3 Ağustos 2016 Çarşamba
Devesiniz vesselam!...
Bu memleketi ve bu dini kurtarıcılardan kurtarmak lazım. Hep beraber sürekli kurtarıcılar bekliyoruz. Biri çıktı. Baba dendi ona: "Düşün peşime, ben sizi kurtaracağım" dedi. Ülkeyi bir zamanlar yetmiş cente muhtaç etti. Ardından "Ben size iki anahtar vadediyorum" dedi biri. Kurtar bizi ana derken 5 Nisan kararlarıyla ülkeyi en büyük ekonomik krizlere düçar etti. Artık ne babadan ne anadan hayır var, bir de abi ve ablaları deneyelim dendi. Onların da kendisini 'Kainat imamı' diye adlandıran bir başkasının maşası asalak bir kişiye 'Adanmışlık' adı altında kul-köle olduklarını, avladıklarını da aynı yolun hizmetine adadıkları ortaya çıktı. Ülkeyi dar boğaza götüren siyasiler belki ceplerini doldurdu ama en azından halkın diniyle uğraşmadılar. Bu son kesim ise ekmeğini yedikleri, suyunu içtikleri kaba pisleyerek had bilmezlik örneği gösterdiler. Eli kalem tutan, beyni bilgi yüklü, ağzı dualı sandığımız bu bel'am tipler ise kendilerini besleyen insanların üzerine bomba yağdırdılar. Halk kime inanacak bilmiyorum. Halkımız milletin kanını hizmet görünümlü bu parazitlere rağmen, Allah ile aldatanlara rağmen iyi Müslüman kalmış gerçekten. Adamlarda zerre kadar akıl olsa 40 yıldır oluşturdukları müktesebatı bir çırpıda yok etmezler. Mekke dönemini yaşıyoruz, önce iman, bu insanların imanını kurtarmamız lazım diyen insanlarda nokta kadar iman ve ahiret inancının olmadığı ortaya çıktı. Ahiret inancı olan insanlar milyonların hakkını gasp ederek soru çalmaz, kayırmacılıkla işe adam yerleştirmez, kişileri gizli gizli dinleyip servis etmez... Hainlikte zaten üstünüze yok. Yalan gırla. Takiyye mesleğiniz... Hasılı hani deveye sormuşlar ya, "Boynun niye eğri" diye. "Nerem doğru ki demiş" deve. Gerçekten nereniz doğru sizin develer diyeceğim ama deveye hakaret olur. 02/08/2016
Yumuşak Karnımız-2 *
Din
konusunda gizemli dünya insanımızın çok hoşuna gider, hep bu konularda
konuşulsun ister. Din bezirganları da bu alanı iyi değerlendirip hep
kendilerine pay çıkartabiliyorlar. Her şeyden önce insanımızın bu konulardaki
merakını giderecek bir çalışma içine girilmelidir. Yapılacak çalışmalar
istismarcıların bir daha kullanamayacağı netlikte olmalıdır. Bunun için:
1.Dinin
ve konularının bir takım kesimler tarafından istismar edilmemesi için öncelikli
olarak tartışmalı konular belirlenmeli, hatta vuzuha kavuşturulması gereken
konular halka sorulmalı. (Mehdi, Mesih, İsa, cin, müceddit, gaybın bilinmesi..
vb )
2.
Belirlenen konular Diyanet İşleri Başkanlığı nezdinde kurulacak, sahasında
uzman kişiler tarafından enine boyuna mütalaa ve müzakere edildikten sonra
kamuoyunun bilgisine sunulmalıdır. (Uzman heyet konuları incelerken Kur'an,
sünnet ve sahih hadisi esas almalıdır.)
3.
Din eğitim ve öğretimi devlet okullarında verilmelidir.
4.
Din eğitim ve öğretimi devlet gözetiminde olmayan cemaatler tarafından
verilmesinin önüne geçilmelidir.
5.
Ağırlıklı olarak İslam ve imanın şartlarından ibaret olan ortaokul ve lise
müfredatı yeniden gözden geçirilmeli, tartışmalı olan tüm konuların müfredata
girmesi sağlanmalıdır. Tartışmalı konular konusunda komisyonun verdiği görüşün
dışında bir başka görüşe yer verilmemelidir.
6.
Din Kültürü müfredatının ders materyalini yazacak kişilerin; halkın nabzını
tutan, halkın ve öğrencilerin seviyesine inebilen uzmanlardan oluşmalıdır.
7.
Cemaatlerin gelir-gider ve bağışları sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır.
Ticari faaliyetleri varsa izlenmelidir.
8.Din
alanında yazılan eserlerin, oluşturulan bir heyet tarafından tetkiki
yapıldıktan sonra basımına izin verilmelidir. Her önüne gelenin din sahasında
eser vermesinin önüne geçilmelidir.
9.
Dini sahada uzmanlarınca vuzuha kavuşmamış tartışmalı konular basın
aracılığıyla gündeme getirilmemelidir.
10.
Fıkıh, tefsir, kelam... alanlarında, uzmanlarından oluşan bir komisyon, tartışmalı
konularla ilgili belirli periyotlarla bir araya gelip konuyu müzakere etmeli.
Her alanın canlı müçtehitleri olmalıdır. Komisyon, önlerine gelen bir konu için
kitap-sünnet, sahih hadis, öncekilerin bu konuda verdiği fetvalara göz atıp
güncel fetva vermelidir. Dini alanda yaşayan, canlı bir fıkıh olmalıdır.
11.
Herhangi bir cemaate ve gruba öğrencileri yönlendiren eğitimci önce uyarılmalı,
devamı halinde milli eğitimle olan sözleşmesi feshedilmelidir.
12.
Allah ve peygamberi dışında, herhangi bir kimsenin faziletlerinden bahseden
gruplardan kesinlikle uzak durulmalıdır. Şeyhin kerametinden, peygamberi
rüyasında görmesinden bahsediliyorsa, veli, mehdi, mesih, kurtarıcı... şeklinde
bir anlatım varsa mutlaka mesafe konmalıdır.
13. Devlet ve Diyanet "Ben kurtarıcıyım, yegane yol bizim yol" diyenlere karşı kitleleri uyarmalıdır. Gaybı bilirim havasında olanlara şarlatan gözüyle bakılmalıdır.
14. Dini anlatımlarda akıl, mantık ve gönüllere hitap eden ikna edici bir üslup kullanılmalıdır. Öğrencilerin açık bir şekilde ikna olmadıkları konuları sormalarının önü açılmalıdır. Sorgulayan, aklını kiraya vermeyen bir neslin yetişmesi için çaba gösterilmelidir.
15. "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, mehdi, mesih gelecektir, her yüzyılda dini yenileyen bir müceddit gelecektir" gibi sözlerin kaynaklarının doğru olup olmadığı uzmanlarınca iyice araştırılarak kamuoyu bilgilendirilmelidir. Yanlış anlaşılmaya, din bezirganlarının kullanmalarına müsait olan gelecekle ilgili haber veren zayıf hadisler mutlaka kaynağı iyi araştırılarak o hadislerle amel edilip edilmeyeceği uzman ekip tarafından karara bağlanarak yine kamuoyuna açıklama yapılmalıdır.
13. Devlet ve Diyanet "Ben kurtarıcıyım, yegane yol bizim yol" diyenlere karşı kitleleri uyarmalıdır. Gaybı bilirim havasında olanlara şarlatan gözüyle bakılmalıdır.
14. Dini anlatımlarda akıl, mantık ve gönüllere hitap eden ikna edici bir üslup kullanılmalıdır. Öğrencilerin açık bir şekilde ikna olmadıkları konuları sormalarının önü açılmalıdır. Sorgulayan, aklını kiraya vermeyen bir neslin yetişmesi için çaba gösterilmelidir.
15. "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, mehdi, mesih gelecektir, her yüzyılda dini yenileyen bir müceddit gelecektir" gibi sözlerin kaynaklarının doğru olup olmadığı uzmanlarınca iyice araştırılarak kamuoyu bilgilendirilmelidir. Yanlış anlaşılmaya, din bezirganlarının kullanmalarına müsait olan gelecekle ilgili haber veren zayıf hadisler mutlaka kaynağı iyi araştırılarak o hadislerle amel edilip edilmeyeceği uzman ekip tarafından karara bağlanarak yine kamuoyuna açıklama yapılmalıdır.
16.
Yanlışa giden yolların tıkanması anlamına gelen 'Seddi zerai' kaidesi netameli
konular için uygulanmalıdır. 03/08/2016
* 14/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
15 Temmuz gecesinden öğrendiklerimiz **
-Her
Allah, peygamber, din, iman diyenin doğru yolda olmadığını,
-Devletin
kurumlarının yönetiminin aynı düşüncedeki insanlara ihale edilmemesi
gerektiğini,
-Her
sakallının amcamız, her başörtülünün annemiz, her askeri elbiseyi giyenin bu
toprağın askeri olmadığını, her başına sarık-cübbe geçirenin dini
anlatmadığını,
-Allah
birin dışında bir araya gelmeyecek şekilde ayrışan bu toplum kesimlerinin
"Konu vatansa gerisi teferruat" diyebileceğini,
-Ülke
savunmasında yediden yetmişe aynı anda organize olup seferberlik ilan
edebileceğimizi,
-Ölümü
göze alacak şekilde vatansever insanların çokluğunun yanında bu vatanı yaşanmaz
kılacak şekilde içimizde hainler barındırdığımızı,
-Halen
Mekke dönemini yaşıyoruz. Bu yüzden ilk önce insanların imanını kurtarmak
gerekir diye çıkan içimizdeki şer odaklarının kastının imanımızdan etmek
olduğunu,
-Kökü
dışarıda olan bir ihanet şebekesinin kırk yıldır hak-hukuk dinlemeden devletin
hücrelerine sızmak için nasıl soruları çaldığını,
-40
yıldır ülkeyi yöneten siyasilerin uyuduğunu, ya da uyutulduğunu, art niyetleri
yoksa bile bir gaflet içerisinde olduklarını,
-Stratejik
ortağımız diye bildiğimiz devletlerin altımızı oymak için uzun yıllara
dayanan planlarının olduğunu,
-Emperyalist
ve sömürgeci devletlerin Türkiye'de hala emelleri olduğunu, kurtuluş savaşının
hala bitmediğini,
-Dünyayı
yöneten sömürgeci akla rağmen ülkesini bağımsız bir şekilde yönetmeye kalkmanın
ağır bedellerinin olduğunu ama her şeye rağmen bağımsızlığımızdan ödün vermeyeceğimizi,
-Bağımsız
ve güçlü bir devlet olmanın yolunun 50-60 yıl sonrasının planının yapmaktan
geçtiğini,
-NATO
ve İncirlik Üssünün bizi korumaktan ziyade bizim için ayak bağı ve tehlike
olduğunu,
-İrili,
ufaklı devletlerin mazlumun yanında değil de güçlünün yanında yer aldığını,
dünya sessiz kaldıkça sömürgeci devletlerin borusunun daha da öteceğini,
-Hoşgörü
ve diyalog adı altında toplumun tüm kurum, kuruluş ve kesimleriyle iyi
ilişkiler içerisinde olanların hiç de hoşgörülü olmadıklarını, hatta hoşgörüye
düşman olduklarını,
-Allah'ın
verdiği aklı kullanmayarak bir başkasına kul köle olanların çok tehlikeli
olabildiklerini,
-Dinin
bizzat Allah, peygamber diyenler tarafından kendi emelleri için istismar
edildiğini, halkın saf dini duygularıyla
nasıl oynandığını,
-Kendilerine
emanet edilen çocuk ve gençlerin aklı ve beyinlerinin nasıl uyuşturulduğunu,
-Dinin
her yönüyle devlet gözetiminde, devlet okullarında, ehil kişiler tarafından
yeterince verilmesi gerektiğini,
-Devlet
okullarında devlet eliyle verilen eğitim
ve öğretimin içinin özellikle boşaltılması sonucu umudunu yitiren insanların
alternatif yol diyerek kimlerin kucağına itildiğini, eğitim ve öğretimin tıpkı
din eğitimi gibi dışarıda herhangi bir gruba ihtiyaç hissedilmeyecek şekilde
yeniden dizayn edilerek devlet okullarında dolu dolu verilmesi gerektiğini,
-Yeterince
okumamış, dini bilgisi olmayan Anadolu insanının din duygusunun; eli kalem
tutan, teknolojiyi çok iyi bilen okumuş insanların din duygusundan daha saf,
daha berrak, daha temiz olduğunu,
-İçimizdeki
hainlerin çokluğuna rağmen bu ülkenin güçlü bir şekilde hala dimdik ayakta
durduğunu… 03/08/2016
** 05/08/2016 günü kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.2 Ağustos 2016 Salı
Yumuşak Karnımız-1 *
Son olaylar iyice gösterdi ki bizim
yumuşak karnımız dindir. Bizi tankla, tüfekle alt edemeyecek odaklar
içimize, yanımıza hep din ve din duygusuyla yaklaşmışlardır. Buna ben şeytanın
sağdan yaklaşması diyorum. Bu milletin genlerinde din her zaman için vardır.
Olmaya da devam edecektir. Birileri bunu iyi test etmiş. Bütün zehirlerini bu
alandan zerk ediyorlar. Çünkü biz, dini dört dörtlük yaşayamasak da;
Allah, peygamber, din, iman diyene karşı tüm yağlarımız erir. Canımızı,
malımızı veririz.
"Din halkın afyonudur" diyen
Karl Marx'ı haklı çıkarırcasına halktaki bu din duygusu maalesef hep istismar
edilmiştir. Uyutulmuştur. Halkımız din ile aldatılmıştır. Çok uzağa değil yakın
tarihimize bakalım, başımıza bela olan örgütlerin kendi emellerine dayanak
yaptıkları, çıkış noktaları hep dindir: DAİŞ, IŞİD, TALİBAN, BOKO HARAM,
EL-KAİDE, FETÖ... gibi.
"Apaçık bir kitap" olan
Kur'an-ı, anlaşılmaz kılmada üstümüze yoktur. Hele peygamber anlatımımız evlere
şenlik gerçekten. Bizim için mücadelesi, azmi, gayreti, dürüstlüğü, merhameti,
adaleti, eminliği... gibi örnek olacak ayakları yere basan, bir
peygamberi anlatmaktan ziyade her yaptığını mucize olduğunu gösteren,
uçan-kaçan-ulaşılmaz bir peygamber anlatıyoruz hep. Malumunuz mucizeler, inkar
edenleri ikna etmek amacıyla Allah tarafından peygamberler üzerinde gösterilen,
insanları aciz bırakan, harikulade olaylar demektir. Mucizevi bir
peygamber teması o kadar çok işleniyor ki veli diye bilinen bazı zatlar,
keramet adı altında kendilerine bir pay çıkarabilsinler. Peygamberin diliyle
Allah: "Ben de sizin gibi bir insanım... Ben gaybı (geleceği) bilmem,
melek de değilim...bana sadece vahiy geliyor...ben bana vahiy olunana uyarım..."
buyurmasına rağmen "Efendim! Allah bildirirse peygamber gaybı
bilemez mi" diye iyi niyetle sorular soruyoruz. Israrla peygamberimiz,
Isevilerin İsa'ya yaptığı gibi yapmayın. Ben de sizin gibi bir insanım vurgusu
yapmasına rağmen durmadan ulaşılamaz bir peygamber profili çiziyoruz.
Yücelteceğiz düşüncesiyle yaptığımız, din bezirganlarının ekmeğine yağ sürmektedir.
Kendisine şeyh, efendi, pîr, mehdi, İsa-Mesih, kainat imamı, hoca, salih bir
zat, müceddit...vs payesi vererek kerameti kendinden menkul bazı kişiler,
maalesef saf duygular içerisinde olan insanımızı ve akıllarını esir almaktadırlar.
İçlerinde samimi olanlar varsa onları istisna tutuyorum. Kimin daha üstün
olduğunu ancak Allah'a karşı sorumluluk bilincini en iyi yerine getiren takva
sahibi olduğu, Kitap'ta belirtilmesine rağmen bazı insanlara kutsiyet izafe ediyoruz.
Anlatılan kerametler ise dudak uçuklatır cinsten. Halbuki ilmihal kitaplarımızı
bile açıp okusak veli bir insanın kerametinin ortaya çıkması bir kadının özel
halini anlatması gibi denir. İçlerinde öyleleri var ki, durmadan gece gündüz
rüyasında peygamberle yatar, peygamberle kalkar. Kitaplarımızda rüya ile amel
edilmez sözünü kulak ardı ederek aval aval bakıyoruz. Hatta kulak verip amel
edenlerimiz bile var. Bakıyorlar ki inananlar var. Hızlarını alamayıp
yaptıkları etkinliklere önem atfetmek için "Peygamber aramızdaydı"
deniyor. Bu gizemli dünya, halkımız ve öğrencilerin de çok hoşlarına gidiyor.
Din kültürü derslerinde en fazla ilgi duyulan konular ve sorulan sorular: üç
harfliler, mehdi gelecek mi... vs.
Din: "İnsanların iki dünya
saadetini sağlamak amacıyla Allah tarafından gönderilmiş ilahi kurallar
bütünü" olduğuna göre sorun, dinin kendisinde değil; uygulayıcıların kendi
menfaatlerine göre dine yükledikleri anlamlardadır. Bundan kurtulmanın yolu
dini yasaklamak değil, yanlış anlaşılmasının önüne geçmek, gerekli tedbirleri
almaktır. Bildiğiniz gibi İslam Hukukunda 'Harama- kötü davranışlara götüren
yolların tıkanması' anlamına gelen 'Seddi zerai' diye bir fıkıh kaidesi vardır.
Bu kaidenin zamanıdır diye düşünüyorum. Dini özellikle Hz Muhammed'i
gizemlilikten kurtarmak lazım. 02/08/2016
* 12/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
30 Temmuz 2016 Cumartesi
Bir yalnız adam **
94
yılında yapılan mahalli seçimlerde seçim öncesi TV'lerde yapılan açık
oturumlarda gördü millet ilk önce. Bedrettin DALAN, İlhan KESİCİ, Zülfü
LİVANELİ...gibi ağır topların arasında öylesine çağırılmış biri görüntüsü
hakimdi ekranlarda. Sunucusundan, adaylara varıncaya kadar herkes küçümseyerek
bakıyordu tepeden. Anlaşmışçasına ezmeye çalışıyorlardı. Gücüne bakmadan kendi
fikrini zikrini anlattı ekranlardan. Horlamaya çalışanlara karşı dik durdu.
Ezdirmedi kendini ve savunduğu fikri. Sonunda başardı Türkiye'nin en büyük
şehrine başkan oldu. Reis idi artık adı.
İşe
hamdele ile başladı. Şehrin su ve çöp sorununu çözdü ilk önce. 5 yıllık
süresini tamamlamadan Siirt'te Ziya GÖKALP'e ait "Minarelerimiz
süngü..." şiirini okuduğu için soluğu hapishanede aldı ve bir daha muhtar
bile olamayacak şekilde siyasi yasaklı oldu. Arkasından gittiği Hocasının
partileri bir bir kapatılıp iktidardan indirildiği 28 Şubat sürecinde belki de
Hocasının: "Evladım, iktidara gelsek de bizi muktedir yapmayacaklar,
özünüzü kaybetmeden gömleğinizi çıkarın, elmanın bir yarısı olun, farklı bir
kulvarda mücadele edin" sözüyle yeni bir parti kurdu. Genel başkanı olduğu
partisinin milletvekili olamadı. Partisi iktidara geldi kendisi siyasi yasaklı
oldu. Aslan düştüğü yerden kalkar misali, okuduğu şiirden dolayı siyaseten
yasaklı hale geldiği Siirt'ten vekil seçilerek hükümetin başına geçebildi.
İktidara
gelen bu saralı zihniyeti muktedir yapmamak için YÖK'ü, SEZER'i, Anayasa
Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Askeriye, İstanbul dukaları vb devletin tüm
kurumları harekete geçti... Başbakan oldun ama seni Çankaya'ya göndermeyeceğiz
dendi, 367 garabeti o zaman ortaya çıktı. 2008-2009 yıllarında partisi
kapatılmaktan gücün kurtuldu. Tabir yerindeyse devletin köşe başlarını
tutmuşları savaş açtı kendisine. Her biriyle teker teker mücadele etti, asla
başını eğmedi, boyun bükmedi.
2009
yılında dünyanın en büyük terörünü uygulayan devlete 'One minute' dedi. Yavaş
yavaş yalnızlaştırılmaya başlandı. Etrafındaki dost devletler bir bir yanından
uzaklaşmaya başladı. Hızını kesmedi 'Dünya beşten büyük' dedi. İyice
yalnızlaştırıldı. Doğu sorununu çözmek için çözüm sürecini başlattı. 2011
yılından beri hem içerideki düşmanlarla uğraştı hem de dışarıyla. 1970'den beri
beslenen içimizdeki uyuyan hücreler harekete geçirildi. Ardı arkasına 'Gezi
olayları, 17-25 Aralık olayları, 6-7 Ekim PKK olayları...' birbirini izledi. 3
milyon Suriyeli mülteciye kucak açarken Güneydoğu'nun birçok il ve ilçesinde
hendek savaşları başladı...
Faili
meçhul cinayet ve olaylarıyla karşı karşıya geldi. Muhsin YAZICIOĞLU, Danıştay
saldırısı, Uludere olayı, Suriye ve Rusya'nın uçağının düşürülmesi gibi olaylar
birbirini takip etti. 2002 yılından itibaren iç ve dış güçlerle uğraşırken
diğer taraftan ülkenin ekonomi ve alt yapısını geliştirdi.
Hiç
yılmadı, hiç boynunu eğmedi, kimseye eyvallah demedi. İçi ne ise dışı o oldu. En
yabancısı olduğu alan diplomatik dil idi… Daraldığı zaman hep meydanlara çıktı sevenleriyle
buluştu. Meydanların dilini iyi kullandı. "Kefenimle çıktım yola"
dedi hep. "Kaderin üzerinde bir kader var" sözü eksik olmadı hiç
dilinde.
17-25
Aralık'tan sonra iç düşmanları anlatmak için meydanlarda hep o hainleri
anlattı. Herkes dinledi ama kimse anlamadı. Derdini kendi partisine bile
anlatamadı. Kimse tehlikenin farkına varmadı belki de varmak istemedi. Kimse
inanmasa da o, “Muhtar bile olamaz artık” dedikleri muhtarları toplayarak
derdini anlatmaya devam etti, belki de olamadığı muhtarlığa özlem duyarak. Bir
musibet bin nasihatten iyidir misali 15 Temmuz gecesi olunca herkesin kafası
dank etti. Topla, tüfekle, tankla, uçakla geliyorlardı üzerimize son vuruşu
yapmak için. Kendisini öldürmeye gelenlere aldırmadan, tehlikeyi göze alarak
kalkışmanın en fazla olduğu iki ilden birine indi kefeniyle. Halkı meydanlara
çağırdı, milyonlar kulak verdi ona. İçeride ve dışarıda yalnızdı, kimse onu
anlamıyordu ama onun milyonları vardı. Meydanlar ona kol kanat gerdi, kimi
şehadet şerbetini içti, kimi de yaralandı, çoğu da dur durak bilmeden uykuya
meydan okurcasına sahayı terk etmedi. Haklılığını herkes anladı, ama bu anlama bize pahalıya mal oldu maalesef.
Hasılı
yalnız adamdı hep. Haklılığı ortaya çıkınca farklı kulvarlarda yürüyenler de
kol kanat gerdi kendisine. Çünkü mesele vatan ise gerisi teferruattı zira.
Tarih yalnız adamın tek başına meydan okuyuşunu, mücadelesini, başarısını
yazacak; başını eğmediğini, pes etmediğini konuşacak. Analar ne evlat(lar)
doğurmuş diyecek. Dünyanın zulmüne meydan okudu diyecek...
Başka
devletler 50-100-150 yıllık hesap ve planlar yaparken biz ülke olarak hep günü
birlik yaşadık. O gelerek bu milletin ufkunu açtı. 2023 diye hedef koydu,
hızını alamayıp 2053 dedi. Yetmez 2071
dedi. Sanki büyük devlet böyle olunur dercesine. Ülkemiz ve dünya mazlumlarının
tutan eli, yürüyen ayağı, gören gözü, işiten kulağı oldu. Kim tutar bundan
sonra onu. Allah ondan razı olsun. Onun ve milletin yolu hep açık olsun.
Bu
millet seviyor yalnız adamı…samimiyetini,
içtenliğini, dobralığını, olağan halini seviyor. Bakmayın bazılarının düşman
gibi göründüklerine. İç hainleri temizledi ya, helal olsun ona! Gücüne güç
katsın Rabbim. Memleketimize dirlik ve birlik versin. 30/07/2016
** 02/09/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.
** 02/09/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.
"Tavşana kaç tazıya tut" demişler *
Kendimi
bildim bileli devlet hep dindar-mütedeyyin insanlara soğuk baktı. Bir irtica
paranoyası hakimdi ülkede: Laik ve anti laik şeklinde. Gerici-yobazdı dindarın
adı bazı kesimler nezdinde. 70'lerin 2.yarısından itibaren çocuklarını okutmaya
başlayan Anadolu insanı 80'lerle birlikte başörtüsü mücadelesinin içerisinde
buluyordu kendisini. Kimi başını açarak okuyabildi, kimi okulunu bıraktı,
kimi okuluna bile gidemedi. 90'lı
yıllarda 'İkna odalarına' sokulan kız
öğrencilerinin sayısı az değildi. Saralı gibi görüldü nedense kızların
başörtüsü. Helalinden bir iş bulmak için okuyan çocukların önleri kesildi
bulunan katsayı ucubesi sayesinde. Çünkü onlara göre, İHL'lerde okuyan
çocukların tercih ettikleri bölümlerin başında hukuk ve siyasal fakülteleri
geliyordu: ‘Yarın bize laikliği bunlar savunacaklar korkusu sardı onları.’
Katsayı adaletsizliği sayesinde vatandaşın hem okusun ekmeğini kazansın, hem de
dinini öğrensin, arkamdan bir Fatiha okusun diye teveccüh gösterdiği
okullara kibrit suyu döküldü... İlköğretimi
bitirmeyen çocukların yaz tatilinde cami ve kurslarda Kur'an öğretimine yasak
getirildi.
Yükselme
umudunu taşıyan asker ve mülkiye erkanı başı açık eşler aradı hep. Çünkü
'Disiplinsizlik nedeniyle' ‘YAŞ’ tahtaya basıp kapının önünde bulabilirlerdi
kendilerini. Askeriyenin nizamiyelerine başörtülüler ve sakallılar alınmadı.
2000'li yıllarda başörtülü eşleriyle birlikte devlet erkanını karşılayamadı
devletin tepesindeki yetkili kişiler. Eşli-eşsiz davetiye türü çıktı bu zaman
diliminde. Kurdukları partiler 'İrticanın odağı' olmaktan bir bir kapandı.
Küçük
çocukların 'Kutlu Doğum' haftasında okuduğu ilahiler 23 Nisan'a alternatif gibi
gösterilmeye başlandı. Okul ve iş yerlerinde insanların ibadet edeceği bir yeri
bulabilmeleri nadirattandı. Paranın dini imanı olmaz sözünü nakzedercesine bu
süreçte 'Yeşil sermaye' avına çıkıldı.
Din
Kültürü dersleri olsun mu olmasın mı, vay efendim laik bir ülkede bunlar olur
mu olmaz mı, dinin eğitimi değil, öğretimi yapılmalı... gibi tartışmalar hiç
eksik olmadı. Yıllar yılı kamusal alan ile yattık, kamusal alanla kalktık
maalesef.
Kamusal
alanda dine, dini yaşantıya, dini kılık kıyafete yer yoktu. Okullar da nasibini
aldı bundan. 1000 yıl devam edecek dedikleri bir süreci başlattılar devlet
aklıyla. Hem dini ilmi hem de müspet ilmi öğrensin diye vatandaşın tercih
ettiği okulların önü, katsayı adaletsizliğiyle kesilmesi sonucunda: "Ben
cahil kaldım, cehaletten çok çektim, başımıza ne gelirse cehaletten diyen
insanımız çocuğunu okutmaktan yılmadı. Alternatif yollara yöneldi. 80'lerden
itibaren kendini gösteren bir yapı ile kesişti mütedeyyin insanların çoğunun
yolu. Devlete egemen yapının bir kesime hayatı dar ettiği dönemlerde vatandaş
15 Temmuz'da harakiri yapan bir başka yapının kucağında buldu kendisini yıllar
önce. Yağmurdan kaçarken doluya tutulma misali...
Horlanmış
ve dışlanmış Anadolu insanı iktidara gelince devlet, tüm kurumlarıyla savaş
açtı. İktidara gelseler de muktedir olmalarının önüne geçmek için ellerinden
geleni yaptılar. 367 ucube kararı, iktidar partisi hakkında kapatma davası
birbirini izledi. Böyle bir ortamda yıllar yılı devlet içinde kadrolaşmış bu
yapı iyi rolde sağdan yaklaştı. Denize düşen yılana sarılır misali...
Dine
soğuk bakan devlete egemen olanların dönemlerinde sakıncalı piyade muamelesi
gören bu yapının her dönemde hızı kesilmeden emniyet, askeriye ve adalet
mekanizmalarında kadrolaştığı göz önüne alınırsa bu yapı 80'den bu yana
neredeyse tüm siyasi iktidarlar tarafından korunup gözetilmiştir. Burada
devlete ve millete iyi bir oyun oynanmıştır. Bu oyunu biz 15 Temmuz'da
kanımızla ödedik maalesef. Bu yapının doğumu, gelişmesi ve zirve yapmasında
70'ten günümüze neredeyse tüm iktidarlar pay sahibidir. Sanki oyun kurucular:
"Biz mütedeyyin insanlara hayatı zindan edeceğiz, onları biz
kovalayacağız, onlar kaçıp size gelecekler, siz onları istediğiniz şekilde
yetiştireceksiniz" demişler gibi. Buna biz "Tavşana kaç, tazıya
tut" diyoruz. Kamusal alanı mütedeyyin insanlara zindan edenlerin hepsinin
niyeti budur demek istemiyorum. Bu işte rol alanlar bilerek ya da bilmeyerek bu
yapıya hizmet etmiş oldular maalesef. 30/07/2016
* 03/08/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 03/08/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
29 Temmuz 2016 Cuma
Tarih ne yazacak?
BİR
HAİNİ YAZACAK:
-Bir
hainin içimizden oluşturduğu hainler şebekesini yazacak.
-Devletin
bütün kilit noktalarının hainler tarafından işgal edildiğini yazacak.
-2016
yılında emir subaylarının ve yaverlerin darbeye kalkışmasını yazacak.
-Hiç
olmadığı kadar bu ülkede güvenin zedelendiğini yazacak.
-Bir
örgütün kripto duruşunu yazacak.
-Barış
ve hoşgörü mesajı verenlerin nasıl canileştiğini yazacak.
-40
yıl boyunca deşifre olmadan devletin içerisinde
nasıl yerleştiklerini, kadrolaştıklarını yazacak.
-Emperyalist
devletlerin maşası bir örgütün kendi halkına nasıl mermi attığını, meclisini
bombaladığını, halkın üzerine tankları sürdüğünü yazacak.
-Hiç
olmadığı kadar insanların Allah ile aldatıldığını yazacak.
-Bir
yapının 1970'lerden beri tüm devlet yapısı içerisinde yuvalandığını,
siyasilerin hepsinin göz yumduğunu yazacak.
-Bir
milletin süper, zeki beyinlerinin nasıl esir alındığını, beyinlerinin
yıkandığını yazacak.
-Devletin
içerisine çöreklenen bu örgütü çözemeyen devleti yazacak.
-Bu
yapının devletiyle, milletiyle herkesi ayakta uyuttuğunu yazacak.
-Bir
milletin himmet adı altında hizmet maksadıyla aktardığı paralarının nerelerde,
kimlere hizmet amacıyla kullanıldığını yazacak.
-Ülkemizde
emelleri olan emperyalist devletlerin en az 50 yıl planlar yaptığını, bizi
içimizdeki beyinsizlerle yola getirme planları yaptığını yazacak.
-Bizim
bizden başka dostumuzun olmadığını yazacak.
-İçlerindeki
onca gizli haine rağmen yıkılmadan ayakta duran büyük bir devlet olduğunu
yazacak.
-Bir
ülkeye okumamış cahilinden ziyade okumuş insanlarının nasıl zarar verdiğini
yazacak.
***
KAHRAMANLIKLARI
YAZACAK:
-Bir
milletin yediden yetmişe hainlerle nasıl mücadele ettiğini yazacak.
-Birinin
ak dediğine, siyah diyen; birbiriyle her alanda ayrışmış bir milletin vatan söz
konusu olunca gerisi teferruattır dediğini yazacak.
-Darbeye
karşı meydanlar nasıl indiğini, tankların altına nasıl atladığını, günlerce
nasıl nöbet tuttuğunu yazacak.
-Bileti
kesilmiş yalnız bir adamın kefenini giyerek nasıl meydanlara çıktığını, halkı
nasıl meydanlara davet ettiğini, şapkasını alıp nasıl kaçmadığını yazacak.
-İçlerindeki
sayısız hainlere rağmen bir milletin hala nasıl dimdik ayakta olduğunu yazacak.
-Birbiriyle
kıyasıya mücadele eden siyasilerin kırgınlıklarını bir tarafa bırakarak nasıl
birleştiğini yazacak.
-7'den
70'e bir milletin nasıl destan yazdığını yazacak.
-2016'dan
önce uyuyan bir milletin nasıl uyandığını yazacak.
-Bir milletin darbeci hainlere ve arkalarındaki süper güçlere karşı nasıl Osmanlı tokadı indirdiğini yazacak… 29/07/2016
-Bir milletin darbeci hainlere ve arkalarındaki süper güçlere karşı nasıl Osmanlı tokadı indirdiğini yazacak… 29/07/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)