18 Mart 2016 Cuma

O bana vezir ol dedi. Ben rezil olmayı seçtim**

İşittim ve isyan ettim

Nisa 46 da Allah, Yahudileri anlatırken "İşittik ve isyan ettik" dediklerini belirtir. Okudukça, bu Yahudiler ne kadar da döneklermiş. Daha inandık der demez hemen ardından isyan ediyorlar. Hiç de omurgalı değillermiş, sözlerinin erleri hiç değiller derdim. Hiç üzerime almazdım Yahudileri anlatıyor diye. Ne de olsa ayet Yahudiler hakkında inmiş diye kendimi avuturdum.

Müslümanların ve İslam dünyasının içler acısı durumunu düşününce Allah, Yahudiler üzerinden insan psikolojisini, insanın tiyniyetini anlatıyormuş da hiç oralı olmamışım. Bugünkü yaşantıma bakıyorum ve benim tavrım Yahudi zihniyetinden farklı değil. Teoride "İşittik ve itaat ettik" diyorum. Pratikte ise isyanlara oynuyorum. Zira Allah:

-Adam öldürme diyor. Ben öldürüyorum. Hatta katliam yapıyorum.
-Kendi kendini öldürme diyor. Ben canlı bomba oluyor, başka masumları da helak ediyorum.
-Aklını kullan diyor. Ben başkasının aklıyla hareket ediyorum. Onların emir eri oluyorum.
-Zinaya yaklaşmayın diyor. Ben zina, taciz dahil,  her türlü tecavüze yelken açıyorum.
-Gıybet etme. Çünkü gıybet, ölmüş kardeşinin etini yemek gibidir diyor. Ben üç öğün yemekten fazla dedikodu yapıyorum.
-İftira atma diyor. Ben iftirayı da geçtim. Artık algılar oluşturuyorum.
-Pişman olmamak için bir haberin doğruluğunu araştır diyor. Kullanacağım  bir haber ise eğer balıklama atlıyorum; rakibimi alt etmek için.
-Birbirinizle tanışasınız diye farklı halk ve kabileler olarak yarattım diyor. Ben ırkımı üstünlük emaresi olarak kullanıyor. Bir başkasına Zenci muamelesi yapıyorum.
-Şüphesiz kulak, göz ve kalp yaptıklarından sorumlu tutulacaktır diyor. Ben cahil cesaretiyle tüm vücudumu kullanıyorum bir başkasını ezmek için.
-Emanetleri ehline verin diyor. Ben, benden olana veriyorum.
-Birine olan düşmanlığınız adaleti elden bırakmanıza sebebiyet vermesin diyor. Ben, elde ettiğim makam gücünü başkasını ezmek, yok etmek için kullanıyorum.
-Ben tövbe edenleri ve temizlenenleri severim diyor. Ben hafif bir hata, hafif bir yalpasında ezip geçiyorum hata ve yanlış yapanı.
-Faiz yiyenler Allah ve Resulüne harp açmış gibidir (kazanamazsınız) diyor. Ben adını değiştirip mecburum diye afiyetle yiyorum, harcıyorum. Üstelik fetva veren akıl hocalarım var. Tek umudum, ya yenersem ümidiyle yaşamak.
-Saçıp savuranlar Şeytan'ın kardeşleridir diyor. Ben her şeyi ihtiyaç diyerek haceti asliyeden kabul ediyorum. Harcadıkça harcıyorum.
-İyiliği emret, kötülükten sakındır diyor. Ben , bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyorum.
-Çalmayın diyor. Ben özellikle kamu malını kendime ya da başkasına peşkeş çekiyorum.
-Emir olunduğun gibi dosdoğru ol diyor. Ben, bu doğruluğu başkasından bekliyor ve kendimi alemin doğru, dürüstü görüyorum…

Hasılı Rabbim, “İşittik ve itaat ettik deyin” diyor. Ben “İşittim ve isyan ettim” diyorum. Emirlerine kulak asmadığıma yüzlerce örnek verebilirim. Bu şekilde kendi başıma buyruk yaşadığım İslam beni vezir mi yapar, yoksa rezil mi? Ben ve içinde bulunduğum İslam dünyasının yerlerde sürünen yaşantısını görünce rezil olduğum anlaşılıyor. Eğer “İşittim, itaat ettim” deyip O’nun emirlerine uygun hareket etseydim, O ve gönderdiği İslam beni vezir yapacaktı. Ama ben rezil olmayı seçtim. Evet yaşadığım bu İslam beni rezil etti maalesef.


Tercihlerimiz bizim yapıp ettiklerimize göre şekillenmiyor mu? Sünnetullah budur. Kendi düşen ağlamaz. Bende bu isyan azmi oldukça vezirlik kim ben kim? Rezil olmaya devam. Çünkü “Bir topluluk kendini değiştirmediği müddetçe Allah hiçbir topluluğu değiştirmez.”

"Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Şayet Sen bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmez  isen biz hüsrana uğrayanlardan oluruz." (Zaten olduk.) 18/03/2016

** 18/03/2016 tarihinde Kahta Söz Gazetesinde "İşittik ve isyan isyan ettim" ismiyle yayımlanmıştır.

17 Mart 2016 Perşembe

Nasıl bir ruh hali bu?*

13 Mart Pazar  günü bildiğiniz gibi  Ankara’da  meydana gelen canlı bomba  terörü sonucunda 37  insanımız can verdi. 71 kişi de yaralandı. Bu menfur olayla ilgili bir gazetenin verdiği  haber ve haberin altına yazılmış yorumu paylaşmak istiyorum sizlere:

Gazete haberi: "Seneye öğretmen olacaktı… Gazi Üniversitesi 4.sınıf İngilizce öğretmenliği (başörtülü) öğrencisi Feyza Acısu, dün yaşanan  patlamada hayatını kaybetti."
” Bu habere yapılan I. yorum: “Hiç yoksa bunun öğretmen olup bağnaz bir nesil yetiştirme olasılığının ortadan kalkmış olması ufak bir tesellidir. Kimse kusura bakmasın, kafasındaki o çaputla herhalde astronot yetiştirmeyecekti.”
II. yorum: “Türkiye’de 3 tane ana kesim var, Yobazlar, kürtler ve Atatürkçüler. Artık kardeşlik zamanı diye kendimizi kandırmayalım. Zayıflık göstermek sonumuz olur. Bu yüzden can düşmanımız olan yobazlardan birisinin ölmüş olmasına üzülemem. Kusura bakmayın. Yarın bunun yetiştirdiği nesil de  ışidin canlı bombası olacaktı.” (Yazım ve imla yanlışları yorumcuya aittir.)

Ne dersiniz bu yoruma? Üzüldüğünüzü, hayıflandığınızı düşünüyorum. Az bir vicdanı olan bir insanın böylesi bir yoruma hayıflanmaması mümkün mü? Sanal alemde bu yorumu görünce tıpkı sizin gibi üzüldüm. Sözün bittiği yer dedim. Gerçekten ne denirdi böyle bir yoruma. Bu nasıl bir psikoloji? Bu nasıl bir ruh hali? Dünyanın en kötü eğitim sistemi bile bu psikolojiye sahip bir nesil yetiştirmeyi aklının ucundan geçirmez. Eli kanlı, gözünü kan bürümüş deriz şiddet yanlısı kişilere. Bunun durumunu anlatmaya cümleler yetmez. Olsa olsa beyni kanlı denebilir. Bu tür hastalıkların da pek tedavisi olmaz. Kansere rahmet okutur. Kanser olan sıkıntıyı kendi çeker. Böyleleri cümle aleme çektirir.

Bu yorumu yazan maalesef bizden biri.  Aynı ülkede yaşıyoruz. Tıpkı bizim gibi iki eli, iki ayağı, gözü, kulağı olan insan -görünümlü- birisi. Otobüste, takside, parkta, yol ve caddede bu ve benzerleriyle belki de yan yana  aynı havayı teneffüs ediyoruz.

Bir yerimiz ağrıdığında doktora gideriz tedavi olalım diye. Psikolojik hasta olduğumuzda ise bir psikolog ya da psikiyatriste gitmeyi düşünmeyiz. Çünkü hasta olduğumuzu kabul etmeyiz. Kendi fikrimize, zikrimize aşığız neredeyse. Yıllar önce okulun altını üstüne getiren 5. sınıf bir öğrencimiz vardı. Tüm personel onun vereceği zarardan emin olmak için her yolu-metodu denedik. Son çare durumu babasına anlatıp çocuk psikiyatrisine götürmesini istedik. Fakülte hastanesini arayıp Pazartesi saat 09.00'da randevusunu da  alıverdim.  Pazartesi okula geldim bizim öğrenci okulda. Senin şu anda hastanede olman gerekiyordu. Yoksa unuttun mu dedim. "Hayır unutmadım hocam" dedi. Peki niye gitmedin dediğimde: " Ben deli miyim hocaaam" cevabını verdi. Evet cevap tanıdık. Bu tip hastaların kendilerinin hasta olduğunu kabul ettiklerini hiç görmedim. Çok zeki olan bu çocuğun verdiği cevap çok masumane. Büyüklerin verdiği cevaplar tıpkı bu çocuğun verdiği cevabın tıpatıp aynısı.

Bu tür yorum yapan zihniyete sahip olanların sayısının fazla olmadığını ümit etmek istiyorum. Ama az da olmadığını hissediyorum maalesef.  Bu küçük toprak parçasında 72 milletten fazla olduğumuzu, cins cins insanlarla olduğumuzu düşünüyorum. Ya bu yorumu yayınlayan editöre ne demeli? Editörün denetiminden geçmiyor mu bu tür yorumlar? Şayet okumadan yayımlamışsa gaflet içerisinde olmalı. Okuyup da yayımlamışsa işte esas fecaat o zaman ortaya çıkar. Basın ahlak, etik kuralları vardır bu yazılı ve görsel medyanın. Bağlı oldukları konseyleri vardır. Eğer işletmiyor iseniz bu kuralları, gölge etmeyin ne olur!

Rabbim azınlıkta olan aktif kötülerin şerrinden çoğunlukta olan pasif iyileri korusun. Ne günlere kaldık…17/03/2016

* 26/03/2016 tarihinde Anadoluda Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

16 Mart 2016 Çarşamba

"100 TL hediye puan"


  -Alo! Ben Ş.... Nasıl yardımcı olabilirim?
-Bankanıza ait kredi kartını kapatmak istiyorum. Yardımcı olur musunuz?
-Elbette.
(Güvenlik açısından sorulan soruları başarıyla geçtim.)
-Efendim! Niçin kapattıracaksınız?
-Kartınızı çok kullanmıyorum. İhtiyaç hissetmiyorum. Üstelik kart ücreti alıyorsunuz.
-Kartınızın özelliği çok. Limiti yüksek. Taksit öteleyebiliyorsunuz. 5200 lira nakit çekebiliyorsunuz. Hediye puan kazanabiliyorsunuz.
-Biliyorum özelliklerini. Siz kapatın.
-Kartınızı tamamen kapatmayalım. 3-4 aylığına geçici olarak kapatalım. Hem limitinizi de korumuş olursunuz.
-Tamamen kapatalım.
-Kart ücreti olmayan bir başka kart gönderelim.
-Hayır, istemiyorum. Lütfen kapatın.
-Efendim kartınızı 6 ay boyunca kapatmayacağınızı taahhüt edin. Size alışverişlerde kullanmak üzere 100 lira hediye puan tanımlayalım.
-Hayır istemiyorum. Lütfen temelli kapatır mısınız?
-Bunu da mı kabul etmiyorsunuz?
-Evet kabul etmiyorum. Lütfen kapatalım.
-Peki o zaman son dört rakamı ....ile biten kredi kartınızın kapatılmasını onaylıyor musunuz?
-Evet onaylıyorum.
-Kartınız kapatılmıştır. Başka yardımcı olacağım bir şey var mı?
-Hayır yok. Teşekkür ederim.
-Bizi aradığınız için teşekkür ederim. Kartınızı numaraları görünmeyecek şekilde kırıp atabilirsiniz. İyi günler
-İyi günler..
***
Bunu niye mi anlattım? Bu banka bana 6 aylığına  100 lira para tanımlıyorsa kendisi ne kadar kazanıyordur acaba?



15 Mart 2016 Salı

Çanakkale Ruhu*

Baba, oğul ve torunun omuz omuza savaştığı bir savaş akla gelir Çanakkale deyince. Dile kolay 3 nesil aynı savaşta.  Sanırım dünyada eşi ve benzeri yoktur.  Bilançosu  ağırdır:

Şehidimizin sayısı 250 binlerle ifade edilir. Birçok lisemiz mezun verememiş, futbol takımlarımız oyun kuramamış, 100 binleri ifade eden medrese, üniversite öğrencisi ve aydınımızı bu muharebede kaybetmişiz.  "Şehitler Günü" geldiğinde: "Hey on beşli on beşli/Tokat yolları taşlı/On beşliler gidiyor/Kızların gözü yaşlı" diye 15'lilerin türküsünü hatırlarız. Lise talebesi bunlar. Biz bugün ekmek almaya bile göndermedik bu yaştakileri daha.  Ne kadar okuyanımız varsa hayat memat meselesi denerek bu muharebeye gitmiştir. Neredeyse şehidi olmayan, gazisi olmayan hane yok gibidir Anadolu'da. Bu savaşı anlatan hangi yazıyı okusak, hangi web sayfasına göz atsak bu toprağın sahiplerinin gözleri yaşarır. Akif, Çanakkale Şehitlerine isimli şiirinde: "Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar/O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,/Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,/Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!" diye anlatıyordu o günleri....Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! /Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer./Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i.../Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi./Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?/"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın." diyerek Bedr'in aslanlarına benzetiyordu o gün savaşanları.  Çünkü her ikisi de var oluş mücadelesi idi.

Bu günden bakıyorum da, o gün iyi niyetle bizi savaşa girdirenleri bir tarafa bırakırsak; I. dünya Savaşının çıkış sebebinin Osmanlı Devletini parçalamak olduğu anlaşılıyor. Kaybettiğimiz topraklar üzerinde cetvelle çizilerek kurulan devletlerin sayısı bile  bu konuda bize bir fikir verir: Kaybettiğimiz toprağa mı yanalım? Kaybettiğimiz yüz binlere mi?  Okumuş aydın kesimini kaybettiğimize mi? Yoksa kıblemizi değiştirdiğimize mi? Ne taraftan bakarsak bakalım, halimiz içler acısı gerçekten. 

İşin garibi Osmanlı'dan koparılıp  devlet kurdurulan hiçbir devlet huzur bulmadı halen bu asrımızda bile. Osmanlı'nın çekildiği alanlarda kan akmaya, gözyaşı dökülmeye devam ediyor maalesef. Küçük bir toprak parçasında kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin bile yaşanması istenmiyor bu gün. Batılıların sömürgeci emelleri ilk günkü tazeliğini koruyor. Keçecizade Fuat Paşa'nın dediği gibi; "Dış güçler dışarıdan, bizimkiler içeriden" Osmanlı'yı yıktıkları gibi aynı iç ve dış mihraklar bizi Anadolu'da boğmaya çalışıyorlar. Çin işkencesi gibi hiçbir günümüz geçmiyor ki bombalı eylemlerle masum insanlarımız ölmesin.

Gelelim günümüze… Eskiden askere gitmeyene adam denmezdi. Mutlaka herkes giderdi. Bugün askere gitmemek için kırk dereden su getiriyoruz. Allah muhafaza bir savaş çıksa kaçımız gider bu ülkeyi kurtarmak için. Onca farklı millet ve milliyetten oluşan Osmanlı ölüm kalım savaşı vermiş geçmişte. Anadolu’ya hapsedilmiş bizden kaç kişi bir savaşa hazırız? Öyle zannediyorum ki bu gün dışarıdan bir saldırı olsa bizden görünen “İçimizdeki İrlandalılar”, düşmanın safında yer alırlarsa hiç şaşırmam.

Gerçekten kaçımız ülkeyi savunur? “On beşliler” diye tarihimizde yer alan körpelerimiz değil 27’liklerimiz bile savaştan imtina eder. Bugün bir çoğumuz ülkesini terk edip içimizde mülteci olarak yaşayan Iraklı, Suriyelilere kızıyor; savaştan kaçtılar diye. Allah bir milleti savaşla imtihan etmesin. Maazallah olursa kızdığımız, güldüğümüz insanların başına gelen bizim de başımıza gelir.

Şehitler Günü dolayısıyla milli-manevi değerlerle mücehhez olmuş, birlik ve beraberlik içerisinde Çanakkale ruhunu yaşamamız ve yaşatmamız  temennisiyle. 14/03/2016 

*19/03/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

Bir huzurevi sakini ile sohbet*


26/05/2015 tarihinde belediye otobüsüyle Kaşınhanı’na giderken yanıma yaşlı bir amca oturdu:
-Selamün aleyküm!
-Aleyküm selam!
-Kırıkçıya gidiyorum. Biliyor musun yerini?
-Bilmem amca.
-Buralı değil misin?
-Değilim.
-Ben huzurevinde kalıyorum da.
-Çocuk ve eşin yok mu?
-Var. 6 tane. Evli hepsi. Eşimle ayrıldık.
-Kırıkçıda ne işin var.
-Ayaklarımı göstereceğim, çok ağrıyor da. Doktor ameliyat dedi. Yatarsam bana kim bakacak?  Kırıkçıyı çok övdüler, ona gidip göstereceğim.
-Çocuklarınla görüşüyor musun,  gelirler mi?
-Gelmezler… Ben peşlerinden ziyaretlerine gittim;  kabul etmediler. Telefon açıyorum;  telefonuma cevap vermiyorlar. Komşularını araya koydum, yine kabul etmediler.
-Para veriyor musun huzurevine?
-450 TL veriyorum. Benimki özel oda.  Daha ucuza kalanlar var.
-Kaç kişi kalıyor huzurevinde ?
-400 kişi.
-Rahatın, huzurun nasıl?
-Böylesi rahat ve huzur nasıl olunacaksa...?
-Sosyal güvencen var mı?
-Var.  Ben …Lisesinde hizmetli idim. 88 yılında emekli oldum.
-Kaç para emekli maaşı alıyorsun?
-1.400,00 TL.
-Mezuniyetin ne? Kaç yaşındasın?
-İlkokul mezunuyum. 85 yaşındayım.
-Çocuklarını özlemiyor musun?
-Özlenmez mi? Hele bir kızımı ilkokul öğretmeni ile evlendirdiğimde ne de çok sevinmiştim.
-Allah yardımcın olsun, şifa versin.

Kırıkçının yerini sormak için arka tarafa döndüm. Otobüste 8-10 kadar yolcu vardı. Hepsi kulağına kulaklığı takmış, müzik dinliyor. Şimdi anlaşılıyor otobüsün arkasından dolaşa dolaşa amcanın benim yanıma niye geldiği. Çünkü herkes kendi halinde dışarıya ve iletişime kapalı bir şekilde müzik dinliyor. Sonunda otobüs şoförüne kırıkçının yerini sordum. Amca yakın bir durakta inip ağır adımlarla kayboldu. Yaşıyorsa eğer amca şu an  86 yaşında olmalı. 6 çocuğu var. Fakat kimsesiz ve üstelik bakıma muhtaç. Huzurevinde kalıyor. Bizim toplumumuza yabancıdır huzurevleri. Konya gibi bir yerde kalan sakin sayısı 400 kişi. Hiç düşündük mü 10-15 yıl sonra huzurevlerinde kalanlarımızın/kalacaklarımızın sayısını?

Nerede kaldı yaşlılara, büyüklere saygımız? Hani  biz; “…Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” Ayetinin gereğini yapacaktık? İyi ve sağlam iken yanımızda kalmayan nesil, biz hasta ve yaşlı olunca mı bize bakacak? İnşaallah bu amcanın durumu lokaldir. Umuma sirayet etmez. Ümitsiz ve karamsar değilim ama, anne babasına saygı göstermeyen diğer yaşlılara da saygı göstermez.

Ebeveynine öf demeyen, yaşlı ve büyüklerine  saygı gösteren hayırlı evlat olmamız temennisiyle…… 15/03/2016

* 23/03/2016 tarihinde Anadoluda Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

14 Mart 2016 Pazartesi

“Yanlış istihbarat”


-Abi, sen ek görevinden  niye alındın, biliyor musun?
-Evet, biliyorum.
-Nedir?
-Nedeni çok da özetle; Diyanetin yaz projesine karşı olmak,  fazla miktarda açılan bir okul türü için: “Fazla sayıda açılması kaliteyi düşürür” demek, ayrıca: “Ben buraya dinlenmeye geldim” demek.
-Sen diyanetin yaz projesine karşı mısın?
-Hayır niye karşı olayım.. Hatta en son çalıştığım yerde camii imamının talebiyle  izinsiz, onaysız  kurs açtım. Yaz boyunca da toplamda 5  sınıfta eğitim görülmesine imkan sağladım.
-Karşı olmak bunun neresinde?
-Karşı olmak yok. Tuvalet kapatmak var.
-Tuvaleti kapattın mı gerçekten?
-Yeni atandığım okulda 3-4 günlük iken suyumuz kesildi. Su kartı önceki müdürde gittiğinden bir müddet suyumuz akmadı, yeniden kart çıkartıp, belediyeye ücretini ödeyip fatura kestirinceye kadar öğreticilere söyleyerek öğrencilerin wc ihtiyacını 150 metre ötemizdeki camide kullanmalarını söyleyip wc’leri kapattık. Su gelince de açıldı. 1 ay sonra puanlama yapılırken wc kapatma özelliğimi öğrendim. Bir şey daha öğrendim: Sular kesik olsa da wc’yi kapatmamayı. Bir de okula atanır atanmaz okulun ne kadar suyu kaldığını tespit etmek. Bir de okulun su kartının daha önceki müdürün cebinde gittiğini, kendisinin şehir dışında olduğunu amirime söylemem gerektiğini… Tüm bunları eşekten düştükten sonra öğrendim.  
-Bir okulun fazla açılması kaliteyi düşürür sözünde ne var. Buna ben imzamı atarım.
-Tabii söz böyle gitmiyor. “Bu okullar çok miktarda açılıyor diyor. Bu adam  nasıl İlahiyatçı “ şekline dönüştürülüyor.
-Ben buraya dinlenmeye geldim dedin mi?
-Denir mi böyle şey. “Yaz dönemi okul çalışanların biraz daha rahat ettikleri dönem olur” şeklinde ifade ettim.
-Sen bunlardan dolayı elendim diye mi biliyorsun?
-Evet
-Başka nedeni olabilir mi?
-Bir de o okulda istenmedim.
-Nasıl, kim istemeyecek?
-Birlik başkanından, servisçisine varıncaya kadar istemediler?
-Niye, ne yaptın ki?
-Bir şey yapmadım. Yapılan sözleşmeyi göreyim diye servisçiden istedim. Servisçi yanında bir siyasi ile birlikte geldi. Sözleşmeye baktım. Sözleşmeniz geçerli olmaya geçerli. Fakat okulun menfaatine düşünmem lazım. Şu taahhüt ettiğin hizmeti bir daha artıralım dedim.“Seni eski okula göndermek için ne yapmak gerekiyor” dedi gitti. Sonra geldi taahhüdünün üzerine çıktı.
-Sonra?
-Bir ağustos ayında sisteme bakarak birlik başkanına, servisçiye kebap yapıldığımı öğrendim. Yine bir şey daha öğrendim. Hakkımda yapılan organizasyonun mükemmel ve eskizsiz çalıştığını.
-Senin bu anlattıkların “Buzdağının görünmeyen kısmı.”  Haberin olsun. Senin niye elendiğini ben biliyorum, senin anlattıkların değil bir defa.
-Neymiş söyle bakalım?
-Sen yanlış istihbarattan elendin?
-Yeni icat çıkarma, neymiş bu yanlış istihbarat?
-Abi senin elendiğini duyunca esas yetkiliyi aradım. Bana verdiği cevap aynen şöyle: “O arkadaş  “P…” ci diye yanlış istihbarattan elendi.” dedi. Ben kendisine: “O arkadaş  kendisine isnat edilenle yakından uzaktan bir alakası yok.” Dedim. Bana “Böyle birkaç kişi var. Fakat telafi edeceğiz merak etme” dedi.
-Demek öyle. .Demek ben öyleymişim öyle mi?
-Telafi ettiler mi bari?
-Konya’ya 25 km ötede bir yere verdiler. Bize uzak, Allah’a yakın olsun dediler. Halen oradayım;  onlardan uzak bir şekilde. 11/03/2016


Çıkmaz sokak*


Çıkmaz sokak

Bu Pazar yapılan YGS sınavına giren tüm adaylarda beklendiği gibi bir heyecan vardı. Ben de bu sınava kaç öğrenci girdi diye merak ettim.  Karşıma 2.178.563 aday çıktı. Geleceğimizin teminatı olacak olan gençlerimiz adına hayıflandım. Niçin derseniz?

Sınava giren öğrencilerin ilk 200 bine gireni mezun olduğunda bir iş bulabiliyor genelde. YGS, LYS adı altında yapılan tüm sınavlarda tüm yarış ilk 200 bine girmek. Haydi girdik diyelim.  Geriye kalan 1.978.214 öğrenciyi ne yapacağız. Çünkü  2-4-5 yıl sonra mezun olduğunda kolay kolay bir iş bulamayacak ve vasıflı-vasıfsız işsizler ordusuna katılacak. Belki de içlerinden en şanslıları her yıl ortalama 40-50 bin arasında puanı hesaplanmayan ya da sıfır çeken öğrenciler olacak. Sıfır çekince daha yaşı ilerlemeden belki bir meslek öğrenmeye ya da hayatına bir yön çizmeye yönelebilir. 4-5 yıllık bir yıllık bir fakülteyi bitirip yaşı 23-24 olduğunda ne yapacak bu gençler. Ancak okudukları bölüme uygun bir işte çalışabilir ya da verimli olabilirler. Ya böyle bir iş sahası yoksa...

Bildiğiniz gibi bizim ülkemizde  bir iş bulmak amacıyla okunur. Diplomalar bu yüzden alınır. Yarışlar, mücadeleler bunun için yapılır. Biz daha gençliğe adım atan çocuklarımızı daha işin başında iken umutsuzluğa sevk ediyoruz. Bu gençler sonu olmayan okullarda ayakları geri geri giderek ölümüne okuyacaklar ve yıllarca "Acaba ben mezun olunca ne iş yapacağım" diye düşünecekler. Diyeceğim işin başında umutları yok ediyoruz, gençliği ve ebeveynlerini karamsarlığa itiyoruz. 

İlk 200 bine giren çocuklarımız diğer akranlarına göre biraz şanslı gibi gözükebilirler. Bu tip öğrencileri de şöyle bir gözlemlediğimde onları sosyal hayattan kopuk, hayatın cenderesinden geçmemiş, sanki bir laboratuarda yaşıyorlar. Anne-baba, okul ve etüt merkezi üçgeninde 18 yaşını dolduruyorlar. Ailenin sağladığı imkan neticesinde belki de eve ekmek bile almamışlardır. Hiç sorumluluk verilmemiş ya da üstlenmemişlerdir. Fakülteyi bitirip iş hayatına atıldıklarında işe adapte, toplumun içerisine girme konusunda zorlanacaklarını düşünüyorum.

Sınav sistemimiz ise gençlerimizin tüm geleceğini etkileyecek şekilde 160 dakikayla sınırlandırılmış. 160 dakikada 160 soruyu yaptı yaptı; yapamadı, heyecanlandı, hastalandı hiçbir mazereti yok. İstenen puanı alamadıysa birkaç yıl daha hazırlanma yoluna gidiyor. Bu aşamada ailenin maddi olarak sunduğu ya da sunmak zorunda olduğu paranın hattı hesabı yoktur.

YGS sınavında, 160 dakika başını kaldırmadan soruları yapmak, zamanla yarışmak için terleyen gençlerimize bir göz attım. Çoğu Fen Bilimleri ve Temel Matematik’te yoklar. Varsa yoksa Türkçe ve Sosyal konularını yapmaya çalışıyorlar. Çocuklarımızın çoğu sayısal zeka olmamasına rağmen iyi bölümler sayısal alanda olduğu için çocuklarımızı zorla sayısalcı yapmaya çalışıyoruz. Maalesef sevdikleri ve yeteneklerine uygun bölümler de seçilmiyor. Çünkü en iyi iş, mezun olduğun zaman bulabileceğin iştir bu ülkede.

Sınav sistemi, sorumluluk alınmadan sosyal hayattan kopuk bir eğitim sistemi çıkmaz yoldur. 
Biz yıllardır 2 milyonu aşkın çocuğumuzu bu çıkmaz sokaktan geçirmeye çalışıyoruz. 
Sınav isimlerini, sistemi değiştiriyoruz. Sonuç : Bir çıkmaz sokaktan yeni çıkmaz yola girmek. 
İşin garibi sanayide meslek öğrenecek, zanaat öğrenecek bir nesil de çıkmayacak bu sistemle. 
Çünkü 18 yaşını bitirmiş bir çocuğa meslek öğretilemeyeceği gibi üniversiteyi okuyup da 23-24 yaşında
, alanında iş bulamayan bir gencin yeni meslek öğrenmesi maalesef mümkün gözükmüyor. 
 
Yazımı, -konumuza uygun-  Aşık Veysel’in şiirinin ilk kıtasıyla bitirelim
Uzun ince bir yoldayım/Gidiyorum gündüz gece/Bilmiyorum ne haldayım/Gidiyorum gündüz gece” 

Teminatımız olacak olan gençlerin umutlarını, geleceklerini yok etmeyelim. Yeni sistemler bulalım. 
Rabbim gençlerimize yardım etsin. Hayırlar getire…


 16/03/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayınlanmıştır.