6 Ocak 2016 Çarşamba
Konuşunca kendini ele verenler…*
5 Ocak 2016 Salı
Otopark sorununa çözüm*
Müslümanlık diye bir derdimiz var mı bizim?**
Alem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile
Kaç hakiki müslüman gördümse hep makberdedir
Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir
Varsa şayet söyleyin bir parçık insafınız
Böyle kansızmıydı haşa kahraman eslafınız
Böyle düşmüşmüydü herkes ayrılık sevdasına
Benzeyip şirasesiz bir mushafın eczasına
Hiç görülmüşmüydü olsun kayd ı vahdet tarumar
Böyle olmuşmuydu millet can evinden rahnedar
Böyle açlıktan bogazlarmıydı kardeş kardeşi
Böyle adetmiydi bi perva yemek insan leşi
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye ta'rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?.." diye... yazmış da yazmış. Şiirlerine bakınca oturup şiir yazayım diye bir çabası yok. Hayatı, Müslümanları dert edinmiş, içini dökmüş. Her şiirinde samimiyet ve içtenlik var Mübarek'in.
“Bir Müslümana, başka bir Müslümanın canı, malı ve ırzı haramdır.” (Müslim, Tirmizi)
** 22.12.2016 gününde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.
3 Ocak 2016 Pazar
Müdür yetkili vekil öğretmen
1991 yılında öğretmenlik yeterlilik sınavına giren son mezunlardık. Ankara’da sınava girdik. Bizden sonra bu şekil bir sınav olmadı bir daha.
Okul bitti. Atamada 159.yedeğim. Atanıncaya kadar vekil öğretmenlik yapayım diye Karatay Milli Eğitim Müdürlüğüne müracaat ettim. Yapılan mülakatla Aksaray yolu üzerinde Obruk mevkiinde Kemerli Kolca isimli mezrada müdür yetkili vekil öğretmen olarak görevlendirildim.
Elime görevlendirme yazısını aldım. Konya'ya 75 km olan yere göreve başlamaya gittim. Okul kapalıydı. Cami imamının kapısını çaldım. Evine misafir etti beni. Tanıştık. Çoluk çocuk ne var dedim. Çoluk var ama çocuk yok dedi. Okulu sordum kapalı diye. Okul kapalı olur kimse olmaz. Sen açıp kapatacaksın dedi. Okulu açtım. Önceki örneklerine bakarak el yazısıyla kendi kendimi göreve başlattım.
Bir hafta on gün bahçesindeki okulun lojmanında kaldım. Sonra evimi de taşıdım oraya.
Okulda tek sınıf vardı. Yazdan kalma sobası da duruyordu. Camlar kırık. 26 Eylül’de göreve başladığıma göre daha önceki haftalar okul kapalıydı demek ki. Tek sınıfımda birden beşe kadar öğrenci vardı. Birleştirilmiş sınıf dediklerinin ne olduğunu da öğrenmiştim.
İlk işim kırık camların ölçüsünü alarak Konya’dan camları kestirmek oldu. 2-3 hafta sonrası havalar da soğumaya başladı. Cami imamına sordum odun-kömür işi nasıl oluyor diye. Öğrenciler evlerinden getirirler dedi. 7-8 öğrenci mevcutlu olan okulun öğrencileri sırasıyla evlerinden yakacak getirmeye başladılar. Sobayı yakma işi de bana kaldı tabii ki.
Gün geçtikçe müdür yetkili vekil öğretmenin ne olduğunu anlamaya başlamıştım: Okulu açıp kapatma, kırılan camların ölçüsünü alıp yenisini kestirme, camı takma, sobayı yakma. Arta kalan zamanda da çocuk okutmak. Her ay ilçeye uğrayıp yazıları alıp, gelen evrak defterine kaydetmek, yazılan cevabi yazıya giden evrak defterinden sayı vermek. Diğer ay ilçeye gidip evrakı teslim etmek. Yani okulun hem hizmetlisi, hem öğretmeni, hem de müdürü olmak demekmiş MYVÖ.(Müd. Yet. Vek. Öğr.) Unvanın uzunluğundan görev alanımın da geniş olduğunu biraz geç oldu ama öğrenmiştim sonunda.
Müdür yetkili vekil öğretmenliğim asaleten atamam yapılması dolayısıyla 92 Şubat ayında sona erdi. Şimdilerde bu şekil ve bu ünvanlı bir görevlendirme kalmadı. Belki de ağzıma, yüzüme bulaştırdığımdandır. 03/01/2016
Kahvaltı Ortaklarım
Kayseri’de öğrenci iken
kredi yurtlarda kalıyordum. Sabah kahvaltılarındaki maliyeti düşürmek için 3
hemşeri bir araya geldik. Yurdun kahvaltısını yapmaktan ziyade bir marketten kahvaltılık
alıp birlikte yiyelim kararı aldık.
Beğendik mağazasına girdik. Zeytin, peynir aldık. Süzme bal
da alalım dendi, aldık. Üzerine bir de ketçap alalım dedi bir ortağımız. Alın
onu da alın, fakat bana göstermeyin dedim, çıktık.
Yurt kantininden sadece bir ekmek alacaktık. Aldığımız
kahvaltılık bize bir ay yetecekti. Böylece tasarruf tedbirlerini başlatıp
ayağımızı yorganımıza göre uzatacaktık.
Ben bir iki defa
ortaklarımla kahvaltıya iştirak ettim. Ortaklarımın yiyişini görmüştüm.
Mübarekler, kahvaltıda üç çeyrek ekmek yiyorlardı. Güya her kahvaltıda çeyrek
ekmek yiyerek tasarruf edecektik. Hele bir bal sürüşleri vardı ki sanki
ekmeğe yoğurt sürüyorlar. Ketçap dostu arkadaşımızın ketçabı ne şekilde
yediğini hatırlamıyorum. Birkaç defa senin midene baktıralım dedimse de ciddiye
alan olmadı. Miras paylaşılır gibi yedik, sizin anlayacağınız.
Ben gece geç yattığımdan, kahvaltılara iştirak edemiyordum. Saat
10.00’da görevlinin yurdu boşaltmasıyla kalkan, 11.00 gibi okula giden,
kahvaltıyı öğle yemeğiyle birleştiren biri idim.
Kahvaltı ortaklarımın her gün azim ve iştiyakla okula
gelmeleri beni onlara gıpta ettirirdi. Bunlar bu okuyuşla fakültede kalırlar.
İlim adamı olurlar diye düşündüğüm de oldu. Ben de fakülteye vardığım zaman
anlattıkları ilahiyatçı profiline kendimi gönüllü uydurmaya çalışıyordum.
Demişlerdi ki “İlahiyata ilk gelen hazırlıkta şeyh-ül İslam olur. 1.sınıfta
müftü, 2.sınıfta vaiz, üçüncü sınıfta imam ve müezzin, 4.sınıfta normal bir
vatandaş olarak mezun olur gider” diye. Kendimi tam bu prototipe göre
ayarlıyordum.
Kahvaltı ortaklarım,
10-15 gün sonra gelin birlikte bir kahvaltı yapalım, haydi nevaleyi getirin
dedim. Kahvaltılık malzeme kalmadı dediler. Nasıl olur, hani bize bir ay gidecek
şeklinde planlamıştık. Ne çabuk bitti. Üstelik ben çoğuna katılmadım
dedimse de, katılaydın arkadaş dediler. Balda mı bitti dedim. O da bitti
dediler. Yoğurt sürer gibi bal sürerseniz biter elbet dedim.
Hasılı kahvaltı
ortaklığımızın maliyeti, yurdun hesabından daha pahalıya geldi. Hiçbirimiz
gelin bir daha alışveriş yapalım demedi. Kahvaltı ortaklığımız 15 gün bile
sürmedi.
O iki kahvaltı ortağımın
her gün azim ve iştiyakla okula gitmeleri, ileride iyi yerlerde olurlar,
bilim adamı da olurlar hakkındaki kanaatim değişti. Bu ikisinin amacı,
okumaktan ziyade kahvaltı yapmakmış. Üç çeyrek ekmeğe balı, yoğurt sürer gibi
sürüp soluğu okulda alıyorlarmış. Ketçabı da neyin üzerine sıkıp yediler sabah
sabah hiç öğrenemedim. Birkaç defa aha vicdansızlar o balı bensiz nasıl bitirdiniz
dedimse de gülmenin ötesinde yaptıkları bir şey yoktu zaten.
Kayseri deyince aklıma
kahvaltı ve bal, iki ortağım ve bal akla gelir, bir de ketçap. Sonrasında bal
olayı bizim muhabbet kaynağımız oldu hep.
Ne diyelim. Belki o gün diyememişimdir. En azından kazasını
yapalım: Afiyet olsun kahvaltı ortaklarım. Bal nasıldı onu söyleyin bari...
03/01/2016
Çağımızın vebası*
Hayatı boyunca mağdurun elinden tutmuş, herkesin imdadına koşmuş bir dostum var. 2-3 yıl öncesine kadar şen şakrak hayat dolu birisi idi. Aniden içine kapandı. İşine verdi gece gündüz kendisini. Yanına varıp neyin var dedikçe “Hiçbir şeyim yok” dedi. Tavrın bana mı, bir suç mu işledim dedikçe “Sana öyle geliyor, yok öyle bir şey” demeye başlamıştı. Bana hiç kızmazdı. Kızmaya ve hatta sinirlenmeye başladı. Hem bana hem de başkasına. Zaman zaman da gönül koymadım değil, ben ona ne yaptım ki diye…Yüzü hiç gülmedi. Aniden yaşlanmıştı sanki. Hayatın bütün yükü yüzüne vurmuştu belki de. Ama ser verdi, maalesef sır vermedi. İçini dökmedi. Açılmadı. Topluluktan, kalabalıklardan uzaklaştı, kendini dört duvar arasına hapsetti. Ben; bu, bana karşı tavırlı, ona ne yaptım ki diye düşüne durayım. Ateş düştüğü yeri yakıyor demek ki.
Yaptığı iyilikler –varsa- günahlarına keffaret olur inşallah. Allah’ım ona ve diğer hastalarımıza şifa versin. Yardımını esirgemesin. Çünkü O, Rahman’dır ve Rahim’dir. Hepimize bereketli ömür ve hayırlı ölümler nasip etsin. Çünkü “O’ndan geldik. Yine O’na gideceğiz.” Eyvallah! Amennâ ve saddaknâ. Baki Selam…
2 Ocak 2016 Cumartesi
Çapsızları gündemde tutmak....
Şimdilerde yeni bir tip türedi; Kinini ve gayzını kusan. Naaş üzerine basıp kendini ispatlamaya çalışanlar. Ne diyelim herkes karakterini, kişiliğini ve çapını ortaya koyuyor.
Tebası olmakla övündüğümüz ve kendi Müslümanlığımızdan kıl aldırmayan bizler, peygamberin, " Ölülerinizi hayırla yad ediniz" sözünü gözardı ederek ölenin ardından edepsizce höykürüyoruz. O peygamber ki, Ebu Cehil'in bile aleyhinde konuşulmasını yasaklamıştı, oğlu üzülmesin diye.
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Herkes bir ölünün ardından güzel şeyler söylemek zorunda değil. Ama ölen kim olursa olsun, sevinç narası atmak kişilikli insana yaraşmaz. Saygı göstermek ya da saygı gösterir bir pozisyona girmek çok mu zor. Edeb ya hû...
Ölene haydi sevindik, içimizden sevinmeyi bile beceremiyoruz. Susmayı unuttuk bile zaten. Haydi böyle tipler kendi meşrebini ortaya koyuyor. Peki bu kinini kusan kişilerin patavatsız sözlerine cevap vereceğim diye onun kâle-kîlini, iftirasını, hakaretini, herzelerini dünya aleme duyuranlara ne demeli?
Amacı zaten meşhur olmak, onun için reklamın iyisi, kötüsü olmaz. Görmezlikten gelmek, yok kabul etmek aslında verilecek en güzel cevaptır. İşte o zaman kahrından çatlar. Siz adamı çatlatmayı değil de taze kanla hayata bağlıyorsunuz. Bırakın köpek ulumaya devam etsin. Isıramayacak köpek dişini göstersin. Rahmetli Hasan KIVRAK Hocam, "Yavrum bir hayvan sana çitme atsa, sen o hayvana tekme atar mısın?" derdi. "Atmam" hocam deyince, "Hah yavrum, bırak hayvan hayvanlığını yapsın. Sen hayvanın seviyesine inme, olmaz mı?" derdi. Havlamanın bedeli yok. Cinsinin azaldığı dönemde bırakın piyasada iki ayaklı köpekler de olsun.
Haydi duramadın eleştireceksin. İsmini bari ağzına alma. Hareketini eleştirsen olmaz mı? 02/01/2015