29 Kasım 2016 Salı

Patates mi kumpir mi?

Köydeki oturduğumuz evin önüne bir oda çıkılıyordu. Evde inşaat vardı anlayacağınız. Benim işim helik toplamaktı.

Bir gün babam elime para verdi. Hüseyin Dayına git, 3 kg kumpir, 4 kg da patlıcan al gel, çalışanlara yemek lazım dedi. Koca Hüseyin lakaplı Hüseyin Dayının dükkanı Büyük caminin yanında idi. Elime pazar çantasını aldım, şimdiki gençlerin yaya yürümediği yolu aşındırmaya  başladım hızlı hızlı. Giderken de alacağımı unutmayayım diye ara ara tekrarlıyorum içimden: 3 kg kumpir, 4 kg patlıcan şeklinde. 

Kendi kendime kumpir köylülerin söylediği bir kelime. Bunun yerine patates diyeyim dedim. Yine yolda tekrarlıyorum içimden: 3 kilo patates, 4 kilo patlıcan... O kadar tekrarladım ki sayısını bilmiyorum. Sular-seller gibi ezberlemiştim alacağımı. Nihayet dükkana girdim hış-mış: "Dayı, babamın selamı var. 3 kg kumpir, 4 kilo patates verecekmişsin" demişim. Şükür, unutmadan söyleyebilmiştim meramımı. 

Ben bekliyorum dayı tartıp verecek diye. Fakat dayı iskelet gibi bana bakıyor, üstelik tartmaya da başlamadı. O bana baktı, ben ona. Baktım hala bakıyor: Dayı işim acele dedim. "İşin acele olmaya acele de nasıl olacak bu şimdi" dedi. Dayı!  Dediğimi duymadın mı dedim. "Duymaya duydum da nasıl ve ne vereceğimi bilemedim: 3 kilo kumpir, 4 kilo patates...Bunun ikisi de aynı değil mi yeğenim" dedi. Evet, aynıydı. Nasıl becermiştim bunu. 

Sonunda 3 kilo kumpir, 4 kilo patlıcan dedim. O tartarken mahcubiyetten başımı yere eğdim. 

Pazar çantamda 3 kilo kumpir, 4 kilo patatesi, pardon patlıcanı taşıyarak  evin yolunu tuttum. 29.11.2016

Çocuğundan daha çocuk veliler

Rehber öğretmenler genelde konuşmalarına "Problem çocuk yoktur, problem anne ve baba vardır" diye başlarlar. Birçok veliyi görünce rehber öğretmenlerin sözlerindeki doğruluk payının yüksek olduğuna hak vermemek elde değil. Bazı anne ve babalar vardır, anlayışından, olaylara bakışını görünce sırtında taşıyasın gelir. Bazılarını da görünce bu anne ve babaya göre bu çocuk çok iyi diyorsun.

Anne ve baba vardır, olayları soğukkanlı bir şekilde değerlendirir. Nezaket ve efendiliğine derman yetmez. Bazıları vardır, öğretmene, idareye yol göstermeye çalışır, bazıları hep suçlama yoluna gider. Bazıları karşına çıkmaz, oturur bilgisayarın başına. İsminin açıklamasını istemeyecek şekilde 'Bilgi Edinme'ye şikayet eder okulu, öğretmeni ve yönetimi. Hızını alamazsa 'Alo 147'yi arar. Güya ismi belli olmadan meseleleri çözecek, karşı tarafa haddini bildirecek. Bazıları ise başlı başına bir sorundur, çocuğundan önce yangına körükle gider, kavgacıdır. Ne laftan anlar, ne de sözden. Ne 'dur'dan anlar, ne de 'git'den. Sorun yumağıdır başlı başına. Sadece çocuğunu merkeze alır. Onunla yatar onunla kalkar. Aklı sıra çocuğunu koruduğunu, çocuğu kendisi için vazgeçilmez olduğu imajını vermeye çalışır. Çocuğunun büyümüş şeklidir bunlar. Çocuğunun değerlendirmesiyle olayları ve kişileri değerlendirir. Tek taraflı sadece kendi çocuğunu dinler. Bundan sonra da göz hiç bir şeyi görmez. Öyle bir hışımla gelir ki önüne gelip geçeni yıkıp geçecek.

Sabahleyin bir öğretmen anlattı: Falan sınıfta bir öğrenciye bir zamanlar derste "Allah cezanı vermesin" demişim. Çocuk teneffüste hemen annesini arar, durumu anlatır. Ardından annesi telefonla beni aradı. Burnumdan getirdi: "Nasıl çocuğuma böyle bir şeyi söylersin. Bu söz karşılığında nerede ise bir doğum daha yapacaktım..." şeklinde saymış dökmüş.
***
Yine bir öğretmen: Çocuğu yanımda iken annesiyle birlikte çocuğun dersleri hakkında konuşuyoruz. Öğrencinin eli cebinde idi. Elimi cebine götürerek eline hafifçe vurarak çıkar elini cebinden. bak karşında annen ve öğretmenin var dedim. Çocuk çıkardı. Biraz daha konuştuk, sonra ayrıldık. ben ayrılıp derse gittikten sonra kadıncağız  okul idaresinin yanına vararak: "Gözümün önünde çocuğumu bir vurdu, feleğimi şaşırdım. benim karşımda çocuğuma nasıl vurur" şeklinde iki gözü iki çeşme dert yanar okul yönetimine. Bir kaç saat sonra çocuğun teyzesi okulu arar: "Falan öğrencinin teyzesiyim, bu öğretmen benim yeğenime nasıl böyle bir muamele yapar" diye saymış dökmüş. Öğretmen bu durumu anlatınca 10-15 dinleyici içerisinden bir kaç öğretmen: "Teyzesi ne karışır" diye hayretlerini ifade edince fırsatı değerlendirmez miyim: "Anne yarısı" dedim. Gülüştük. Öğretmen daha sonra elini cebinden çıkarttığı öğrenciyi çağırır: yavrum ben seni dövdüm mü diye sorar. Çocuk: "Yok hocam! Ne dövmesi? Siz bana bir şey yapmadınız. Sadece elimi cebimden çıkarttınız" cevabı verir.
***
Adana'da çalışırken sınıfımdan bir veli geldi: Hoş geldin, hayırdır" dedim. "Biyoloji öğretmenini göreceğim, çocuğuma salak demiş, nerede gördü salaklığını diye soracağım" dedi. Nasıl salak demiş dedim. "Öğretmen yapacağı sınavı, okulun voleybol maçından dolayı bir kaç defa ertelemiş, herkesin tam olduğu zaman yapayım diye. Çocuklar da bir kaç defa hocam sınavı yapamadık, ne zaman yapacağız diye sormuşlar. Öğretmen de, bir kaç salak yüzünden yapamıyoruz demiş, işte bunu soracağım kendisine" dedi. Öğretmen şimdi yok, istersen sonra gel dedim, ayrıldım yanından.

Suç tek taraflı demiyorum. tamamen veli suçlu iddiam falan yok. Fakat insanın olduğu yerde zaman zaman maksadı aşan sözler söylenebilir, farklı tepkiler verilebilir. Ama her olayda "Öküzün altında buzağı aramak" çok doğru bir hareket değildir. Çocuğun her şeyi aktarması da doğru değil, velinin de tepki verip okula hesap sormaya gelmesi de doğru değil. Aşırı korumacılık diyorum ben buna. Bu şekilde davranmakla çocuğumuza kötülük yaptığımızın farkına varırız ama sanırım biraz geç olacak. Pekala veli, çocuğundan dinlediği bir olayı daha sonra çocuğunun haberi yok iken öğretmen ile görüşebilir, aslını astarını öğrenebilir, duyarlılığını hissettirebilir. Çocuğu anlatır anlatmaz soluğu okulda alan veli yangına körükle gider ancak. Ailesinin bu tavrını gören çocuk her olayı ailesine tek taraflı anlatmaya devam eder. Öğretmenin üzerine ailesini sürer.

Çocuğumuzu korumak güzel bir şey, ama korumacılıktan kaçınalım. Zira çocuk sırtımızdan inmez hiç, büyüse de... 29/11/2016

Trafik Dilimiz ve Bayanlar

Hangi yolu denersek deneyelim, ne kadar çaba ve gayret sarf edersek edelim, bir türlü bir yabancı dil öğrenemiyoruz. Ama yabancılarda olmayan bir dilimiz daha var: Trafik dili. 

Kimsenin anlaşamadığı kadar anlaşırız biz arabadan arabaya. İster karşımızda olsun, ister yanımızda, isterse arkamızda olsun. Kah selektör yaparak, kah korna çalarak, kah el-kol işareti yaparak... Meramımızı anlatmada bir numarayız desem herhalde abartmış olmam. 

Selektör sanki bizim için icat edilmiş. Trafiğini engellemediğin biri sana selektör yapıyorsa sana kopya veriyordur mutlaka. Tedbirli git, ileride trafik polisi veya radar var demek istiyor. Ardından selektör yapıyorsa yol ver demek istiyor, burun buruna geldiğin zaman selektör yapıyorsa burada iki durum var: Ya ben geçeceğim sen dur demek ister ya da haydi buyur sen geç demek ister. Bunu da sürücüler az bir tereddütten sonra çözerler. bazen de selamlaşma olarak kullanılır. Sen ona selektör yaparsın o da sana.

İlk araba sürmeye başladığım zamanlarda bölünmüş yoldan biri bana selektör yaptı. Çocuklarım bana "Baba ne demek istiyor" dedi. Ben de selam verdi dedim. Baba "Tanıyor musun" dediler. Hayır tanımıyorum. "Pekiyi o zaman niye selam verdi" diye sorduklarında beni sevinsin diye verdi demiştim. Biraz daha yol aldıktan sonra yolda trafik polisinin yol kontrolü yaptığını gördüm. O zaman anladım ki adam bana kopya vermiş. Bu kadar da yardımseveriz anlaşılan.

Araç trafiği dendi mi bizde genelde erkek sürücü akla gelir, tek tük bayanlar da sürücü olarak karşımıza çıkmaya başlamıştı bir zamanlar. Sağdan sağdan yavaş yavaş gidenler, zaman zaman yolun solundan gidip arkasındakine yol vermeyenler, ışıkta araçlar kalkacağı zaman arabasını stop ettirenler, yol ver diyenlere hiç aldırış etmeyen birini gördüm mü mutlaka bayan derdim daha içindekini görmeden. Yaklaşınca yanılmadığımı anlarım. Erkekler yol verme veya bir trafik kuralını ihmal etmede genelde atışırken bayanlar hiç istifini bozmadan sadece aracıyla ilgilenirlerdi. Bayanlar için kaza yapmazlar fakat kazaya sebep olurlar bile denir.

Son yıllarda bayan araç sürücü sayısı da epey arttı. Hatta bazı yollarda araçlara bir göz atınca bayan sürücülerin erkek sürücü sayısını geçtiği de olur bazı saatlerde. 

Az önce evin mutfak ihtiyacını gidermek için markete uğradım. Gelirken ışığa doğru yaklaşırken biri korna çaldı. Bakmadım. Sonra tekrar çaldı yine bakmadım. Üçüncü defa çalınca herhalde bir tanıdık dedim ışık dolayısıyla duran araçlara bir göz attım. El-kol sallayan da yok. O zaman tanıdık değil bu korna çalan dedim. Yeşil yanınca harekete hazırlanan araçların arasında arkalı önlü iki araç birbirine korna çalmaya başladılar. Bir, biri çalıyor, ardından diğeri. mesele anlaşıldı dedim. İki kişi tıpkı halk ozanlarının atışı gibi atışıyorlar. Kim bu saatte bu birbirini taciz eden şanslı kişiler diye bir göz attım. Üstüme iyilik sağlık! ikisi de bayan. Trafikte görmeye hiç alışık olmadığım sürücü tipleri bunlar. İki bayan korna çalarak birbirini taciz etmeye devam ettiler. Önden geçen yanımdan geçti, ardındaki bayan sürücü de hem korna çalmaya devam etti. Hem de hiç görmeye alışık olmadığım şekilde ağzından bir şeyler saydırıyordu. Havanın soğuk olması dolayısıyla cam kapalı olduğu için ne dediğini anlayamadım ama öndekinin hayrına bir şeyler söylemediği belli idi. Sağ tarafa döndükten sonra uygun yere çekip kozlarını paylaşırlar mı dedim. Birbirine korna çalarak devam edip gittiler yollarına.

Bu gidişle trafikte erkeklerin sebep olup birbiriyle sürtüşmeye girdiği durumlar bundan sonra bayanlarda da daha sık görüleceğe benziyor. Ne çabuk benzetmişiz kendimize bayanları da. Allah hayrınızı versin bayanlar emi! Nerede kaldı o sizin sakinliğiniz. Çekmeseniz ölürdünüz değil mi? 

Burada erkeklerin hakkını yemeyelim. Ustası kim onların? Değil mi? 29/11/2016

Ön yargılardan kurtulabilmek

Bazılarının kafasında öyle bir ön yargı oluşmuş ki, böylelerini ne ikna edebilir, ne de değiştirebilirsin, kafasının ve beyninin içine girip bu organlarını kırsanız, yerine yeni kafa ve beyin taksanız oluşturduğu algıları değiştiremezsiniz. Çünkü vücudunun her bir yerine sirayet etmiştir bu hastalık. Atomu parçalarsın ama bu illeti tedavi edemezsin.

Kafasında oluşturduğu bu algıdan kurtulmanın tek yolu, bu tiplerin kendisini dinlemesi ve öz eleştiri yapmasıdır. Yalnız başına kaldığı zaman "Kafamda oluşturduğum bu fikirler doğru mu, savunduğum fikirlerden başka doğru fikir var mı, ben olaylara hangi açıdan bakıyorum, başkası nasıl bakıyor" şeklinde beyin jimnastiği yapması gerekiyor. Olaylara ve kişilere pozitif yaklaşmayı denese aslında her şeyde bir mantık ve çıkış yolu bulabilecektir.

Hep olumsuz bakınca ne kendisine ışık verir ne de çevresine. Müzmin muhaliftir böyleleri. Kendi düşüncesi hakim olmayınca herkesi, her şeyi eleştirir durmadan. Kompleks halinden bir türlü kurtulamaz. İyi bir olayın aksayan yönünü görür görmez, hemen dalar, ben demiştim diye. Asla bardağın dolu tarafından bakmaz. Kendisini destekleyen bir iki kişi de olursa yanında mangalda kül bırakmaz. Her şeye karşı çıktığı için yanılma şansı da olmaz. Hep harcıdır.

Biraz somutlaştıralım isterseniz. Türkiye'de 4 yılda bir seçim olur, nice hükümetler gelip geçmiştir. Her bir iktidarın iyi yaptığı, kötü yaptığı ya da beceremedikleri olur. Oy verse de vermese de asl olan hükümetin iyi yaptığını tasvip, kötü yaptığını eleştirmesi gerekirken her yönüyle eleştiri bombardımanına tutar. Oy vermek ayrı bir şey. İnsan istediği siyasi partiye oy verebilir. Önemli olan doğrusuna doğru, yanlışına yanlış diyebilmektir. Bizimkisi ya körü körüne her yönüyle desteklemek ya da her yönüyle karşı çıkmaktan ibarettir.

Böylelerini ikna etmek için uğraşmak beyhude çabadır. Sadece onlara "Sana göre dünyada senden başka iyi insan var mı" demek lazım. 29.11.2016


28 Kasım 2016 Pazartesi

Batı'nın maskesi düştü

Medeniyetin beşiği olarak tanıttılar kendilerini. Demokrasi ve insan hakları, ilerlemişlik, bilim ve teknoloji onlardaydı. Terör örgütlerine karşı mücadele ettiklerini göstermeye çalıştılar. Güya bir zamanlar PKK'yı terör örgütü kapsamına aldılar. Nasıl almaysa. PKK, Avrupa'da istediği gibi cirit attı bu güne kadar. TV'leri bile vardı. Özdemir Sabancı'nın katili olan  Fehriye ERDAL'a bu güne kadar ne yaptıklarını anlayan varsa beri gelsin. PKK burunlarının dibinde istediği gibi çalışma, propaganda yaptı, örgüt adına para topladı. En azılı teröristleri ellerini kollarını sağlayarak dolaştı güpegündüz. 

PKK'lı teröristleri saldığı yetmediği gibi şimdi de terör örgütleri kapsamından çıkarmaya çalışıyor Batı. Gerekçe de PKK'nın, DAİŞ ile mücadele ettiği. Biliyorduk gerçek yüzünü de bu kadar gemi azıya alabileceklerini, bu kadar alçalabileceklerini de görmüş olduk. Allah uzun ömür verirse daha ne pisliklerine şahit olacağız. Lügatımızda bir zamanlar 'Vahşi Batı' vardı, bir ara unutmuştuk. yeniden hatırlattıkları için ne kadar teşekkür etsek azdır kendilerine.

Kendi ellerinizle destek verip beslediğiniz PKK'yı bu güne kadar terör kapsamında tutmanız bile hataydı. Geç bile kaldınız. Zaten bu güne kadar bu örgütün karşısında gibi pozisyon alıp hep el altından desteklediniz. Güneydoğu'da bu güne kadar akan kanın müsebbibi sizdiniz zaten. PKK'yı terör örgütü kapsamından çıkararak ikili oynamaktan kurtulacaksınız böylece. Alın yanınıza PKK'yı topunuz birden gelin. PKK'ya silah vererek barış havarisi görüntüsü vermek yakışmıyordu zaten size. Zaten  medenilik kim siz, siz kim? Siz değil miydiniz Ortaçağ'da birbirinizi boğazlayan, yıllar yılı savaşan. Siz değil miydiniz 'Haçlı Seferleri' vasıtasıyla bir araya gelip bize saldıran. Çıkarın artık yüzünüzdeki maskenizi. Alın elinize yeniden silahlarınızı. Gerçek yüzünüzü gösterin artık. Güneydoğu'dan saldırmayı bırakın. Bakın başarılı olamıyorsunuz. İsterseniz biraz daha farklı yerlerden saldırıya geçin. Mesela, Çanakkale'ye ne dersiniz. Yeniden karşılaşabiliriz oradan...

Aslında suç yine sizde değil. Asıl suç 'Tanzimat Fermanı' ile başlayan bizdeki batı hayranlığı, batı aşıklığı, pardon batı uşaklığında. Sizin uşaklığınızı yapmak isteyenlerin devri sona erdi. Bu millet onları tarihin çöplüğüne gönderdi. Zaten uşaklık da yaraşmazdı bu millete. Millet kendi oldu şimdi. Sizi esas üzen de bu sanırım. Buradan size ekmek yok artık. Bence aklınızı başınıza almanızda fayda vardır. Battıkça batıyorsunuz. Biz ise yeniden doğuyoruz. 28/11/2016



Nesil ardından gelir. Yeter ki samimiyet görsün...

Sevgi, samimiyetin verilmediği bir yerde istenen neslin yetişmesi çok zor. Çaba sarf eden arkadaşlarımızın sayısı çoktur. Ama yeterli değildir. Herkese örnek olabilecek bir neslin yetişmesi için uzmanların gerçekten kafa yorması gerek. Bir defa sevgisini vermediğimiz nesil de bizim değildir, din de. Din eğitiminde görev alabilecek, bu okullarda görev yapan kişilerin iyi bir iletişim diline sahip olması, öğrencinin dilinden anlaması gerekir. Bu okullarda görev yapacak arkadaşlar öncelikle diğer okullarda görev yapmalıdır ki buraya gelen çocukların değerini bilsin. Çocuğun psikolojisini bilmeden bir yere varılamaz. Öğrenci, öğretmenindeki samimiyeti görsün, inanın canını verir onun için. İHL'lerde adam adama markaj dönemi başlatılmalıdır. Cami cemaatine hitap eder şekilde vaaz kültüründen kaçınılmalıdır. Her bir bireye önemli olduğu hissi verilmelidir.

Polisiye tedbirlerden, kızmaktan, bağırmaktan ve dövmekten, bastırmaktan öte, yeni bir şeyler söylemek lazım bu nesle.

2 sene önce İHL müdürü ve müdür başyardımcılarının çağrıldığı bir toplantıya katıldım. İlden gelen bir müdür yardımcısı: "Arkadaşlar! Okullarda, özellikle yüz yüze açık lise eğitiminin yapıldığı okullarda kız-erkek ilişkileri had safhaya ulaştı. Bunun için açık lise eğitiminde okulları ayırmak istiyoruz, ne dersiniz" diye görüş sordu. Katılanlar sıra ile: "Çok iyi olur, ayrılması lazım" dediler. Tam bana sıra gelince "İlave edeceğin bir şey var mı" dedi. Hocam bir şey demedim ki, ilave edeyim, istemiyorsanız konuşmayayım" dedim. "Buyur, konuş" dedi. Kız-erkek ayrılırsa ayrılsın, o sizin tasarrufunuzdur, fakat binayı ayırmak tek başına yeterli değildir. Şimdi cep telefonu, sanal alem vb iletişim araçları var. Görüşmek isteyen gider okul ortamı dışında buluşur. Dağda evliya yetiştirmekten ziyade şehirde kendisini koruyabilecek şekilde çocuklara rehberlik yapılabilmeli, hatta bunun için koçluk sistemi diye bilinen danışman öğretmenlik sistemi oluşturulabilir, oluşturulabilecek fonla gerekirse öğrencinin midesine hitap edilmeli ilk önce. Öğrenci denetimli serbestlik içerisinde olmalı...şeklinde açıklama yapmaya çalıştım. İlgili müdür yardımcısı bana: "Ha sen, karma eğitimi savunuyorsun" dedi. Bu kadar konuşmamdan bu anlamı nereden çıkardı bilemedim. Ben de evet, öyle dedim, sözümü bitirdim... 20/11/2016

Din, samimiyettir her şeyden önce

"Din nasihattir" der bir hadisinde Peygamberimiz. Biz genelde nasihati 'öğüt verme' anlamında alırız. Halbuki nasihat, samimiyet demektir. Kur'an'da geçen 'nasuh tevbe' ile aynı anlama gelir. 'Öğütçü, öğüt veren" anlamına geldiği gibi 'temiz, saf' anlamı da vardır. İkinci anlamıyla aldığımız zaman hadis: "Din samimiyettir" anlamına da gelir.

Bir başka hadiste peygamberimiz: "Yapılan amel ve fiillerin niyetlere göre" olduğunu ifade eder. "Allah öbür dünyada bizim etimize ve kanımıza bakmayacak, takvamız, samimiyetimiz, niyetimiz ulaşacak ona." Bu dünyada çektiklerimiz belki de samimiyet eksikliğindendir. Bu konuda bir kaç fıkra paylaşmak istiyorum sizlere.
***
Küçük kasabanın birinde, bir caminin tam karşısında arazisi olan adam,
arazisi üzerine bir genelev inşa etmeye başlamış. İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler, ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl bir iş yeri açacağına da yasal olarak karşı çıkamamışlar. Tüm cemaatin tek yapabildiği şey, imamın öncülüğünde bu genelev için hergün beddua etmekten öteye geçememiş.

İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu genelev yerle bir olmuş. Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek görmemişler, ancak genelev sahibi adam, cami imamının ve cemaatin direk veya indirek olarak bu hasardan sorumlu oldukları iddiası ile camiye karşı tazminat davası açmış.

Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi
bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler, bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler.
Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkemeye günü geldiğinde hakim dosyayı
dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp:
"Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum," demiş.
....Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var.
Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir genelev sahibi,
diğeri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam ve cemaati...!"
***
Erzurumlular kurban kesiyorlar bunu gören Ermeni'nin biri arkadaşına:
-Ben de kurban kesmek istiyorum, der.
-Olur mu saçmala sen Müslüman değilsin, kurbanı niye keseceksin ki, diye karşı çıkar arkadaşı.
Tabi Ermeni kararlı, gidip bir inek satın alır ve eline bıçağı alıp ineğin başına gelir. Elindeki bıçakla ineği ve kendini kan revan içinde bırakır ama bir türlü ineğin canı çıkmaz. Bunun üzerine Ermeni'nin arkadaşı yanına gelip
-Ya bu kadar işkence çekeceğine git şu karşıdaki Müslüman kahvesine, bir tanesinden rica et gelip kessin, der. Ermeni elinde bıçak üstü başı kan içinde kahveye girer:
- Aranızda Müslüman var mı? der.
Kahve halkından biri korkudan ''Müslüman burada ne arar sen camiye git Müslümanlar orada'' der.
Adam camiye gelir elinde bıçakla içeri girip
-Aranızda Müslüman var mı? der.
Cemaatte ses yok. Sonunda yaşlı bir adam dayanamaz ve ''Ben Müslümanım'' der.Yaşlı adamla Ermeni dışarı çıkarlar.
-Amca ben bu ineği kurban etmek istiyorum ama bir türlü beceremedim, der.
Yaşlı adam ineği keser ama çok yorulmuştur Ermeni'ye ''Oğlum ben çok yoruldum, derisini de başkası yüzsün.'' der.
Ermeni elinde bıçak üstü başı kan içinde camiye gider ve
-Aranızda başka Müslüman var mı? der.
Cemaat, Ermeni'nin yaşlı adamı kestiğini düşünür ve arkası dönük olan hocayı göstererek
-Aramızda en Müslüman imam, derler.
Ermeni, hocanın karşısına dikilir ve
- Buruda tek Müslüman sensin herhalde? der.
Hoca kanlı bıçağa bakar ve
- Şurada iki rekat namaz kıldırdık diye hemen Müslüman mı olduk, der.
*** 
Fakirlere acıyan ve onlara yardım etmek için elinden geleni yapan bilge, bir gün sabahını fakirlere daha fazla yardım etmesi için dua etti.

Eve döndüğünde eşi sordu: “Nasıl duan kabul olundu mu?”
           
Bilge dudaklarında ince bir gülümsemeyle cevap verdi: “Yarı yarıya.”

Karısı şaşırdı ve bunun ne anlama geldiğini sordu. Bilgenin karşılığı şöyle oldu:

“Fakirler, yardım almayı kabul ettiler...” 28/11/2016