28 Ekim 2016 Cuma

Helal be sana Diyanet! *

Eskiden hutbeleri devlet başkanı ya da bölgenin en yüksek mülki amiri i'rad ederdi. Hutbelerde siyasi, sosyal, ekonomik, dini vb Müslümanları ilgilendiren her konu  hutbe konusu olurdu. Abbasilerle birlikte hutbeleri i'rad etme görevi kadılara bırakıldı. Kadılarla beraber hutbenin konusu da tamamen dini bir içeriğe büründü.

Türkiye'de bir zamanlar okunan hutbeler etliye, sütlüye dokunmayacak şekilde hazırlanmış, bazı zamanlar hükümet veya devletin resmi politikasının anlatıldığı, belirli gün ve hafta konularının işlendiği  bir durum söz konusu olmuştu.

Son zamanlarda Diyanet İşleri Başkanlığının hazırlatıp yayına verdiği ve okuttuğu hutbeleri daha bir seçici bulmaya başladım. 28/10/2016 günü "Din-i Mübin-i İslam" başlıklı hutbesini daha bir can kulağıyla dinledim. Dinlerken heyecanlandım, duygulandım. Keşke hatip konuyu ve cümleleri bitirmese diye temenni ettim. Cuma namazına gidenler mutlaka dinlemiştir. Gidemeyip konusunu merak edenler de bir zahmet Diyanetin web sayfasına girerek hutbeyi bir okusunlar. Yine de hutbeden biraz alıntı yapmak istiyorum: "Kardeşlerim! İslam kaynaklarında Cibril hadisi diye bilinen bu hadis, bize İslam’ın şartlarını, imanın esaslarını, ahlakın ilkelerini açık bir şekilde göstermiştir. Buna göre İslam, açık, net, sade, arı, duru ve berraktır. Bu kadar açık hükümler varken, elde Kur’an gibi bâkî bir hakikat bulunuyorken, Yüce Dinimiz İslam’ı; sır, gizem, rüya, keşif, kerametler ve gelecek tasavvurları üzerine bina etmeye kalkışmak asla kabul edilemez. En büyük keramet daima sırat-ı müstakim üzere olmaktır. Önümüzde Peygamberimiz (s.a.s) gibi büyük bir rehber varken, kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet alametleri üzerinden bir din ihdas etmek asla kabul edilemez...Aziz Kardeşlerim! Cebrail (a.s)’ın kıyamet ne zaman kopacak? sorusuna Peygamberimiz (s.a.s)’in verdiği cevap çok manidardır; “Bu konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir” buyurmuştur. Buna rağmen gayb âlemine dair, Peygamberimiz (s.a.s)’in bile “ben bilmiyorum” dediği bilgilerle akılları karıştırmak, zihinleri bulandırmak beyhudedir. Bugün birilerinin gayptan verdiği haberler üzerine hayatımızı bina etmemiz anlamsızdır. Gayb ve melekût âlemine dair kıyamet senaryoları üzerinden dini anlamak, dini okumak kabul edilemez. Kardeşlerim! Bize düşen ahirete inanmak ve ona hazırlanmaktır. Bir gün bir sahabi, Allah Resulü’ne “kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s), “O gün için ne hazırladın?” diye cevap verdi.4 Allah Resulü (s.a.s), bu cevabı ile bize kıyametin ne zaman kopacağıyla ilgilenmek yerine, ondan sonrası için ne hazırladığımızı sorgulamamızı öğütlemektedir..." 

25/10/2016 günü yazıp blogspotumda paylaştığım (http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/10/dinin-muhabbetini-seviyoruz.html) yazımda ben de bu konuyu dert edinmiştim. Derdimiz ortakmış meğer. Bu içerikli bir hutbeyi konu olarak seçen Diyaneti ve başlığa uygun bir şekilde hazırlayan "Din Hizmetleri Genel Müdürlüğünü" tebrik etmek lazım. Bu demektir ki son zamanlarda kendini hissettirmeye çalışan Diyanet, artık bundan sonra bize ayakları yere basan bir din ve peygamber anlatacaktır. Dinin sahih kaynaklardan doğru anlaşılmasını bu konuda otorite olan bu kurumumuz dert edinerek toplumsal yaralarımıza parmak basacak demektir. 

Böylesi hutbelerin arkası gelir inşallah! Teşekkürler Diyanet İşleri Başkanlığı, teşekkürler Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü!.. 28/10/2016

*29/10/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

"Bu yaptığın vatan hainliğiyle eş değer!.."

-Müdür Bey! Bana sınıf listelerini getirir misin?
-Buyurun müfettişim!
-Hocam senin bir kişilik sınıfın mı var?
-Evet!
-Nasıl açtın bu sınıfı?
-Yabancı dil alanı bir öğrenci seçti, ilçede aynı statüde bir başka okul olmadığı için ilçeye yazı yazdım, ilçeden gelen yazıya binaen yönetmeliğe dayanarak açtım.
-Yönetmelikte bir kişiye ders açılır yazıyor mu?
-Yazıyor.
-Böyle bir yönetmelik olmaz hocam. Bu, vatan hainliğiyle eş değerdir. Getir bakalım, o dediğin yönetmelik neredeymiş, gösterebilir misin?
-2005 yılında yapılan bir değişikliğe göre açmak zorunda kaldım. İşte yönetmelik maddesi.
-Allah Allah! Ben yönetmeliğin bu maddesini nasıl es geçmişim. Müdür bey, sizi tebrik ederim. Açmakla iyi yapmışsınız. Yoksa eğitim ve öğretimi engellemekten hapis cezası bile alabilirdiniz...
***
- Arkadaşlar! Alan seçimi dolayısıyla 10.sınıflarda yabancı dil alanından bir öğrenci ve sosyal ilimler  alanından dolayı üç öğrenci için zorunluluk dolayısıyla sınıf açmış bulunmaktayız. 10.sınıflarımızın toplamı 40 kişi. 20+16+3+1 şeklinde sınıf mevcutlarımız olacak. BCD şubelerinin ortak derslerini aynı saate denk getirerek tek şubede ders işlenmesini düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
-Çok iyi olur hocam, tek kişiyle ders işlemek hem öğrenci için hem de bizim için zor olur.(Sadece bir öğretmen ben ayrı işlemek istiyorum dediği için onun şubeleri için ayrı program yapılmıştır. İlk ayın ek dersleri yapılıp banka hesabında ücretini gören bir öğretmen gelerek)
-Hocam benim ek ders ücretim eksik yatırılmış, bir inceler misiniz?
-Hocam size toplamda haftalık 16 saat ücret tahakkuk ettirilmiş ve bu doğru. Yanlışlık yok.
-Nasıl olur? Ben 10.sınıf BCD sınıflarının derslerine de giriyorum.
-Hocam siz bu sınıfların dersini ortak işliyorsunuz. Sene başı toplantısında kabul etmiştiniz.
-Bu sınıflara ayrı ayrı ücret tahakkuk ettirilmemiş. Ben ayrı ayrı üç sınıfın ders defterini imzalıyorum.
-İmzalıyorsunuz ama tek derste işliyorsunuz. Bir ders işleyip de 3 ders işlemiş gibi ücret tahakkuk ettiremem. Eğer defterlere ayrı ayrı yazmayı dert ediniyorsanız isterseniz girdiğiniz diğer iki sınıfın ders defterine konu yazmayın ve imzanızı da atmayın.
-Ama hocam ben mağdur oluyorum bu durumda. Programı değiştirelim dersleri ayrı ayrı işleyeyim o zaman.
-Pekiyi hocam, dediğiniz gibi yapalım.

Yeni bir programda dersini ayrı ve bir işlemek isteyen öğretmenlerin istekleri dikkate alındı. Ertesi yıl müdür yardımcılığı dışında bir göreve talip oldu. Öğretmenimizin derse girme statüsü değişti. Okuldaki ders yükü kadar derse girmesi, geri kalan zamanda da ek görevini yerine getirmesi gerekiyordu. Aynı öğretmen odama geldi:
-Hocam siz geçen yıl bir şey yapmıştınız ya.
-Ne yapmıştım hocam!
-Mevcudu az olan sınıfların dersini diğer şube ile eşleştirip birlikte işletiyordunuz.
-Evet, geçen yıl öyle yapmıştık, ama siz karşı çıkmış ve ayrı ayrı işleyeceğim demiştiniz.
-Hocam bu sene birleştirelim. Ne kadar az derse girsem iyidir. Çünkü ek dersim değişmeyecek.
-Pekiyi hocam! Madem öyle verimli olur diyorsunuz, dediğiniz şekilde yapalım.
***
-Hocam! Bizim sınıfta iki tane geri zekalı var...
-Öbür kim kızım!
***
Uzun süre aynı ilçede çalıştığım biri ile yıllar sonrasında karşılaştım. Yüzünde nokta nokta beyazlaşmalar olduğunu gördüm.
-Hocam hayırdır, bu yüzündekiler ne, rahatsızlığın mı var?
-Hayır, rahatsız falan değilim, eskiden beri var o dediklerin.
-Demek ki ben ayağına bakmaktan hiç yüzüne bakmaya fırsat bulamamışım.
***
Sınavını erken bitiren bir öğrenci kağıdını verdi. Diğer arkadaşlarının kopya çekmesine zemin hazırlamak için beni oyalamak istedi. Çantasında olan kendisine ait fotoğraflarını göstermek istedi:
-Hocam! Fotoğraflarıma bakar mısın, güzel çıkmış mıyım?
-Güzel, güzel..
-Ama bakmadınız ki!
-Gerek yok güzel olduğuna inanıyorum.
-Ama hocam lütfen bakar mısın?
-Hayır bakmam.
-Niye hocam!
-Kızım orijinali varken ben sahtesine bakmam.
***
-Hocam! tebrik ederim, hayırlı olsun. Şube müdür olmuşsunuz.
-Teşekkür ederim.
-Şube müdürü olacağını bilseydim sana daha önce iyi davranırdım. Nereden bilebilirdim ki.
***
-Hocam okulunuzda ikili öğretim mi yapılıyor, yoksa normal öğretim mi?
-İkili öğretim hoca hanım!
-İyi... Normal öğretimden nefret ederim de...
***
-Hocam kaç güne ders veriyorsunuz ders programında.
-Cumartesi-pazar günlerine ders vermiyoruz.
***
Lise öğrencilerine soruyorum:
-Yarın 29 Ekim biliyorsunuz? Sizin için ne ifade ediyor bugün?
-Tatil...Tatil...tatil... 28/10/2016






27 Ekim 2016 Perşembe

Aslanın kediye boğdurulacağı bir sistem geliyor

Meb'de değişim tüm hızıyla devam ediyor. Ne zamandır uygulamak isteyip de uygulayamadığını yürürlüğe koymakla meşgul Bakanlık. Şimdilerde 2004 yılında pilot okullarda denenmiş fakat uygulanamamış bir sistem gündemimizde.

Eğitimimizde sorun var. Anladığım kadarıyla temel sorun olarak öğretmen görünmektedir. Bu yüzden öğretmeni harekete geçireceği düşünülen performans sistemine geçmeyi düşünmektedir Bakanlığımız.

2004 yılında bir MLO okulunda çalışırken okulum pilot okul seçilmişti. Öğretmeni değerlendirme kriterleri, veli ve öğrenci sayısınca çoğaltılmış ve belirlenen sayı kadar öğrencinin notla değerlendirmesi istenmişti:
***
Beni değerlendirmeleri için okul yönetimi okulumuz Coğrafya öğretmenine değerlendirme kağıtlarını verir. Sınıf olarak 10/D veya 10/E seçilir. Öğretmen kağıtları dağıtıp gerekli açıklamaları yapar. Öğrenciler kendi arasında fısır fısır konuşmaya başlar. Öğretmen ne konuştuklarını sorsa da söylemek istemezler. Israr üzerine sınıf: "Hocam bu din hocasına düşük puan verelim diye konuşuyoruz" derler. Coğrafyacı: " Niye, ne yaptı ki size" deyince öğrenciler: "Çünkü dersinde, bizim  başka derse çalışmamıza için vermiyor" açıklamasını yapıyorlar. Bana bu olayı bizzat olayın kahramanı öğretmenimiz anlatmıştı.
***
İsmi 2004 yılındaki değerlendirme sistemiyle aynı olan bu sistemin içeriğinde değişiklikler yapılmış olabilir. Ama bu sistem görüldüğü gibi yeni değil, 2004 yılında pilot olarak uygulanan bir sistemdir. Bugün sanırım ısıtılıp yeniden önümüze konacaktır.

Bu performans sistemi uygulanır mı, uygulanmaz mı, objektif kriterlerle değerlendirme yapılır mı yapılmaz mı bilmem. Ama bildiğim bir şey var: Bizde her şey kağıt üzerinde güzel düşünülür, uygulamada bütün projeler ölü doğar. Çünkü her şeyi, bir müddet sonra biz formaliteye indirgeriz. Genelde objektif olamayız, taraflı değerlendiririz.

Öğretmen, öğrenciyi değerlendiriyor, öğrenci ve veli de öğretmeni değerlendirecek, ne var bunda, diye düşünülebilir. Öğretmenin değerlendirmesinde cevap anahtarı hazırlanmış yazılı sınav sistemi var. Sorulan sorulara verilen puanlarla ölçülür öğrenci. Veli ve öğrenci neye göre puanlayacak. Orta yerde belirlenmiş bir kıstas  mı var? 

Toplum  olarak biz genelde toptancıyız. Biz kişiyi değerlendirmeden önce iyi-kötü karar verir ondan sonra puanlarız. Aynı düşüncedeki kişiyi koruma, zıt düşüncedeki insana had bildirme yoluna gideriz. Orta yerde objektif kriterler belirlenmeden bu şekilde yapılacak değerlendirmeler subjektif olmaktan öteye gidemeyecektir. Bu, öğretmenin öğrenci ve velisine yani aslanın kediye boğdurulması demektir. Eğer Bakanlık, sorunun kaynağında öğretmeni sorumlu görüyorsa -ki görüyor- öğretmenin başarılı-başarısız olduğunu kendi iç kaynakları vasıtasıyla bir değerlendirmeye tabi tutar. Başarılı görmez ise önce hizmet içi eğitime alır, sonra aynı okulunda bir yıl daha çalışır, kendisini geliştirememiş ve başarılı olamamışsa bir başka okula naklini yapar, başarısızlığı devam ederse bürolarda memur olarak çalışmak için planlama yapabilir.

Bakanlık'ın eğitim ve öğretime neşter vurmada samimi olduğuna inanıyorum. Fakat yanlış yerden başlıyor gibi geliyor bana. Yetkililer öğretmenden verim almak istiyorlarsa tıpkı doktorlarda olduğu gibi öğretmenlere "Tam Gün Eğitim Yasası" çıkarmalıdır. Tüm sınavları bakanlık merkezi sistemle yapmalıdır... Öğretmenin aldığı sınıfın net ortalaması her merkezi sınavdan sonra masaya yatırılır, öğretmenin başarılı olup olmadığı  net bir şekilde ortaya konur. Bunun için Amerika'yı yeniden keşfe gerek yok.

Yok, bu sistem olacak deniyorsa... aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıda tüm iç ve dış paydaşlar birbirini puanlasın. Öğrenci öğretmeni, öğretmen müdürü, müdür milli eğitim müdürünü, milli eğitim müdürü bakanlık yetkililerini... şeklinde puanlama yoluna gitsin.

Herkes öğretmeni sorun yumağı olarak görüyor. Bence öğretmen sorunlardan sadece bir tanesidir. Sorunun kaynağı olarak merkeze kendisini koymayanlar genelde suçu başkasında arar. Gelin öğretmeni sorun olarak görenler ne olur kısa süreliğine de olsa sınıflara girin, bir ders işleyin. Ondan sonra konuşalım. Aynı tornadan çıkmış aynı yaştaki öğrencilerin ister hedefi olsun veya olmasın eleme olmadan doldur boşalt yapıldığı bir eğitim sistemimiz var. Öğretmen sınıfa hakim olmak, ders işleyebilmek için dokuz doğuruyor...müşteri olmayınca verdiğinin bir anlamı olmuyor. Çünkü müşterisiz meta zayidir, marifet iltifata tabidir. 

Öğrenci istediği kadar devamsızlık yapacak, derste istediği kadar gürültü yapacak, dersi dinlemeyecek, verdiği ödevi yapmayacak... öğretmenin bu duruma hiç bir yaptırımı olmayacak. Kazara bir kızsa, ya da bu durumu bir notla değerlendirme hesap sormak için veli; sülalesiyle beraber okulu basacak, milli eğitim alo 147'den hesap soracak, Bilgi Edinme bilgi isteyecek, gerekirse öğretmene inceleme başlatılacak. Kusura bakmayın da arkamda bu kadar iyilik meleği, koruyucum olduktan sonra ben de çalışmam. Zaten suçlu belli: öğretmen. O zaman vurun abalıya...  27/10/2016

İnsanları suçtan kurtarıp kazanma yoluna gidelim!

1992 yılında Gaziantep'de çalışırken birlikte görev yaptığım bir bayan öğretmen, dersin sürekli ahengini bozan bir öğrenci için ne yapacağını şaşırır. Bir meslektaşı kendisine disipline ver diye tavsiyede bulunur. Öğretmen öğrenci için okul müdürlüğüne dilekçe verir. Disiplin kurulu öğrenciyi üç gün kısa süreli bir ceza ile tecziye eder.

Okul müdürü cezayı tebliğ etmek için öğrenciyi odasına çağırır: "Üç gün ceza aldın. Yarından itibaren okula üç gün gelmeyeceksin. Bundan sonra senin resmi hayatın bitti, bu cezadan dolayı asla devlette görev alamazsın" der ve öğrenciye cezasını tebliğ eder. Öğrenci okuldan çıkar, evine gider, yolda bir plan yapar. Morali de bozuktur. Kendi kendine: "Madem ki benim memuriyet hayatım hiç olmayacak, devlette görev alamayacağım, ben de benim hayatımı söndürenin hayatını söndüreyim, der. Babasının beylik tabancasını alır. Okul çıkışı okula gelir. Okulun dış kapısının önünde kendisini disipline veren öğretmenin boynuna tabancayı dayar ve bir el ateş eder. Öğretmen aynı anda yere yıkılır ve kurtarılamaz.

Sonunda 17 yaşında olan katil öğrenci 8 yıl ceza aldı. Hapishaneye gitti cezasını çekmek için. Öğretmen de bir çocuğunu geride bırakarak bir daha öğrencisi rahatsız etmeyecek şekilde mezara gitti.
***
2012 yılında bir okulda çalışırken okulumuza nakil bir öğrenci geldi. Geldiği ilk günde onu tüm okul öğrenci ve öğretmeniyle tanıdı. Kavga etmedik kimse kalmadı. Onun dersine giren öğretmen soluğu odamda alıyordu. Çocuk esmer vatandaşlardan idi. Kısa zamanda mahalle de tanıdı onu. Servisçi: "Hocam şunun verdiği para bana nasip olmasın" diye servis parasını okula bağışladı. Öğrenci bir teneffüs olmasa diğerinde hep odamda misafirimdi. Nasihat, uyarı, ikaz her yolu denedim. Ama nafile...Bu sefer diğer öğrencilere sıkı sıkıya tembihledim: İlişmeyin diye.

Bir gün cennetten çıkmadır dedim bir tokat attım. Okuldan kaçtı. Ertesi günü babasını çağırdım okula: Çocuğunuz için her yolu denedim, başarılı olamadım. Çocuğunuzu siz daha iyi tanırsınız, ne yapmamı, nasıl davranmamı istersiniz, dedim. Veli: "Hocam benim ne haddime size tavsiyede bulunmak, siz koskoca müdürsünüz" dedi, ayrıldı. Vukuat yine eksik değildi. Artık hareketli bir okulumuz olmuştu. Bir gün yine velisini çağırdım, bu sefer annesi geldi. Durumu izah ettim. Kadın: "Hocam, çocuğum problem olmaya problem, evin en küçüğü, evimiz kalabalık, her kafadan bir ses çıkar, biri döver, biri korur, evin yüzlü çocuğu. Geldiğim okulda da problemdi, herkes şikayetçi idi. Ben de şikayetçiyim çocuğumdan. Ama ben okuyup adam olsun istiyorum, bu çocuk okula gelmediği zaman ve herkes tarafından dışlandığı ve itildiği zaman hep kötülüğe bulaşacak, bunu topluma kazandırmak istiyorum..." dedi. Kadının bu konuşması hoşuma gitti.

Bir kaç defa kavga etti. Özür dilettim. Bazı zamanlarda bana söz ver bir daha yapmayacağına, diye söz almaya çalıştım. Bir kaç defa söz verdi. Sonradan söz de vermez oldu. Niye söz vermiyorsun bir daha yapmayacağına, dediğimde. "Ben söz veremem öğretmenim, çünkü söz verdiğim zaman sözümde duramıyorum" demeye başlamıştı.

Bir gün babasını okula çağırıp Psikiyatri bölümüne bir götürün dedim. Telefonla tıp fakültesinden randevu aldım. Pazartesi okula geldim. Hastanede olması gereken öğrenciyi randevu saatinde okulda gördüm. Yanıma çağırdım. Okula gelmişsin, hastaneye niye gitmedin, dedim. "Gitmedim öğretmenim, ben deli miyim?" dedi, uzaklaştı yanımdan, oynamaya daldı. Biz onu deli diye göndermemiştik ki... hareketliliğine doktorlar bir çözüm bulabilir miydi derdimiz. Ben zaten bu toplumda deliye rastlamadım ki. En zırdelimiz bile "Ben deli miyim" der. Kerata, yaramaz olduğu kadar sevimliydi de. Bir o kadar da zeki. Kavga gürültü etse de halen ayrıldığım okulda öğrenci. Okuldan atılsa potansiyel suç makinesi. Okulları en fazla uğraştıran kişiler bunlar. Genelde her okulda vardır bu şekil okulun altını üstüne getirenler.

Okul yönetimi bu tip çocukları farklı yöntemlerle okula fazla zarar vermeden mezun etmenin yoluna giderler. Hiç kimseye tahammül etmeyecek şekilde sabrederler. Bazen müellefeyi kulüp gibi davranır, bazen başkan yapar, bazen ödüllendirir, bazen de cezalandırır. Ama okulda tutmaya devam ederler. Çünkü çocuğu dışarı attığın zaman problem bitmiyor. Hatta daha büyük bir suçla karşına çıkabiliyor. Okulun sabretmesiyle mezun edilen öğrencilerin hem kötülük yapmalarının önüne geçilmiş, hem de mezun olduktan sonra topluma kazandırılmış olabiliyor. Okula sahip çıkanlar, mezun olduktan sonra okulu ziyaret edenler ve saygıda kusur etmeyenler genelde bu tiplerden çıkıyor.
***
Şerif Hüseyin Araplar tarafından sevilen biri. Osmanlı'ya karşı Arapları ayaklandırması için İngilizler tarafından kendisine çil çil altın verilir. Bu durumu bilen II. Abdulhamit, Şerif Hüseyin'i İstanbul'a davet eder. Onu Meclisi Mebusan'a alır. Ayrıca kalacağı bir ev verir ve bir araç tahsis eder. Hüseyin bir kaç defa affını isteyip Hicaz'a gitmek istediğini beyan etse de Padişah: "Bana burada lazımsın" diye bırakmaz.

Ne zaman ki II.Abdulhamit ha'l edilir, yerine İttihat ve Terakki başa geçer. İlk işleri Şerifi Hüseyin'in Hicaz'a gitmesine izin verirler. Hicaz'a giden Şerif, Osmanlı'ya karşı halkı ayaklanmaları için organize işine girer, Osmanlı'yı arkadan vuran grup, işte bu Şerif Hüseyin'in liderliğini yaptığı gruptu maalesef.
***
Elimizde kimin suç işleyip işlemeyeceğine dair tespit edecek bir alet yok. Musa ile birlikte yolculuk yapan -bizde Hızır ismiyle maruf- kişinin  yaptığı gibi "İleride anne babasına asi olacak" deyip öldürdüğü gibi öldürme imkanımız da yok. İnsanın olduğu yerde suç da potansiyel olarak bulunmaktadır.

Bir kaç tane anekdot anlattım. Niyetim suçlular  suç işlemeye ve toplum içerisinde elini kolunu sallaya sallaya gezip dolaşsınlar değildir. Devlet ve toplum mutlaka suçluyla mücadele etmelidir. Suçun çıkma ihtimali olan delikleri kapamalı, suçlunun yakasına yapışmalı, suç ve suçlulara karşı vatandaşını bilgilendirmeli ve uyarmalıdır. Kuracağı istihbaratı sayesinde ortaya çıkma ihtimali olan suçun örgütlü hale gelmeden tedbirini almalıdır. Bir taraftan suçluyla mücadele ederken diğer taraftan da suçluları topluma kazandırmak için çaba sarf etmeli, bu konuda projeler geliştirmelidir. Suç potansiyeli olanlara sakıncalı piyade muamelesi yaparak yakın takibe almalıdır. Hala eski yaptığı suyu işlemeye meylederse yakasına yapışmalıdır. Suçlu ile mücadele ederken ibreti alem için ele başlarına en ağır cezayı vermelidir. Sakıncalı gördüğü kişileri devletin kilit noktalarına ve üst birimlerine getirmemelidir. Bu tip kişileri rızık endişesi ile muhatap etmemelidir. Suça bulaşmasından dolayı kapı dışarı edilen kişilerin farklı yapılar tarafından el altından desteklenmeyeceğine dair elimizde bir veri yoktur. Bu kişiler el altından maddi destek gördüğü yapılar adına çalışmaya devam edebilirler. Destek alamasa da işinden olmuş, evine ekmek götüremeyen bir kişi: "Aç köpek fırın deler" misali başka suçlara yönelebilir. Çünkü kapı dışarı etmekle sorun çözülmüyor.

Nasıl ki okullarda yaramaz çocuklar okuyor ve bu çocuklar en az zararlı bir şekilde okullardan mezun edilme yoluna gidiliyorsa, suça bulanmış insanlar da maalesef bu toplumda yaşıyor. Bunları yeni suça itecek ortamlardan kaçınmada fayda vardır. Kendilerini ve ailesini geçindirebilecek asgari bir işte denetimli olarak çalıştırılmalarında hem devlet  hem de toplum için fayda olacağını düşünmekteyim. İş verdiğimiz böylelerine de aba altından sopa göstermeyi ihmal etmeyelim.

Bilelim ki, "Her suç işleyeni Allah yok etmiş olsaydı yeryüzünde canlı kalmazdı." Nedamet duyan, tövbe eden, özür dileyen insanlar varsa eğer, bunlara mutlaka şans verilmeli. Yoksa daha büyük toplumsal yaraların açılmasına zemin hazırlayabiliriz. Yazımı çok uzattım biliyorum. Ama yukarıda verdiğim örnekleri sonuçları itibariyle bir düşünelim. Ne demek istediğim daha iyi anlaşılabilir. 27/10/2016

Camilerimiz cazibe merkezi olmalıdır...

Son zamanlarda sanal alemde: "En iyi cemaat, cami cemaatidir" paylaşımları revaçta bugünlerde. Çünkü cemaat görünümlü  bazı yapılardan dilimiz yandı.  Bu olay bize gösterdi ki özellikle gizli ajandası olan ve merdiven altı olan yapılardan uzak durulmalı.

Cami cemaati denince benim aklıma; kimsenin kimseye karışmadığı, kimsenin kimseden haberinin olmadığı,  namazdan önce bir araya gelen insanların sadece namazlarını kılmak için saf tuttukları,  safların düzgün olması için görevlinin her defasında uyarı yaptığı, namazdan önce ve sonrasında imamın cemaate, cemaatin de imama karışmadığı bir ortam  gelir. Bazen de görevli ile namaza gelenler arasında uyuşmazlık olur,  birbirinin ayağını  çekmeye çalışır. Namazdan 10-15 dakika önce camilerimiz şenlenir,  namazdan sonra yeniden sessizliğe bürünür o koskoca mabetler. Genelde başka bir amaç için kullanılmaz.

Peygamberimizin Medine'ye gidince ilk yaptığı Mescidi Nebi olduğunu biliriz. Bu mescit, namaz kılmanın ötesinde çoklu bir işleve sahipti: Her türlü istişarenin yapıldığı, oturup sohbet edildiği, uyunduğu, güreş tutulduğu... bir sosyal alandı. Şehrin nabzı orada atardı. Ya günümüzde ise; günde 5 vakit namazın kılındığı, toplamda iki saat açık tutulan garip yerler. Asla dünya kelamı konuşulmaz.

Camilere mutlaka işlerlik kazandırılması lazım. Buralar namaz kılmanın da ötesinde başka faaliyetlere açık tutulmalıdır. Yeniden sosyal alan haline getirilmelidir. Buralarda göreve başlayan din görevlisi mutlaka mahallesinde çok aktif olmalıdır. Ev ev gezerek adına bastırdığı kartvizitini verip: "Ben caminizde görev yapan/başlayan falan kimseyim. Tanışmak için geldim. Camimizde şu şu aktiviteler şu saatler arasında yapılmaktadır. Ben bir acı kahvenizi içmeye geldim. Namaz vakti dışında da sizi yerimizde görmek isteriz. Sizin şu yönünüz itibariyle faydalanmak isteriz..." gibi bir çalışma yapılmalıdır.

Caminin müştemilatında namaz vakti dışında çay içme, gazete okuma, dinen mubah görülen oyunların oynanabileceği müştemilat olmalıdır. Caminin etrafı piknik ve mesire yeri gibi olmalıdır. Namaz vakti dışında camiye gelen mahalle sakinlerinin din görevlilerini yerinde bulabileceği bir mesai belirlenmelidir. Görevlilere mutlaka resmi nikah kıyma yetkisi verilmelidir.

Cemaatin müdavimlerinden birinin başına bir şey geldiği zaman başta cami görevlisinin haberi olmalıdır. Görevlide cemaati bilgilendirmelidir. Hastalık, ameliyat, düğün ve cenaze durumları oluşturulacak mesaj sistemiyle tüm mahalle sakinlerine duyurulmalıdır. Mutlu ve üzüntülü durumlara cami cemaatinden katılım ve destek olmalıdır.

Camilerde cami veya diyanetin ihtiyaçları için kesinlikle sergi açılmamalıdır. Mahalle sakinlerine cami mütevelli heyeti tarafından belirlenen ve sakinlerine duyurulan aidat sistemi oluşturulmalıdır. Toplanan aidat, komisyon marifetiyle şeffaf bir şekilde ihtiyaçlara harcanmalıdır.

Cami görevlisi muhitindeki cemaatinde daha fazla okumuş veya seviyesinde olan kişilerden seçilmelidir. Dini bilginin yanında iyi bir genel kültüre sahip olmalıdır. Muhitinin en sosyal ve en aktif insanı olmalıdır. Davranışlarıyla örnek, konuşmasında nazik olmalıdır. Dini anlatırken asli kaynakların dışına çıkmamalıdır. Özü sözü bir, sözü dinlenen biri olmalıdır. Cemaat nezdinde saygınlığı olmalıdır. Rutin vaaz ver nasihatlerin dışında mutlaka belirli periyotlarla ev ziyaretleri yapmalıdır. Adam adama markaj uygulamalıdır. Mahallesinden namaza gelsin veya gelmesin her evi mutlaka ziyaret etmelidir.

Hasılı camilerimiz farklı işlevlere büründürülmelidir. Cami görevlileri namaz kılmanın ötesinde bir misyon sahip olmalıdırlar. Camilerimiz cazibe merkezi haline gelmelidir. Mahallenin nabzı orada atmalıdır. 27/10/2016

26 Ekim 2016 Çarşamba

Kayıp eşekten son dakika


Kaybettiğim eşeği bulmak için uğradığım zor bir geçitte yetkililerle 2-3 dakika görüştüm. Çok da iyi davrandılar, sıcak bir sohbet oldu, hatta eşeğimle ilgili bazı sorular da sordular.

Hasılı Yetkililer: "Önceki eşeğin başkasına verildiğini, emsal eşeklerin çokça olduğunu ama eşeklerin önemli sahiplerinin olduğunu, benim mevcut göz önündeki eşeklere kapasitemin yetmeyeceğini; bana kenar, köşede, gözden ırak ve gönülden ırak bir yerde verebilecekleri bir eşeklerinin olduğunu, bu yaptıkları kıyağı da asla unutmamam gerektiğini, ayrıca bulunmaz Hint kumaşı olmadığımı, yerimi ve haddimi bilmem gerektiğini ve kendileri için iyi bir meze olduğumu lisan-i hal ile ifade ettiler.

Ben de "Kararınız mahşeri vicdanda karşılığını bulmuştur, eyvallah bundan sonra haddimi bilirim ayrıca bir delikten ikinci defa ısırılmamam gerektiğini de bana hatırlattınız" diyerek uykumdan uyandım. 26.10.2014

25 Ekim 2016 Salı

Atom parçalandı ama...

Ortaokulda okurken atom: "Maddenin en küçük yapı taşı" olarak tanımlanırdı. Bölünemez ve parçalanamaz denirdi. Günümüzde atomun parçalanabileceği de ifade edilmeye başlandı ve parçalandığı da doğrulandı.

Parçalanamaz ve bölünemez denilen atom bölündü bölünmeye. Ama parçalanamayan bir şeyimiz daha var. Kafamızdaki doğmalar, ön yargılar ve yanlış bilgiler.

Genelde mesleğin dışından olanlar öğretmenleri eleştirir. Bu çocuklara doğru olan niye anlatılmaz diye. Eskiden öğrenci bilginin kaynağı olarak sadece öğretmeni görürdü. Kafasına ilk bilgiyi öğretmen verirdi. Şimdilerde ise öğrenci bilgiyi ailesinden, sokaktan, mahallesinden, görsel ve yazılı medyadan ve sanal alemden öğrenerek geliyor. Bilgi doğruysa eyvallah! Ya öğrendiği bilgi yanlış ise yedi düveli bir araya getirsen öğrencinin kafasında oluşan yanlış bilgiyi düzeltemiyorsun. Çünkü öğrencinin bilgide önceliği öğretmen değil artık. Öğretmen ağzıyla kuş tutsa, doğruyu anlatmak için takla atsa öğrenciyi maalesef ikna edemiyor.

Atom, müspet bilimin konusu. genelde müspet bilimde farklı görüş pek yok. Ama dini konularda ise öğrendiğimiz ilk bilgiyi korumaya çalışıyoruz. Uzun süre direniyoruz. yeni bilgiye açılmıyoruz. Bir de ardında koca koca ana babalar var. Çocuğu ikna etsen, anne babayı nasıl ikna edeceksin. Sen söylüyorsun, çocuk eve gidip öğretmen böyle diyor deyince aile bu sefer: Öğretmenin verdiği bilginin yanlışlığını çocuğuna ispata çalışıyor ya da okula gelip görüşünü sorgular duruma geliyor. İyi de be kardeş, madem bu kadar biliyorsun,  yeni ve farklı fikre açık değilsin, o zaman ne diye çocuğun boşu boşuna ömür tüketiyor okulda. Bu zihniyete sahip anne ve babalar oldukça maalesef  öğretmenlerin özellikle dini alanda çok söyleyeceği bir şey yok. Sadece havanda su dövmüş olunur. 25/10/2016