1 Mayıs 2016 Pazar

"Kutlu Doğum" programlarında öğrendiklerimizi pratiğe geçirsek...

Tarihte hiç olmadığı kadar “Kutlu Doğum” programları tertipledik bu yıl. Hiç anmadığımız kadar andık o Kutlu  Nebiyi. Okullardan, kurum ve kuruluşlara, vakıf ve derneklerden sivil toplum kuruluşlarına varıncaya kadar nisan ayını anma, hatırlama ve kutlamayla geçirdik.

Adına yarışmalar yapıldı, ödüller verildi, yemekler ikram edildi,, ilahiler söylendi. Haftanın anlam ve önemini belirten konuşmalar yapıldı. Kesenin ağzı açıldı. Neredeyse tüm ülke bu anmalarda birleşti. Tek nefes olduk. Yapılan her programa üst seviyeden makam sahipleri katıldı. O kadar çoktu ki; makam sahipleri  birinden çıktı, diğerine koştu. Neredeyse onlar da yarıştılar programlara katılmak için. Bu senenin teması, 'Gelin birlik olalım' idi. Kutlama konusunda bir birlik vardı. İnşallah kutlamadaki birlikteliğimiz 'Tevhid ve vahdette" de olur.

Kutlamalarda peygamberin her yönüne değinildi. Öyle zannediyorum örnek yaşantısı dimağlara iyice işlendi. Bu sene teori olarak andığımız/öğrendiğimiz  Peygamberimizin yaşantısını önümüzdeki yıl nisan ayında pratiğini yaşasak nasıl olur? 

2017 yılının kutlu doğum teması 'Nebevi hayat' olsa...2016 yılında tüm öğrendiklerimizi pratiğe döksek...Hiç peygamberi anmasak, sadece örnek yaşantısını hayatımıza tatbik etsek. Kâl ehli olmaktan  hâl ehline dönsek nasıl olur? Fena olmaz sanırım.

Peygamber cömert ve yardımsever mi idi? Biz de cömert ve yardımsever olalım. Hoşgörülü mü idi? Biz de öyle olalım. Herkese hakkını veren adalet timsali mi idi? Biz de adil olalım. Emaneti ehline mi verirdi?  Biz de işe almalarda liyakatı esas alalım. O, çalıp çırpmadı mı? Biz de özellikle kamu malını kendi malımız bilelim. Yetimi, öksüzü, kimsesizleri korur muydu? Biz de öyle yapalım, şov yapmadan. Çalışanın hakkını tastamam verir miydi? Biz de verelim. Merhametli mi idi? Biz de karıncayı bile incitmeyelim. Güvenilir biri mi idi? Biz de -bize güvenmeyenler varsa- güven verelim. Eminse emin olalım. Hep doğruyu söylediyse doğru olalım. Namus abidesi miydi? Biz de bize emanet edilenlere göz dikmeyelim. Cesur mu idi? Şecaat sahibi olalım. Haksızlık karşısında zalimlere karşı susmadıysa biz de susmayalım, özellikle kendi insanlarımızın yaptıklarına karşı. Eşine ve çocuklarına karşı iyi mi davranırdı? Biz de iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir baba olalım. Kendisi için istediğini kardeşi için de ister miydi? Biz de öyle olalım. Rahatına düşkün biri mi idi? Değilse biz de rahatımıza düşkün olmayalım. İnsanları tanımadan haklarında dedikodu kültürüyle karar vermemişse biz de öyle yapalım.

Hak davasını anlatırken yerleşik düzenlerinin bozulacağını gören rakipleri kendisine gelip: “Makam, mevki istiyorsan başımıza başkan yapalım, evlenmek istiyorsan şehrin en güzel kızıyla evlendirelim, para, pul istiyorsan zengin yapalım, hasta isen en ünlü doktorlara tedavi ettirelim… yeter ki bu davandan vazgeç” dediklerinde: “Bir elime Güneş’i, diğerine de Ay’ı verseniz ben asla bu davamdan vazgeçmem” buyurarak tüm makamları, en güzel kızları, parayı, şöhreti elinin tersiyle itmişti biliyorsunuz. Hangi birimiz bu tekliflere elinin tersiyle hayır diyebilir?

Bizim için örnek olan yaşantısından hiçbirini uygulayamasak da sadece ‘Emin’ özelliğini hayatımıza tatbik etsek, İslam’a ve Müslümanlara mesafeli duranlar bize: “Görüşlerinize katılmıyorum ama çok dürüst, güvenilir” deseler nasıl olur? Ahiretimizi de kurtarmış oluruz.Yaşantımız Nebevi yaşantıya uygun olurdu.


Bugün bazı insanlar mükemmel dinimiz İslam’a mesafeli duruyorsa suç İslam’da değil, bizde ve aykırı yaşantımızdadır, haberimiz olsun. 01/05/2016

30 Nisan 2016 Cumartesi

Laiklik tartışmaları üzerine *

Bir laiklik furyasıdır gidiyor; kalsın mı, kalksın mı diye. Yeter ki kuyuya biri taş atsın, tüm milletçe peşindeyiz o taşın. Hemen cepheler yerlerini aldı. Cephenin biri laikliğin faziletlerinden bahsede dursun, diğer cephe ise laikliğin bu ülkeye ve bu ülke insanına ne kadar zarar verdiğini söylemeye devam etsin. Yine her zaman ki gibi hiçbir konu bizde soğukkanlı tartışılmaz.

Ülke  olarak her konuyu bitirdik laikliği tartışıyoruz. Kalsa ne olur, gitse ne olur; artısı nedir, eksisi nedir üzerine konuşulmaz bizde. Birileri laiklik elden gidiyor nakaratını ağızlarına aldı bile. Osmanlı’nın son dönemlerinde de “Şeriat elden gidiyor” deniyordu. Daha düne kadar bu ülkede dindar-mütedeyyin insanların yaptığı her şey laikliğe aykırı idi. Kamusal alanlarımız belli giyim-kuşamlara kapatılmıştı, ikna odaları kurulmuştu, kürsülere çıkartılmamıştı birinciler, ödülleri verilmemişti dereceye girenlerin. Bir zamanlar 163.maddemiz vardı her tarafa çekilebilen. Yeter ki gücü elinde bulunduran seni içeriye tıkmak istesin. Her türlü hareket girerdi bu maddenin içerisine. Özal geldi 141,142 ve 163. maddeleri kaldırdı, mağdurları biraz nefes aldı. Gücü elinde bulunduranlar 163.maddenin kaldırılmasıyla birlikte meydana gelen boşluğu 312.madde ile doldurdu. Ezme ve ezilme tüm hızıyla devam etti.

İktidarı eline geçiren güç bir kesimi ihya ederken diğer kesimleri mağdur etti. Bunun için önceden çıkartılan ya da kendisinin çıkarttığı mevzuatın arkasına sığındı. Mahkemelerimiz yönetenlerin mağduriyetlerinin önüne geçeceği yerde iktidara göre yön değiştirerek kararlar verdi. Çünkü kutuplaşmanın en yoğun olduğu yerler maalesef hukuk fakülteleri. Çıkartılan mevzuat açık ve net olarak çıkartılmaz bizde. Hep yoruma müsaittir.  Gücü eline geçirenin zihniyetine göre bizde yargı safını belirler. Hasılı bizde mevzuat ve laiklik nedense hep demoklesin kılıcı gibi kullanıldı.

Ülkemizdeki sorun anayasa, kanun ve yönetmelikten ziyade olaylara insan merkezli bakmayışımızdandır. Sorun mevzuattan ziyade bakış açımızdadır, beynimizdedir. Adalet duygusu ön planda değildir. İktidara geçen kim olursa olsun kendisini tilki, karşı tarafı da horoz olarak görmektedir. Biliyorsunuz, tilkinin yüz planından doksan dokuzu horoz üzerine olurmuş. Acaba ben bu horozları nasıl haklarım derdindedir. Hangi mevzuatı çıkartırsak çıkartalım, iktidarda kim olursa olsun tüm hesabımız kendimizi tilki, karşı tarafı da horoz olarak görmemizden kaynaklanıyor.  Her şeyden önce bu kafa yapısının değişmesi gerekmektedir. Değiştirmediğimiz takdirde sistemimiz ister laik olsun, ister şeriat hukuku olsun fark etmiyor.

Yönetim tarzımız dünyanın en kötü sitemi de olsa adalet varsa o sistem en iyi sistem olur. Kafa yapımız değişmediği müddetçe, kendimizi tilki karşı tarafı da horoz olarak gördüğümüz müddetçe sistemimiz şeriat hukuku ile yönetilse de,  laiklik sistemiyle idare edilse de bu sistem dünyanın en kötü sistemi olur. 90’lı yıllarda bir TV programında sistem tartışması yapılıyordu. Tartışmacılardan biri de Anayasa Hukuku Prof. Hüseyin HATEMİ idi. Kendisine dünyadaki hukuk sistemleri soruldu. “Bugün yürürlükte olan anayasalar içerisinde İslam Hukukuna  en uygun anayasa Alman Anayasası” demişti. Biliyorsunuz bir mer’i hukuk vardır, bir de ideal hukuk. Benim tercihim de ideal hukuk olan İslam  Hukukudur.  Fakat merkezine adaleti almayan hiçbir sistem halkına adalet dağıtamaz. Ancak zulüm dağıtır. Sistem ister laiklik olsun, ister şeriat...  Kaygımız ve derdimiz adalet olursa, hukukumuz mağdurun hakkını koruyorsa sorun olmaz. Hatta aliyyü’l-âlâ olur.

Askerin yaptığı ihtilal anayasalarından başka bir araya gelip sivil bir anayasa dahi yapamayan sivil iradenin  sistem değişikliğini tartışması gülünçtür. Boşa kürek çekmedir.  Ben bugün yapılan tartışmaları sun’i gündem olarak değerlendiriyorum.


Sistemimizin adı ne olursa olsun merkezine insanı oturtmayan, insanî ve ahlakî değerleri almayan hiçbir sistem adalet dağıtmaz, dağıtamaz, dağıtmıyor zaten.  Önce kafa yapılarımızı değiştirelim lütfen! 30/04/2016

04.05.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Nisan 2016 Perşembe

Adam sabrederse Cennetlik

MEB'in yaptığı ortak sınavlarda öğrenciler ter dökerken sınav komisyonu da bazen sınava tabi tutulur sınav görevine gelenler tarafından:

08.00'de görev yerinde olması gereken 3 görevliyi bekledik. Toplantı başlayacak gelen giden yok. 08.10'da telefondan arandı. Yolda olduklarını 10 dakikaya kadar gelebileceklerini söylediler. Biz toplantıya başladık. Nihayet 08.23'de teşrif ettiler. İkisi geçip boş bir yere olurdu. Diğeri toplantıya aldırmadan kendisini arayan birisine telefondan cevap vermeye devam ediyordu. Bir elinde çantası, diğer kolunda sınav esnasında okuyacağı kitapları. Sanki sınava değil de derse,  ya da ders çalışmaya gelmiş gibi. Hayret ve ibret içerisinde manidar bir bakışla konuşmasını sonlandırmasını bekledik. Ama nafile. Gür sesiyle konuşmasına devam etti. Komisyon başkanı: Lütfen telefon görüşmenizi sonlandırır mısınız, demesiyle birlikte toplantı salonunu terk ederek salona çıktı. Sonuna kadar konuşmasını sürdürdü. Son cümleleri söylerken salona girdi. "Bir arkadaş sınav yerine gitmemiş de," dedi.

Sanki öğretmenden sorumlu yönetici mübarek. Toplantıya ait tek cümle dinlemedi. Gecikmesine mi yanarsın, başkasını rahatsız ettiğine mi? Efendim geciktim falan yok. Ama azmine hayran kaldım bilemezsiniz. İnatçılığına zaten diyecek yok. Toplantıyı dinlemedi. Zira onun alacağı bir şey yok. Zaten aldığı kadar kilo olarak almış. Kendisine başkan: Yarın ki sınava lütfen tam zamanında gelelim, özellikle bugün geciken 3 arkadaş herkesten önce gelsin dedi.
***
İkinci gün herkesten önce gelmedi ama en azından zamanında geldi. Yaptığı fedakarlığa teşekkür etmemek elde değil. Görevli sınavla ilgili açıklaya dursun. Bizim ki açtı kendi özel kitabını. Kah çiziyor, kah yuvarlak içerisine alıyor sol eliyle. Yine tek kelime dinlemedi. Çünkü alacağı bir şey yoktu. Toplantı bitimi başkan: "Cep telefonlarını kapalı bir vaziyette tutalım, ya da idare odasına bırakalım, kesinlikle açık olmasın, ayrıca kitap, gazete, dergi okumayalım" açıklamasını yaptı. Az sonra sınav salonlarına geçildi. Daha sınav başlamadan  salonda öğrencinin karşısında cep telefonuyla oynamaya başladı. İl temsilcisi telefonu idare odasına bıraktırdı. Çocuğu olduğundan telefonu açık bıraktığını söylemiş kendisine. Ne zaman sınavdan çıkılsa hemen telefonunu alarak bir yerlere girmeye devam etti. Zatı muhterem zaten gönülsüz geliyormuş sınavlara.

Okul ona iki gün sabretti ama laf anlamaz, galesiz, rahat, inatçı  tavrına eşi nasıl dayanıyor kim bilir? şayet eşi ona sabrederse bilin ki adam Cennetliktir. 28/04/2016

İt taşlamak

Beraber okuduğunuz bir arkadaşınızın babasıyla karşılaştığınız zaman laf lafı açar: Ne yapar bizim arkadaş dersin. Babası: "Ne yapacak it taşlar" cevabı verir. İt taşlamak: Boş işler peşinde koşan, haytalık yapan, okumayan kişiler için söylenir. Bu konuyu nereden açtınız derseniz anlatayım efendim:

Malumunuz dün 2015-2016 öğretim yılı 2. TEOG sınavı yapıldı. Bir öğrencimiz sınava gelmedi. Annesini aradık, işte olduğunu söyledi. Babasını aradık cevap vermedi. Sınıf arkadaşlarından öğrencinin evini öğrendik. Son çare okuldan bir hizmetli arkadaşı çocuğun evine gönderdik getirmesi için. Hizmetlimiz öğrenciyi evinde bulamaz. Evin kenarında çocuğu bulur getirir. Çocuk sınava girdi. Hizmetliye neredeymiş diye sorduk: Köpeğini kaybetmiş, üç gündür bulamamış, bu gün de onu aryormuş, ben o şekilde buldum, dedi.

İçinizden sanane gelmezse sınava dediğinizi duyar gibiyim. Banane olur mu, ceremesi beni bulacaktı? Sonradan telafi sınavına girecek, işin gücün yoksa uğraş dur.

Köpeğini arıyormuş deyince hemen aklıma girişte yazdığım 'İt taşlamak' deyimi geldi. Bizim öğrenci biraz erken başlamış ama olsun. Erken kalkan erken yol alır, öyle değil mi?

Herkesin öncelik ve önem verdiği farklı demek ki. Bizimkinin önceliği köpek taşlamak. Anadolu'da eskiden çok kullanılan bu deyimi yeniden hatırlattığı için kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Sağ olasın adaşım.

Sizin de var mı böyle öğrenciniz? Kıskanmayın, çalışın sizin de olsun. 28/04/2016

Sana göre dünyada senden başka iyi bir insan var mı?

Duydum ki hızlı bir şekilde tırmandığın makamda yaptıklarının karşılığını almış, semeresini görmüşsün. Vekaleten yürüttüğün görev için asaletin gelmiş. Seni tebrik ederim.

Hak ettin ama. Az mı mücadele ettin bu makamda, gücünü makamdan alarak. Aslında sen bir aracı idin. Biliyorsun "Bir hayra sebep olan o hayrı yapan gibidir."  Senin ki bu değerli sözle tam örtüşmüyor. Burada hayra sebep olan öbür dünyada karşılığını alır. Senin ki daha iyi. Sen işini öbür dünyaya bırakmadın.  Sebep olduğun iyiliğin karşılığını bu dünyada iken aldın. Artık ayaklarını yere basabilirsin, tapu gibi asalet belgen var elinde. Dün ayaklarını yere sağlam basamıyordun. Çünkü burnunun önünü göremediğin gibi yarınının ne olacağını da bilmiyordun.

Dün kendini ispatlamak ve sana gösterilen makamda kalıcı olmak için çok çalıştın çok.  Büyük bir operasyon yaptın. Çok kelle aldın. Kimin ayağını kaydır dedilerse "Eyvallah! Baş üstüne" dedin yaptın. Çünkü emir eri olmak böyle bir şey.  O günlerde  tıpkı kadrolu olmayan ineğin verdiği gibi gerekirse günde 40 kilo süt verdin.  Çünkü kendini ispatlaman gerekiyordu. İspatladın işte. Artık çok çalışmana gerek yok. Günde 4 kilo süt verebilirsin. Çünkü kimse senin ayağını kaydıramaz artık bundan sonra. Aslında bu makam seni kesmez, sen yine emir almaya devam et, daha yüksek makamlar seni bekler.

İnsan alışınca hiç zorlanmaz. Hani filmlerde  birini temizlemek için kiralık katil aranır.  İhtiyaç sahibi birisine bu teklif götürülür. Adam ne kadar  muhtaç olsa da teklifi geri çevirir: Ben Allah'tan korkarım diye. Sonunda mecburiyetten gider. Makam, şöhret ya da para için tanımadığı adamı öldürür. Bir süre içeride yattıktan sonra çıkar, patronu onu bir yere getirerek makam sahibi yapar, paraya da para demez. Hapiste her ne kadar tövbekar olsa da alışmıştır bir kere. Dün karıncayı incitmekten kaçınan kişi, olur artık seri katil. Çünkü makam, şöhret devam etmelidir. Senin ki de öyle. O makamda tutunmak amacıyla kelle koltukta  az mı suçlu-suçsuzun kellesini aldın, az mı insanın ayağını kaydırdın? Kim yapabilirdi ki bunu. Üstelik insanlarla alışveriş yapmadan, komşuluk yapmadan, yolculuk yapmadan dedikodu kültürüyle yaptın bu işi. Ağzında dualıydı hep... Biliyorsun ihale, yapabilecek olana verilir. Zaten emaneti ehline vermeyecek miydik biz? Bu işler için senden iyisini mi bulacaklardı. Alnının akıyla çıktın bu işten. Önünde efendilerinin midesini bulandıran insanları, besmeleli katilliğinle ekarte ettin. Boşluğu doldurmak için yine sana listeden verilenleri yerleştirdin. Aslında her yeri sen idare edebilirdin. Ama ekip ruhu olmalı değil mi?  Artık siz büyük bir aile oldunuz, bir aşiret gibi. Kim durabilir sizin karşınızda. Zaten rüzgar da hep sizden yana. Ama senin en çok neyini sevdim biliyor musun? Kellesini aldığın her insan için bir gerekçe buldun ya sana hayran kaldım gerçekten. Sen Şeytana pabucunu ters giydirirsin. Bravo sana!

Sahi, sana göre dünyada -senden başka- iyi bir insan var mı? Haydi buna cevap ver de konuyu kapatalım. Cevap veremezsin. Çünkü ağa-babalarına sorman gerekir. Çünkü sen onlar olmadan bir hiçsin. İraden yok, öz güvenin yok. Gücünü makamdan alan bir zavallısın. Şunu da unutma!  Seri katillerin, emir erlerinin makamları ila nihaye devam etmez. Bir müddet sonra ayak bağı olur, onu da bir başkasına temizletirler.

Tekrar hayırlı olsun Çingene beyliğin!... Seni çekemeyenler, seni kıskananlar çatlasın...

Kimden mi bahsediyorum? Yapan ve gocunan her kimse... 28/04/2016


27 Nisan 2016 Çarşamba

Derdimiz Matematik*

27/04/2016 Çarşamba günü 8.sınıfta okuyan öğrenciler Türkçe, Matematik ve Din Kültürü derslerinden sınava girdiler lisede daha iyi bir okulda okumak için. Sınavdan çıkan öğrencilere nasıl gitti diye sordum: " Matematik zordu hocam" dediler.

Her çocuğun korkulu rüyası  bu Matematik. Bu güne kadar bu dersle ilgili, "Kolaydı" sözünü hiç duymadım.  Matematik=problem, problem=Matematik dense yeridir. Hiçbir konuda birleşemiyoruz ama Matematiğin zorluğunda biriz ve beraberiz. Bu ülkenin ortak bir derdi var. Hele şükür! Sorun; dersin kendisinde mi, hocasında mı, müfredatta mı?  Bilemedim gitti.

2015-2016 yıllarında yapılan sınavlardan Matematik net ortalamalarına bir bakalım: 2015 TEOG sınavında öğrenciler 20 Matematik sorusundan ortalama 7,6 net,  2016 YGS Matematik sınavında öğrenciler 40 sorudan  7,9 net,  2015 LYS Matematikte  9,72 net,  2015 LYS Geometride ise  3,78 net yapabilmişlerdir. 2012 PISA(Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Progr.) sonuçlarına göre Türkiye 65 ülke  içerisinde Matematikte  42.sırada.

Ben Matematik özürlüyüm. Fakat yukarıdaki istatistiğe bakarsak bu özürden Türkiye’de baya nasibini almış görünüyor. Eğitimimiz SOS veriyor. Matematik ise eğitim sistemimiz içerisinde en altlarda yaşam mücadelesi veriyor. Derdim bu dersi öğrenemediğimizdir. Bildiğim kadarıyla bu ders ortaokullarda haftada 4 saat iken 5 saate, liselerde ise 6 saate çıkarılmıştır. Öğrenci ilave olarak okullarda açılan yetiştirme kurslarına katılıyor, etüt merkezlerine gidiyor, özel ders alıyor. Aldığı yardımcı kaynağın haddi hesabı yok. Sonuç, sıfır elde var sıfır idi eskiden.  Şimdi eksiye doğru gidiyoruz. Hem de tam gaz  geri vitesle.

Ben burada en düşük net ortalaması olarak Matematiği konu edindim. Diğer derslerimizde de durum pek  iç açıcı değil. Sorunu çözmek için isterseniz tüm dersleri kaldıralım yerine hep Matematiği koyalım. Sonucun değişeceğine ihtimal vermiyorum. O zaman çözümü nerede arayacağız?

Matematik özürlü birisi olarak bu dersle ilgili öneride bulunmayı kendimi yeterli görmem. Fakat  bu ülkede herkes bilmediği ve anlamadığı alanda konuşuyorsa ben de birkaç kelam etmek isterim bu konuda: Bir defa başarının temelinde sevme vardır. Öğrenci bir dersi sevmezse asla o dersten başarılı olamaz. Ders saatlerinin  artırılmasına ve  takviye derslere rağmen hala mesafe alınamıyorsa bu dersin müfredatı ağırdır, hafifletilmesi gerekir. Konular -gelişmişlik seviyesine göre- öğrencilerin seviyesinin üzerinde olabilir. Öğretmen öğrencinin seviyesine inemiyor olabilir. Bir yılda öğrenilecek konu sayısı fazla olduğundan tam öğrenilmeden ve hazmedilmeden diğer konuya geçilmiş olabilir. Teori olarak öğrenilen bu dersin pratiğe dönüştürülmemesi de öğrenme eksikliklerinden biri  sayılabilir. Öğrendiği konuların günlük hayatta nerelerde kullanılacağını bilmemesi öğrenciyi dersten uzaklaştırabilir. Öğrencinin sayısal zeka olmaması, öğretmenin  dersi zorlaştırarak öğrencinin özel ders almasına zemin hazırlaması, öğretmen sirkülasyonunun çok olması ve öğrencinin iyi bir temel almaması… gibi nedenler sayılabilir. 

Önemli bir ders olan bu dersten öğrencilerimizin başarılı olması için sorumluluğu olan herkes şapkasını önüne koyup düşünmelidir: MEB’i, öğretmeni, öğrencisi, velisi, yöneticisi…Hiçbir şey aklımıza gelmiyorsa bile bugünkü metotlarımızı değiştirelim yeter. Hani adama: “Şu içkilerden hangisi iyi? Tadına bir bak” demişler ya. Adam ilk şişeden içer içmez: “Şu öbür şişe daha iyi” demiş. “Daha onun tadına bakmadın,  nasıl bildin deyince  adam: “Doğru. Onun tadına bakmadım. Ama hiçbir şey bu içtiğimden daha kötü olmaz” cevabı verir.

Evet! Kullanmadığımız diğer yöntemler daha iyi. Bu metotla bırakın net sayısını yükseltmeyi. Mevcudu korusak daha iyi. Çünkü her geçen gün daha kötüye gidiyoruz.


Zeka bakımından dünya çocuklarının içerisinde en önlerde olan bu ülkenin çocuklarını okullu olduktan sonra bu hale getiren elimizdeki sihirli deynek nedir? İsterseniz araştırmaya buradan başlayalım. Çünkü kimse burnundan kıl aldırmıyor.  27/04/2016

*30/04/2016 günü Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Nisan 2016 Salı

Ağırcanlı

Çevrenizde belki de en yakınınızda ağırcanlı kişilere rastlamış olabilirsiniz. Böyleleriyle iş yaptığınızda, bir arada bulunduğunuzda kendinizi nasıl hissettiniz? Siz nasılsınız, canı tez mi, ağırcanlı mı? Eğer siz de ağırcanlı iseniz problem yoktur sanırım. Körler, sağırlar birbirini ağırlar misali. Eğer kendiniz canı tez birisi, iş yaptığın ağırcanlı ise psikolojinizde bir bozulma oldu mu? 

Ağırcanlı; adı üzerinde canı tez olmayan, işini ağır ağır yapan, çevik olmayan  kişi demektir. En nefret ettikleri şey hızlı iş yapmaktır. İşlerini aheste aheste yaparlar. Bir yere gidecekleri zaman kolay kolay hazırlanamazlar, Yaptıkları işi bitirmezler. Ağır ağır çalışırlar. Asla istiflerini, rahatlarını bozmazlar. Ardından düşman geliyor desen ölmeyi göze alırlar yine hızlanmazlar. Top atsan, silah atsan yine harekete geçmezler. Asla rahatlarından ödün vermezler. Beraber oldukları, birlikte çalıştıklarının ömrü bu tipleri beklemekle geçer. Her yolu deneseler de asla bir arpa boyu yol alamazlar. Kaplumbağa yürüyüşü ile kıyaslamamak lazım. Bunları gören kaplumbağaya rahmet okur. Bunlarla iş yapmak bir ömre bedeldir. Bu tipler, “Biz işimizi temiz yaparız, başkası gibi acele yapmayız” şeklinde mazeret bulurlar. Buna  bir müddet sonra kendilerini de ikna ederler. Kendilerini alemin en iyi iş yapanı, temiz iş yapanı, mükemmeliyetçi biri olarak görürler. Kendilerine bu güne kadar hiç zarar gelmemiştir. Zararı hep yanındakiler çeker. Ömrü hep o işini ağır yapanı bekleyerek geçmiştir. Ya da beklemek istemiyorsa ona yardım etmek zorundadır. Birlikte çalışan ölmeyi çok istemiştir. Bu güne kadar herhangi bir insanı öldürdükleri görülmemiştir.  Hep süründürürler ve insana sabrı öğretirler, bir müddet sonra "Ya sabır" diyerek dua etmeye de alışır  bekleyenler. 

Ben bugüne kadar iki canı tezi, ya da iki ağır canlıyı bir arada görmedim. Dengeli bir şekilde çevreye dağıtılmıştır. Mesela karı kocayı ele alalım: Koca ağırcanlı ise eşi, canı tez; eşi canı tez ise koca ağırcanlı olur. Bunlar birbirini dengeler. İkisi de hızlı olsalar arkalarından kimse yetişemez, ikisi de ağırcanlı olsa hayatta iş bitiremezler. Bakın etrafınıza bu şekilde eş olmuşların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. 

İş yapa yapa kendilerini hızlandıracakları yerde yaptıkları işin önemini, ağırlığını hissettirecek şekilde mazeret beyan etme yetileri gelişir. Her bitiremedikleri, geç bitirdikleri iş için kaçırdıkları otobüs için gerekçeleri vardır. Asla üzerlerine toz kondurmazlar, burunlarından zaten kıl aldırmazlar.

Çekilecek çilesi olan çeker durur böylelerini. Allah beterinden saklasın ne diyelim. Bütün derdimiz bu olsun. 26/04/2016