Ana içeriğe atla

“Galiba Müslümanım!”*


Yılbaşı gecesini kutlamak amacıyla bir eğlence merkezinde toplanan, çoğunluğu yabancı insanların üzerine başkasının kukla ve maşası olan biri kurşun yağdırdı. Menfur saldırı sonucunda 39 kişi can verdi. 69 kişi de yaralandı. 

Olayın üzerinden iki gün geçti, katliamı yapan hala yakalanamadı. Saldırıyı DAEŞ üstlenmiş. Saldırıda vefat edenler bir taraftan defnedilmeye çalışılırken eldeki delillerden hareketle devlet, katilin yakalanması için seferber oldu. Daha acımız taze iken sosyal medyada fütursuzca açıklamalar paylaşılmaya başlandı. Köşe başlarını tutmuş bazı kişiler de suçlu avına çıktı. Hepsi  suçlu arıyor. Aranan suçlu sonunda bulundu. Suçlu, yılbaşı gecesinden bir gün önce camilerde okunan cuma hutbesiydi. Bu kişileri tebrik etmek lazım bu titiz çalışmalarından ötürü. Suçluyu bulamasalar da polisten önce azmettireni buldular. Bu adamları devlet MİT’e almak suretiyle mutlaka faydalanmalıdır. 30/12/2016 tarihinde okunan hutbeyi açtım suç unsurunu bulmak için. Hutbede “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil: Ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın” hadisi şerifi konu edinilmiş. Hutbenin sonu, "Her yılın sonu, yeni bir yılın başlangıcıdır aslında. Öyleyse bu yeni başlangıcı vesile kılarak hadiste dile getirilen soruları kendimize yeniden soralım. Unutmayalım ki; ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış gayesini unutarak, değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayr-i meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz. Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da üzücüdür... " şeklinde bitirilmiş.

Siyah punto ile belirttiğim yerler bazılarının zoruna gitmiş. Yönünü camiye dönmeyen bazıları cinnet saldırısının ardından gözünü hutbeye çevirmiş. “Vay efendim kişilerin yaşam tarzı üzerine nasıl böyle bir hutbe okunur” diye atışlara başladı. Ne var bu hutbenin içeriğinde? Yüzde 99’u Müslüman dediğimiz  bir toplumun fertleri kültürel yozlaşmaya karşı uyarılmış. Bir kamu hizmeti yapılmış. Böyle bir günde bu şekilde bir hutbe i’rad edilmeyecek de neden bahsedilecek? İstedikleri etliye-sütlüye karışmayan sadece öldüğümüz zaman bizi defnedecek bir din içeriği anlaşılan. Kusura bakmayın ama bu din -beğenseniz de beğenmeseniz de- insanın doğumundan ölümüne kadar hayatın her alanına karışan bir dindir. Daha turpun büyüğü heybede...ahiretinize de karışacak. Bu din iyiyi, güzeli...yapmamızı; kötü şeylerden kaçınmamızı ister. Sadece insanları  uyarır. Tercih, aklını kullananlarındır.  İster inanır, ister inanmaz. İnanmadıkları için asla onlara baskı uygulamaz. Bu ülkede milyonlarca insan yılbaşı vb geceleri kutlar, bir o kadarı da kutlamamak için hassasiyet gösterir. İsteyen kutlar, isteyen kutlamaz. Bu durumda Diyanet görevini ifa etmiş. Ne diyecekti yani? Kutlayın, din bu konuda ne karışır mı diyecekti? Şakaysa yaptığınız...bunu anlarım -hatta severim- ama  şimdi zamanı değil. Ciddi iseniz vahim bir durum. Allah akıl noksanlığı vermesin kimseye.

Kültürel yozlaşma maalesef iliklerimize  kadar işledi. Ne tam batılı olabildik ne de doğulu kalabildik. Bir TV programında rahmetli Rauf DENKTAŞ, bir seçim çalışmasında başından geçen bir anısını paylaşmıştı: “Seçim çalışması yaparken bir kahvehaneye uğradım. İçeride propagandamı yaptıktan sonra çıkışta 15-16 yaşlarında bir kız çocuğunu gördüm. Boynunda Hristiyanların sembolü  ‘haç’ işareti olan bir kolye dikkatimi çekti. ‘Kızım, bu boynundaki ne?’ dedim. ‘Haaç’ dedi. Ardından ‘Sen Müslüman değil misin’ dedim. Bu soruma cevap vermek için epey düşündü. Sonra ‘Galiba Müslümanım’ dedi.”

Şimdi burada suçlu kim? Daha hiçbir şeyin farkında olmayan bu çocuk mu? Yoksa ona dini ve kültürel değerlerimizi camide, okulda, hutbede anlatmayan bizlerde mi? Karar sizin. Suçluyu arayalım ama doğru yerde arayalım, birbirimize girmeden. Zira istedikleri iç karışıklık. Aklımızı kullanalım. Bilinçaltında sakladıklarımızı ortaya çıkarmayalım. Yoksa çok gülünç duruma düşeriz. 02/01/2017

04/01/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde