Ana içeriğe atla

Nasıl bir ruh hali bu?*

13 Mart Pazar  günü bildiğiniz gibi  Ankara’da  meydana gelen canlı bomba  terörü sonucunda 37  insanımız can verdi. 71 kişi de yaralandı. Bu menfur olayla ilgili bir gazetenin verdiği  haber ve haberin altına yazılmış yorumu paylaşmak istiyorum sizlere:

Gazete haberi: "Seneye öğretmen olacaktı… Gazi Üniversitesi 4.sınıf İngilizce öğretmenliği (başörtülü) öğrencisi Feyza Acısu, dün yaşanan  patlamada hayatını kaybetti."
” Bu habere yapılan I. yorum: “Hiç yoksa bunun öğretmen olup bağnaz bir nesil yetiştirme olasılığının ortadan kalkmış olması ufak bir tesellidir. Kimse kusura bakmasın, kafasındaki o çaputla herhalde astronot yetiştirmeyecekti.”
II. yorum: “Türkiye’de 3 tane ana kesim var, Yobazlar, kürtler ve Atatürkçüler. Artık kardeşlik zamanı diye kendimizi kandırmayalım. Zayıflık göstermek sonumuz olur. Bu yüzden can düşmanımız olan yobazlardan birisinin ölmüş olmasına üzülemem. Kusura bakmayın. Yarın bunun yetiştirdiği nesil de  ışidin canlı bombası olacaktı.” (Yazım ve imla yanlışları yorumcuya aittir.)

Ne dersiniz bu yoruma? Üzüldüğünüzü, hayıflandığınızı düşünüyorum. Az bir vicdanı olan bir insanın böylesi bir yoruma hayıflanmaması mümkün mü? Sanal alemde bu yorumu görünce tıpkı sizin gibi üzüldüm. Sözün bittiği yer dedim. Gerçekten ne denirdi böyle bir yoruma. Bu nasıl bir psikoloji? Bu nasıl bir ruh hali? Dünyanın en kötü eğitim sistemi bile bu psikolojiye sahip bir nesil yetiştirmeyi aklının ucundan geçirmez. Eli kanlı, gözünü kan bürümüş deriz şiddet yanlısı kişilere. Bunun durumunu anlatmaya cümleler yetmez. Olsa olsa beyni kanlı denebilir. Bu tür hastalıkların da pek tedavisi olmaz. Kansere rahmet okutur. Kanser olan sıkıntıyı kendi çeker. Böyleleri cümle aleme çektirir.

Bu yorumu yazan maalesef bizden biri.  Aynı ülkede yaşıyoruz. Tıpkı bizim gibi iki eli, iki ayağı, gözü, kulağı olan insan -görünümlü- birisi. Otobüste, takside, parkta, yol ve caddede bu ve benzerleriyle belki de yan yana  aynı havayı teneffüs ediyoruz.

Bir yerimiz ağrıdığında doktora gideriz tedavi olalım diye. Psikolojik hasta olduğumuzda ise bir psikolog ya da psikiyatriste gitmeyi düşünmeyiz. Çünkü hasta olduğumuzu kabul etmeyiz. Kendi fikrimize, zikrimize aşığız neredeyse. Yıllar önce okulun altını üstüne getiren 5. sınıf bir öğrencimiz vardı. Tüm personel onun vereceği zarardan emin olmak için her yolu-metodu denedik. Son çare durumu babasına anlatıp çocuk psikiyatrisine götürmesini istedik. Fakülte hastanesini arayıp Pazartesi saat 09.00'da randevusunu da  alıverdim.  Pazartesi okula geldim bizim öğrenci okulda. Senin şu anda hastanede olman gerekiyordu. Yoksa unuttun mu dedim. "Hayır unutmadım hocam" dedi. Peki niye gitmedin dediğimde: " Ben deli miyim hocaaam" cevabını verdi. Evet cevap tanıdık. Bu tip hastaların kendilerinin hasta olduğunu kabul ettiklerini hiç görmedim. Çok zeki olan bu çocuğun verdiği cevap çok masumane. Büyüklerin verdiği cevaplar tıpkı bu çocuğun verdiği cevabın tıpatıp aynısı.

Bu tür yorum yapan zihniyete sahip olanların sayısının fazla olmadığını ümit etmek istiyorum. Ama az da olmadığını hissediyorum maalesef.  Bu küçük toprak parçasında 72 milletten fazla olduğumuzu, cins cins insanlarla olduğumuzu düşünüyorum. Ya bu yorumu yayınlayan editöre ne demeli? Editörün denetiminden geçmiyor mu bu tür yorumlar? Şayet okumadan yayımlamışsa gaflet içerisinde olmalı. Okuyup da yayımlamışsa işte esas fecaat o zaman ortaya çıkar. Basın ahlak, etik kuralları vardır bu yazılı ve görsel medyanın. Bağlı oldukları konseyleri vardır. Eğer işletmiyor iseniz bu kuralları, gölge etmeyin ne olur!


Rabbim azınlıkta olan aktif kötülerin şerrinden çoğunlukta olan pasif iyileri korusun. Ne günlere kaldık…17/03/2016
* 26/03/2016 tarihinde Anadoluda Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde