3 Ağustos 2016 Çarşamba

Devesiniz vesselam!...

Bu memleketi ve bu dini kurtarıcılardan kurtarmak lazım. Hep beraber sürekli kurtarıcılar bekliyoruz. Biri çıktı. Baba dendi ona: "Düşün peşime, ben sizi kurtaracağım" dedi. Ülkeyi bir zamanlar yetmiş cente muhtaç etti. Ardından  "Ben size iki anahtar vadediyorum" dedi biri. Kurtar bizi ana derken 5 Nisan kararlarıyla ülkeyi en büyük ekonomik krizlere düçar etti. Artık ne babadan ne anadan  hayır var, bir de abi ve ablaları deneyelim dendi. Onların da  kendisini 'Kainat imamı' diye adlandıran bir başkasının maşası asalak bir kişiye 'Adanmışlık' adı altında kul-köle olduklarını, avladıklarını da aynı yolun hizmetine adadıkları ortaya çıktı. Ülkeyi dar boğaza götüren siyasiler belki ceplerini doldurdu ama en azından halkın diniyle uğraşmadılar. Bu son kesim ise ekmeğini yedikleri, suyunu içtikleri kaba pisleyerek had bilmezlik örneği gösterdiler. Eli kalem tutan, beyni bilgi yüklü, ağzı dualı sandığımız bu bel'am  tipler ise kendilerini besleyen insanların üzerine bomba yağdırdılar. Halk kime inanacak bilmiyorum. Halkımız milletin kanını  hizmet görünümlü bu parazitlere rağmen, Allah ile aldatanlara rağmen  iyi Müslüman kalmış gerçekten. Adamlarda zerre kadar akıl olsa 40 yıldır oluşturdukları müktesebatı bir çırpıda yok etmezler. Mekke dönemini yaşıyoruz, önce iman, bu insanların imanını kurtarmamız lazım diyen insanlarda nokta kadar iman ve ahiret inancının olmadığı ortaya çıktı. Ahiret inancı olan insanlar milyonların hakkını gasp ederek soru çalmaz, kayırmacılıkla işe adam yerleştirmez,  kişileri gizli gizli dinleyip servis etmez... Hainlikte zaten üstünüze yok. Yalan gırla. Takiyye mesleğiniz... Hasılı hani deveye sormuşlar ya, "Boynun niye eğri" diye. "Nerem doğru ki demiş" deve. Gerçekten nereniz doğru sizin develer diyeceğim ama deveye hakaret olur. 02/08/2016

Yumuşak Karnımız-2 *

Din konusunda gizemli dünya insanımızın çok hoşuna gider, hep bu konularda konuşulsun ister. Din bezirganları da bu alanı iyi değerlendirip hep kendilerine pay çıkartabiliyorlar. Her şeyden önce insanımızın bu konulardaki merakını giderecek bir çalışma içine girilmelidir. Yapılacak çalışmalar istismarcıların bir daha kullanamayacağı netlikte olmalıdır. Bunun için:

1.Dinin ve konularının bir takım kesimler tarafından istismar edilmemesi için öncelikli olarak tartışmalı konular belirlenmeli, hatta vuzuha kavuşturulması gereken konular halka sorulmalı. (Mehdi, Mesih, İsa, cin, müceddit, gaybın bilinmesi.. vb )
2. Belirlenen konular Diyanet İşleri Başkanlığı nezdinde kurulacak, sahasında uzman kişiler tarafından enine boyuna mütalaa ve müzakere edildikten sonra kamuoyunun bilgisine sunulmalıdır. (Uzman heyet konuları incelerken Kur'an, sünnet ve sahih hadisi esas almalıdır.)
3. Din eğitim ve öğretimi devlet okullarında verilmelidir.
4. Din eğitim ve öğretimi devlet gözetiminde olmayan cemaatler tarafından verilmesinin önüne geçilmelidir.
5. Ağırlıklı olarak İslam ve imanın şartlarından ibaret olan ortaokul ve lise müfredatı yeniden gözden geçirilmeli, tartışmalı olan tüm konuların müfredata girmesi sağlanmalıdır. Tartışmalı konular konusunda komisyonun verdiği görüşün dışında bir başka görüşe yer verilmemelidir.
6. Din Kültürü müfredatının ders materyalini yazacak kişilerin; halkın nabzını tutan, halkın ve öğrencilerin seviyesine inebilen uzmanlardan oluşmalıdır.
7. Cemaatlerin gelir-gider ve bağışları sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır. Ticari faaliyetleri varsa izlenmelidir.
8.Din alanında yazılan eserlerin, oluşturulan bir heyet tarafından tetkiki yapıldıktan sonra basımına izin verilmelidir. Her önüne gelenin din sahasında eser vermesinin önüne geçilmelidir.
9. Dini sahada uzmanlarınca vuzuha kavuşmamış tartışmalı konular basın aracılığıyla gündeme getirilmemelidir. 
10. Fıkıh, tefsir, kelam... alanlarında, uzmanlarından oluşan bir komisyon, tartışmalı konularla ilgili belirli periyotlarla bir araya gelip konuyu müzakere etmeli. Her alanın canlı müçtehitleri olmalıdır. Komisyon, önlerine gelen bir konu için kitap-sünnet, sahih hadis, öncekilerin bu konuda verdiği fetvalara göz atıp güncel fetva vermelidir. Dini alanda yaşayan, canlı bir fıkıh olmalıdır.
11. Herhangi bir cemaate ve gruba öğrencileri yönlendiren eğitimci önce uyarılmalı, devamı halinde milli eğitimle olan sözleşmesi feshedilmelidir.
12. Allah ve peygamberi dışında, herhangi bir kimsenin faziletlerinden bahseden gruplardan kesinlikle uzak durulmalıdır. Şeyhin kerametinden, peygamberi rüyasında görmesinden bahsediliyorsa, veli, mehdi, mesih, kurtarıcı... şeklinde bir anlatım varsa mutlaka mesafe konmalıdır.
13. Devlet ve Diyanet "Ben kurtarıcıyım, yegane yol bizim yol" diyenlere karşı kitleleri uyarmalıdır. Gaybı bilirim havasında olanlara şarlatan gözüyle bakılmalıdır.
14. Dini anlatımlarda akıl, mantık ve gönüllere hitap eden ikna edici bir üslup kullanılmalıdır. Öğrencilerin açık bir şekilde ikna olmadıkları konuları sormalarının önü açılmalıdır. Sorgulayan, aklını kiraya vermeyen bir neslin yetişmesi için çaba gösterilmelidir.
15. "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, mehdi, mesih gelecektir, her yüzyılda dini yenileyen bir müceddit gelecektir" gibi sözlerin kaynaklarının doğru olup olmadığı uzmanlarınca iyice araştırılarak kamuoyu bilgilendirilmelidir. Yanlış anlaşılmaya, din bezirganlarının kullanmalarına müsait olan gelecekle ilgili haber veren zayıf hadisler mutlaka kaynağı iyi araştırılarak o hadislerle amel edilip edilmeyeceği uzman ekip tarafından karara bağlanarak yine kamuoyuna açıklama yapılmalıdır.
16. Yanlışa giden yolların tıkanması anlamına gelen 'Seddi zerai' kaidesi netameli konular için uygulanmalıdır. 03/08/2016

* 14/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



15 Temmuz gecesinden öğrendiklerimiz **

-Her Allah, peygamber, din, iman diyenin doğru yolda olmadığını,
-Devletin kurumlarının yönetiminin aynı düşüncedeki insanlara ihale edilmemesi gerektiğini,
-Her sakallının amcamız, her başörtülünün annemiz, her askeri elbiseyi giyenin bu toprağın askeri olmadığını, her başına sarık-cübbe geçirenin dini anlatmadığını,
-Allah birin dışında bir araya gelmeyecek şekilde ayrışan bu toplum kesimlerinin "Konu vatansa gerisi teferruat" diyebileceğini,
-Ülke savunmasında yediden yetmişe aynı anda organize olup seferberlik ilan edebileceğimizi,
-Ölümü göze alacak şekilde vatansever insanların çokluğunun yanında bu vatanı yaşanmaz kılacak şekilde içimizde hainler barındırdığımızı,
-Halen Mekke dönemini yaşıyoruz. Bu yüzden ilk önce insanların imanını kurtarmak gerekir diye çıkan içimizdeki şer odaklarının kastının imanımızdan etmek olduğunu,
-Kökü dışarıda olan bir ihanet şebekesinin kırk yıldır hak-hukuk dinlemeden devletin hücrelerine sızmak için nasıl soruları çaldığını,
-40 yıldır ülkeyi yöneten siyasilerin uyuduğunu, ya da uyutulduğunu, art niyetleri yoksa bile bir gaflet içerisinde olduklarını,
-Stratejik ortağımız diye bildiğimiz devletlerin altımızı oymak için uzun yıllara dayanan planlarının olduğunu,
-Emperyalist ve sömürgeci devletlerin Türkiye'de hala emelleri olduğunu, kurtuluş savaşının hala bitmediğini,
-Dünyayı yöneten sömürgeci akla rağmen ülkesini bağımsız bir şekilde yönetmeye kalkmanın ağır bedellerinin olduğunu ama her şeye rağmen bağımsızlığımızdan ödün vermeyeceğimizi,
-Bağımsız ve güçlü bir devlet olmanın yolunun 50-60 yıl sonrasının planının yapmaktan geçtiğini,
-NATO ve İncirlik Üssünün bizi korumaktan ziyade bizim için ayak bağı ve tehlike olduğunu,
-İrili, ufaklı devletlerin mazlumun yanında değil de güçlünün yanında yer aldığını, dünya sessiz kaldıkça sömürgeci devletlerin borusunun daha da öteceğini,
-Hoşgörü ve diyalog adı altında toplumun tüm kurum, kuruluş ve kesimleriyle iyi ilişkiler içerisinde olanların hiç de hoşgörülü olmadıklarını, hatta hoşgörüye düşman olduklarını,
-Allah'ın verdiği aklı kullanmayarak bir başkasına kul köle olanların çok tehlikeli olabildiklerini,
-Dinin bizzat Allah, peygamber diyenler tarafından kendi emelleri için istismar edildiğini, halkın saf  dini duygularıyla nasıl oynandığını,
-Kendilerine emanet edilen çocuk ve gençlerin aklı ve beyinlerinin  nasıl uyuşturulduğunu,
-Dinin her yönüyle devlet gözetiminde, devlet okullarında, ehil kişiler tarafından yeterince verilmesi gerektiğini,
-Devlet okullarında devlet eliyle  verilen eğitim ve öğretimin içinin özellikle boşaltılması sonucu umudunu yitiren insanların alternatif yol diyerek kimlerin kucağına itildiğini, eğitim ve öğretimin tıpkı din eğitimi gibi dışarıda herhangi bir gruba ihtiyaç hissedilmeyecek şekilde yeniden dizayn edilerek devlet okullarında dolu dolu verilmesi gerektiğini,
-Yeterince okumamış, dini bilgisi olmayan Anadolu insanının din duygusunun; eli kalem tutan, teknolojiyi çok iyi bilen okumuş insanların din duygusundan daha saf, daha berrak,  daha temiz olduğunu,
-İçimizdeki hainlerin çokluğuna rağmen bu ülkenin güçlü bir şekilde hala dimdik ayakta durduğunu… 03/08/2016
** 05/08/2016 günü kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Ağustos 2016 Salı

Yumuşak Karnımız-1 *

Son olaylar iyice gösterdi ki bizim yumuşak karnımız dindir.  Bizi tankla, tüfekle alt edemeyecek odaklar içimize, yanımıza hep din ve din duygusuyla yaklaşmışlardır. Buna ben şeytanın sağdan yaklaşması diyorum. Bu milletin genlerinde din her zaman için vardır. Olmaya da devam edecektir. Birileri bunu iyi test etmiş. Bütün zehirlerini bu alandan zerk ediyorlar. Çünkü biz, dini dört dörtlük yaşayamasak da;  Allah, peygamber, din, iman diyene karşı tüm yağlarımız erir. Canımızı, malımızı veririz.

"Din halkın afyonudur" diyen Karl Marx'ı haklı çıkarırcasına halktaki bu din duygusu maalesef hep istismar edilmiştir. Uyutulmuştur. Halkımız din ile aldatılmıştır. Çok uzağa değil yakın tarihimize bakalım, başımıza bela olan örgütlerin kendi emellerine dayanak yaptıkları, çıkış noktaları hep dindir: DAİŞ, IŞİD, TALİBAN, BOKO HARAM, EL-KAİDE, FETÖ... gibi.

"Apaçık bir kitap" olan Kur'an-ı, anlaşılmaz kılmada üstümüze yoktur. Hele peygamber anlatımımız evlere şenlik gerçekten. Bizim için mücadelesi, azmi, gayreti, dürüstlüğü, merhameti, adaleti, eminliği... gibi örnek olacak ayakları yere basan,  bir peygamberi anlatmaktan ziyade her yaptığını mucize olduğunu gösteren, uçan-kaçan-ulaşılmaz bir peygamber anlatıyoruz hep. Malumunuz mucizeler, inkar edenleri ikna etmek amacıyla Allah tarafından peygamberler üzerinde gösterilen, insanları aciz bırakan,  harikulade olaylar demektir. Mucizevi bir peygamber teması  o kadar çok işleniyor ki veli diye bilinen bazı zatlar, keramet adı altında kendilerine bir pay çıkarabilsinler. Peygamberin diliyle Allah: "Ben de sizin gibi bir insanım... Ben gaybı (geleceği) bilmem, melek de değilim...bana sadece vahiy geliyor...ben bana vahiy olunana uyarım..." buyurmasına rağmen  "Efendim! Allah bildirirse peygamber gaybı bilemez mi" diye iyi niyetle sorular soruyoruz. Israrla peygamberimiz, Isevilerin İsa'ya yaptığı gibi yapmayın. Ben de sizin gibi bir insanım vurgusu yapmasına rağmen durmadan ulaşılamaz bir peygamber profili çiziyoruz. Yücelteceğiz düşüncesiyle yaptığımız, din bezirganlarının ekmeğine yağ sürmektedir. Kendisine şeyh, efendi, pîr, mehdi, İsa-Mesih, kainat imamı, hoca, salih bir zat, müceddit...vs payesi vererek kerameti kendinden menkul bazı kişiler, maalesef saf duygular içerisinde olan insanımızı ve akıllarını esir almaktadırlar. İçlerinde samimi olanlar varsa onları istisna tutuyorum. Kimin daha üstün olduğunu ancak Allah'a karşı sorumluluk bilincini en iyi yerine getiren takva sahibi olduğu, Kitap'ta belirtilmesine rağmen bazı insanlara kutsiyet izafe ediyoruz. Anlatılan kerametler ise dudak uçuklatır cinsten. Halbuki ilmihal kitaplarımızı bile açıp okusak veli bir insanın kerametinin ortaya çıkması bir kadının özel halini anlatması gibi denir. İçlerinde öyleleri var ki, durmadan gece gündüz rüyasında peygamberle yatar, peygamberle kalkar. Kitaplarımızda rüya ile amel edilmez sözünü kulak ardı ederek aval aval bakıyoruz. Hatta kulak verip amel edenlerimiz bile var. Bakıyorlar ki inananlar var. Hızlarını alamayıp yaptıkları etkinliklere önem atfetmek için "Peygamber aramızdaydı" deniyor. Bu gizemli dünya, halkımız ve öğrencilerin de çok hoşlarına gidiyor. Din kültürü derslerinde en fazla ilgi duyulan konular ve sorulan sorular: üç harfliler, mehdi gelecek mi... vs.

Din: "İnsanların  iki dünya saadetini sağlamak amacıyla  Allah tarafından gönderilmiş ilahi kurallar bütünü" olduğuna göre sorun, dinin kendisinde değil; uygulayıcıların kendi menfaatlerine göre dine yükledikleri anlamlardadır. Bundan kurtulmanın yolu dini yasaklamak değil, yanlış anlaşılmasının önüne geçmek, gerekli tedbirleri almaktır. Bildiğiniz gibi İslam Hukukunda 'Harama- kötü davranışlara götüren yolların tıkanması' anlamına gelen 'Seddi zerai' diye bir fıkıh kaidesi vardır. Bu kaidenin zamanıdır diye düşünüyorum. Dini özellikle Hz Muhammed'i gizemlilikten kurtarmak lazım.  02/08/2016

* 12/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



30 Temmuz 2016 Cumartesi

Bir yalnız adam **


94 yılında yapılan mahalli seçimlerde seçim öncesi TV'lerde yapılan açık oturumlarda gördü millet ilk önce. Bedrettin DALAN, İlhan KESİCİ, Zülfü LİVANELİ...gibi ağır topların arasında öylesine çağırılmış biri görüntüsü hakimdi ekranlarda. Sunucusundan, adaylara varıncaya kadar herkes küçümseyerek bakıyordu tepeden. Anlaşmışçasına ezmeye çalışıyorlardı. Gücüne bakmadan kendi fikrini zikrini anlattı ekranlardan. Horlamaya çalışanlara karşı dik durdu. Ezdirmedi kendini ve savunduğu fikri. Sonunda başardı Türkiye'nin en büyük şehrine başkan oldu. Reis idi artık adı.

İşe hamdele ile başladı. Şehrin su ve çöp sorununu çözdü ilk önce. 5 yıllık süresini tamamlamadan Siirt'te Ziya GÖKALP'e ait "Minarelerimiz süngü..." şiirini okuduğu için soluğu hapishanede aldı ve bir daha muhtar bile olamayacak şekilde siyasi yasaklı oldu. Arkasından gittiği Hocasının partileri bir bir kapatılıp iktidardan indirildiği 28 Şubat sürecinde belki de Hocasının: "Evladım, iktidara gelsek de bizi muktedir yapmayacaklar, özünüzü kaybetmeden gömleğinizi çıkarın, elmanın bir yarısı olun, farklı bir kulvarda mücadele edin" sözüyle yeni bir parti kurdu. Genel başkanı olduğu partisinin milletvekili olamadı. Partisi iktidara geldi kendisi siyasi yasaklı oldu. Aslan düştüğü yerden kalkar misali, okuduğu şiirden dolayı siyaseten yasaklı hale geldiği Siirt'ten vekil seçilerek hükümetin başına geçebildi.

İktidara gelen bu saralı zihniyeti muktedir yapmamak için YÖK'ü, SEZER'i, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Askeriye, İstanbul dukaları vb devletin tüm kurumları harekete geçti... Başbakan oldun ama seni Çankaya'ya göndermeyeceğiz dendi, 367 garabeti o zaman ortaya çıktı. 2008-2009 yıllarında partisi kapatılmaktan gücün kurtuldu. Tabir yerindeyse devletin köşe başlarını tutmuşları savaş açtı kendisine. Her biriyle teker teker mücadele etti, asla başını eğmedi, boyun bükmedi.

2009 yılında dünyanın en büyük terörünü uygulayan devlete 'One minute' dedi. Yavaş yavaş yalnızlaştırılmaya başlandı. Etrafındaki dost devletler bir bir yanından uzaklaşmaya başladı. Hızını kesmedi 'Dünya beşten büyük' dedi. İyice yalnızlaştırıldı. Doğu sorununu çözmek için çözüm sürecini başlattı. 2011 yılından beri hem içerideki düşmanlarla uğraştı hem de dışarıyla. 1970'den beri beslenen içimizdeki uyuyan hücreler harekete geçirildi. Ardı arkasına 'Gezi olayları, 17-25 Aralık olayları, 6-7 Ekim PKK olayları...' birbirini izledi. 3 milyon Suriyeli mülteciye kucak açarken Güneydoğu'nun birçok il ve ilçesinde hendek savaşları başladı...

Faili meçhul cinayet ve olaylarıyla karşı karşıya geldi. Muhsin YAZICIOĞLU, Danıştay saldırısı, Uludere olayı, Suriye ve Rusya'nın uçağının düşürülmesi gibi olaylar birbirini takip etti. 2002 yılından itibaren iç ve dış güçlerle uğraşırken diğer taraftan ülkenin ekonomi ve alt yapısını geliştirdi.

Hiç yılmadı, hiç boynunu eğmedi, kimseye eyvallah demedi. İçi ne ise dışı o oldu. En yabancısı olduğu alan diplomatik dil idi… Daraldığı  zaman hep meydanlara çıktı sevenleriyle buluştu. Meydanların dilini iyi kullandı. "Kefenimle çıktım yola" dedi hep. "Kaderin üzerinde bir kader var" sözü eksik olmadı hiç dilinde.

17-25 Aralık'tan sonra iç düşmanları anlatmak için meydanlarda hep o hainleri anlattı. Herkes dinledi ama kimse anlamadı. Derdini kendi partisine bile anlatamadı. Kimse tehlikenin farkına varmadı belki de varmak istemedi. Kimse inanmasa da o, “Muhtar bile olamaz artık” dedikleri muhtarları toplayarak derdini anlatmaya devam etti, belki de olamadığı muhtarlığa özlem duyarak. Bir musibet bin nasihatten iyidir misali 15 Temmuz gecesi olunca herkesin kafası dank etti. Topla, tüfekle, tankla, uçakla geliyorlardı üzerimize son vuruşu yapmak için. Kendisini öldürmeye gelenlere aldırmadan, tehlikeyi göze alarak kalkışmanın en fazla olduğu iki ilden birine indi kefeniyle. Halkı meydanlara çağırdı, milyonlar kulak verdi ona. İçeride ve dışarıda yalnızdı, kimse onu anlamıyordu ama onun milyonları vardı. Meydanlar ona kol kanat gerdi, kimi şehadet şerbetini içti, kimi de yaralandı, çoğu da dur durak bilmeden uykuya meydan okurcasına sahayı terk etmedi. Haklılığını  herkes anladı, ama  bu anlama bize pahalıya mal oldu maalesef.

Hasılı yalnız adamdı hep. Haklılığı ortaya çıkınca farklı kulvarlarda yürüyenler de kol kanat gerdi kendisine. Çünkü mesele vatan ise gerisi teferruattı zira. Tarih yalnız adamın tek başına meydan okuyuşunu, mücadelesini, başarısını yazacak; başını eğmediğini, pes etmediğini konuşacak. Analar ne evlat(lar) doğurmuş diyecek. Dünyanın zulmüne meydan okudu diyecek...

Başka devletler 50-100-150 yıllık hesap ve planlar yaparken biz ülke olarak hep günü birlik yaşadık. O gelerek bu milletin ufkunu açtı. 2023 diye hedef koydu, hızını alamayıp 2053 dedi. Yetmez  2071 dedi. Sanki büyük devlet böyle olunur dercesine. Ülkemiz ve dünya mazlumlarının tutan eli, yürüyen ayağı, gören gözü, işiten kulağı oldu. Kim tutar bundan sonra onu. Allah ondan razı olsun. Onun ve milletin yolu hep açık olsun.

Bu millet  seviyor yalnız adamı…samimiyetini, içtenliğini, dobralığını, olağan halini seviyor. Bakmayın bazılarının düşman gibi göründüklerine. İç hainleri temizledi ya, helal olsun ona! Gücüne güç katsın Rabbim. Memleketimize dirlik ve birlik versin. 30/07/2016

** 02/09/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

"Tavşana kaç tazıya tut" demişler *

Kendimi bildim bileli devlet hep dindar-mütedeyyin insanlara soğuk baktı. Bir irtica paranoyası hakimdi ülkede: Laik ve anti laik şeklinde. Gerici-yobazdı dindarın adı bazı kesimler nezdinde. 70'lerin 2.yarısından itibaren çocuklarını okutmaya başlayan Anadolu insanı 80'lerle birlikte başörtüsü mücadelesinin içerisinde buluyordu kendisini. Kimi başını açarak okuyabildi, kimi okulunu bıraktı, kimi  okuluna bile gidemedi. 90'lı yıllarda 'İkna odalarına' sokulan  kız öğrencilerinin sayısı az değildi. Saralı gibi görüldü nedense kızların başörtüsü. Helalinden bir iş bulmak için okuyan çocukların önleri kesildi bulunan katsayı ucubesi sayesinde. Çünkü onlara göre, İHL'lerde okuyan çocukların tercih ettikleri bölümlerin başında hukuk ve siyasal fakülteleri geliyordu: ‘Yarın bize laikliği bunlar savunacaklar korkusu sardı onları.’ Katsayı adaletsizliği sayesinde vatandaşın hem okusun ekmeğini kazansın, hem de dinini öğrensin, arkamdan bir Fatiha okusun diye teveccüh gösterdiği okullara  kibrit suyu döküldü... İlköğretimi bitirmeyen çocukların yaz tatilinde cami ve kurslarda Kur'an öğretimine yasak getirildi.

Yükselme umudunu taşıyan asker ve mülkiye erkanı başı açık eşler aradı hep. Çünkü 'Disiplinsizlik nedeniyle' ‘YAŞ’ tahtaya basıp kapının önünde bulabilirlerdi kendilerini. Askeriyenin nizamiyelerine başörtülüler ve sakallılar alınmadı. 2000'li yıllarda başörtülü eşleriyle birlikte devlet erkanını karşılayamadı devletin tepesindeki yetkili kişiler. Eşli-eşsiz davetiye türü çıktı bu zaman diliminde. Kurdukları partiler 'İrticanın odağı' olmaktan bir bir kapandı.

Küçük çocukların 'Kutlu Doğum' haftasında okuduğu ilahiler 23 Nisan'a alternatif gibi gösterilmeye başlandı. Okul ve iş yerlerinde insanların ibadet edeceği bir yeri bulabilmeleri nadirattandı. Paranın dini imanı olmaz sözünü nakzedercesine bu süreçte 'Yeşil sermaye' avına çıkıldı.

Din Kültürü dersleri olsun mu olmasın mı, vay efendim laik bir ülkede bunlar olur mu olmaz mı, dinin eğitimi değil, öğretimi yapılmalı... gibi tartışmalar hiç eksik olmadı. Yıllar yılı kamusal alan ile yattık, kamusal alanla kalktık maalesef.

Kamusal alanda dine, dini yaşantıya, dini kılık kıyafete yer yoktu. Okullar da nasibini aldı bundan. 1000 yıl devam edecek dedikleri bir süreci başlattılar devlet aklıyla. Hem dini ilmi hem de müspet ilmi öğrensin diye vatandaşın tercih ettiği okulların önü, katsayı adaletsizliğiyle kesilmesi sonucunda: "Ben cahil kaldım, cehaletten çok çektim, başımıza ne gelirse cehaletten diyen insanımız çocuğunu okutmaktan yılmadı. Alternatif yollara yöneldi. 80'lerden itibaren kendini gösteren bir yapı ile kesişti mütedeyyin insanların çoğunun yolu. Devlete egemen yapının bir kesime hayatı dar ettiği dönemlerde vatandaş 15 Temmuz'da harakiri yapan bir başka yapının kucağında buldu kendisini yıllar önce. Yağmurdan kaçarken doluya tutulma misali...

Horlanmış ve dışlanmış Anadolu insanı iktidara gelince devlet, tüm kurumlarıyla savaş açtı. İktidara gelseler de muktedir olmalarının önüne geçmek için ellerinden geleni yaptılar. 367 ucube kararı, iktidar partisi hakkında kapatma davası birbirini izledi. Böyle bir ortamda yıllar yılı devlet içinde kadrolaşmış bu yapı iyi rolde sağdan yaklaştı. Denize düşen yılana sarılır misali...


Dine soğuk bakan devlete egemen olanların dönemlerinde sakıncalı piyade muamelesi gören bu yapının her dönemde hızı kesilmeden emniyet, askeriye ve adalet mekanizmalarında kadrolaştığı göz önüne alınırsa bu yapı 80'den bu yana neredeyse tüm siyasi iktidarlar tarafından korunup gözetilmiştir. Burada devlete ve millete iyi bir oyun oynanmıştır. Bu oyunu biz 15 Temmuz'da kanımızla ödedik maalesef. Bu yapının doğumu, gelişmesi ve zirve yapmasında 70'ten günümüze neredeyse tüm iktidarlar pay sahibidir. Sanki oyun kurucular: "Biz mütedeyyin insanlara hayatı zindan edeceğiz, onları biz kovalayacağız, onlar kaçıp size gelecekler, siz onları istediğiniz şekilde yetiştireceksiniz" demişler gibi. Buna biz "Tavşana kaç, tazıya tut" diyoruz. Kamusal alanı mütedeyyin insanlara zindan edenlerin hepsinin niyeti budur demek istemiyorum. Bu işte rol alanlar bilerek ya da bilmeyerek bu yapıya hizmet etmiş oldular maalesef. 30/07/2016

* 03/08/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

29 Temmuz 2016 Cuma

Tarih ne yazacak?

BİR HAİNİ YAZACAK:
-Bir hainin içimizden oluşturduğu hainler şebekesini yazacak.
-Devletin bütün kilit noktalarının hainler tarafından işgal edildiğini yazacak.
-2016 yılında emir subaylarının ve yaverlerin darbeye kalkışmasını yazacak.
-Hiç olmadığı kadar bu ülkede güvenin zedelendiğini yazacak.
-Bir örgütün kripto duruşunu yazacak.
-Barış ve hoşgörü mesajı verenlerin nasıl canileştiğini yazacak.
-40 yıl boyunca deşifre olmadan devletin içerisinde  nasıl yerleştiklerini, kadrolaştıklarını yazacak.
-Emperyalist devletlerin maşası bir örgütün kendi halkına nasıl mermi attığını, meclisini bombaladığını, halkın üzerine tankları sürdüğünü yazacak.
-Hiç olmadığı kadar insanların Allah ile aldatıldığını yazacak.
-Bir yapının 1970'lerden beri tüm devlet yapısı içerisinde yuvalandığını, siyasilerin hepsinin göz yumduğunu yazacak.
-Bir milletin süper, zeki beyinlerinin nasıl esir alındığını, beyinlerinin yıkandığını yazacak.
-Devletin içerisine çöreklenen bu örgütü çözemeyen devleti yazacak.
-Bu yapının devletiyle, milletiyle herkesi ayakta uyuttuğunu yazacak.
-Bir milletin himmet adı altında hizmet maksadıyla aktardığı paralarının nerelerde, kimlere hizmet amacıyla kullanıldığını yazacak.
-Ülkemizde emelleri olan emperyalist devletlerin en az 50 yıl planlar yaptığını, bizi içimizdeki beyinsizlerle yola getirme planları yaptığını yazacak.
-Bizim bizden başka dostumuzun olmadığını yazacak.
-İçlerindeki onca gizli haine rağmen yıkılmadan ayakta duran büyük bir devlet olduğunu yazacak.
-Bir ülkeye okumamış cahilinden ziyade okumuş insanlarının nasıl zarar verdiğini yazacak.
***
KAHRAMANLIKLARI YAZACAK:
-Bir milletin yediden yetmişe hainlerle nasıl mücadele ettiğini yazacak.
-Birinin ak dediğine, siyah diyen; birbiriyle her alanda ayrışmış bir milletin vatan söz konusu olunca gerisi teferruattır dediğini yazacak.
-Darbeye karşı meydanlar nasıl indiğini, tankların altına nasıl atladığını, günlerce nasıl nöbet tuttuğunu yazacak.
-Bileti kesilmiş yalnız bir adamın kefenini giyerek nasıl meydanlara çıktığını, halkı nasıl meydanlara davet ettiğini, şapkasını alıp nasıl kaçmadığını yazacak.
-İçlerindeki sayısız hainlere rağmen bir milletin hala nasıl dimdik ayakta olduğunu yazacak.
-Birbiriyle kıyasıya mücadele eden siyasilerin kırgınlıklarını bir tarafa bırakarak nasıl birleştiğini yazacak.
-7'den 70'e bir milletin nasıl destan yazdığını yazacak.
-2016'dan önce uyuyan bir milletin nasıl uyandığını yazacak.
-Bir milletin darbeci hainlere ve arkalarındaki süper güçlere karşı nasıl Osmanlı tokadı indirdiğini yazacak… 29/07/2016