2000
öncesi 40-50 km uzaklıktaki bir ilçenin
beldesine 12-13 yıl gidip gelen bir arkadaşımız Konya merkeze gelebilmek için
bir dilekçe verir. Atama işlerine bakan vali yardımcısı: "Seni değil
merkeze almak, elimden gelse Taşkent'e sürerim" der.
***
Aynı
kişi 2000'li yıllarda bir sosyal tesise yönetici olarak teklif edildiği zaman
zamanın vali yardımcısı: "Nasıl ki camiye müzikçi atamak uygun değil
ise ise buraya da böyle birinin
atanması uygun değil" diyerek teklifi geri çevirir.
***
Yine
2000'li yıllarda Mersin'e depo öğretmen olarak ataması yapılan bir arkadaşımız,
merkezde kalmak için girişimlerde bulunur. Kendisine falan muhtarı görmesi
söylenir. Muhtara durumunu anlatır. Muhtar: "Hocam senin tayinini
yaptırmaya yaptırırım, fakat branşın kötü. Çünkü ben bu durumu
teşkilatıma anlatamam" cevabı verir.
***
1994
yılında Nizip'te görev yaparken zorunlu hizmeti yapayım sonra memleketime
geleyim diye OHAL bölgesine tayin istedim. Atama kılavuzunda OHAL bölgelerinde
2 yıl görev yapanların; istediği bölgeye, 3 yıl çalışanların istediği ile
atamalarının yapılacağı yazılıydı. 3 yıl Adıyaman-Kahta'da çalıştıktan sonra
tayin istedim. Maalesef 4 yıl tayinim çıkmadı. Her yıl bir umutla tek tercih
Konya yazıyordum. Bu gidişle tayin isteyerek emekli olacağım diyordum. 4 yılın
sonunda yazdığım tek tercih olan Konya da kapanmıştı. Ne yapmalıyım derken
öğretmen olarak tayin istememin dışında -müdürlük hiç mizacıma uygun olmadığı halde- bir başka seçenek olarak müdürlük
sınavına müracaat ettim, O zamanlar müdürlük sınavı, seçme sınavı ve
değerlendirme sınavı şeklinde iki aşamalı yapılıyordu. En yakın sınav merkezi
olarak Diyarbakır'da sınava girdim, tam sınırda sınavı kazandım. Akabinde
müzmin tayinci olarak tek açık yer olan Adana'ya öğretmen olarak tayin istedim. 2002 yılında Adana'da göreve başladıktan
sonra seçme sınavını kazananları aldıkları bir aylık kursa katıldım. Benim son
numaram da bu kurs esnasında dünyaya geldi. Vaktimin büyük bir kısmını da
hastanede geçirmiştim. Kursa devam ettiğim anlarda bazen teneffüs aralarında
kursiyerlere, arkadaşlar sınavda en yüksek puanı alsam ayıp olur mu şeklinde
şaka yapardım. "Sen al da ayıp olmaz" cevabı verirdi az sayıdaki
iletişim kurduğum kişiler bıyık altından gülerek. Dediğimin latife olduğunu
benden başka anlayan da olmadı ya neyse. Gel zaman git zaman sınav sonuçları
açıklanmış, çalıştığım okulun memuru, sınav sonucunu tebliğ-tebellüğ etmek için yanına çağırdı beni. Masasının gözünden
bir kaç sayfadan ibaret uzun bir liste çıkardı. İmzamı attım, aldığım puanımı
gördüm. Ağabey! Bakar mısın en yüksek notu kim almış dedim. Tüm listeyi
taradıktan sonra koltuğunda oturan memurumuz ayağa kalkarak, "Hocam tebrik
ederim, en yüksek puan 91. O da senin puan" dedi. Benim muhabbet olsun
diye söylediğim gerçek olmuştu.
2004
yılının sonlarına doğru Konya'nın bir ilçesindeki Anadolu Lisesine müdür olarak tayin istedim. O zamanlarda
liselerin atamasını bakanlık yapıyordu. Yaz dönemi memleketime gelince 2 dostum, tanışayım diye beni atama işlerine bakan bir yetkiliyle görüştürdü. Yetkili CV'mi ve atama puanımı
görünce: "Hocam atamanızın olmaması için hiçbir sebep yok. Bütün şartlar
senin lehinde. Tek dezavantajın var: Branşının Din Kültürü olması. Çünkü
Hüseyin ÇELİK, İlahiyatçıların müdür olarak atanmasına pek sıcak bakmıyor"
dedi.
Sonunda
atamam yapıldı. Memlekete gelmek için ikinci bir tercih hakkım olsun diye
girdiğim müdürlük sınavı işime yaramıştı. Tansu ÇİLLER'in 3 yıl çalışır isen
seni istediğin ile gönderirim sözü küçük bir sapma ile gerçek olmuştu. 11 yıl
sonra Konya'nın bir ilçesine gelebilmiştim. Olsun bu kadar hata kadı kızında da
olurdu.
***
90’lı
ve 2000’li yıllarda bir branşa karşı yapılan muamelelerden birkaç kesit sundum.
Çünkü bu yıllar İlahiyat Fakültesi mezunlarının
üvey evlat muamelesi gördüğü, tu kaka
yapıldığı yıllardı. Hiçbir makama atanamazlardı. Sevenler bile bu branşçıların yanına yaklaşamazdı. Ya şimdi durum nasıl? 01/06/2016
-devam
edecek-
Yorumlar
Yorum Gönder