13 Kasım 2016 Pazar

Öğrenci ve burs*

"Hayırlı geceler abi, odunumuz bitti. Çok üşüdük, 4 tane odun aldık. Hakkını helal et, öğrenciyiz." yazılı bu  not Kastamonu’nun Taşköprü ilçesindeki bir caminin odunluğuna bırakılmış ve 13/11/2016 tarihli görsel ve yazılı medyada haber olarak yer aldı. Anlaşılan yüksek okulda okuyan  üniversite öğrencileri olsa gerek bu notu bırakanlar. Üniversite öğrencileri  genelde ilk yıl kendilerine yurt çıkmış ise orada kalır, yurtta edindikleri birkaç arkadaşla birlikte ikinci dönem ya da ertesi yıl eve çıkarlar. Sanırım bu gençler de  evde kalan türünden.

Gurbette okumak, maddi imkanları kıt olan öğrenciler için daha bir zordur gerçekten. Bu gençler bıraktıkları notla Türkiye gündemine geldiler. Dört odunla sabahı bile geçiremezler. Evin soğuğu biraz kırılır o kadar. Ya ertesi günler bu gençler ne yapacaklar? Haydi yakacak bir şekilde temin edildi diyelim. Ya diğer giderleri ne olacak? Kira parası, yiyecek, içecek, elektrik, su harcamaları var daha geride. Herhangi bir yerden odun-kömür alamadan geceyi soğuk bir ortamda yorgan veya battaniyesine sarılarak geçiren daha nice gençlerimizin  türlü türlü hikayeleri vardır kim bilir? 

Gençlerimizin bazılarının maddi açıdan imkanları iyi olabilir ama bu ülke insanının okuyanlarının ekseriyeti maddi imkanlardan yoksun maalesef. Ailesinin saçını süpürge ederek gönderdiği harçlığı kıt kanaat, ucu ucuna denk getirmeye çalışır çoğu. Hatta bazıları okuldan arta kalan diğer zamanlarında part time çalışırlar bile. Kimi de okuyamayıp bırakır gider. Kimi okuyabilmek için bazı vakıf ve derneklerin şemsiyesine girer. Evinde, yurdunda kaldığı gruba karşı hayat boyu minnet borcu duyarak yaşamaya devam eder. Kimi gönüllüsü olur bir müddet sonra. Kimi de içine sinmese de gördüğü iyilik karşısında boynunu büker. FETÖ ve PKK'nın bu şekilde kendisine eleman yetiştirdiği kişilerin sayısı az değildir. Değerlendirmemi abartılı bulanlar için Ömer Seyfettin'in 'Diyet' isimli hikayesini hatırlatmak isterim...Nasrettin Hoca'ya biri ıslanmasın diye şemsiyesini vermiştir. Şemsiyeden dolayı yağmurdan ıslanmaz ıslanmaya. Ama şemsiyeyi veren her gördüğünde hocanın başına kakar, olayı hatırlatırmış: "Hocam o gün benim şemsiyem olmasaydı, senin halin nice olurdu" diye. Bir, iki, üç...beş derken hoca dayanamaz. Elbisesi ile birlikte havuza atlar: "İşte böyle olurdum, tamam mı" der.

Her kıt kanaat okuyanlar kötü niyetli grupların eline düşer anlamı çıkmasın dediklerimden. Ya da her vakıf, dernek öğrencilere yaptığı iyiliği durmadan başa kakar anlaşılmasın. Her vakfı, her derneği, her camiayı kasdetmesem de maalesef geneli, yaptığı iyiliğin karşılığı olarak bir ömür boyu kendisine hizmet beklemektedir.

Öğrencilerin, özellikle gurbette okuyan üniversite öğrencilerinin bazı kötü niyetli grupların eline düşmemesi için devlet KYK vasıtasıyla burs ve kredi vermektedir. Eskiye oranla verilen burs-kredi yaraya merhem olmaktadır. Yeterli mi? Değil maalesef. Bunun yanında vakıf ve dernekler, STK'lar, firmalar, kişiler vs öğrencilere burs vermektedir. Öğrencinin bu şekilde desteklenmesi takdire şayan gerçekten. Yerine ve hedefine varan en güzel sadakadır bu. Bizim insanımız veriyor. Allah hayırlarını kabul etsin. Fakat devletin dışında verilen bursların dengeli bir şekilde dağıtıldığı kanaatinde değilim. 

Bana günümüzde yapılabilecek en iyi hayır nedir dense hiç tereddütsüz üniversite öğrencilerine burs vermek derim. Ayette zekat verilmesi gereken sekiz sınıftan olan "ve'bnis-sebil" yani 'yolcular' sınıfına öğrencilerin de girdiğini düşünüyorum. Yukarıda dedim ya verilen burslar dengeli değil diye. Bazı öğrenciler vardır 5-6 yerden burs alır, bazıları ise ailesinden gelen ve devletten aldığıyla yetinir. Tıpkı sermayenin belirli ellerde dolaştığı gibi bazıları burs ile ihya olurken diğerleri de havasını alıyor. Hatta bildiğim biri, öğrenci iken aldığı burslardan dolayı okuduğu ilde bir arsa aldığını söylemişti bana. 

Okuyan öğrencilerin kötü niyetli kimse ve grupların eline düşmemesi için iyi bir arazi çalışması yapılmalı, vakıf ve derneklerden burs verenler bir araya gelerek ortak bir burs fonu oluşturup burs verme kriterleri belirlemelidir. Burs verilen öğrenci, aldığı burstan dolayı asla minnet duygusu hissetmemeli ve çekmemelidir. İsteyene burs vermekten ziyade isteyemeyen ihtiyaç sahibi  kişilerin tespit edilmesi sağlanmalıdır. Devlet dışındaki burs verenler bir araya gelemez, herkes kendi seçtiğine verir deniyorsa devlet, verdiği kredi miktarını kredi alacak kişinin istediği miktara çıkarabilir. Nasılsa kredi geri ödemelidir. Borç yiyen kendi kesesinden yer. Birilerinin tuzağına düşmektense bu yöntem uygulanabilir. Ayrıca devlet 657'ye tabi personeli için yaptığı çocuk yardımını yeniden gözden geçirmelidir. Bildiğim kadarıyla devlet, 0-6 yaşındaki çocuğu katlamalı çocuk yardımı yaparken 7 yaşından sonra ise sembolik bir yardım yapmaktadır. Halbuki esas masraf çocuk büyüdükçe artmaktadır. Bütün  mesele sadece bez ve mama değildir... 

Serdettiğim önerilerimin uygulama imkanı olmayabilir. Ne öneride bulunulursa bulunulsun ama mutlaka gençlerimizin ekonomik sıkıntıdan dolayı yakın zamanda gördüğümüz hala yaralarını saramadığımız durumlarla karşılaşmamaları  için uygulanabilir çözümler ortaya konmalıdır. Malumunuz tabiat boşluk kabul etmez. Yoksa daha çok ağlarız... 13/11/2016


30/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Eceline susayan cami duvarına işer *

Haydi polisle sorunları var,  pusu kurup öldürme yoluna gidiyorlar.  Askerle sorunları var, yok etmek istiyorlar.  Çünkü polis-asker; astıklarını astık, kestikleri kestik imkanı vermedikleri için ayak bağıdırlar. Onları kalleşçe öldürmezlerse   gün yüzü göremeyecekler. Polisi ve askeri öldürmelerinin de bir anlamı yok ya. Haydi bu durumun bir izahı var diyelim.

Kaymakamdan  ne isterler bu kalleş katiller sürüsü. İlçenin başta güvenlik olmak üzere tüm sorunlarını çözmek için kendisini seferber eden devletin ilçedeki en yüksek mülki amiri. Kapısında doğru dürüst güvenliği bile olmaz. Elinde,  belinde silahı yok. Akşama kadar kapısı sonuna kadar vatandaşa açık.  Dert dinler durmadan,  şikayetleri not eder. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (Fak Fuk Fon) vasıtasıyla ilçedeki ihtiyaç sahiplerinin odun,  kömür,  yiyecek,  içecek, sağlık,  barınma vs her türlü ihtiyacını gidermek için gecesini gündüzüne katan bu insandan ne isterler? Anlamak zor gerçekten. Bir yerde kendisine silah doğrultulması gereken en son kişi olması gerekir bu fedakar insanların. Zor şartlarda devleti temsil eden bu insanı öldürenin olsa olsa kendisiyle sorunu olur. Kendi kavgasını masumda arama psikolojisidir bu. Hele şimdilerde bir yerin mülki amirleri, devletin şefkat yönünü gösteren babacan kişilerdir. Eskilerde kaldı halka kan kusturan, devletin soğuk yüzünü temsil eden yöneticiler. Güney Doğu’da devletin şefkat damarını gösteren yöneticilerini gördüler mi adamlar kırmızı görmüş boğa gibi oluveriyorlar hemen. Yok edilmeli ki; halka baskı gelsin, baskı geldikçe, “Bakın devlet size kan kusturuyor” edebiyatı yapabilsinler. Devletin imkanlarını halka seferber eden bu kişiler yok edilmeli ki kendi kötü emellerine hizmet edecek avane ve sempatizanları olsun her daim. Böyle yapmazlarsa yaşadıkları bölgede ekmek yok kendilerine. Diyarbakır emniyetinde farklı bir emniyet müdür profili çizen, kısa zamanda halkın gönlünde taht kuran Gaffar OKKAN nasıl yok edildiyse böyle kaymakamlar da yaşamamalıydı aralarında.

Ömrün yarısı denen 35’inde kıydılar maalesef. Birileri o bölgemizde maalesef huzur ve barış istemiyor. Sürekli kandan besleniyorlar. Halka iyilikten başka bir şey düşünmeyen bu insanı öldürmek için insanın aklından zoru olmalı, vicdan denen duygusu olmamalı, fıtratı bozulmuş olmalı böyle satılık, kiralık, kancık katillerin. Haydi ülkede huzur istemeyenler ilçedeki devletin en yüksek mülki amirini öldürerek devlete meydan okumak istediler diyelim. Kötü, kötüdür. Mutlaka kötülüğünü yapacak, meşrebini ortaya koyacak...Peki bu adamlar kaymakamın odasına kadar girip masasının altına bombayı nasıl koydular? Odasına nasıl girdiler? Demek ki içeriden destek gördüler. İçeride işbirlikçileri var. Kim bilir içerideki haine kaymakam ne iyiliklerde bulunmuş, ne sorununu çözmüştür. Haydi dışarıdaki terörist kaymakamı tanımıyor. İçerideki adam amiriyle kaç defa yüz yüze gelmiştir, oturup kalkmıştır. Beraber çay ve kahve içmişlerdir. İnsan olan, beraber çalıştığı mesai arkadaşının öldürülmesi uğruna bir başkasına nasıl yardım ve yataklık yapabilir? İnsanda biraz mide olmalı. Kaymakamlık dediğin yerde yüzlerce insan çalışmaz ki, çalışanın sayısı bir elin parmaklarını geçmez.  Gerçi benim ki de laf yani. Hain için ihanetin sınırı olamaz. Hala öğrenemedim gitti. Adamlar devletin en tepesindeki kişinin yaveri olacak şekilde kendilerini gizleyerek merdivenleri tırmanmış ya da tırmandırılmış, kaymakamlıkta mı olmayacak?

Ülkemizin gücünü beğenir ya da beğenmezsiniz. Ama bir hakkı teslim edelim. Bu kadar haini içinde barındıran bir devlet hala ayakta ise bu devlet dünyanın en güçlü devletidir. Hiçbir devlet bizimle bu konuda boy ölçüşemez.

Yazıklar olsun kandan beslenen hainlere! Bunlarla aynı ülkede yaşamaktan, aynı familyadan olmaktan utanç duyuyorum. İnsan bu kadar alçalamaz. Bu kadar kendini satamaz. Aklını kullanmamazlık edemez. İnsan olan; havasını teneffüs ettiği, ekmeğini yediği kaba pislemez. Bunlar, insanlıktan nasibini almamış, insan görünümlü heyula yaratıklardır maalesef.

Kaymakamım sen rahat uyu! Fedailerin o bölgeyi dar edecek onlara. Rabbim sana merhamet etsin! Sen şehadet şerbetini içerek kurtulup gittin, en yüce makamdaki yerini aldın. Ya biz ne yapacağız?  Eceline susadığı için cami duvarına işeyen  bu beyinsizlerle yaşamaya devam edeceğiz  maalesef... istesek de istemesek de. Buna yaşama denirse eğer... 13/11/2016


Not: Derik Kaymakamı Muhammed Fatih SAFİTÜRK'ün anısına kaleme alınmıştır.

* 16/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


12 Kasım 2016 Cumartesi

Bilgi mi öncelikli, davranış mı?

Her birimiz iyiliği, hizmeti başkasından bekliyor nedense. Kendimizin doğru olması için çaba sarf etmekten ziyade dünyanın doğru olmasını bekliyoruz. Her birimiz dünyayı kendimize doğru yontuyoruz. Nasıl dünyadan faydalanabiliriz, kendimize hizmet ettiririz diye. Bunun için dünyayı zindan eder, yaşanmaz kılarız.

Dünyada bir katma değer üretsin, farkındalık oluştursun diye gönderilen insanoğlu genel itibariyle birbirinin kopyasıdır. Yok aslında birbirinden farkı. Mademki birbirimizin kopyası olacağız? Bu kadar birbirinin aynı olan kopya insanlar fazlalık olmuyor mu? Dünyayı boşu boşuna işgal ve kalabalık etmiyor muyuz? Adaletsizliğin, haksızlığın, kan ve göz yaşının kol gezdiği bu dünyada dünyaya adalet dağıtan, doğruluğu transfer eden, hakça bölüşmeyi mesele edinen, kan ve göz yaşını dindirecek yeni şeyler söylemek gerekiyor. Bunun için ne yapmak lazım? Bu konuda üzerimize düşen nedir sorularına cevap aramak gerek. 

Dünyanın bir bireyi olan bizler  çok kazanmak için sarf etmekten ziyade insanlığa iz bırakacak  insani değerlerin oluşması için çaba sarf etmemiz gerekiyor. Bunun için işe ilk önce eğitimi adam ederek başlamalıyız. Eğitim sistemimize giren herkesi mezun etmekten ziyade öyle bir sistem kurmalıyız ki sistem adam mezun etsin. İyi bir işe sahip olmak kaygısı ve menfaatiyle okunan eğitim sisteminden hayır gelmez. Belki de bu günkü çekilen sıkıntının temelinde bu yatıyor. Bu eğitim sisteminde en iyisi olmak için çaba sarf edip sonunda imkanları en iyi yerde iş bulmak suretiyle okumadaki amacımız gerçekleşmiş oluyor. Çalıştığımız yeri kendimize hizmet eder duruma getirmek, kendimizi orada garantiye almaktan ziyade çalıştığımız yerde insanlığa faydalı bir katma değer üretmenin yollarını mutlaka aramalıyız. Yoksa menfaat ilişkisine bağlı okumadan biz çok çekeceğiz. Şimdi bu asırda yaşayan ebeveynler ve okuyanlar, okuma ve çalışma mantalitesini düzeltmeden dünya düzelemez. Dünyaya da bir şey veremeyiz, almaktan başka. Bugünkü eğitim sisteminde sadece bilgiye dayalı, bilgiyi ölçen anlayıştan davranışı ölçen bir sistem geliştirmeliyiz. Bilgimiz değil, davranışımız geçer veya kalır not almalıdır. Bilgi öğrenme ve bilgiye ulaşmada sorun yok bugün. Bilgi yüklü hamalız bugün hepimiz. Sorun davranışlarımızdadır. Davranışlar düzelsin, inanın arkası gelir hemen. Bugün cehaleti değil, bilginin aymazlığını yaşıyoruz. Kimse çocuğumun davranışları nasıldır diye sormuyor bugün. Kaç net yaptı, bu netlerle nereye gidebilir, niçin öğrenemedi..vs bakış açısı toplum olarak ne istediğimizin ip uçlarını vermektedir.

Dünyada bir takım insanlar daha fazla kazanmak için yeni icatlar ortaya koysun. Biz de insanlığa hizmet edecek yeni şeyleri keşfetmek için çaba sarf edelim etmesine. Bir taraftan yeniliklere imza atmak için çabalarken diğer taraftan dünyanın ve bizim en fazla ihtiyaç duyduğumuz özünü kaybetmiş insanlığı yeniden gün yüzüne çıkaralım. İnsana hizmet edelim. Çünkü  "İnsanların en hayırlısı insanlara/insanlığa faydalı olandır" buyurur Peygamber Efendimiz. Kim insanlara faydalı olursa, kim insanlık için ölmez eserler, sadakayı cariyeler bırakırsa, kim bir hayra öncülük yaparsa, kim kendi nefsini başkasına tercih ederse böylelerinin ebedi alemdeki makamı, itibarı o derece yüksek olur kanaatindeyim.

Rabb Teala’nın yanında itibar kazanırken dünyada da el ile gösterilen “Orta yolu tutan bir ümmet” olalım. Fakir olalım, aç kalalım, dünyada yeni bir icada imza atmayalım, çok konforlu yaşamayalım...ama her türlü iyilik ve doğruluğun numunei imtisali olalım. Bunun için eğitim sisteminde köklü değişiklikler yaparak küçük dimağları ağaç yaş iken eğelim. Daha ana sınıfına gider gitmez, ilkokula başlar başlamaz “Okumaya geçecek, İngilizce öğrenecek, Matematik çözecek, namaz sürelerini ezberleyecek... bir bilgiyi şırınga edeceğimize ilk önce önceliğimiz davranış olmalıdır. Davranış düzelmeden bilgiye geçmeyelim. Çünkü bugün durmadan bilgi yükleyen eğitim anlayışı sadece canavar bir neslin yetişmesine ön ayak olabilir. 12/11/2016


Bazılarının kazancının bereketli olmasının sebebi ne ola ki acaba?

Mayası ve ham maddesi toprak olan insanoğlunu Rabbim çeşit çeşit yaratmış. Renkleri, görüntüleri, fiziki yönleri farklı farklı da olsa insanoğlunun birbirine benzer ortak yönleri çoktur.  İmtihan için geldiğimiz bu dünyada ahiret azığı hazırlamamız gerektiğini her birimiz biliriz genelde. Fakat geçici dünyanın heveslerine o kadar kaptırıyoruz ki zaman zaman hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya sarılır kalırız.

Makam, mevki elde etmek; iyi, geniş ve güzel bir evde barınmak, konforlu bir arabaya sahip olmak, bol para kazanmak, çoluk çocuğun geleceğini garantiye almak için durmadan para biriktirmeye çalışırız çoğunluk itibariyle.  Hırs, açgözlülük ve tamahkarlık, bol para kazanmak yine insanın ortak özelliklerinden biridir. İyilik yapsak da ya başa kakarız, ya da karşılığını bekleriz. Yani keseri hep kendimize doğru yontarız.

Rabbimin bazı kulları vardır ki sayıları az da olsa aramızda vardır. Bir taraftan dünya için çalışır ve kazanırken hep etrafına dağıtan eli selek insanlardır bunlar. Elinde gömü mü var? Hayır. Rızkını temin için yurt içi ve yurt dışı durmadan koşturur. Emrinde yüzlerce insan çalıştırır. Aynı zamanda kazancının büyük bir kısmını hayır-hasenata, ihtiyaç sahibinin işini görmeye, eşine dostuna yetirmeye harcar. Harcadıkça bereketleniyor. Hz Osman gibi ticaretle uğraşır, kazancını herkesle paylaşır. Çalıştıkça Rabbim fazlından fazlasıyla veriyor. Verdikçe kazancının bereketi artıyor. Fabrikatör mü bu arkadaş? Hayır. Elinin emeğiyle kazanan biri. İşini yaparken en iyi, en düzgün bir şekilde yapar. İşini düzgün yaptıkça, işini takip edip rızkını aradıkça, kazancını her yer ve kesimle paylaştıkça Rabbim veriyor da veriyor. Harcadığına göre veriyor diye düşünüyorum. Cebini hiç kabarık görmedim. Belki de ihtiyaç sahibi biri de olabilir. Ama her hayır ve hasenatta cebinden eşi-dostu için harcayabileceği para çıkıyor. Lugatında yok yok. Kapısına gelip de boş dönen yoktur. Haberi olursa kapısına gitmene gerek yok zaten. O gelir, seni bulur. Böylelerini  bugüne kadar başkasından faydalanır, fayda bekler görmedim. Rabbim sanki bu tipleri vermek için yaratmış, insanlar bunları örnek alsın, onlar da bunlar gibi olsun istemiş gibi sanki. Her türlü vermenin yanında insan da hiç mi kibir olmaz. Kibir de yok. Bu tiplerden faydalanan kişilerin onuru da incinmiyor.
***
Maddi imkansızlıklar dolayısıyla dershaneye gidemeyen bir öğrenciden haberim oldu. Bir dershanenin yetkilisiyle görüştüm. "1000 liraya kayıt yaptıralım" dedi. 4 arkadaştan 100'er lira istedim. Telefonla bir arkadaşımı daha aradım. "Ne kadar açığın var" dedi. 600 lira deyince "600 lira bana ait, bana yazar mısın" dedi.
*** 
Bir arkadaşım düğün yapacaktı. "Düğün yapmak için ayağa kalktım ama, tıkandım kaldım, ne yapacağım bilmiyorum" dedi. Ne kadara ihtiyacın var dedim. "10.000 lira" dedi. 5-6 arkadaştan para istedim onun adına. 500, 1000, 2000 lira veren oldu genelde. Dershane konusunda yardımcı olan arkadaş aradı. "Benden 3500 lira, 500'ü düğün hediyem olacak, geriye kalanı da diğer borçlarını ödedikten sonra en son ödesin" dedi. Düğün sahibi nice sonra aldığı borçları ödedi. telefonla aradım emanetin bende nasıl alırsın, ya da nereye getireyim diye. "Yakında sen de düğün yapacaksın, bana şu anda lazım değil, kullan" dedi. Bana ihtiyaç değil desem de "Yanında bulunsun, belki lazım olur" dedi.
*** 
Zaman zaman bir vesileyle karşılaşıp görüştüğümüzde, "Arkadaşlarla oturuyoruz, sizi göremiyoruz dediğimde", "Aranıza mutlaka gelmek istiyorum, eğer haftaya bende oturursak planlamamı ona göre yaparım" dedi. Bundan sonra gelmek şartıyla olur dedim. "Anlaştık o zaman, bizde yemekli buluşalım" dedi. Biz sadece çaya geliriz, zahmet olmasın, dedimse de "Yemek dedimse  bir çorba, bir salata. Niye zahmet olsun. Kaç kişi oluruz" dedi. 12 kişi falan. "Tamam bizdeyiz" dedi. Bir hafta sonra bir çorba, bir salata yemek için gittiğim evinde envaiçeşit yemekle ağırladı bizi. Üstelik sayımız 20'ye yakındı.
***
İş yerine bazen ziyarete gittiğimde izzet ikramını yine en iyi şekilde yapar. Vedalaşırken ne imal ediyorsa, ne satıyorsa koltuğunun altına hediye olarak sıkıştırır. Para teklif edersin, onu da almaz. Millet dostuna satarak kazanmak ister. Böyleleri de başkasından kazandığını dostuna ikram etmek ister.

Bu vermenin, izzet ikramın, almadan vermenin mektebi yok maalesef. Olsaydı zaten aynı okul, aynı sınıfta okuyan biri olarak bana da biraz sirayet ederdi zaten. Ne diyeyim böylelerine. Böylelerinin kendilerine, anne babasına, yetiştirene sadece şapka çıkartılır. Teşekkür edilir. Yaratan sayılarını çoğaltsın, bizler de böyle olalım, dertleri varsa derman bulsunlar diye bol bol dua edilir sadece... 12/11/2016

"Sizin sınıftan da birilerini çağırdı mı müdür"

2009 yılında 5 katlı yeni binaya taşınmaya başladık. İlk gün 4 eleman belediyeden temin edilen araçla okul eşyalarını taşıdı. İkinci gün eşya taşıyanlar kayış atınca iş başa düştü. Ertesi gün yardımcımın bulduğu tak tak ile kalan eşyayı hizmetli, iki öğrenci, yardımcım ve ben tak taka yükleyerek taşıdık.

İki katlı küçük bir binadan çıkan eşya 5 katlı binada kayboldu. Bakanlık'tan donatım malzemesi istedik. "Sizin okulunuz yeni okul değil, yeni binaya taşındınız, size halihazırda malzeme gönderemiyoruz. Mevcut eşyanız ile eğitim ve öğretime devam edebilirsiniz, takviye malzeme gönderilir" şeklinde cevap geldi. İş başa düştü. Öğrencilerden birinci dönem 50, kinci dönem elli olmak üzere 'vicdani sorumluluk çerçevesinde' yardım talep ettik. İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara misali. Bu durumu Birlik toplantısında da dile getirdim. Sağ olsun velilerimizin % 90'ı gönderdi istediğimiz parayı.

Her bir sınıftan ücretini getirmeyen 3-5 öğrenci vardı. Onları da zaman zaman odama çağırıp adam adama markaj uygulardım. "İstediğimiz parayı ne zaman getireceklerini, durumlarının ne olduğunu, okulun durumunu..." anlatır gönderirdim. Yine bir gün 10.sınıflardan bir sınıftan para getirmeyen öğrencilerle odamda görüşürken bana bir mesaj geldi: "Lan sizin sınıftan da müdür çağırdı mı birilerini" şeklinde. İlk etap da mesajı anlayamadım. Kendi kendime bana küfürlü bir mesaj geldi sanırım diyerek moralim bozuldu. Hem lan ile başlıyor, hem de gelen mesaj da bakmayın ben okunaklı yazdığıma. Sesli harfler yoktu. Öğrencileri sınıflarına gönderdim. Mesaja tekrar baktım. Mesajı çözdüm. Bana gelen mesaj, okulumdan bir öğrencidendi. Telefonlar aradım, "Alo" diyen öğrenci sesimi duyunca telefonu kapattı. Bu öğrenciyi nasıl bulurum diye düşünürken 11.sınıftan iki öğrenci bir istekte bulunmak için odama geldi. "İstediğinizi yapacağım, bana önce şu telefon numarasının okulumuzdan hangi öğrenciye ait olduğunu bulun gelin" dedim. 5 dakika geçmeden "Hocam, telefon falan öğrenciye ait" bilgisiyle geldi iki öğrenci.

Dersten yüzüme telefonu kapatan öğrenciyi çağırttım. Misafir koltuğuna oturdu. Kızım bana söyleyeceğin bir şey var mı dedim. "hayır" dedi. Bugün anormal bir şey yaptın mı dedim. "hayır" dedi. ben seni niye çağırdım o zaman dedim. "Bilmem" dedi. O zaman önce şu mesaj işinden başlayalım deyince öğrencinin yüzü kızardı:
-Benim telefon numaramın sende ne işi var, kızım!
-Bu telefon babamındı, telefon bana geçince sizin numara da kayıtlı idi silmedim.
-Bu mesajı kime gönderdin?
-B sınıfından bir arkadaşa.
-Mesaj nasıl bana geldi o zaman?
-Cebimde iken öğretmen görmesin diye yazmıştım. Sizden bir üstteki arkadaşa göndereceğim derken size gelmiş.
-Bu mesajın içeriğini beğendin mi? Sen arkadaşlara bu şekilde 'lan' ile mi hitap edersin.
-...
-Bana bu mesaj ders esnasında iken geldi. Ders esnasında senin telefonun kapalı olması gerekmiyor muydu?
-Kapalı olacaktı.
-Ders esnasında iken ben arayınca  telefonu nasıl açtın? Derste öğretmen yok muydu?
-Vardı. Telefon gelince en arkadaydım, kafamı aşağıya indirip açmıştım.
-Derste telefonun açık olması, mesaj gönderilmesi ve gelen telefona cevap verilmesinin yasak ve cezasının ne olduğunu biliyorsun, değil mi?
-Biliyorum, hocam. Teneffüste cep telefonum açık olduğu halde yakalanırsan 10 TL, ders esnasında yakalatırsak 20 TL okula bağışta bulunuyoruz.
-Senin derste bir de gelen telefona cevap vermen var.
-Evet hocam.
-Ne yapalım şimdi? Sana ne ceza vereyim? Daha okulun parasını da vermemişsin? Senin bu mesajı yarın törende arkadaşlarına okuyayım mı?
-Ne olursun okumayın, hocam.
-Okulun parasını yarın getirirsen mesajdan şimdilik kimsenin haberi olmayacak, üstelik mesajı da okumayacağım. Yarın para gelirse ders esnasında yaptığın bu hareketten dolayı da ileri bir tarihte okula 30 TL bağışta bulunacaksın. tamam mı?
-Çok teşekkür ederim hocam.

Ertesi gün öğrenci,  istenen 100 TL'yi getirdi. Telefonunun açık olmasından dolayı kesilen cezayı da bir daha istemedim.
***
Öğrenci mezun oldu gitti. Bir gün Alaaddin Durağında durakta beklerken biri  yanıma yaklaştı. Kafasını kaldırmadan "El kartın var mı" diye sordu. Baktım bana yanlış mesaj gönderen öğrenci.  Yanındaki arkadaşını otobüse bildirmek istiyor. Yok, hanımefendi deyince yüzüme baktı. Beni görünce "Hocam,  siz" dedi.  Binin de ben tutayım dedim. "Arkadaşım binecek" dedi. Anlatayım mı arkadaşına o yaptığını deyince: "Biliyor zaten"  dedi ve gülüştük.


10 Kasım 2016 Perşembe

Hurma, zemzem neyine yetmez

Geçen gün bir arkadaş aradı. "10-15 gün sonra umreye gideceğim. Hediye satan bir tanıdığın var mı" diye.  Bu işlerle biraz ilgisi olan bir esnafın ismini verdim. Kendisine şimdiden hayırlı yolculuklar, güle güle git gel dedim, telefonla vedalaştık. Hacca ve umreye gidenler bu hediye getirme  işinden ne zaman vazgeçecekler bilemiyorum.

Mübarek beldeye gideni uğurlamaya giden de hediye götürüyor, hac ve umreden gelen de. Aslında ikisi de bu durumdan memnun değil. Çünkü uğurlamaya gidenin götürdüğü, umreden gelenin getirdiği hediye de farklı, olmayan bir hediye değil. Umreden gelen seccade, tespih, takke getiriyor. Uğurlamaya giden de çorap, havlu, küp şeker vb hediye götürüyor. Ne zaman hayırlı olsuna gitsek önümüze konan tespih, takke evlerimizde tıka basa dolu. İşin garibi kullanılmıyor da. Aslında hacctan gelenin en güzel hediyesi zemzem ve hurmadır. Daha gitmeden telaşa giriyorlar, hediye alınacak diye. Giden paraya mı acırsın, girdiği stres ve telaşeye mi? Zaten adam umre veya hacca gidince yüklü bir harcama yapmak zorunda. Üstüne üstlük bir de hediye alma, hediye getirme telaşına kalkıyor. Hediye de bir sadra şifa olsa gam yemem gerçekten.

Bu adet ve gelenek sadece Konya'ya mı has diye düşünürken okul arkadaşım Adem ALdanmaz'ın bir paylaşımı dikkatimi çekti: "Pakistan hacıları ülkelerine dönünce, Muhammed İkbal'i ziyarete giderler. Yanlarında hacdan getirdikleri bilinen hediyeler vardır: hurma, zemzem, tespih, takke...

İkbal bunları alır, teşekkür eder ve sonra şunları söyler: Bu hediyeler güzel. Ama keşke bize o mukaddes beldelerden, Hz Ebubekir'in sadakatini, Hz Ömer'in adaletini ve hukuka bağlılığını, Hz Osman'ın Kuran sevgisini ve hayasını, Hz Ali'nin celadetini ve ilim aşkını getirseydiniz de, onlarla insanlığı buluşturup, kurtuluşunu sağlasaydık..."

Paylaşım doğru ise demek ki aynı durum Pakistan'da da varmış. Kimse bu durumdan memnun değil ama "Başkası ne der, ayıp olur" diye almak veya götürmek zorunda kalıyor. Yok arkadaş,  adettir,  ben alırım denirse bari para vermeyin.  Bende bol miktarda var. Bedava vereyim size.

Bu mahalle baskısı ne zaman kalkacak dört gözle bekliyorum inşallah!... 10/11/2016

PKK ve FETÖ'nün benzerlikleri

Her ikisi de:
-80'den önce MİT tarafından kurdurulmuştur.
-80 ihtilaliyle birlikte neşvünema bulmuştur.
-Derin devlet tarafından korunmuş ve kollanmıştır.
-Dış güçlerin içimizdeki maşalarıdır.
-Üniversite terkin eline silah, ilkokul mezunu birinin eline ise Kur'an verilmiş.
-Dağdakine: Sen, zulüm gören Kürt'ün hakkını savunur görüneceksin. Şehirdekine de: Sen, dinini yaşayamayan, kamusal alanda sıkıntı çeken mütedeyyin insanların hamisi görünümünde olacaksın denmiş.
-Birinin karargahı Kandil, diğerininki Pensilvanya'dır.
-Her ikisi de adanmışlarına aklını kullanmamayı, emirlerine mutlak itaat etmeyi öğretmede çok başarılıdır.
-Biri dağları mesken edinmiş, inleridir barınakları.  Diğeri ise şehirleri hücre edinmiş.
-Dağdaki,  vur-kaç taktiği uygulayarak başta polis ve asker olmak üzere  önüne engel olan herkesi öldürür: Kah silah,   kah bomba, kah mayın ile. Hep pusuya yatar. Gerekirse canlı bomba ile masumların içine militanlarını göndererek ülkeyi kana bular. Öbürü ise eğitim gönüllüsü, barış havarisi görünümlü, dişini göstermeden insanların yüzüne gülen biri. Hep namazında, niyazında sanırsın. Dağdaki gibi bombayla, yıldırmayla uğraşmaz. Top, tank ve F16 ile halka bomba yağdırır.
-Biri gönüllü militan bulamazsa gerekirse, tehdit, şantaj ve yıldırma ile örgüte eleman kazandırır. Öbürü ise, adanmışlarına makam ve mevki verir, sınavlarda başarılı olmalarını sağlar, maddi ve manevi menfaat temin eder. Sonucunda da sevenleri minnet altında kalır.
-Biri teröristlerin başıdır. Hep tehdit savurur, zaman zaman kendi kendine ateşkes ilan eder.  Öbürünün dünya ile bir işi yok sanırsın. Tek amacı 'kıtmîr' olmak. Lakabı: 'Hocaefendi'dir.
-Her ikisi de gücünü dışarıdan alır. Emperyalist ve sömürgeciler en büyük destekçisidir.
-Her ikisinin nihai hedefi Türkiye'ye diz çöktürmektir. Dışarının maşasıdır. Emir eridir. Dış güçlerin uşağıdır.
-Biri hep kandan beslenir, diğeri ise mürekkep görünümlü kandan. Biri silaha sarılır, diğeri kaleme.
-Her ikisi de haindir. Efendileri için ihanette sınır tanımazlar. Akrep ve yılan bunların yanında çok masum kalır. Şeytansa yunmuş ve yıkanmıştır.

Benzerlikleri say say bitmez. Sadece çalışma alanları farklıdır. Batıla giderken farklı yollar kullanır. Yoksa nihai hedefleri tıpa tıp aynıdır. Yok aslında birbirinden farkları.  10/11/2016