2 Ocak 2017 Pazartesi

Ekmek Bizim Her Şeyimiz

Fırına ekmek almak için gittim. Üç ekmek istedim. Bir taraftan da tanesi 90 kuruş olan ekmeğin parasını ayarlamak için  cebimden çıkardığım parayı denklemeye çalıştım. Bayan: "Ekmeğimiz 1 lira oldu" dedi. Ben de bu karda kışta evinden çıkıp gelene ekmek bedava diyeceksiniz diye düşünmüştüm, siz ise zam yapmışsınız, ne zaman zamlandı dedim. "bugün" dedi. Ekmeğimi alıp çıktım.

Gözümüz aydın olsun. Yeni bir yıl ile birlikte ekmeği zamlı yiyeceğiz ama artık bundan sonra ne ben bozuk para denkleyeceğim diye uğraşacağım, ne de fırındaki görevli parayı bozacağım diye uğraşacak. Hem fırında oyalanma olmayacak, sırada bekleyenin işi daha çabuk görülecek. Bardağın dolu tarafından bakmak buna denir.

Her sene yeni bir yıl ile birlikte zaten iğneden ipliğe zam gelirdi, buna alıştık. Bu sene son aylarda dış piyasadan kaynaklı dövizin fırlamasıyla birlikte daha fazla zam bekliyorduk. Şükür, fazla yansıtılmadı gördüğüm kadarıyla. Allah beterinden saklasın. Hepimize ödeme kolaylığı versin, kimseyi açlıkla, hayat pahalılığıyla, geçim derdiyle imtihan etmesin. Altından kalkamayacağımız bir yük yüklemesin.

Yılbaşı ile birlikte gelen diğer zamlara göre ekmeğe yapılan zammın fazla bir kıymeti harbiyesi yok. Ama ekmek bizim her şeyimiz. Katıksız yaşarız ama ekmeksiz asla. Ekmeksiz -dünyayı yesek- doymayız. Gerekirse ekmeğin içine ekmeği katık yaparak yeriz. Ortalama bir insan yılda 150 kilo ekmek yiyor bu ülkede. Kilo yapmasına, içerisine atılan katkı maddelerine rağmen.

Ortalama günde 5 ekmek alan bir ailenin ödeyeceği miktar aylık 150 lira. Dar gelirli, asgari ücretle çalışan için az para değil bu. Zaman zaman ekmek alırken bayat ekmek soranlar olur fırıncıya. "Alırsanız, şunlar var" diye ekmek gösterilir. Bazen de yok denir, adam gerisin geriye döner gider. Bir gün fırıncıya sordum, bu bayat ekmekleri niçin alıyorlar diye. "Genelde ailesi kalabalık kişiler alıyor" dedi. Anlaşılan maddi durumu kısıtlı kişiler taze ve sıcağına göre daha ucuz satılan ekmeğe yöneliyor günü kurtarmak ve öğün savmak için.

Hasılı yeni yıl, yenilikleriyle beraber geldi. İlk yeniliği de zamlar oldu. Biz yılbaşı kutlayacağız, yeni bir yıla gireceğiz diye sevinirken heybenin içindeki turpu unutmuşuz. Fırıncı gülerek hatırlattı sağ olsun... 02/01/2017

“Galiba Müslümanım!”*


Yılbaşı gecesini kutlamak amacıyla bir eğlence merkezinde toplanan, çoğunluğu yabancı insanların üzerine başkasının kukla ve maşası olan biri kurşun yağdırdı. Menfur saldırı sonucunda 39 kişi can verdi. 69 kişi de yaralandı. 

Olayın üzerinden iki gün geçti, katliamı yapan hala yakalanamadı. Saldırıyı DAEŞ üstlenmiş. Saldırıda vefat edenler bir taraftan defnedilmeye çalışılırken eldeki delillerden hareketle devlet, katilin yakalanması için seferber oldu. Daha acımız taze iken sosyal medyada fütursuzca açıklamalar paylaşılmaya başlandı. Köşe başlarını tutmuş bazı kişiler de suçlu avına çıktı. Hepsi  suçlu arıyor. Aranan suçlu sonunda bulundu. Suçlu, yılbaşı gecesinden bir gün önce camilerde okunan cuma hutbesiydi. Bu kişileri tebrik etmek lazım bu titiz çalışmalarından ötürü. Suçluyu bulamasalar da polisten önce azmettireni buldular. Bu adamları devlet MİT’e almak suretiyle mutlaka faydalanmalıdır. 30/12/2016 tarihinde okunan hutbeyi açtım suç unsurunu bulmak için. Hutbede “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil: Ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın” hadisi şerifi konu edinilmiş. Hutbenin sonu, "Her yılın sonu, yeni bir yılın başlangıcıdır aslında. Öyleyse bu yeni başlangıcı vesile kılarak hadiste dile getirilen soruları kendimize yeniden soralım. Unutmayalım ki; ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış gayesini unutarak, değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayr-i meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz. Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da üzücüdür... " şeklinde bitirilmiş.

Siyah punto ile belirttiğim yerler bazılarının zoruna gitmiş. Yönünü camiye dönmeyen bazıları cinnet saldırısının ardından gözünü hutbeye çevirmiş. “Vay efendim kişilerin yaşam tarzı üzerine nasıl böyle bir hutbe okunur” diye atışlara başladı. Ne var bu hutbenin içeriğinde? Yüzde 99’u Müslüman dediğimiz  bir toplumun fertleri kültürel yozlaşmaya karşı uyarılmış. Bir kamu hizmeti yapılmış. Böyle bir günde bu şekilde bir hutbe i’rad edilmeyecek de neden bahsedilecek? İstedikleri etliye-sütlüye karışmayan sadece öldüğümüz zaman bizi defnedecek bir din içeriği anlaşılan. Kusura bakmayın ama bu din -beğenseniz de beğenmeseniz de- insanın doğumundan ölümüne kadar hayatın her alanına karışan bir dindir. Daha turpun büyüğü heybede...ahiretinize de karışacak. Bu din iyiyi, güzeli...yapmamızı; kötü şeylerden kaçınmamızı ister. Sadece insanları  uyarır. Tercih, aklını kullananlarındır.  İster inanır, ister inanmaz. İnanmadıkları için asla onlara baskı uygulamaz. Bu ülkede milyonlarca insan yılbaşı vb geceleri kutlar, bir o kadarı da kutlamamak için hassasiyet gösterir. İsteyen kutlar, isteyen kutlamaz. Bu durumda Diyanet görevini ifa etmiş. Ne diyecekti yani? Kutlayın, din bu konuda ne karışır mı diyecekti? Şakaysa yaptığınız...bunu anlarım -hatta severim- ama  şimdi zamanı değil. Ciddi iseniz vahim bir durum. Allah akıl noksanlığı vermesin kimseye.

Kültürel yozlaşma maalesef iliklerimize  kadar işledi. Ne tam batılı olabildik ne de doğulu kalabildik. Bir TV programında rahmetli Rauf DENKTAŞ, bir seçim çalışmasında başından geçen bir anısını paylaşmıştı: “Seçim çalışması yaparken bir kahvehaneye uğradım. İçeride propagandamı yaptıktan sonra çıkışta 15-16 yaşlarında bir kız çocuğunu gördüm. Boynunda Hristiyanların sembolü  ‘haç’ işareti olan bir kolye dikkatimi çekti. ‘Kızım, bu boynundaki ne?’ dedim. ‘Haaç’ dedi. Ardından ‘Sen Müslüman değil misin’ dedim. Bu soruma cevap vermek için epey düşündü. Sonra ‘Galiba Müslümanım’ dedi.”

Şimdi burada suçlu kim? Daha hiçbir şeyin farkında olmayan bu çocuk mu? Yoksa ona dini ve kültürel değerlerimizi camide, okulda, hutbede anlatmayan bizlerde mi? Karar sizin. Suçluyu arayalım ama doğru yerde arayalım, birbirimize girmeden. Zira istedikleri iç karışıklık. Aklımızı kullanalım. Bilinçaltında sakladıklarımızı ortaya çıkarmayalım. Yoksa çok gülünç duruma düşeriz. 02/01/2017

04/01/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Uyar akıllı kişiler


Allah'ın diğer canlılardan farklı olarak insana bahşettiği en büyük nimettir akıl.
Tabii kullanan için ayrı bir değere sahiptir. Kur'an, bu nimetin kullanılmasını sık sık emreder.

İnsanımızın geneli aklını kullanmaz. Bedava başkasına kiraya verir. Aslında kullanmadığı aklı kendisinde bir yüktür. O, artık iyi bir emir eridir:
1.Herhangi bir şeyi sorgulamaz.
2.Başkası onun adına düşünür.
3.Kendiliğinden bir şey yapmaz.
4.Hep emir bekler.
5.Kendine karşı öz güveni yoktur.
6.Emredilen içine sinmese de vardır bir hikmeti diye düşünür.
7.Cemaatinin, STK'sının, liderinin, şeyhinin emir ve direktifiyle hareket eder.
8.Hep bağlı olduğu  yerin veya kişinin gözüne girmeye çalışır.
9.Kur'an ve sünnet bu konuda ne derden ziyade, grubumun görüşü nedir diye bekler durur.
10.Allah'ın ipine sarılır gibi grubuna bağlıdır. Çünkü  sürü psikolojisine sahiptir. Liderinin yanlış yolda olduğunu asla kabul etmez.
11.Bağlı ve ait olduğu yerin dışındaki fikirlere kapalıdır. Başkasına karşı ön yargılanır.
12.Başkasına ait gazete, makale, dergi, kitap vs okumaz. Çünkü kendine güveni yoktur.
13.Kendi ile barışık değildir. Kendinde  göremediği kerameti başkasında görür.
14.Hep bir kurtarıcı bekler. Kurtarıcısının da lideri, şeyhi vs olacağına kendisini inandırmıştır.
15.Birilerini kendi sırtına bastırarak itibar ve şöhret kazandırdığının bile farkına varamaz. Çünkü aklını kullanmaz.

Allah böylelerine aklını kullanmayı nasip etsin, hayırlarını versin. 02.01.2015

1 Ocak 2017 Pazar

Ahlakı iç edilmiş Müslümanlık

İslam; iman, ibadet ve ahlak ile bir bütündür. Hangisi ihmal  edilirse o İslam eksik olur. Çoğu bilginler Müslümanı bir ağaca benzetirler. Onun kökü iman, gövde ve dalları; amel ve ibadet, yaprakları ilim, meyvesi de güzel ahlaktır. 

Kök olmadan bir ağacın yaşaması mümkün değildir, çabuk kurur. Gövde ve dalları olmayan ağacın meyve vermesi mümkün değildir. Kökü ve gövdesi olduğu halde meyve vermeyen ağaç tasvip edilmez. Hatta çoğu yerde meyve vermeyen ağaç ya kesilir ya da bir başka meyve vermesi için aşı yapılır. Buradan ağacın olmazsa olmaz şartı meyve vermesidir. Meyve vermeyen ağaç asıl görevini yapmamış demektir.

Bugün yaşayan Müslümanların ekserisinin en büyük sorunu meyve verme sorunudur. Ağacın olmazsa olmaz üç temel unsurundan iman ve ibadette pek bir sorun yok. Çünkü nerede kendisini Müslüman diye tanımlayan birini görsek; "Elhamdülillah Müslümanım" der. İbadetleri yerine getirip getiremediği sorulduğunda, "Allah kabul etsin, yapabildiğim kadar ibadetlerimi yerine getiriyorum" şeklinde ifade eder. Kişinin inanıp inanmadığını, inancında samimi olup olmadığını Allah bilir. Biz insanları ibadet ederken gördüğümüz zaman kendisi hakkında Müslüman diye tanımlarız. Özellikle namaz kişinin alameti farikalarından biridir. Vakit namazlarında fazla olmasa da cuma ve bayram namazlarında bu toplumun ekseriyetini görmemiz mümkündür.  Yine bu ülkede yapılan istatistiklerde namaza göre daha zor bir ibadet olan orucu tutanların oranı daha fazladır. Kur'an okuyan, kursa giden, hayır ve hasenatta bulunan insanımızın sayısı yine azımsanamayacak kadar çoktur. Esefle söylemek gerekirse kök ve gövde yani iman ve ibadetlerimiz  nedense meyve vermiyor, yani ahlak ortaya çıkmıyor. Halbuki ibadetlerin amacı kişiyi güzel ahlak sahibi yapmaktır. Hasılı bizde dil ile ikrar ve kalp ile tasdik dediğimiz iman var, Allah rızası için yapılan fiil dediğimiz uzuvlarla amel olan ibadet var. Fakat ahlak yok. İkrar ve eylem var, sonuç sıfır elde var sıfır. Bu demektir ki iman ve ibadete verdiğimiz önemi ahlaka vermiyoruz. Ya ahlak bizim için önemli değil veya inandığımızı söylediğimiz imanımızda, ifa ediyoruz dediğimiz ibadetlerimizde bir sorun var. İman dilden kalbe geçmemiş, ibadetler ise el, kol, dil ve uzuvlardan öte gitmemiştir.

"İyilik ve takvada yardımlaşın, kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmayın" ayeti geldiği zaman sahabe: "İyilik (birr) nedir" diye sorar. "Güzel ahlaktır" cevabı verir Peygamberimiz. Yine Peygamberimiz "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" buyurur. Görüldüğü gibi İslam; en az iman, ibadet kadar ahlaka da önem vermektedir. O zaman bizim yaşantımızda bir sorun göze çarpmaktadır. En'am 162'de "Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” buyrulmaktadır. Bu ayeti -iman ve- ibadetin Allah ile kulun arasında bir ilişki biçimi şeklinde anlarsak ahlakın ise insanın toplumsal ilişki biçimi şeklinde yorumlayabiliriz. Meyve vermeyen bir ağaç nasıl ki istenmezse ahlaka dönüşmeyen iman ve ibadette -öyle zannediyorum- tasvip edilmez. Müslümanlar ahlakı es geçiyor demektir bu.

Ahlakını geliştirmeyen ve bunun için çaba sarf etmeyen bir Müslümanın Müslümanlığını gözden geçirmesinde fayda vardır. Müslüman kimliğini taşıdığı halde her türlü kötülüğü yapmaya devam eden  kimselerin Müslümanları küçük küçürme, boynunu öne eğdirme, utandırma gibi bir lüksü olamaz. Ya adam gibi yaşasınlar. Ya da gölge etmeyip İslam dairesinden çıksınlar. 01/01/2017


31 Aralık 2016 Cumartesi

Yeni bir yıla merhaba derken*

İnsan şeytanlarının, sinsi varlıkların, hainlerin bol olduğu bir yılı geride bıraktık. Kan, gözyaşı, ihanetler birbirini izledi hep. -Kabus gibi- bir yıl idi. 

Yeni bir yıla merhaba diyeceğiz. Yeni yıl ne getirir, ne götürür bilinmez. Çünkü gaybı bilemeyiz. Ama görünen köy kılavuz istemez. Zira insan denen ne menem varlık tiyniyetini değiştirmediği, bu tiplerin kökü kurumadığı müddetçe daha çok ağlayacak gibiyiz.

Kötülerin kökünün kuruması, onların girdikleri  delikten çıkamamaları için çoğunluğu iyi ve 'eşref-i mahlukat' olan pasif iyilerin birbirlerine karşı mücadelesini bir tarafa bırakıp kötülere karşı birleşmeleri gerekiyor. Şer odaklarına karşı iyiler görevlerini yapmadıkları müddetçe ihanet şebekeleri at oynatmaya devam edeceklerdir. Vicdanı kararmamış, bana dokunmayan yılan bin yaşasın demeyen insanlar kötülere karşı kollektif mücadele yolunu seçmelidirler. Farklı zihniyette olan rakipler, "Düşmanımın düşmanı dostumdur" dar ve sığ bakış açısını bir tarafa bırakarak kötülere dünyayı dar etmelidirler. İyiler bölük pörçük oldukça kötüler yarasa gibi ortaya çıkmaya devam edeceklerdir.

2016 yılında bolca gördüğümüz canlı bomba ve terörist eylemlerinde kötüler suçlu-suçsuz, bizden-sizden ayrımı yapmadan kalabalıklar içerisinde kan akıttılar, kim olduklarına bakmadan. Bugün koruduğumuz, görmezden geldiğimiz o kör kurşun hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkabilir. Bumerang gibi gelir bizi bulabilir. Teröristin benimle işi olmaz diyenler; terörün hedef seçtiği kalabalık yerlerde eşimizin, çocuğumuzun olmayacağına dair hiçbirimizin garantisi yoktur. Bu yüzden nerede bir terör varsa, terör kimi hedef seçmişse ülkenin etkili ve yetkili kişileri kendiliğinden bir araya gelerek biriz ve beraberiz imajı vermek durumundadırlar. Bu ülke batarsa sadece iktidar yok olmayacak, hepimiz altında kalacağız. Bu yüzden hepimizin aklını başına almasında fayda vardır. Acı ve ayrılıklarımızı bir tarafa bırakarak ortak açıklama yapılmalıdır.

Milletçe uyanık olmalıyız. Daha çok çalışmalıyız. Üretmeliyiz. Üretime dayalı bir ekonominin sağlam temellerini atmalıyız. 2016’da gördüğümüz gibi düşman fırsatını bulduğu her alanda saldırı yapabiliyor. Kah canlı bomba, kah terör, kah cinayet, kah ekonomik kriz, kah siber saldırı, kah diplomatik kriz... olarak karşımıza çıkıyor. Bizim uyuduğumuz kadar onlar uyumuyor, bizim ayrılığımız kadar onlar bölünmüyor. Düşman Türkiye olunca farklı kulvarlarda birbirine düşman gibi görünen DHKP-C, FETÖ, PKK/PYD, İŞİD/DAİŞ vb şer odakları nasıl bir araya geliyorsa biz de sünnisi, alevisi, Kürd’ü, Türk’ü, STK’sı, Müslümanı, ateisti, iktidarı, muhalefeti bir araya gelebilmeliyiz. Hepimiz bu ülkenin kalkınması için taşın altına elimizi koymalıyız. Çok şey istemiyoruz. 15 Temmuz’da canını tankın altına atanlara göre hiçbir şey bizim yapacağımız. Bugün bu ülkede hala nefes alabiliyorsak canını bu ülke için verenler sayesindedir. Bunu unutmayalım. Birlik ve beraberlik istiyorsak bu ülkenin mozaiği olan her kesimin temiz, dürüst ve çalışkanlarına bürokrasi kapısı açık olmalıdır. Toplumsal barış için her kesim kırmızı çizgilerini içine gömmelidir. Çünkü “Söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır” prensibi temel ilkemiz olmalıdır. Bizden öncekilerin bize miras bıraktığı bu ülkeyi gelecek nesle emanet etmek istiyorsak yaşanabilir bir ülke için doğru metotlarla çalışma yolunu seçmeliyiz. Yeni yıla girerken geçmişin muhasebesini yapmalıyız. Nefis muhasebesi yaparsak gülmeye, eğlenmeye zamanımız yoktur diye düşünüyorum. Bu sene nice bayramlarımızı acılarımızdan dolayı  kutlayamadık.

Yılbaşı gelince yılın son gününü “Vur patlasın, çal oynasın” mantalitesi ile geçiriyoruz. Yiyoruz, içiyoruz...hem de çatlayıp patlayarak. Sabaha kadar eğleniyoruz. Sonra yılın ilk gününü dinlenerek geçiriyoruz. Hani çalışacaktık. Oldu mu ya şimdi? İnsanoğlu ne zaman vazgeçecek: “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” yozlaşmasından? Bu insanoğlu kültürel emperyalizmin bize dayattığı yaşantıyı ne zaman terk edecek? Biten yılın son gününü eğlenerek geçirse ‘Eyvallah! Hak ettiler’ diyeceğim. 25 bin polis, görev aldığı yılbaşı gecesi herkesin güvenliğini sağlayacak. Yeni yılın ilk gününü maalesef dinlenerek geçireceğiz. Oldu mu ya insanoğlu, bu yaptığın şimdi? Daha başlamadan su koydun hemen. Amma da rahatına düşkün bir varlıkmışsın meğer...

Yeni yılın huzur ve barış getirmesi dileklerimle... 31/12/2016

02/01/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Eğitimin en büyük sorunu davranıştır

Türkiye'de eğitim ve öğretimin sorun olduğunu sağır sultan bile bilir. Sorunu bulduk da nasıl çözeceğiz konusunda karar verilemedi. Çözmeye dönük ne yapılırsa yapılsın kapanmayacak şekilde yeni kara delikler ortaya çıkıyor.

Etkili ve yetkili kişiler bir araya gelip de çözüm konusunu konuşamıyor. Eline mührü alan kendisi çözeceğim diye uğraşır. Çünkü eğitim ve öğretim her toplumda olduğu gibi bizde de önemlidir. O kadar önemli ki başkasıyla paylaşılamayacak kadar önemlidir. Herkes kendi zihniyetine uygun bir nesil yetiştirmek için uğraşır, didinir. Yani nesli başkasından kurtarmaya çalışırız. Çünkü öbürünün eline geçerse taban tabana zıt bir sistem getirecek paranoyası hiç peşimizi bırakmaz. Siyasiler aralarında sağır dövüşü yapmaya, birbirlerine kaptırmama yarışına nesli/nesilleri kurban etmeye devam etsinler. Olan geleceğimizin teminatı çocuklarımıza oluyor. Çünkü kobay olarak kullanılıyor, Hoca'nın deyimiyle "ya tutarsa" mantığıyla. Zar atılıyor durmadan.

Eğitime neşter vurulacak vurulmaya ama nereden başlanacak? Kanaatimce eğitimdeki sorun bilgiden ziyade davranışsaldır. Bu bilgi çağında bilgiye şu ya da bu şekilde ulaşılır. Hatta okullar olmadan da ulaşılır. Biz yine net hesabı yapıyoruz. Halbuki net hesabı yapmaktan ziyade davranışlar test edilmeli okullarda. Davranışa puan verilmeli. Ağaç yaş iken eğilir misali okullu olan küçük dimağlara hemen okuma-yazma öğretme, bilgi yükleme yarışından ziyade sağcısı, solcusu, ateisti, dindarının ortak olarak kabul ettiği 'doğruluk, yalan söylememe, çevreyi kirletmeme, kirlettiğimizi temizleme, oyun kurma, sosyalleşme, paylaşma, çalmama, başkasını rahatsız etmeme,, zarar vermeme, birbirimize empati yapma, emek sarf etme, kavga etmeme, küfür etmeme, devlet malına zarar vermeme, birbirimizi dışlamama, küçümsememe, başta anne ve baba olmak üzere başkasına saygı ve sevgi gösterme, adaletli olma, haksızlık yapmama, kul hakkı yememe, işimizi düzgün yapma, planlı olma, güvenilir olma..vb' temel insani değerleri öncelikle vermemiz gerekir. Bu ortak değerleri öğretmeden öğrenmeye geçmeme prensibimiz olmalı. Çocuk davranış yönüyle mezun olmalı. Sadece bilgi mezun olmamalı. İşe girme vb durumlarda diploma notunun % 70'i davranış, % 30'u da bilgi ve beceri olmalı. İşe girdikten sonra davranışlarında aksama, değişme, zafiyet olanların iş garantisi olmamalıdır.

Değerlerimizden yoksun  bilgi yükleyerek yetişen nesil olsa olsa canavar nesil olur. Ahlaki ve etik değerleri eksik olanlar büyüyünce toplumun başına bela olur. Haydin ne olur, eğitimimize davranış girsin. Bu sorunu çözersek diğer sorunlarımızı çözmek için çok çaba sarf etmemiz, çok para harcamamız gerekmez. 31/12/2016

Bazılarının rahmet hevesi

İnsanoğlu çok acelecidir. İster ki derdi hiç olmasın, olursa da hemen geçsin. İsteği hemen olacak. Asla mazeret kabul etmez. Suçu da hiç kendinde bulmaz.

Bu geçici hayatın külfetine  değil, nimetine taliptir. Her şeyi ister. Rahmeti de. İstediği rahmet hevesini alıncaya kadardır. Ayağına takılıp işini aksatmaya başlayınca vaveylayı basar. Karı bekler. Yağınca önce şükreder. Ardından kartopu oynar, üzerine kardan adam yapar. Az sonra "Nerede bu belediye, nerede bu yetkililer" demeye başlar. Eleştirilmeye gelmez ama eleştiriden geri kalmaz. Aşırı bahanecidir, üç vardiya çalışan bir fabrikanın seri üretimi gibi durmadan mazeret üretir. Bu tiplere ağzınla kuş tutsan asla kendini ve hizmeti beğendiremezsin.

Yerin ve göğün karla kaplı olduğu, kışın çetin geçtiği, biri kalkmadan ardı arkasına diğerlerinin yağdığı bir ortamda da sürdürür eleştirisini. Mübarek sanki iş yapmasın hep eleştirsin diye yaratılmış. Bir çok ülkeden daha büyük Konya'ya yağan karı aynı anda dünyanın hiçbir devletinin kaldırabilmesi mümkün değildir. İstediği kadar aracı ve personeli olsun. Aracını sokağından çıkaramadıysa, kara saplanmışsa, kaymışsa, yolda mahsur kalmışsa belediyenin çekeceği var. Bu tipin kar sevinci, Anadolu ile özdeşleşmiş kazak erkek tipi gibidir. Çocuk ister, çocuğu doğar. Dünyalar onun olur. Çocuk sakin iken kucağına alır, sever. Ağlamaya başladı mı hemen çocuğu annesine verir. Çünkü çocuğun bakımı, onu susturması anneye aittir. O hiç rahatsız olmadan sadece çocuğu sevecek. Başka da bir görevi yok sanır.

Hasılı zahmetsiz rahmettir onun istediği. Böylelerine ne denir? Nankör mü denir, empati yoksunu mu denir, sabırsız, egoist mi denir bilmem. Ben bu tipi tanımladım. Söyleyeceğimi dedim. Ne deneceğinin adını da siz koyun. 31.12.2016