9 Eylül 2016 Cuma
Konya düğünleri üzerine
1.Düğünde yapılacak ve yapılmayacak olanlar taraflar arasında söz kesmeden önce konuşulmalıdır.
2.Söz kesme ile düğün arası uzun tutulmamalıdır.
3.Resmi nikahtan önce dini nikah yapılmamalıdır.
4.Tarafları maddi olarak zorlayacak alışverişlerden kaçınılmalıdır.
5.Alışverişler kalabalık bir akraba grubuyla yapılmamalıdır.
6.Alışveriş yapılacak yer seçiminde fiyatlarin yazılı olduğu yerler seçilmeli, Etiket fiyatından çok indirim yapılan yerler tercih edilmemelidir.
7.Tek kullanımlık alışverişlerde lükse kaçılmamalı.
8.Taraflar birbirine karşı empati yapmalı.
9.Nişan yapılmamalı, yapılacaksa da söz kesilince yapılmalıdır, Nişan ve kına birlikte yapılmalıdır.
10.Nişanlarda ilahi okunmamalı, kına oynamalı olmalı, bilindiği gibi "Düğün evinde oynanır, cenaze evinde ağlanır." Oynamalarda ifrat ve tefritten kaçınılmalı. Nişan ve düğünlerde takı töreninden vazgeçilmelidir.
11.Nişan, kına ve düğünlerde silah vb tehlikeli ve rahatsız edici kullanımlar yasaklanmalıdır.
12.Düğünlerde konvoy olmamalı, olacaksa da 8-10 araç ile sınırlandırılmalı
13.Düğünlere icabet edilmeli
14.Düğün yemeklerine ortak yeme alışkanlığından vazgeçilerek tabildot usûlüne geçilmeli. Yemekler self-servis olmalı, herkes yiyeceği kadar yemek almalı, isteyen daha sonra takviye alabilmeli, illa beraber olacak deniyorsa sulu yemekler kesinlikle ayri tabakta verilmeli, düğün yemeğine katılana maden suyu satışı yapılmamalı, yemek davetine katılacak olan davetli kaç kişi ile katılacağını önceden düğün sahibine bildirmelidir, katılamayacak olan da önceden haber vermeli ki, düğün sahibi de yemek konusunda ilave ve eksiltme yapabilmeli,
15.Düğüne hediye getirirken karşılık beklenmemeli, ne getirirse o götürülmemeli.
16.Hediyeleşmede mutfak eşyası getirmekten vazgeçilmeli, getirilmişse de üzerine isim yazılmalı, kapalı zarf içerisinde verilecek az veya çok makul bir nakit tercih edilmeli, hediye yüksek maliyetli olmamalı, ya da sembolik olmalı, düğün sahibi sıcak bir yuva kurma telaşında, biliniz ki adam, züccaciye dükkanı açmayacaktır. Verilecek nakitle de mutfak eşyası alınabilir
17.Gelin arabasının önü kesilmemeli, kesilecekse de sembolik olarak kesilmeli, ayrıca pazarlık yapılmamalı,
18.Damat ayakkabısını kaçırarak sağdıça sıkıntı verilmemeli,
19.Kuaför vb yerlerde aşırı bahşişlerden kaçınılmalıdır. Hatta damat, gelin para teklif etse de kuaför vb işletmeler ,"Ne parası, bu da benden düğün hediyesi olsun" demeli,
20.Dini nikah, damat katma vb durumlarda arapça duadan vazgeçilerek türkçe dua yapılmalı.
21.Düğün yemeklerinde kazan ağzı açma adeti kaldırılmalı, düğün yemeklerinde servis yapan profosyoneller kesinlikle bahşiş almamalı/verilmemeli,
22.El öpmelerde para verme adeti de sonlandırılmalı, yakın akrabanın canı alınmamalı,
23.Konvoy vb durumlara katılan gelin arabasının yakıtı önceden doldurulmalı, gelin indirme esnasında yakıt bitmemeli,
24.Kayınpeder düğün bittikten sonra geri kalan ömrünü düğünden kalan borcu ödemekle geçirmemeli. Çevremizde maliyetinden dolayı düğüne kalkışamayanlar olduğu düşünülmeli,
25.İnsan bir defa evlenir, her şeyim tam olsun mükemmeliyetçiliğinden vazgeçilmeli, hele başkası, elalem ne der düşüncesinden kaçınılmalı,
Millet ne ile uğraşıyor, adamın derdine bak demeyin, unuttuklarımı da siz yazın.. 09.09.2014
8 Eylül 2016 Perşembe
Bir ileri bir geri olmayacak artık
26/03/2016 tarihinde
kaleme aldığım (http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/03/ileri-geri-saat-uygulamas-veya-nesi-olay.html)
yazımda ileri-geri saat uygulamasını eleştirip
bu komedi daha ne zamana kadar sürecek demiştim.
Hükümetin 2013 yılından
itibaren sona erecek dediği fakat bir türlü hayata geçiremediği ileri-geri saat
uygulaması nihayet 08/09/2016 günü Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu
kararı ile son buldu. Bundan sonra bu ülkede hep ileri saat uygulaması devam edecek.
Ülkemize hayırlı olsun. Bu kararı alanları tebrik etmek istiyorum.
Saat bir ileri, bir
geri…mesele bundan ibaret. Çok da önemli değil. Tebriğe de gerek yok
diyebilirsiniz. Siz önemli görmeseniz de ben önemli görüyorum bu kararı. Saatle
oynanması bir ucube idi. Bu konuda Bakanlar Kurulu karar almışsa demek ki
küçümsenecek bir karar değil bu. Önce bunda anlaşalım. Aslında benim düşüncem,
geri saat uygulamasının sürekli olması şeklindeydi. Ama olsun. Bundan sonra
saatlerimizle oynanmasın da varsın ileri saat hep uygulamada kalsın.
Geçmişten beri “Gün
ışığından daha fazla yararlanmak…diğer ülkelerle aynı saat diliminde olmak”
gibi sebeplerle saatlerimizi bir ileri, bir geri alıyorduk. Diğer ülkelerle
zaten saat farkımız var. İleri alsak da, geri alsak da saatlerimiz tutmuyordu
zaten. Gün ışığından daha fazla yararlanmanın ne demek olduğunu hiç anlamadım
bu yaşıma kadar. Şükür anlayamadan da kaldırıldı. Belki de bu adama 53 yaşına
kadar hala öğretemediysek bundan sonra da öğretemeyiz diye kaldırıldı.
Bundan sonra Cahiliye
Döneminde Arapların aylarla oynadığı gibi bizler de saatlerimizle
oynamayacağız. Özellikle mart ayı geldiğinde uygulamaya konan ileri saat
sendromunu yaşamayacağız bu vesileyle. Saatle oynanmasına kolay kolay
alışamıyorduk. Kalkıp işe gitmede, buluşmada, “Efendim, yeni saate göre mi
buluşacağız” şeklindeki sorulara da muhatap olmayacağız bundan sonra.
08/09/2016
“Amca! Dur bir dakika…Ne o elindeki, çöpe mi atacaksın onları?
Evimi taşıdıktan sonra
çıktığım eve uğradım kalan birkaç şey varsa alıp geleyim diye. Kalanları alıp
evden çıktım. Yeni evime doğru yöneldim. Solumda kalan çöp kutusunun yanından
geçerken parkın içerisinde oturan iki bayandan biri ayağa kalktı: “Amca dur bir
dakika. Ne o elindeki, çöpe mi atacaksın onları” dedi. Hayır dedim yürüdüm.
Elimdeki eşyanın bir
kıymeti harbiyesi yoktu. Anlaşılan ihtiyaç sahipleri. Neye ihtiyaçları var
bilmiyorum ama elimdekini sorduklarına göre ne çıkarsa bahtımıza der gibi
bekleşiyorlardı çöpün yanında. Sanırım bana göre gereksiz, kendilerine göre
belki de bir ihtiyacımızı giderecek bir şey olabilir diye düşünmüş olmalılar.
Olur ya çöpe atarsam çöpten almaları çok zor. Belediyenin yeni çöp konteynerlerinin içinden herhangi
bir eşya atabilmek mümkün değil. Bu yüzden elindekine bakıyorlar.
Acıdım hallerine.
Mecbur kalmayan kimse orada bu şekilde beklemez. Yazık bu insanlara gerçekten.
Kim bilir ne kadar ihtiyaç sahipleridir. Bunlar bu şekilde çöp kenarında bekleşerek rızıklarını
temin etmeye çalışırken diğer taraftan okuldan ayrılıp kavşağa geldiğimde son model lüks arabasıyla arabasını devirecek
şekilde bağırtan sefa ehli, ehli keyif, karnı tok ve de şımarık bir insan müsveddesi
gördüm. Ne yapıyor bu adam, şimdi arabasını devirecek, ya da birine çarpacak
diye kendisine korkulu bir şekilde bakan insanların bakışından zevk alırcasına
kavşaktan 3-4 defa döndü… Aynı asırda, aynı ülkede ve aynı şehirde birlikte
yaşıyor bu insanlar maalesef. Birinin eli yağda, diğerinin gözü çöpte. Adaletin
bu mu dünya diyesi geliyor insanın. Gerçi dünyanın suçu ne? Yaşadığımız ortamı
sağlayan yine bizim cinsimizden insanlar değil mi? Bir ülkede sosyal adalet de
bu kadar mı uçurum olur? Bir kısmımız tatillerde alıp başını tam porsiyon
otellerinde alırken bu tür çöpten beslenenler, şehirdeki tüm kutularını
yürüyerek arşınlıyor… Karton, kitap, demir, kağıt vb satacak, para edecek ne bulurlarsa
dolduruyorlar kendilerince oluşturdukları taşıma aletleriyle. Biz çöpün yanına
varırken tiksiniyoruz atacağımızı atıp hemen uzaklaşıyoruz. Onlar koşarak
varıyorlar ekmek teknelerine. Karıştırdıkça karıştırıyorlar çöpün içerisini.
Aynı asırda yaşayan
bizler bunun hesabını öbür dünyada zor veririz. Bunu biliyorum. Hesabımızın rengi
nasıl olur diye merak edenimiz olursa işimiz kül öbür dünyada haberimiz olsun.
Karnımız tok bizim. Hatta iğrenerek bakıyoruz çöpün etrafında ekmek kavgası
verenlerin kılık-kıyafetlerine. Biz ne kadar tiksinsek de bu şekilde ekmeğini
taştan çıkartan bu insanları takdir etmek gerekir. Çalmadan çırpmadan bizim işe
yaramaz diye çöpe attıklarımızı ekonomiye tekrar kazandırdıkları için.
Yazık bize gerçekten.
İnsanımız ölmüş bizim. İnsanlığımızı kaybedeli çok olmuştu zaten. Konya-08/09/2016
Zor, beynimizde oluşturduklarımız olmasın...
Gördüğüm çoğu insan yaptığı işin ne kadar zor olduğunu kendini acındırarak anlatır durur. Ne iş yapıyorsun desen; bir anlatmaya başlar... Sorduğuna, soracağına pişman olursun. Hemen: İşim şöyle zor, böyle zor, şöyle gidiyorum, böyle geliyorum, şu işi şöyle yapıyorum, böyle yetiştirdim, benim yaptığım bu işi başkası yapamaz, yapsa da zaten dayanamaz... gibi serzenişler ve şikayetler top atışı gibi gelmeye devam eder. Sorduğuna, soracağına pişman olursun. Keşke bir sussa artık dersin. Kazara iş bu kadar ağırsa madem ayrıl desen, yeni bir fasıl daha açmış olursun. Sağlığın açısından en iyisi sormamaktır. Sormak bu durumda belanı istemek demektir.
Aslında zor iş diye bir şey yoktur. İnsan işini severse, işini kabullenir, kendini işine verirse, işini plan ve program dahilinde yaparsa, kendisini ve işini başkasının yaptığı işle kıyaslamazsa, işinde kaçak güreşmezse tüm zor işler kolaylaşır. Hayatta zor olan sorumluluk duygusudur. Bunu da görev bilinci çerçevesinde ibadet aşkıyla yaparsa yaptığı işten zevk alır. Çünkü "Allah hiç kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklemez." Belki de zor, beynimizde oluşturduğumuz problemler yumağından ibaret olsa gerek. Yine böylelerine efendim işinizi şöyle yapsanız şeklinde bir yol göstermeye kalksanız hemen savunma ve bahane bulma refleksi devreye girer. Böylelerinden mümkün olduğu kadar uzak duracaksın. Konu açılmışsa da konuyu değiştirmek için baya bir maharetli olmak gerekir.
Yanılıyor olabilirim ama yaptığı işi beyninde zorlaştıranların çoğu genelde rahatına düşkün, iş yapmaktan haz almayan, bol bol konuşmayı, gezmeyi seven kişiler olduğunu görebilirsiniz. Aslında bu tipler çok zekidirler. Zekâlarını hep mazeret ve gerekçe bulmada harcarlar. Böylelerine hiç iş yaptırmayıp sadece yaşaması için Allah'ın verdiği nefes alma görevi verseniz... bunu görev olarak telakki ettikleri için gayri ihtiyari olarak aldıkları nefes almadan da bıkıp usanırlar. Keşke imkan olsa da aldıkları nefesi de bir başkası alıverse. Maalesef teknoloji ne kadar ilerlemiş olsa da daha böylesini icat edemedi.
Hayattan bezmiş bu görüntüleriyle böylelerini hep sırtında taşısan da yine memnun ve mutlu edemezsin. Aslında kötü niyetli değildirler. Sorun sadece zor diyerek beyinlerinde oluşturdukları ve büyüttükleri hayali korkudan ibarettir. İşin garibi işinin zorluğuna kendilerini ikna etmiş durumdalar. Böylelerini ancak toprak pakler. 08.08.2016
Yanılıyor olabilirim ama yaptığı işi beyninde zorlaştıranların çoğu genelde rahatına düşkün, iş yapmaktan haz almayan, bol bol konuşmayı, gezmeyi seven kişiler olduğunu görebilirsiniz. Aslında bu tipler çok zekidirler. Zekâlarını hep mazeret ve gerekçe bulmada harcarlar. Böylelerine hiç iş yaptırmayıp sadece yaşaması için Allah'ın verdiği nefes alma görevi verseniz... bunu görev olarak telakki ettikleri için gayri ihtiyari olarak aldıkları nefes almadan da bıkıp usanırlar. Keşke imkan olsa da aldıkları nefesi de bir başkası alıverse. Maalesef teknoloji ne kadar ilerlemiş olsa da daha böylesini icat edemedi.
Hayattan bezmiş bu görüntüleriyle böylelerini hep sırtında taşısan da yine memnun ve mutlu edemezsin. Aslında kötü niyetli değildirler. Sorun sadece zor diyerek beyinlerinde oluşturdukları ve büyüttükleri hayali korkudan ibarettir. İşin garibi işinin zorluğuna kendilerini ikna etmiş durumdalar. Böylelerini ancak toprak pakler. 08.08.2016
Okulda tek başıma...
08.09.2016 günü verimli bir mesleki çalışma için beş-on dakikalık bir gecikmeyle nakil geldiğim okuluma geldim. Dışardan gelen 8-9 öğretmenin dışında okulda sadece hizmetliler vardı. 100'ün üzerinde mevcudu bulunan okulun öğretmenlerinin yerine in-cin top oynuyordu. Diğer günlerde olmayan anormal bir durum göze çarpıyordu. Belki de okul müdürü toplantı yapıyordur dedim içimden. Karşılaştığım hizmetliye neredeler dedim. " Tüm okulun öğretmenleri kahvaltıya gittiler, dünden mesaj gönderdiler, haberin yok mu yoksa" dedi. Bana mesaj gelmediğine göre sanırım numaram eklenmemiş, mesele anlaşıldı dedim kendi kendime.
Koca okul il dışından gelen az sayıdaki misafir öğretmenle bana kalmıştı. Bayan öğretmenlerin kalabalıklığından öğretmenler odasına girip oturamamıştım. Ahdım vardı oturmak için. Nihayet geldiğimin 5.günü sakin bir şekilde oturabildim.
4 gün boyunca çay almak için çay odasına gittim. Ya çay bitmiş olurdu, ya bardak olmazdı, ya bardaklar kirli olurdu, ya da yeni su çekilmiş olurdu. Çay, bardak ve sıcak suyu bir arada görememiştim. Şimdi koca çay ocağı ve üç çaydanlık çay bana kalmıştı. Yeni okulumun öz evlatları Akyokuş Belediye tesislerinde kahvaltı pardon mesleki çalışma yapadursun, üvey evladı olarak ben, çok sevdiğim çaya talim edecektim öğleye kadar.
Okullar açılıp idare tarafından şahsıma görev tevdi edilirse mazeretim de hazır artık: Hocam kahvaltı ortaklarınızdan biri yapsın bu işi. Ben yapmayayım. Zaten beceremem. Üstelik kahvaltısızlıktan bünyem de zayıf düştü.
Kahvaltı ve kahvaltıya gitmek önemli değil ama hatırlanmamak, hem de alameti farika saçlarıma rağmen. Gerçi normaldir kimse tanımıyor beni hala. Gören de beni il dışından mesleki çalışma için gelen öğretmen sanıyor. Daha gelir gelmez okulum bezdi benden. Bugün bari uzak kalalım bundan dediler belki de. Kim bilir?
Neyse alacağınız olsun okulumun öğretmen ve idarecileri. Kaderde sizi sayfamda misafir etmek de varmış. Her ne kadar siz beni içinize almasanız da... Afiyet olsun!
Bu arada demliğin biri bitti. İkinciye geçtim. Bana da afiyet olsun. 08.09.2016
Koca okul il dışından gelen az sayıdaki misafir öğretmenle bana kalmıştı. Bayan öğretmenlerin kalabalıklığından öğretmenler odasına girip oturamamıştım. Ahdım vardı oturmak için. Nihayet geldiğimin 5.günü sakin bir şekilde oturabildim.
4 gün boyunca çay almak için çay odasına gittim. Ya çay bitmiş olurdu, ya bardak olmazdı, ya bardaklar kirli olurdu, ya da yeni su çekilmiş olurdu. Çay, bardak ve sıcak suyu bir arada görememiştim. Şimdi koca çay ocağı ve üç çaydanlık çay bana kalmıştı. Yeni okulumun öz evlatları Akyokuş Belediye tesislerinde kahvaltı pardon mesleki çalışma yapadursun, üvey evladı olarak ben, çok sevdiğim çaya talim edecektim öğleye kadar.
Okullar açılıp idare tarafından şahsıma görev tevdi edilirse mazeretim de hazır artık: Hocam kahvaltı ortaklarınızdan biri yapsın bu işi. Ben yapmayayım. Zaten beceremem. Üstelik kahvaltısızlıktan bünyem de zayıf düştü.
Kahvaltı ve kahvaltıya gitmek önemli değil ama hatırlanmamak, hem de alameti farika saçlarıma rağmen. Gerçi normaldir kimse tanımıyor beni hala. Gören de beni il dışından mesleki çalışma için gelen öğretmen sanıyor. Daha gelir gelmez okulum bezdi benden. Bugün bari uzak kalalım bundan dediler belki de. Kim bilir?
Neyse alacağınız olsun okulumun öğretmen ve idarecileri. Kaderde sizi sayfamda misafir etmek de varmış. Her ne kadar siz beni içinize almasanız da... Afiyet olsun!
Bu arada demliğin biri bitti. İkinciye geçtim. Bana da afiyet olsun. 08.09.2016
Evrak memurluğu yapan yöneticiler
Bir çok devlet kurumuna bir vesileyle uğradığımız zaman çoğu zaman yüzümüze bakacak muhatap bulamayız. İşimiz olur ya da olmaz istediğimiz ilgi ve alakadır. Başlarını bilgisayar ekranından kaldırıp yüzümüze bakmalarıdır. Dilden de olsa bir hoşgeldiniz, nasıl yardımcı olabilirim demeleridir.
Çalışanların çoğunun yüzü asık bir şekilde ekran karşısında sanki uyuşmuş görüntüsü verdiklerini görebilirsiniz. Ekrandan kafayı kaldırıp baksa "Benden bir şey isteyecek" endişesi hakim yüzlerinde. Ya da kafamı kaldırırsam işim aksar, yetiştiremem veya yazacağımı unuturum moduna giriyorlar. En iyisi, "Sabah sabah nereden çıktın geldin, yatamadın mı... tam yorulduğum zaman sırası mı şimdi..." der gibi kafayı kaldırıp bakıyor, bazısı da başını kaldırıp yüzüne mal mal bakıyor...
Asık suratlı memur mantığı 2000'lerden sonra kamu hizmetçiliğine dönüşmesine rağmen hala eski bakış açısından kurtulamayanlar var maalesef. Halbuki o koltuğa oturmak için ne kadar hevesliydi ilk başladığı zamanlar. Belki de kaç takla atıp kimlerin elini-eteğini öpmüştü. Koltuğun kerameti olsa gerek. Oraya geçen aynı tornadan çıkmış gibi oluveriyor kısa zamanda.
Ekrandan kafayı kaldırmadan saatlerce oturanların ne yaptığını hep merak etmişimdir, o küçücük ekranda ne işler yapıyor diye. Keramet sahibi olsam ya da kalp gözüm açık olsa da ekran gözümün önüne geliverse.
Beyler! Devlet ciddiyet ister. Eyvallah... Bu kadar ciddiyet ve resmiyet biraz fazla değil mi? Sizi gören devletin bütün yükü bu adamların üzerinde sanır. Başınızı kaldırıp vatandaşın yüzüne hafifçe gülümseseniz sanki devlet yıkılacak, ciddiyetiniz yok olacak. Bu bakış açısıyla muhatabınıza pozitif enerji veremediğiniz gibi verimli iş de yapamazsınız. Yaptığınız "Kellim kellim, lâ yenfeu" gibi sadece yazar, çizer ve silersiniz. Kimseye faydanız olmadığı gibi ekran karşısında "Ya Rabbi beni niye yarattın" der gibi uyuşuk ve mayışan gibi olursunuz veya "Dağları ben yarattım" der gibi insanlara tepeden bakarsınız.
Vatandaşa güleryüzü esirgeyip hoş geldiniz diyemeyecekseniz, ilgi ve alaka göstermeyecekseniz gölge etmeyin lütfen! O emanet koltukları ehil olanlara terk edin. Daha az elemanla hummalı bir şekilde çalışan ve sizden daha fazla iş ve çözüm üreten özel sektör çalışanları o sizin esirgediğiniz, insani bir haslet olan ilgi ve alakayı fazlasıyla gösteriyor müşterilerine.
Ne olur kafasını kumdan çıkarın da dışarıdan görüntünüze bir bakın. Hiç hoş durmuyorsunuz inanın.
Evrak memurluğu yapmayı bırakın. Biraz oturduğunuz koltuğun hakkını verin. İdarecilik yapın biraz da. Biraz insani ilişkiler ve iletişim dersi alın olmaz mı? 08.09.2016
7 Eylül 2016 Çarşamba
Eğitimde kim suçlu? **
İş
garantisi olan bir yerde verim beklemek beyhude olsa gerek. Eğer çalışan ile
çalışmayan ayırt edilmiyorsa, işini yapmayana hesap sorulmuyorsa verim hiç
olmaz. Kimin bir yerde iç garantisi olsa orada çalışır ki. İşini yapmayana
kazara bir soruşturma açılsa başta sendikası devreye girer korumak için. Ceza
versen mahkeme cezayı iptal eder. Bizde her şey suçu ve suçluyu korumak
içindir, haklı-haksız olup olmadığına bakılmaksızın.
***
Ödevini
yapmayan, dersini yapmayan, dersi kaynatan öğrenciye yaptırım yoksa yine verim
olmaz... Kimin nereden, ne beklediği önemli. Bir öğretmen derste hep anılarını
anlatsa, ders anlatmasa öğrencilerin büyük çoğunluğu: "Oh! Ders
kaynıyor" diye sevinir. Aynı öğrenci etüt merkezinde, temel lisede veya
özel okulda benzer durum ile karşılaşsa "Niye ders işlemiyoruz boşu boşuna
mı para veriyoruz" diye isyan eder.
Marifet iltifata tabidir. Müşterisi olmayan meta zayidir.
***
Okulların
ilk ve son haftalarında ders işlenmiyorsa bundan veli, öğrenci, öğretmen,
idare, MEM, MEB, toplum haberdar ise ve bu durumdan kimse rahatsız olmuyorsa
çok şey beklemeyelim buralardan.
***
Çocuğum
iyi okul kazansın diye çabalayan veli, iyi okul olarak bildiği okuldan alıyor
öğrencisini; temel lise, özel okula götürüyor. Ya da açık liseye alıp etüt
merkezlerine gönderiyor. Tek derdimiz buralarda çocuğumuzun emsallerine fark
atması.
***
Veli,
öğrenci, öğretmen, vatandaş hep iyi okul peşinde. Kimse çocuğunu, sistemi
sorgulamıyor. Bir defa okulu okul yapan
öğrencidir. Başarı yüzdesinin büyük bir çoğunluğu çocuğa aittir. Okulun % 10
disiplin, öğretmenin % 20 rehberlik amaçlı katkısı vardır. % 10-20 civarında
okul arkadaşlarının ve çevrenin etkisi vardır. Geriye % 60-70 oranı bir başarıda öğrencinin etkisi inkar edilemez.
Bir konuda öğrenci; hangi konuda, ne eksikliği var biliyorsa, bu eksikliğini
nasıl gidereceğini biliyorsa o çocuktan çekinmeyeceksin. Düzenli tertipli ve
bilinçli çalışan çocuktan asla korkmayacaksın. O çocuk mutlaka başarılı olur.
***
Çocuğun
başarılı olmasında en büyük faktör ilköğretim birinci kademesindeki öğretmenin
öğrenciye verdiği kişilik, ders çalışma yöntemi, çocuğun seviyesine inmesi ve
öğretmen sürekliliğidir. İlkokul öğretmeninin attığı temel, çocuğun geleceğini
belirlemektedir. Bizde en önem verilmeyen alandır bu alan. Yetkililer geçmişten
günümüze yolda gördüğünü sınıf öğretmeni yapmak suretiyle çocukların iyi bir
temel almasının önüne geçmiştir. Askerliği gelen öğretmeni askere gönderip,
doğum yapana 2 yıla kadar izin versin, yerine; o gelinceye kadar ehliyetli
ehliyetsiz öğretmenle doldursun. Sonra başarı bekleyelim. Branşı sınıf olmadığı
halde ya da ücretli öğretmenlik yapanların içerisinde bu mesleği en güzel
şekilde icra edenler çıksa bile bu mantalite
yanlıştır. Norm adı altında öğretmen verilemeyen bir çok okulda açık
öğretim mezununa varıncaya kadar en önemli dersleri doldurma görevi verilsin,
sonra başarı bekleyelim.
***
Vatandaş
istedi diye imkan sunamadığın, her türlü branş öğretmenini veremediğin yere
ihtiyaç ve talep var diye okul aç, buraya gelen giden öğretmen sirkülasyonu
senede okulun yarısını geçsin, çocuklar her yıla yeni bir öğretmenle başlasın,
senede bir dersten bir kaç tane öğretmen değişsin sonra gel, sen buradan başarı
bekle.
***
Eğitimde
öğrenciye ve veliye, öğretmen ve idareye yaptırım olmadan her şeyi okul
yönetiminden beklemek, sadece okulun paydaşlarını sorumlu tutmak hiç akıllıca
bir şey değildir. Başarılı ve başarısız öğrenci ayırt edilmeden, başarısız
öğrenci elenmeden okullarda eğitimin çıtasının yükseltilmesini beklemek de yine
yanlışlarımızdan bir tanesidir.
***
Bakanlığın
bir yılda yeni atadığı öğretmenlerin % 90'ı eş durumu gibi nedenlerle atandığı
yerde durmayıp ilanihaye yaşayacağı yere bir yıl içerisinde gelirse bu
eğitimden çok da verim beklememek gerekir. (Bu meseleyi yeni alınacak
sözleşmeli öğretmenlik çözer kanaatindeyim.)
***
Eskiye
oranla bakanlık okulları fiziki ve teknik alt yapı ile donatsa da, okulların
maddi ihtiyaçlarını karşılasa da bir
türlü hem kendisinin hem de vatandaşın beklediği verim gerçekleşmedi bir türlü.
Çünkü okulun iç ve dış paydaşları (Bakanlık, MEM, veliler, öğrenciler) okul
beğenmiyor, öğretmen beğenmiyor. Hiç kimse suçu kendisine bulmuyor. Okul ve
öğretmen öğrenciyi ve veliyi, veli ve öğrenci öğretmeni ve okulu suçluyor.
Yönetim öğrenci ve öğretmeni beğenmiyor. Öğretmen, idarecinin yönetimini beğenmiyor.
Hasılı kimse kimseyi beğenmiyor. Kendi burnundan kıl aldırmıyor. Durmadan atama
yapan, yönetici değiştiren, ders
saatlerinde değişiklik yapan ve öğretim programı değiştiren Bakanlık kendisinde
bir suç bulmuyor. Okulun altını üstüne getiren öğrenciye okul bir şey
yapamıyor, çünkü okulun bir yaptırımı yok. Veli, çocuğunun ders çalışmasının
önündeki en büyük engel olan akıllı telefon, tablet vb imkanları çocuğuna
sunuyor, çocuğu oyun oynamaktan ders çalışmaya zaman bulamıyor. Veli suçu
kendisinde ve çocuğunda arayacağı yerde suçu başkasına atıyor. Her türlü rapor,
izin vb nedenlerle öğretmen dilediği kadar okula gelmeyecek, okula gelse de
derse hazırlıklı gelmeyecek ve asla kendisini sorgulamayacak. Kusura bakmayın
da bu kadar memnuniyetsiz iç ve dış paydaşların olduğu bir eğitim sisteminden
asla verim elde edilemez.
***
Bugün
okullar diploma verme yeridir. Diplomayı alıp eksikliklerini bir başka yerden
telafi etme yoluna gitmektedir. Kazara çocuk başarılı olsa da veli ve öğrenci
para döktüğü etüt merkezi gibi yerlere teşekküre gidiyor. Çocuğun mezun olduğu
yer ise avucunu yalasın.
***
Bakanlık
dışarıya ilgiyi azaltmak için okullarda yetiştirme kursu adı altında yeni
imkanlar sunsun, isterse öğrenciyi ve öğretmeni okula hapsetsin durmadan
takviye versin, kesinlikle buralardan başarı gelmez. 35-40 saat ders işleyen
öğrencinin günlük ortalama 7-8 ders saat ders gördüğü bir ortamda öğrenci bu
kafa yorgunluğun üzerine takviye alsın. Bir defa dolu beyin yeni bilgi almaz.
Her şeyden önce bu beyhude çaba ve imkanları da sorgulamak lazım.
***
Test
tekniğine dayalı, öğrenciyi elemeye dönük merkezi sistem sınavlar analitik
düşünmeyi ortaya çıkaramadığı gibi gerçek başarıyı da ölçemez. Her şeyden önce
yarış atı gibi sınavlara hazırladığımız çocukları sosyal hayattan kopuk yetiştiriyoruz.
Pratiğe dönmeyen teori bilgi, sınavlardan önce doldurulup sınavdan sonra
boşaltılan beyin gibidir. Hazmedilmeden öğrenilen bilgi sadece sınav odaklıdır,
kullanılmadan unutulmaya mahkumdur.
***
Hasılı
ben senden, sen benden, o benden memnun değil. Bu kadar olumsuz bileşenlerin
arasından asla başarı gelmez. Hiç birbirimizi suçlamayalım. Bilelim ki oranı
farklı olsa da hepimiz suçluyuz.
***
Öğretmen
ve idareci kendisine; bakanlık, veli ve öğrenciler ilk önce kendimize bakalım.
Kendimiz ne kadar iyiysek karşı taraf da iyidir. İşin başında birbirimize
olumsuz bakarsak zorla güzellik olmaz. Dünyanın en iyi performans sistemini
getirelim yine olmaz, yine olmaz...
***
2016-2017
eğitim ve öğretim yılı pazartesi günü başlıyor. Daha işin başında olumsuz bir
tablo çizmek değildi niyetim. Sadece kendimizi bir sorgulayalım istedim.
Ümitsiz değilim. Umarım eğitim ve öğretimdeki aksayan yönler giderilir. Yeni eğitim ve öğretim yılımız hayırlı olsun.
** 18/09/2016 tarihinde kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.
** 18/09/2016 tarihinde kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)