Trafikte aracınızla giderken önünüzde, yanınızda, arkanızda trafik kurallarına uymayan niceleriyle karşılaşırsınız. Trafiği engelleyen, tehlikeye atanlardan bir tanesi de araç sürerken cep telefonuyla konuşanlardır.
İsterseniz trafiğe çıktığınız zaman bir de bu gözle bakın. Denemesi bedava. Önünüzde bir araç var, kırmızı ışıkta durmuş, yeşil yandığı halde hala duran bir araç görmüşseniz bu sürücü ne yapıyor diye bir bakın, genellikle o kişinin cep telefonuyla konuştuğunu görürsünüz. Yine döneceği tarafa sinyal vermemişse, kendi şeridinde gitmiyorsa, ağır ağır gidiyorsa hiç başka sebep aramayın adam telefonla konuşuyor demektir.
Sürücü hem direksiyonu tutuyor, hem vites değiştiriyor, hem gaza basıyor, hem sağa-sola sinyal veriyor, hem sigara içiyor, hem cep telefonuyla konuşuyor. Hem de önündeki aracı, arkasındaki, yanındaki araçları gözüyle takip ediyor. Analar ne evlat(lar) doğurmuş. Mübareklerin on parmağında on marifet gerçekten. Bu kadar yeteneği olan kusura bakmayın da biraz trafiği engellesin. Kim bilir ne de önemli bir görüşme yapıyordur. Böylesi adamları kıskanıyorsunuz biliyorum. Hiç kendinizi gizlemeye çalışmayın. Allah size ondaki yetenekleri vermemişse adamın suçu ne? Çatlasanız da patlasanız da bilin ki adam yetenekli? Bu adamlardaki kabiliyetler Allah vergisi olsa gerek.
Trafikte kazaya sebebiyet verebiliyorlarmış. Versin efendim! Siz yeteneğine bakın. Sonra adam o kadar işi aynı anda küçük bir arabanın içerisinde yapıyor. Çok iş yapan, çok hünerli olan, kendine çok güvenen kişiler hata yapar. Acemiler değil. Hangimiz hata yapmayız ki. O kadar hata kadı kızında da olur. Bir defa bu yetenekleri gözümüz gibi korumalıyız. Bu ülkenin değeri bunlar. Trafiği engelleseler de , hata üstüne hata yapsalar da onlar bizi değil, biz onları koruyacağız. Onlardan korunmaya çalışmakla onları da korumuş olacağız. Çünkü adamlar zamanla yarışıyor. Hiç de boş zamanları yok. Bir defa senin gibi değiller hani.
Senin elinden kör eşek saman yemezse adam ne yapsın? Sen kendine yan olmaz mı? 24.05.2016
24 Mayıs 2016 Salı
Öğretmen performansı -2
Bakanlık performans değerlendirme sistemini uygulamaya koymak
için hazırlık yapa dursun, ben de bir performans sistemi geliştirdim bile.
Buyurun:
*Haftalık ders saatleri 25 saat ile sınırlandırılmalıdır.
*İkili öğretimden vazgeçilerek tam gün öğretim
yapılmalıdır.
*Tam gün eğitim yasası çıkartılarak öğretmenin 8.30-16.30
arası her gün okulda bulunması sağlanmalıdır.
*Okullarda 09.00-13.00 arası ders, 14.00-16.00 arası etüt,
etkinlik, ek ders gibi uygulamalar planlanmalıdır.
*Resim, Müzik, Beden Eğitimi gibi yazılı
değerlendirilemeyen dersler puanla değerlendirilmemeli ve öğleden sonra
işlenmelidir. Hatta bu tür uygulama derslerinin belediyeler tarafından hafta
sonu veya hafta içi öğleden sonra her türlü ders materyalinin
bulunabileceği belli merkezlerde yapılması planlanmalıdır.
*Her yıl okula yeni başlayan öğrencinin hazır bulunuşluk
durumunu öğrenmek için bakanlık tüm öğrenciler için TEOG benzeri merkezi sistem
sınavlar yapmalıdır. Bu sınavlarla her okulun, her sınıfın tüm derslerden
seviyesi(net ortalaması) ortaya konmalıdır. Dönem ve yıl sonunda yine yapılacak
merkezi sınavlarla sınıfın ve okulun durumu(geldiği nokta, net ortalaması)
çıkarılmalıdır. Merkezi sistemle alınan notlar öğrencinin yıl sonu sınıf geçme
notu olmalıdır. Mezun olduğu okuldaki 5.6.7.8.sınıflardan,
9.10.11.12.sınıflardan aldığı notların ortalaması sınıf geçme ve diploma notu
olmalıdır. Bu dört yıllık ortalama orta öğretim notu ve üniversiteye girme
notu olmalıdır. Ayrıca TEOG ve YGS sınavları yapılmamalıdır. Merkezi sınavlar
dışında okullarda ayrıca sınav olmamalıdır. Bir dersin sene başındaki seviye
ortalaması sene sonundaki alınan ortalamalarla kıyaslanmalıdır. Öğretmenin
girdiği sınıflardaki dersinin net ortalaması öğretmenin performansı olmalıdır.
*Okullarda hafta içi ve hafta sonu ayrıca takviye ders
yapılmamalıdır. Bir dersten eksiği olan öğretmen okullarda öğleden sonra
işlenecek şekilde öğretmen tarafından planlanmalıdır.
*Girdiği sınıfının seviyesi sene sonunda aynı kalan, geriye
giden öğretmen ertesi yıl bir başka okulda görevlendirilmeli. Performansında
ilerleme meydana gelmeyen öğretmen öncelikli olarak hizmet içi eğitime alınmalı.
Değişmediği takdirde milli eğitimin bürolarında çalışacak şekilde planlama
yapılmalıdır. Sene sonunda net ortalaması artı yönde gelişen dersin
öğretmeninin maaşı net ortalaması oranında artırılmalıdır. Neti değişmeyen
öğretmenin maaşı aynı şekilde kalmalıdır.
*Öğretmen görev yaptığı okulda 4 yıl kalmalıdır. 4 yıldan
önce yeri değiştirilmemeli. 4 yılın sonunda öğretmenin ataması performanstan
aldığı puanla olmalıdır.
*Öğretmenin performansı öğrencinin yıl sonu net ortalaması
oranında 70 puan; devam, devamsızlık, derse zamanında gelme gibi durumları 20
puan üzerinden, okulda yaptığı etkinlikler ise 10 puan üzerinden
değerlendirilmelidir. 24/05/2016
Öğretmen performansı-1
Milli Eğitimde öğretmenin durumunu ölçmek, motive etmek
amacıyla zaman zaman farklı uygulamalar yapıldı: Teşekkür, takdir belgesi
vermek, aylıkla ödül ile değerlendirmek, sicil notu vermek gibi.
Aksayan yönleri tespit edilmiş olmalı ki bu tür
değerlendirmelere son verildi. Yerine başarı ve üstün başarı belgeleri
ihdas edildi.
Şimdilerde yepyeni bir sistemden bahsediliyor: performans
sistemi. Bugün duyunca bunun neresi yeni dedim. Çünkü öğretmen performans
değerlendirme adıyla 2004 yılında MLO'larda (Müfredat Laboratuar Okulları) bu
sistem deneme amaçlı-pilot okul olarak- yürürlüğe konmuştu. Şimdilerde 1-2 ay
içerisinde yürürlüğe girmesi beklenen bu performansa dayalı sistemi görmedim
ama 2004'ün revize edilmiş şekli olsa gerek. Aklımda kaldığı kadarıyla bu
sistem bizde şu şekilde uygulanmıştı:
Bir gün Adana'daki okulumuza bir ilköğretim müfettişi
geldi. Bize yaptığı toplantıda: "
Arkadaşlar halihazırda liseleri de bize verdiler. Bizim iş yoğunluğumuz
arasında bu işin altından nasıl kalkacağız bilmiyorum. Ben böyle düşünürken
içimizden bazı müfettiş arkadaşlar, ‘Hah falan lisedeki öğretmen şimdi elime
düştü' şeklinde açıklamalar yaptı" dedi, ardından sistemin ne şekilde
işleyeceğini açıkladı.
Aklımda kaldığı kadarıyla paydaşların verdiği puan
öğretmenin sicil notu yerine geçecekti: müfettiş 40, okul müdürü 30, zümre
arkadaşı 10, kişinin kendi kendine verdiği puan 10, veli 5, öğrenci 5 puan
olmak üzere toplam 100 puan üzerinden değerlendirilecekti. Bir öğretmenin
değerlendirilmesi için özellikle öğrenci ve öğretmen için çokça fotokopi
çekildiğini hatırlıyorum.
Beni değerlendirmeleri için okul yönetimi okulumuz Coğrafya
öğretmenine değerlendirme kağıtlarını verir. Sınıf olarak 10/D veya 10/E
seçilir. Öğretmen kağıtları dağıtıp gerekli açıklamaları yapar. Öğrenciler
kendi arasında fısır fısır konuşmaya başlarlar. Öğretmen ne konuştuklarını
sorsa da söylemek istemezler. Israr üzerine sınıf: "Hocam bu din hocasına
düşük puan verelim diye konuşuyoruz" derler. Coğrafyacı: " Niye, ne
yaptı ki size" deyince öğrenciler: " Çünkü dersinde bizim, başka
derse çalışmamıza için vermiyor" açıklamasını yapıyorlar. Bana bu olayı
bizzat olayın kahramanı öğretmenimiz anlatmıştı.
İsmi 2004 yılındaki değerlendirme sistemiyle aynı olan bu
sistemin içeriğinde değişiklikler yapılmış olabilir. Ama bu sistem görüldüğü
gibi yeni değil, 2004 yılında pilot olarak uygulanan bir sistemdir. Bugün
sanırım ısıtılıp yeniden önümüze konacaktır.
Bu performans sistemi uygulanır mı, uygulanmaz mı bilmem,
objektif kriterlerle değerlendirme yapılır mı yapılmaz mı bilmem. Ama bildiğim
bir şey var: Bizde her şey kağıt üzerinde güzel düşünülür, uygulamada bütün
projeler ölü doğar. Çünkü her şeyi, bir müddet sonra biz formaliteye
indirgeriz. Genelde objektif olamayız, taraflı değerlendiririz.
Performans sistemi ne şekilde olmalıdır? Diğer yazımızda değerlendirelim inşallah. 23/05/2016
23 Mayıs 2016 Pazartesi
Paylaşım sessizliği ne güzel!
Teknolojinin nimetlerinden faydalanmak, daha hızlı iletişim kurmak, bilgi ve belgelerin paylaşımını sağlamak, örnek projelerden diğer paydaşlarımızı haberdar etmek amacıyla kurulan ortak whatsapp grubu, üyelerden bir kısmının okul tanıtımı gibi başka amaçlı kullanmasından dolayı telefonlarımız gece gündüz susmaz olmuştu.
Mermi gibi gelen bildirimler, reklam amaçlı paylaşımlar, telefon hafızasını çabucak dolduran görsel kolleksiyonlar mesai kavramının ötesine taşmıştı. Telefonumuz kurumsal bir iç hat olmuştu artık. Ne kendimiz bir başkasıyla konuşabiliyor, ne de yazabiliyorduk.
Bu derdimi üç-dört defa blogspotumda * değerlendirdim. Gidişat iyi değil dedim. Yalvardım, yapmayın, etmeyin dedim. Benim nasihatlarım fayda vermedi. Paylaşımlar gırla gelip gırla gitmeye devam etti.
Hele bir 18 Mayıs günü ve gecesi vardı ki, gönderilen paylaşımların hızına whatsapp pes demişti. Doğduğuna doğacağına pişman olmuştu.
Sonunda dananın kuyruğu 19 Mayıs gecesi koptu. Acar bir delikanlı çıktı meydana. Herkese bildirdi haddini. Açtı ağzını yumdu gözünü. Oymuş o andan itibaren grup paylaşımları bıçak gibi kesildi.
Benim takip edilmeyen yalvarış ve yakarışlarım fayda etmedi. Milletin bin nasihate karnı tokmuş meğer. Hoş olmadı ama. Bir musibet yetti bize...
Dünya varmış hele şükür. Sessizlik ne güzel... 23.05.2016
*http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/04/whatsapp-paylasmlar-uzerine-bir-analiz.html?m=1
*http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/02/gruplardan-cekmek-ne-de-olsa-kaderimiz.html?m=1
*http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/02/grup-daveti-gonderenlere-gruplarna.html?m=1
*http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2015/12/toplu-watsap-mesajlar.html?m=1
Mermi gibi gelen bildirimler, reklam amaçlı paylaşımlar, telefon hafızasını çabucak dolduran görsel kolleksiyonlar mesai kavramının ötesine taşmıştı. Telefonumuz kurumsal bir iç hat olmuştu artık. Ne kendimiz bir başkasıyla konuşabiliyor, ne de yazabiliyorduk.
Bu derdimi üç-dört defa blogspotumda * değerlendirdim. Gidişat iyi değil dedim. Yalvardım, yapmayın, etmeyin dedim. Benim nasihatlarım fayda vermedi. Paylaşımlar gırla gelip gırla gitmeye devam etti.
Hele bir 18 Mayıs günü ve gecesi vardı ki, gönderilen paylaşımların hızına whatsapp pes demişti. Doğduğuna doğacağına pişman olmuştu.
Sonunda dananın kuyruğu 19 Mayıs gecesi koptu. Acar bir delikanlı çıktı meydana. Herkese bildirdi haddini. Açtı ağzını yumdu gözünü. Oymuş o andan itibaren grup paylaşımları bıçak gibi kesildi.
Benim takip edilmeyen yalvarış ve yakarışlarım fayda etmedi. Milletin bin nasihate karnı tokmuş meğer. Hoş olmadı ama. Bir musibet yetti bize...
Dünya varmış hele şükür. Sessizlik ne güzel... 23.05.2016
*http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/04/whatsapp-paylasmlar-uzerine-bir-analiz.html?m=1
*http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/02/gruplardan-cekmek-ne-de-olsa-kaderimiz.html?m=1
*http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/02/grup-daveti-gonderenlere-gruplarna.html?m=1
*http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2015/12/toplu-watsap-mesajlar.html?m=1
Ah bu törenler! *
Anne-babanın ömrü hep; bir çocuğum olsa, doğacak çocuğum
sağlıklı olsa, bir büyüse, iyi okullarda okusa, bir bitirse, işini bir kursa,
bir evlendirsem... gibi ‘-se’, ‘-sa’ sürer gider.
Hayat nedir deseler? Bir koşuşturma derim. Hepsi hayatın
olmazsa olmazıdır. Bir cilvesi; tatlı bir heyecan ve telaştır…
Son yıllarda artarak devam eden bir koşuşturma daha ortaya
çıktı: törenler. Mezuniyet töreni, yemin töreni gibi. Mayıs, haziran ayları mezuniyet
günleri, yılın belli aylarının cuma günleri ise yemin töreni. Bu törenler vazgeçilmezimiz
oldu artık. Mutlaka yapılacak ve törende bulunulacak. Bu tören zamanları geldi
mi, başta anne ve babalar olmak üzere, yakın akraba ve dostların da bu tür törenlere
katılma koşuşturması baş gösterir. Türkiye'nin bir ucundan diğer köşesine bir
sirkülasyon olur. Kalacak yer ayarlamalar, işyerinden izin almalar; hangi
araçla, ne şekilde ne zaman gitmenin planlaması yapılır. Yemin törenlerinin
cuma günleri yapılması bir gelenek haline geldi. Mezuniyet törenleri ise hafta
içi ne zaman uygunsa artık.
Törenlerin yapıldığı günlerde şehirler dışarıdan gelen
ziyaretçi ve misafirlerle dolar taşar. Otellerde doluluk oranı zirveye çıkar.
Bu günlerde yer ayırtmak ve bulmak ailelerin sıkıntısı... Kalacak yeri bulan
şanslı, bulamayan ise bütün alternatifleri masaya yatırır, çalmadık kapı
bırakmaz. Kalacak yer ayarlanınca önce bir sevinç bir sevinç. Çünkü
evladının mürüvvetini görecek, sevinçli anında yanında bulunacak. Ardından
maliyetler kendini gösterir. Bütçe hesabı yapan kara kara düşünür: yol ve
konaklama, yeme ve içme masrafı... gibi. Dudakları uçuklamayıp da ne yapsın?
Bir de böyle günlerde giyim- kuşam alınacaksa – ki mutlaka alınır- adamın vay
haline!...
Dudakları uçuklayan bir kesim daha var: kurumların
yöneticileri. Çünkü törenlere gideceklere izin vermesi, yokluğunu telafi
etmesi, yokluğunu hissettirmemesi gerekiyor. Hele bir de aynı kurumda
çalışanlardan birden fazlası törenlere katılacaksa ne yapacak? Yatıp ağlayacak,
kalkıp ağlayacak artık.
Bu törenlere en fazla sevinenler öyle zannediyorum
törenlerin yapıldığı yerlerdeki alavere yapılan yerler. Nispeten bir canlılık
gelir, hareketlilik olur girdilerde. Törenler de ortalama 1-2 saatte biter. O
kadar uzak yoldan gelme, meşakkat, telaş ve maliyetlerin hepsi bir saatlik
tören için. Çocuğumuzun mutluluğu, önemli bir gününde yanında bulunmak gurur
verici mutlaka. Belki de o bir saatlik merasim tüm yorgunluğa bedel olabiliyor.
Törenler artık bir sektör haline geldi. Bir giden oldu mu artık gitmek
istemeyen de gitmek durumunda kalıyor. Katılana niye katıldın, katılmayana
niçin katılmadın deme durumum yok. Sanki bu tür törenleri biraz abartıyoruz
gibi geliyor bana. Şöyle bir düşünelim. Hangimizin yemin merasimine, ya da mezuniyetimize
anne-babamız katıldı? Belki de birçoğumuzun bitirdiği okuldan ve yerinden
haberleri bile olmadı. Kendimiz gittik, kendimiz mezun olup geldik. Bizim yemin
törenlerimiz ve mezuniyetlerimiz masrafsız idi. Kimse sıkıntı ve telaşa
kapılmadı. Büyüklerimiz işini gücünü bırakıp gelmedi yanımıza. Şimdi hangi
çocuğun mezuniyetine hangi aileden kaç kişi katılıyor, amma da seveni varmış
izlenimi alıyoruz. Kazara gerek yok diye çocuğunun mezuniyetine gitmez isen
evladın garip kalıyor oralarda.
Eskiler gitmedi, biz de mi gitmeyelim diyebilirsiniz. İster
gidin, ister gitmeyin. Törenlere gidilecekse geride bıraktığımız işimizi ihmal
etmeyelim.
Mezuniyet törenleri okullar bittikten sonra hafta sonu,
yemin törenleri de mutlaka tatil günlerinde yapılmalıdır. 22.05.2016
* 28.05.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.
* 28.05.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.
22 Mayıs 2016 Pazar
"Öp hocanın elini"
Bazıları ne de çok el öldürmeyi seviyor. Uzaktaki bir masada oturmakta iken liseden bir hocam kalktı, masama geldi. Elini uzattı öpülecek vaziyette, "Öp bakıyım hocanın elini" dedi. Ayağa kalkıp elini düzeltip tokalaştım. Hocam babam bile bana doğru dürüst elini öptürmedi dedim. "Ben senin hocanım öpeceksin tabii" dedi. Eyvallah hocamsın ama sen bana öyle her eli öpme diye öğretmedin mi deyince, " Tabii öyle öğrettim" dedi, ardından bir başka olay anlatıp yanımızdan ayrıldı.
Beni görünce arkadaşlarını bırakıp ne hevesle gelmişti halbuki elini öptürmek için. Emekli öğretmenimin hevesi maalesef kursağında kaldı.
Bizde el öpme saygı ifadesi sayılır. Bazı siyasilerimiz de bunu çok yapar. Fanatikleri hatta el öpme sırasına girerler. Ben bu hareketi çok uygun görmüyorum. Anne-babanın, amca ve halanın, teyze ve dayının, çok yakın akrabanın elinin öpülmesini anlarım. Sende çok emeği olan bir büyüğünün elinin öpülmesini anlarım. Anlamadığım her önüne gelenin elini öpmektir. Sonra küçükler öpmek için hamle yapsalar bile büyüklerin öptürmemek için elini aşağıya veya kendine doğru çekmesi yine güzel adetlerimizdendir. Haydi içimden geldi öperim. Zorla öptürmeye çalışmak da neyin nesi Allah aşkına. Bu konuyu abarttığımı düşünebilirsiniz. Aynı kişi ile bir ay önce karşılaştığımda da elini sıktığımda, "Oğlum, öp sene hocanın elini" dediğini" belirtmek isterim. Anlaşılan bu işi hobi haline getirmiş, zoraki el öptürmek suretiyle sanırım yanındaki emekli arkadaşlarına, " Bakın, öğrencilerim nezdinde benim ne kadar itibarım var" hissini vermeye çalışıyor olmalı.
El öpmede sorunum yok. Büyüklerin elini öperiz öpmesine de. Büyükler yeter ki, elini öpülecek pozisyonda uzatmasın.
Sonuç mu dersiniz. Elini öpmedim ama az sonra gitti dışarıdan şeftali getirdi. Masalardaki tanıdıklarına birer tane verdi, bana vermedi. Hatta bizim masaya yaklaşmadı bile. Anlayacağınız şeftaliden mahrum kaldım. Yine her zaman ki gibi baltayı taşa vurdum sanırım. Ne bilebilirdim ki az sonra şeftali dağıtacağını. Öperdim elini kapardım şeftaliyi. Nasip değilmiş diyeceğim ama sanki ben nasibimi kendi elimle teptim gibi. 22.05.2016
Beni görünce arkadaşlarını bırakıp ne hevesle gelmişti halbuki elini öptürmek için. Emekli öğretmenimin hevesi maalesef kursağında kaldı.
Bizde el öpme saygı ifadesi sayılır. Bazı siyasilerimiz de bunu çok yapar. Fanatikleri hatta el öpme sırasına girerler. Ben bu hareketi çok uygun görmüyorum. Anne-babanın, amca ve halanın, teyze ve dayının, çok yakın akrabanın elinin öpülmesini anlarım. Sende çok emeği olan bir büyüğünün elinin öpülmesini anlarım. Anlamadığım her önüne gelenin elini öpmektir. Sonra küçükler öpmek için hamle yapsalar bile büyüklerin öptürmemek için elini aşağıya veya kendine doğru çekmesi yine güzel adetlerimizdendir. Haydi içimden geldi öperim. Zorla öptürmeye çalışmak da neyin nesi Allah aşkına. Bu konuyu abarttığımı düşünebilirsiniz. Aynı kişi ile bir ay önce karşılaştığımda da elini sıktığımda, "Oğlum, öp sene hocanın elini" dediğini" belirtmek isterim. Anlaşılan bu işi hobi haline getirmiş, zoraki el öptürmek suretiyle sanırım yanındaki emekli arkadaşlarına, " Bakın, öğrencilerim nezdinde benim ne kadar itibarım var" hissini vermeye çalışıyor olmalı.
El öpmede sorunum yok. Büyüklerin elini öperiz öpmesine de. Büyükler yeter ki, elini öpülecek pozisyonda uzatmasın.
Sonuç mu dersiniz. Elini öpmedim ama az sonra gitti dışarıdan şeftali getirdi. Masalardaki tanıdıklarına birer tane verdi, bana vermedi. Hatta bizim masaya yaklaşmadı bile. Anlayacağınız şeftaliden mahrum kaldım. Yine her zaman ki gibi baltayı taşa vurdum sanırım. Ne bilebilirdim ki az sonra şeftali dağıtacağını. Öperdim elini kapardım şeftaliyi. Nasip değilmiş diyeceğim ama sanki ben nasibimi kendi elimle teptim gibi. 22.05.2016
21 Mayıs 2016 Cumartesi
Devlete göre ben zengin sayılıyorum
-Ağabey senin oğlan bursluluk sınavına girmedi mi?
-Hayır.
-Niçin?
-Giremedi.
-Niye?
-Ben zenginmişim de ondan.
-Nasıl yani? Sen ve zenginlik... Ne demek bu?
-Gelirim yüksekmiş. Ailedeki fert başına düşen miktar yıllık 7529,40 liradan fazla olduğu için şartlarımız tutmadı.
-Yılda 7.529,40 TL geliri olan zengin mi sayılıyor şimdi?
-Öyle görünüyor.
-Nisan ayında Türk -iş'in yaptığı incelemeye göre Türkiye'de 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 4518 liraymış. Bu demektir ki, ailedeki bir kişinin aylık yoksulluk sınırı: 1129,50 TL.dir. Bir yılda toplam 13.554 TL lira harcamak zorunda kalan bir kişi yoksulluk sınırındadır. Senin aldığın maaş belli, hane sayısı malum. Bu durumda yıllık 7529,40 TL'nin üzerisi nasıl zenginlik sayılır.
-Ağabeyinin zengin sayılmasından mutlu olman lazım. Şu anda karşında senin zengin bir ağabeyin var. Gurur duy.
-Ağabey sen şimdi zengin misin?
-Değilim sanıyordum ama devlet öyle bir hesap yapmış ki, bu hesaba göre ben zenginim anlayacağın. Miktara tekrar bir göz at. 7525,40 TL. Farkettiysen rakamları falan yuvarlamamış, bu konuda kılı kırk yararcasına evde hesap yapmış. Yoksa beğenmedin mi?
-Peki Türk-İş'in raporuna ne demeli? Hangisine inanacağız şimdi?
-Kitleleri inandırmak istiyorsan rakamlarla konuşacaksın. Tamam, istatistik bindi mi; bu iş, bilimseldir. Bilime karşı gelinmez. Anlamayız da bu işi. Çünkü biz toplum olara zaten Matematik özürlüyüz. Sonra olaya nereden baktığın önemli. Devlet bu işi, kuruşu kuruşuna hesaplamış.
-Çocuk girse de başarılı olsaydı ne olurdu yani?
-O zaman başarıyı ödüllendirmiş olurdu. Bu ise devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz.
-Bakalım devletin evde yaptığı bu zenginlik sınırı çarşıya uyacak mı? Ayrıca senin gönlün zengin.
-Neyse yeğenime bursluluk sınavında başarılar dilerim. 21.05.2016
-Hayır.
-Niçin?
-Giremedi.
-Niye?
-Ben zenginmişim de ondan.
-Nasıl yani? Sen ve zenginlik... Ne demek bu?
-Gelirim yüksekmiş. Ailedeki fert başına düşen miktar yıllık 7529,40 liradan fazla olduğu için şartlarımız tutmadı.
-Yılda 7.529,40 TL geliri olan zengin mi sayılıyor şimdi?
-Öyle görünüyor.
-Nisan ayında Türk -iş'in yaptığı incelemeye göre Türkiye'de 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 4518 liraymış. Bu demektir ki, ailedeki bir kişinin aylık yoksulluk sınırı: 1129,50 TL.dir. Bir yılda toplam 13.554 TL lira harcamak zorunda kalan bir kişi yoksulluk sınırındadır. Senin aldığın maaş belli, hane sayısı malum. Bu durumda yıllık 7529,40 TL'nin üzerisi nasıl zenginlik sayılır.
-Ağabeyinin zengin sayılmasından mutlu olman lazım. Şu anda karşında senin zengin bir ağabeyin var. Gurur duy.
-Ağabey sen şimdi zengin misin?
-Değilim sanıyordum ama devlet öyle bir hesap yapmış ki, bu hesaba göre ben zenginim anlayacağın. Miktara tekrar bir göz at. 7525,40 TL. Farkettiysen rakamları falan yuvarlamamış, bu konuda kılı kırk yararcasına evde hesap yapmış. Yoksa beğenmedin mi?
-Peki Türk-İş'in raporuna ne demeli? Hangisine inanacağız şimdi?
-Kitleleri inandırmak istiyorsan rakamlarla konuşacaksın. Tamam, istatistik bindi mi; bu iş, bilimseldir. Bilime karşı gelinmez. Anlamayız da bu işi. Çünkü biz toplum olara zaten Matematik özürlüyüz. Sonra olaya nereden baktığın önemli. Devlet bu işi, kuruşu kuruşuna hesaplamış.
-Çocuk girse de başarılı olsaydı ne olurdu yani?
-O zaman başarıyı ödüllendirmiş olurdu. Bu ise devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz.
-Bakalım devletin evde yaptığı bu zenginlik sınırı çarşıya uyacak mı? Ayrıca senin gönlün zengin.
-Neyse yeğenime bursluluk sınavında başarılar dilerim. 21.05.2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)