz, bir baba veya anne gözüyle değerlendirmemiz lazım” dedi. Ardından: “Hocam, ders işleyebiliriz, haklısınız, kızarız” dendi. Derse geçtik. Zevkli de bir ders işlemiş olduk. Derse geçerken ders başlamadan önce kafasına takılan soruları daha önce  yazıp bana tek tek soran bir öğrencinin ders işleyelim/işlemeyelim konusu üzerine verdiği bir cevap kafama takıldı: “Hocam, haklısınız da çocukluğumuzu yaşayamıyoruz ki...”

Bu söz beni can evimden vurdu. Çocuk doğru söylüyordu. Bu neslin en büyük sorunu, çocukluğunu yaşayamamasıdır. Haftalık 35 saat ders, ders bitimi ya da hafta sonu takviye ders veya kurs, ders bitimi veya akşam eve varınca okul ödevlerini yapmak, yardımcı kaynaktan test çözmek...vs durumlar çocuklara ağır geliyor. Vücut bu sıkleti çekmiyor, sürekli aksıyor. Okulda ders, evde ders, etüt merkezinde ders oyun çağındaki bu çocuklara ölüm gibi geliyor. Çocuklarımızın fiziken büyüdüklerine bakmayın. Hala çocuk onlar. Anne, babasına evde nazlanamadıklarını okulda öğretmenlerine yapıyorlar. Bir umut, acaba ders işlenmez mi mücadelesi veriyorlar. Başarırlarsa sanki Cennet'i kazanmış gibi oluyorlar. Ortak sınav yaptığım zaman bazı sınıfların dersleri Beden Eğitimi dersine denk gelince çocukların: "Ama hocam bizim o saatimiz beden, bedenimiz kaynayacak, oynayamayacağız" diye serzenişte bulunduklarına da şahit oldum. İnanın sabahın ilk saatinde havanın soğuk ve karanlık olduğu saatlerde bile dersi Beden Eğitimi olan çocuklar sanki düğüne gider gibi spor elbiselerini giymiş ve mutluluktan uçacak gibi olduklarını yüzlerinden okuyorum. Ben böyle yazarken bu adam ne yapıyor, şaka yapıyor olmalı diye düşünebilirsiniz. Gerçekten şaka yapmıyorum. Bu çocuklar: "Ey büyükler! Bizi büyüdü olarak görmeyin, biz hala büyümedik, üzerimize fazla gelmeyin, çocukluğumuzu yaşayalım" diyorlar.

Pekiyi ne yapalım? Her şeyden önce bu çocuklardaki ağır ders yükünü azaltalım. Günlük daha az ders işlesinler. Okul derslerinin içerisine onların ruhen ve bedenen sağlıklı yetişmelerini sağlayacak Beden Eğitimi gibi rahatlama ve deşarj olma derslerinin ders saatlerini artıralım. Takviye kurs ve etüt merkezlerini ihtiyaç olmaktan çıkaralım. Çocuk evine gidince okul dersinin yanında sokakta oynama imkanı bulabilsin. Çünkü çocuk oyunla büyür. Zamanında oyun oynatmadığımız nesil büyüse de sırtımızdan inmez.

Bu işler, çocuklara kar tatili vermekle veya “Çocuklara tatilde ödev vermeyin” demekle olmaz. Onları sosyal hayatın içinden koparmadan onlara  küçük yaştan itibaren bünyesine ve yaşına uygun bir şekilde basitten zora doğru sorumluluk verelim. Bu işler sadece bilgi yüklemekle olmaz...Ki zaten bunu da beceremiyoruz. 16/01/2017
* 18.01.2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

15 Ocak 2017 Pazar

Allah kimleri sever, kimleri sevmez?

Allah kimleri sever?
-dürüstleri, (2/195)
-tövbe edenleri, (2/222)
-temizlenenleri, (2/222)
-sakınanları, (3/76)
-güzel davranışta bulunanları (3/134)
-sabredenleri, (3/146)
-iyi davrananları, (3/148)
-kendisine dayanıp güvenenleri, (3/159)
-iyilik edenleri, (5/13)
-adil olanları, (5/42)
-İyi ve güzel iş yapanları, (5/93)
-(haksızlıktan) sakınanları, (9/4)
-(ahdi bozmaktan) sakınanları, (9/7)
-adil davrananları, (49/9)
-adaletli olanları, (60/8)
-kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları (61/4)
SEVER.

Allah kimleri sevmez?
-aşırıları, (2/190)
-bozgunculuğu (2/205)
-küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi (2/276)
-kafirleri, (3/32, 30/45)
-zalimleri, (3/57,3/140,42/40)
-kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi (4/36)
-hainliği meslek edinmiş günahkarları, (4/107)
-kötü sözün açıkça söylenmesini; haksızlığa uğrayan başka, (4/148)
-bozguncuları, (5/64, 28/77)
-sınırı aşanları, (5/87)
-israf edenleri, (6/141,7/31)
-hainleri, (7/55)
-büyüklük taslayanları, (16/23)
-hain ve nankör olan herkesi, (22/38)
-şımarıkları, (28/76)
-kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri, (31/18)
-kendini beğenip böbürlenen kimseleri (57/23)
SEVMEZ.
15/01/2017


Proje çöplüğü

Okullarda yapılan şiir, kompozisyon resim vb yarışmaların yerini son yıllarda daha çok projeler almaya başladı. Denetime gelen müfettişinden yetkililere varıncaya kadar ilk sordukları "Kaç projeniz var, hangi alanda" sorularıyla muhatap olunur oldu. Şimdi projesiz okul yok gibi neredeyse. Her okulda bir yarıştır gidiyor. Bazı okullarda başlatılan projenin sayısı belli bile değil.

Bu kadar proje ile sonuçta bir amaç elde edinilmiş midir? İşte orası muamma. Çünkü her bir projeye büyük ümitler bağlanır, heyecanla başlanır, amaca ulaşılamadan bir başka projeye geçilir. Çünkü ya uygulama imkanı bulunamamıştır, ya projeye sahip çıkan olmamıştır, ya projenin mantığı benimsenmemiş/kavratılmamış,  ya iş ve ders yoğunluğundan uygulanamamış ya da yeni konan bir projeye yönler çevrildiği için başlatılan projeler akim kalmıştır. Hasılı okullarımız proje çöplüğüne döndü dense yeridir.

Büyük umutlar bağlanarak başlatılan projeler iyi takip edilemediğinden kağıt üzerinde başlatılan bu projeler kağıt üzerinde bitirilerek okul arşivlerindeki yerini alır. Neden mi? Çünkü "Türk gibi başla, Alman gibi bitir" sözünün birinci kısmı yerine getirilir, ikinci kısmı ise es geçilir.

Planlı olmak, belirli bir hedefe doğru yol almak güzeldir. Fakat sonuca gidemiyoruz. Çünkü maymun iştahlıyız. Ayrıca başlattığımız projede samimi olmak gerekiyor. Projeler bir sorunu çözmek veya bir ihtiyacı gidermek için uygulanmaya konmalıdır. Bizde projeler genellikle dostlar alışverişte görsün türünden başlanır, show amacı güdülür. İyi bir reklamı yapılır. Sonuç, maalesef sıfır elde var sıfır oluyor.

Okullarda mutlaka projeler olmalı. Projeler her okulun bünyesine uygun ve uygulanabilir olmalıdır, okulun tüm paydaşlarını projeye katabilmek gerekiyor. Ismarlama projeler olmamalıdır. Öğrencilere heyecan katabilmelidir. Bir projede sonuca ulaşmadan aksayan yönleri revize ederek ısrarla  yola devam edilmelidir. Okullar proje üstüne proje ile boğulmamalıdır. Projeler kağıt üzerinde kalmamalıdır. Projeyi uygulamak için zaman ayarlanmalıdır, takibi yapılmalıdır. Her şeyden önce projeyi başlatanlar ilk önce kendileri bu projeye inanmalıdırlar. 35-40 saati bulan bir ders yükü ile 10'ar dakikadan ibaret teneffüs ortamı ile projeler geliştirilemez ve uygulanamaz. Yarış atı haline dönüştürülen sınav sistemleri ile bu ülkede hiçbir projeden verim elde edilemez. Çünkü okula servisle gelip servisle giden, ders bitiminden sonra soluğu etüt merkezinde alan, akşam eve gelince yardımcı kaynaktan test çözmekten ibaret olan rutin okul hayatında projeler hep ölü doğar. AB projeleri çerçevesinde yapılan projeler de aynı kapsam içerisinde değerlendirilebilir. Sadece yapmış olmak için yapılır, birkaç kişi yurt dışına gider gelir, okulun duvarlarında boy boy afişlerle övünülür. Sonra o da arşivdeki yerini alır.

Projelerden verim elde edilmek isteniyorsa sınav odaklı bir öğretimden vazgeçilmelidir, haftalık ders yükü azaltılmalıdır. Hafta içi veya hafta sonu okul veya etüt merkezlerinde yapılan takviye dersler yapılmamalıdır. Yani öğrenciye boş zaman ortaya çıkarılmalıdır. Öğrenci ben ne olacağım endişesinden kurtarılmalıdır. Öğrenci öğrendiği bilgiyi hazmede hazmede öğrenmelidir. Sosyal hayatın içinden koparılmamalıdır. Ders dışında yükü azalan öğrenci ister istemez projelere yönelecektir. Yok bu sınav sistemi ve takviye dersler devam edecekse hiç olmazsa yılın belli bir ayı proje ayına ayrılabilir. Okul tüm bileşenleriyle bu ayı projeyi uygulamaya ayırabilir. Yoksa daha biz kağıt üzerinde çok projeler üretiriz, başka da bir işe yaramaz. 15/01/2017