2 Haziran 2016 Perşembe

2000 sonrası bir meslek erbabı

01/06/2016 tarihinde yazmış olduğum "2000 öncesi bir meslek erbabı" başlıklı yazımda  bir fakülte mezunlarının 2000 öncesi horlandığını, herhangi bir makama getirilmediklerini yazmış... Ya şimdi nasıl diyerek yazımı devam edecek şekilde noktalamıştım. Evet ya şimdi nasıl?

Şimdi geçmişin dışlanmış, horlanmış bu meslek sahipleri aranan meslek erbabı oldular. Nerede bir müdür ve yardımcılığı, nerede bir ilçe-il müdürlüğü, nerede bir sendika başkanlığı, yönetimi, delegesi varsa, nerede bir makam varsa bu branş sahipleri öncelikli olarak atanmaya başlandı. Dünün güç sahibi insanları tarafından sakıncalı olarak görülüp rutin işleri bile yerine getirilmeyen bu insanlara bugün gün doğdu. Bugünün  gücü elinde bulunduran  insanları tarafından neredeyse tüm koltuklar bu meslek erbabına teslim edildi. Öncekilerin tespit edemediği yöneticilik kabiliyetini bugünküler tespit etmiş oldular. Bir ile bakın ne kadar yönetici varsa neredeyse aynı branşın dayanışmasını görebilirsiniz. Bu kişiler yönetici yapıla yapıla neredeyse okullarda derslere girecek öğretmen kalmadı. Çoğu okullarda  bu dersler ücretli lisans, ön lisans mezunları ve emekliler tarafından  doldurulmaktadır.

Meslektaşlarımız içerisinde yöneticiliği hak etmiş insanların sayısı az değildir. Geçmişte birçok konuda sıkıntı ve eziyet de görmüşlerdir. Bir zamanlar yönetici yapılmasa da yine muhitinin değer verdiği insanlar içerisindeydiler. Dinini seven halkımız bu dersin öğretmenlerine de saygı gösterirdi.

Bunlardan idareci olabileceği gibi diğer branşlardan da yönetici seçilmeliydi halbuki. Dün tercih edilmemeleri ne kadar yanlış ise bugün de tamamen bu gruptan seçilmeleri bir o kadar yanlıştır.  Nedense dün ve bugün yine ifrat ve tefritlerdeyiz.

Yöneticilik zordur. Çünkü insan yönetme sanatıdır. Çalışma esnasında çoğu zaman çalışanlarını memnun edemez yöneticiler. Bir başka branştan bir yönetici hata yaparsa suç kişiye yüklenir. Ama bu meslek erbabı hata yaptığı zaman insanımız buna asla tahammül göstermez. Hatta yapılan bu hatadan dolayı bazı insanlar dine de mesafe koyabiliyorlar.

Son birkaç yıldır ülkemizde yaşanan bir süreç var. Bu süreçte bürokrasi de nasibini aldı. Kamuda yeniden yapılanmaya gidildi. Bu süreçle mücadele için geçmişin dışlanmış kişileri olan bu meslek grubu yöneticiliğe getirildi. Kamuda, bürokraside yapılan operasyon bu insanların imzasıyla yapıldı. Asılacak insan bunların eliyle asıldı, görevine son verilecek insan bunların makam gücüyle alt edildi. Mücadele gerekiyordu ama maalesef ipin ucu kaçtı, sap ile saman karıştı. Haklı-haksız bir kıyım ortaya çıktı.

Sonuç, gücü elinde bulunduranların emriyle bu meslek erbabı maalesef kendisini kullandırdı. Neyin karşılığında?  Getirildikleri makamda kalabilmek için belki de. Yazık oldu bu meslek grubuna. Süreç bu şekilde işleyecek idiyse keşke başkasının kalemini kıranlar bir başka branştan olsaydı. Umarım kalemi kırılanlar, kenardan bu süreci seyredenler bu sarığı beyaz olması gerekenlerin camisine kızıp kiliseye yönelmezler. Keşke bir makam uğruna benim meslektaşlarım bu konuda alet olmasalardı. Çünkü doğru anlatılamayan, ikna edilemeyen hiçbir harekette başarıya ulaşılamaz. Mücadele edeceğim derken hazırında düşman sayısını ve nefret edenlerin sayısını artırmış olmayalım.

Yazık oldu bana ve benim meslektaşlarıma, düştüğümüz pozisyon itibariyle.  Keşke kalemleri kıranlar diğer meslek gruplarına eşit bir şekilde dağıtılsaydı. Yazık oldu camianın gülen yüzü olması gerekenlere. Yazık oldu başlarındaki beyaz sarığa. Yoğurdu üfleyerek yemesi gereken bu camiaya yazık oldu.... Çünkü içimizdeki İrlandalılar ile mücadele edeceğiz diye kendi içimizi kemirmeye başladık bile.

Keşke 2000 öncesi gibi öğretmen olarak kalsaydık, yöneticilik yüzü görmeseydik, derslerimize girip öğrencilerimize doğruluğu, dürüstlüğü anlatmaya devam etseydik... Yaşantımızla örnek olsaydık, ya da örnek olmaya devam etseydik...

Bugün belki de geçmişte anlattığımız  doğrularla çelişerek içinde boğulduk... Umarım keşkelerimde ve yorumlarımda yanılmış olurum. İçlerindeki istisnalar yine kaideyi bozmaz tabii...

İşini hakkaniyet içerisinde, düzgün bir şekilde yerine getiren bu meslek erbabına selam olsun... 02.06.2016

Öğretmenlikte gözü olmayanın müdürlükte aldığı puan göz doldurdu, dudak uçuklattı


Fi tarihinde görev yaptığım bir  okulda   bir öğretmenim yanıma geldi: “Hocam okutacağım ders yükü ne kadar diye sordu. 18 saat ders yükü var dedim. “Az hocam, ben ders istiyorum” dedi. Bir başka okuldan 12 saat ders bulundu. Girebileceği azami ders olan 30 saat derse girmeye başladı. Ders tamamlamaya gittiği okulda okulun açtığı destekleme kurslarından da ders aldı. Ders bitimi de bir başka  yerde açılan kurslara katıldı. Kendisine hocam bu kadar ders yükünün altından nasıl kalkabiliyorsun. Vücudun kaldırmaz, kendini çok yıpratma” dedimse de “Hocam ben gencim, kaldırabilirim, ayrıca ben derse girmekten  zevk alıyorum” cevabı verdi.

Dersler başladı. Öğretmenimiz yanıma geldi. “Hocam öğrencileri dışarıya çıkartabilir miyim” diye.  Niçin dediğimde “Öğrenciler ders işlemek istemiyor, bu yüzden dışarı çıkalım diyorlar” dedi. Hocam dersi dışarıda bahçede mi işlemek istiyorsunuz deyince, “Hayır hocam çocuklar top oynamak istiyor da” dedi. Kendisine olmaz cevabı verdim. Daha sonraları birkaç defa daha yanıma geldiyse de hep olmaz şeklinde olumsuz cevap verdim.

Birkaç  ay sonra ders tamamlamaya gittiği okulun müdürü yanıma geldi. “Hocam sizin şu öğretmenin  ders esnasında öğrencileri dışarıya çıkarmasına izin veriyor musunuz” dedi. Hayır hocam, bizde ders esnasında bahçeye çıkılmaz. Sadece Beden Eğitimi dersleri dışarıda işlenir dedim. Kendisine hayırdır, mesele ne dedim. “Senin bu öğretmen öğrencileri dışarıya çıkardı, dersi dışarıda işleyeceğim diye. Bir baktım öğrenciler çimin üzerinde oturmuş oynuyorlar. Kendisi de sırt üstü yatmış uyuyor. Olur mu böyle şey” dedi. Hocam olmayacak bir şey yok. O arkadaş sabahtan akşama kadar benim okul, senin okul, senin kurs, cemaatinin ek dersi olmak üzere derse giriyor. Boş zamanı yok. Bir yerde dinlenmesi gerekir, senin orayı seçmiş anlaşılan… Keşke dışarıda ders işlemeye izin vermeseydin dedim.

Gel zaman git zaman bu arkadaşımız yönetici olmak için sözlü mülakat sınavına girdi. Sonuçlara bir göz attım. Arkadaşımız pekiyi derecesinde bir puan almış. Gıpta ettim kendisiyle. Demek ki bizim ölümüz bile iyi puan alıyormuş, belki öğretmenlikte gözü yoktu ama kabiliyet alanı yöneticilikmiş meğer. Ben tanıyamamışım.

Niçin yönetici olmak istedi bilmem ama yönetici olunca sanırım ilk yapacağı iş, “Arkadaşlar derslerinizi bahçede işlemek isteyebilirsiniz, bunun için benden izin almanıza gerek yok. Ben o gıcık, kıl müdürlere benzemem, halden de anlarım” demek olacaktır. Belki de bunu proje olarak okulunda başlatacak, tüm Türkiye’ye yayılacak…

Bu başarıya ne denir? Ancak şapka çıkartılır ve   bize de , hayırlı olsun demek düşer. Tebrikler öğretmenim… 02/06/2016


2000 öncesi bir meslek erbabı

2000 öncesi  40-50 km uzaklıktaki bir ilçenin beldesine 12-13 yıl gidip gelen bir arkadaşımız Konya merkeze gelebilmek için bir dilekçe verir. Atama işlerine bakan vali yardımcısı: "Seni değil merkeze almak, elimden gelse Taşkent'e sürerim" der.
***
Aynı kişi 2000'li yıllarda bir sosyal tesise yönetici olarak teklif edildiği zaman zamanın vali yardımcısı: "Nasıl ki camiye müzikçi atamak uygun değil ise  ise buraya da böyle birinin atanması uygun değil" diyerek teklifi geri çevirir.
***
Yine 2000'li yıllarda Mersin'e depo öğretmen olarak ataması yapılan bir arkadaşımız, merkezde kalmak için girişimlerde bulunur. Kendisine falan muhtarı görmesi söylenir. Muhtara durumunu anlatır. Muhtar: "Hocam senin tayinini yaptırmaya yaptırırım, fakat branşın kötü. Çünkü ben bu durumu teşkilatıma anlatamam" cevabı verir.
***
1994 yılında Nizip'te görev yaparken zorunlu hizmeti yapayım sonra memleketime geleyim diye OHAL bölgesine tayin istedim. Atama kılavuzunda OHAL bölgelerinde 2 yıl görev yapanların; istediği bölgeye, 3 yıl çalışanların istediği ile atamalarının yapılacağı yazılıydı. 3 yıl Adıyaman-Kahta'da çalıştıktan sonra tayin istedim. Maalesef 4 yıl tayinim çıkmadı. Her yıl bir umutla tek tercih Konya yazıyordum. Bu gidişle tayin isteyerek emekli olacağım diyordum. 4 yılın sonunda yazdığım tek tercih olan Konya da kapanmıştı. Ne yapmalıyım derken öğretmen olarak tayin istememin dışında -müdürlük hiç mizacıma uygun olmadığı halde- bir başka seçenek olarak müdürlük sınavına müracaat ettim,   O zamanlar müdürlük sınavı, seçme sınavı ve değerlendirme sınavı şeklinde iki aşamalı yapılıyordu. En yakın sınav merkezi olarak Diyarbakır'da sınava girdim, tam sınırda sınavı kazandım. Akabinde müzmin tayinci olarak tek açık yer olan Adana'ya öğretmen olarak tayin istedim.  2002 yılında Adana'da göreve başladıktan sonra seçme sınavını kazananları aldıkları bir aylık kursa katıldım. Benim son numaram da bu kurs esnasında dünyaya geldi. Vaktimin büyük bir kısmını da hastanede geçirmiştim. Kursa devam ettiğim anlarda bazen teneffüs aralarında kursiyerlere, arkadaşlar sınavda en yüksek puanı alsam ayıp olur mu şeklinde şaka yapardım. "Sen al da ayıp olmaz" cevabı verirdi az sayıdaki iletişim kurduğum kişiler bıyık altından gülerek. Dediğimin latife olduğunu benden başka anlayan da olmadı ya neyse. Gel zaman git zaman sınav sonuçları açıklanmış, çalıştığım okulun memuru, sınav sonucunu tebliğ-tebellüğ  etmek için yanına çağırdı beni. Masasının gözünden bir kaç sayfadan ibaret uzun bir liste çıkardı. İmzamı attım, aldığım puanımı gördüm.  Ağabey! Bakar mısın en yüksek notu kim almış dedim. Tüm listeyi taradıktan sonra koltuğunda oturan memurumuz ayağa kalkarak, "Hocam tebrik ederim, en yüksek puan 91. O da senin puan" dedi. Benim muhabbet olsun diye söylediğim gerçek olmuştu.

2004 yılının sonlarına doğru Konya'nın bir ilçesindeki Anadolu Lisesine  müdür olarak tayin istedim. O zamanlarda liselerin atamasını bakanlık yapıyordu. Yaz dönemi memleketime gelince 2 dostum, tanışayım diye beni atama işlerine bakan  bir yetkiliyle  görüştürdü. Yetkili CV'mi ve atama puanımı görünce: "Hocam atamanızın olmaması için hiçbir sebep yok. Bütün şartlar senin lehinde. Tek dezavantajın var: Branşının Din Kültürü olması. Çünkü Hüseyin ÇELİK, İlahiyatçıların müdür olarak atanmasına pek sıcak bakmıyor" dedi.

Sonunda atamam yapıldı. Memlekete gelmek için ikinci bir tercih hakkım olsun diye girdiğim müdürlük sınavı işime yaramıştı. Tansu ÇİLLER'in 3 yıl çalışır isen seni istediğin ile gönderirim sözü küçük bir sapma ile gerçek olmuştu. 11 yıl sonra Konya'nın bir ilçesine gelebilmiştim. Olsun bu kadar hata kadı kızında da olurdu.
***
90’lı ve 2000’li yıllarda bir branşa karşı yapılan muamelelerden birkaç kesit sundum. Çünkü bu yıllar  İlahiyat Fakültesi mezunlarının  üvey evlat muamelesi gördüğü, tu kaka yapıldığı yıllardı.  Hiçbir makama atanamazlardı. Sevenler bile bu branşçıların yanına yaklaşamazdı. Ya şimdi durum nasıl?  01/06/2016

-devam edecek-

1 Haziran 2016 Çarşamba

Depomuzu doldurma zamanı*

"Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennem azabından kurtuluş" diye bildiğimiz  on bir ayın sultanı Ramazan geldi. Hoş geldi, sefalar getirdi. Maneviyat depomuz boşalmıştı, tam da imdada yetişti.

On bir ay boyunca nefsimiz epey bir beylik yaşadı. Aklımızı, vicdanımızı, beynimizi esir almıştı. Daha fazla dünyalık düşünmeye başlamıştık. Nefsimize, bedenimize ağır gelen namaz ve oruçla başlayacağız boşalan depomuzu doldurmaya. Nefsimizden dizginleri yeniden ele alacağız. Kendimizi daha fazla ibadete, Kur'an okumaya vereceğiz, hayır-hasenatımızı yapacağız. Zekat, sadaka ve fitremizi vereceğiz gönülden.  17  saati aşkın yemeden, içmeden kesilip, şehevi arzulardan uzak duracağız. Hacı bekler gibi bekleyeceğiz iftarın olmasını. Camileri dolduracağız, daha az konuşacağız. Yalandan, talandan, laf taşımaktan uzak duracağız.  Tartışmalardan kaçınacağız. Nefsimizi terbiye etmek için elimizden gelen gayreti göstereceğiz. Rızasını kazanmak için tüm samimiyetimizi ortaya koyacağız. Hazır Şeytanlar zincire vurulmuşken tüm kozlarımızı oynayacağız. Ahirete daha fazla azık hazırlayacağız. Sabredip derviş olacağız murada ermek için. Ya da nefse dizginleri kaptırıp "Yakıtı insanlar ve taşlar olan nâra"  azık olacağız. Bir ay boyunca ibadetle yatıp,  ibadetle kalkacağız, iyice dolduracağız maneviyat iklimimizi. Sonunda hak ettiğimiz bayramımızı yapıp eş, dost ile bayramlaşacağız.

Ya bayram sonrası? Ne olacak durumumuz? Maneviyat iklimimiz ne şekilde değişecek? Bir ay boyunca yaşadıklarımız, yaptıklarımız, yapmaya çalıştıklarımızı buzdolabına koyup yeniden eski günlerimize mi döneceğiz? Daha Ramazan arifesinde teklemeye başlıyoruz. Çünkü bundan önceki ramazanlara da hızlı girdik, dört elle sarıldık depomuzu doldurmaya. Nedense bayram sonrasında bitiveriyor o depomuz birden. Bu depo niçin erken bitiyor? Yoksa ramazanlık mı bizim yaşantımız? Belli günlere mi hasrettik bu manevi hayatı? Tıpkı diğer önemli günleri bir güne hapsettiğimiz gibi… Okuduğumuz Kur'an'ı bir ayda bitirmek için çabalarız. Acaba bu Kur'an sadece bu ayda mı okunuyor? Özellikle teravih namazlarını camide cemaatle kılıyoruz kalabalık bir şekilde. Nedense arife günü yatsı namazında cemaat yine eski sayısına iniyor. Namazları karşılaştırmak doğru değil ama nedense teravihe gösterdiğimiz özeni farz olan namaza göstermiyoruz. Amacımız dini yaşayarak hayatımıza yön vermek midir, yoksa bir geleneği ihya etmek mi?

Ramazandaki manevi iklimimiz diğer on bir aya da sirayet etsin, daha arife akşamı yakıtı biten araç gibi yakıtımız bitmesin, okuduğumuz Kur'an'ı hazmederek okuyalım, rutin işimize devam edelim, gece kâim, gündüz nâim olmayalım, acıkıp susayalım,  orucu uykuya tutturmayalım, iftar menülerini abartmayalım, sahurlarda başımızda davullar çalmasın, biz kendimiz kalkarız sahurumuza. Eğer uyur kalır da sahur yapamazsak vebali bize. Kaldırmadıkları için asla gönül koymayız. Çünkü insanımızın çalışma mesaileri farklılaştı. Senin uyku halin benim iş zamanım, senin uyanık halin benim istirahat zamanım olabilir. Ne olur gölge etmeyin. O vurduğunuz tokmak, davula değil başımıza vuruluyor hem de beyinlerimizi zonklatırcasına.

Yaptığımız ibadetlerin ihsan derecesinde olmasını, bu uzun Ramazan günlerinin bizlere sabırlar getirmesini,  kardeşlik hukukumuza anlam katmasını; huzur, barış, rahmet ve bereket getirmesi dileklerimle... Ramazanımız mübarek olsun. 

* 04/06/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Hangi vali daha iyi?

Erzurum'a atandıktan sonra görevi devralan çiçeği burnunda yeni vali, halkın nabzını tutmak için halkın içerisine katılır. Halka, " Size bu güne kadar hizmet eden valilerden hangisi daha iyiydi" diye sorar. Halk: " Sizden iki önce atanan vali efendim" şeklinde cevap verir. Vali: " Bu valinin özelliği ne, diğerlerinden farklı ne hizmetler ifa etti" diye tekrar sorar. Halk: " Efendim göreve başlamak için gelirken daha göreve başlamadan yolda öldü. Biz bu valiyi çok seviyoruz. Çünkü en fazla hizmeti o yaptı" der.
***
Şehrin valisini rüşvet alıyor diye şikayet ederler. Vali kendisini şikayet eden erkânı makamına davet eder ve der ki: " Erenler! Duydum ki rüşvet alıyor diye beni şikayet etmişsiniz. Evet ben rüşvet alıyorum. İşte şu gördüğünüz sandık, benim rüşvet sandığım. İyice dolmasına az kaldı. Dolduktan sonra ya valiliği bırakacağım ya gideceğim, ya da rüşvet almaktan vazgeçeceğim. Ama şunu bilin ki, yeni gelecek valinin sandığı boş. Doldurmaya dipten başlayacak. O da ananızı ağlatacak. Siz en iyisi şikayetinizi geri çekin" deyince şikayetçiler şikayetlerinden vazgeçerler...
***
Halkın verdiği cevap karşısında yeni Erzurum Valisi ne yaptı, ne etti bilmem, rüşvetçi vali görevden el çektirildi mi onu da bilmem. Bildiğim bir şey var. Dün akşam yayımlanan yeni valiler kararnamesine göre 24 ile yeni vali atanırken, 26 ilin valisi yer değiştirdi. 22 tanesi de merkeze çekildi.

Gidenler kötü mü idi, gelenler iyi mi olacak bunu hiç bilmem. Yine bildiğim bir şey var. Sanal aleme bir göz attım. İlinden giden vali hakkında iyiydi, kötüydü yorumları. Yeni gelen nasıl olacak beklenti ve ümitleri yazılıp çizilmeye başlandı bile.

Konu valilerden açıldı madem. Ben de bir beklentimi söyleyeyim. Bir yere atanan vali, bulunduğu yerde yapılan herhangi bir okula, herhangi bir kuruma, herhangi bi caddeye ismini verdirmesin yeter. Ben başka bir şey istemiyorum. Ama eğer çalıştığı yerde kendi kazancından herhangi bir bina yaptırırsa kendi adını verebilir. Gördüğünüz gibi benim beklentim küçük. Son kez şunu söyleyeyim bir yere atanan vali, ben nasılsam, toplum nasılsa öyle biridir... 01/06/2016


31 Mayıs 2016 Salı

Bir odam bile yok artık

-Dostum, seni ziyarete gelmek istiyorum. Neredesin?
-Evime buyur gel.
-İşyerine makamına gelmek istiyorum.
-Benim bir makamım kalmadı artık. Ne bir koltuğum var ne de bir masam. Ne bir kaşem var ne de mührüm. Seni ağırlayacak kendime ait bir odam bile yok.
-Hep yokla gidiyorsun. Hayırdır?
-Bundan sonra tek yerim diğer meslektaşlarımla ortak kullandığım öğretmenler odası. Seni orada ağırlamak isterim. Süresi de teneffüsle sınırlı. Eğer geldiğin  gün nöbetçi isem, seni nöbet mahallimde ayakta misafir etmek isterim.
-Müdürlüğü bırakıyor musun yoksa?
-Evet. Üzerimdeki ek görevden kurtuluyorum.
-Evine uzak diye mi?
-Hayır. Uzaklık mesele değil. Gönül isteyince uzak yakın olur.
-Uzaklık sana sıkıcı gelmedi mi?
-Aksine uzaklığı değerlendirdim. Kah kitap okudum, kah yazdım.
-Ne yazdın?
-Şu ana kadar  410 yazı yazmışım blogspotumda.  Bunun yüzde 70'i okuldan işe, işten eve gelirken otobüste cep telefonuna yazdığım yazılardan ibarettir. Yolculuğun ne zaman bittiğini de çoğu zaman anlayamadım.
-Hangi konularda yazdın?
-Her telden.
-Çoğu müdür olmak ister, sen bırakıyorsun. Beceremedin mi yoksa?
-11 yıl yaptım bu görevi. Kendi çapımda elimden gelen gayreti gösterdim. Sırtımda yumurta küfesi yok. Zaten tali bir görevdi bendeki. Tadında bırakayım istedim.
-Tadı kalmadı mı müdürlüğün?
-Müdürlüğün tadı olmaz. Son 1.5 yıl hiç kalmadı zaten.
-Rahat edemedin mi?
-Ayrıldığım son müdürlük rahat olmaya çok rahat. Ama hiç zevk almadım.
-Niye?
-Öncekilerden de zevk almamıştım ama bir değeri vardı. Şimdikinin hiçbir anlamı yok.
-Önceki müdürlüklerim kendi emeğimin, çabamın bir mahsulü idi. Şimdiki son görevim ise sanki bir ulufe, bir bahşiş gibiydi. Önceki görevimde kimseye minnet etmedim, çünkü bir sınavla geldim, kimsenin hakkını yemedim. Şimdiki göreve ise bir mülakat sonucu geldim. Mülakatlarda bir görevi hak etsen de, etmesen de kamuoyu nezdinde referans, torpil  akla gelir. Birilerinin himmetiyle bir yere geldiğin imajı oluşur. Aslında bedava sirke baldan tatlı olur. Çünkü hiç emek sarf etmedim.
-Yani?
-Sınav kazanarak yaptığım görevlerde vicdanımı daha rahat, sınavsız geldiğim görevlerde ise kendimi sığıntı hissettim. Avantadan bir yere gelmiş gibi oldum. Belki  birilerinin ayağına basarak çıktım, hakkını yedim. Başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurdum kim bilir?
-Nasıl olması lazım bu makamların?
-Objektif kriterlere dayalı bir sınav olmalı. Kazanan atanmalı. Atanan kimse sık sık denetlenmeli. Görevini yapmayan, aksatan ve savsaklayan kim olursa olsun önce rehberlik yapılmalı, halen aksama devam ediyorsa  uyarılmalı, fayda sağlamıyorsa soruşturulmayla üzerinden yöneticilik görevi alınıp öğretmen olarak atamasının yapılması sağlanmalıdır. Görevden almalarda toptancı davranılmamalı. Pireye kızıp yorgan yakılmamalı.
-Yönetici ataması bu şekilde olsa nasıl olur?
-Adalet ve hakkaniyet tam oluşmaz. İnsanlar birilerine yaranmaya, gözüne girmeye çalışır. Bu da, insanı kendisi olmanın ötesinde gösterir. Kişiliğini zedeler. Başkasına minnet borcu olan her zaman, her yerde olması gerektiği gibi davranamaz.
-Öğretmenliğe hoş geldin o zaman. 31.05.2016

29 Mayıs 2016 Pazar

Ha ne olur?


1.Sanal alemdeki gezinti, paylaşım, beğen ve yorumunu mesai saatleri dışında yapsan,
2.Sanal alemdeki profiline başkasının değil de kendi fotoğrafını koysan,
3.Yok fotoğraf koymayacağım diyorsan manzara resmi koysan ya da boş bıraksan,
4.Kurum sayfanı sadece tanıtım ve bilgilendirme amaçlı kullansan,
5.Yediğin, içtiğin sana özel olsa da gördüğünü anlatıp aktarsan,
6.Sanal alemdeki her türlü paylaşımdan haberdarsın, sadece gezineceğine biraz da beğen-yorum-paylaşım yaparak icraatını göstersen,
7.Beğendiğini başkası ne der demeden beğensen, biraz etliye-sütlüye karışıp gerekirse zülf-i yâre dokunsan, kınayanın kınamasına aldırmasan, biraz rengini belli etsen,
8.Kurduğun grubu beğenmem için baskı yapmasan,
9.Her hangi bir kimse, kurum, kuruluşun ve siyasetin yılmaz savunuculuğunu yapmasan... 01/08/2015