2 Ekim 2025 Perşembe

Güvenilirlikte Konya Esnafı

Merhaba gazetesinin verdiği bir habere göre “Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS Harita) isimli bir sayfa, Genç TG tarafından ‘Türkiye’nin en güvenilir esnaflarının olduğu şehirler’ üzerine yapılan bir araştırmayı paylaşmış. Bu araştırmaya göre ülke genelinde esnafları en güvenilir olan 6 şehir sırasıyla şöyle: 1.Konya, 2.Malatya, 3.Diyarbakır, 4.Ordu, 5.Bursa, 6.Şanlıurfa.

Yapılan araştırma ne derece bilimsel? Araştırmayı yapanlar ne kadar ciddi? Denekler nasıl seçildi? Bu araştırma kaç kişi üzerinde yapıldı? Adaylara hangi tür sorular soruldu? Sonuçlar ne derece gerçeği yansıtıyor? Araştırma nasıl yapıldı? Tüm bunlar haberde yer almıyor.

Daha önce bu konuda yapılmış bir araştırma var mı bunu da bilmiyorum. Yalnız ilginç bir araştırma olduğu kesin. Bir o kadar ilginç olan da çıkan şehirler.

Haberle ilgili değişik sitelere baktığımda, araştırmada “Vatandaşların esnafa duyduğu güven, samimiyet, dürüstlük ve hizmet kalitesi gibi unsurların değerlendirildiği” belirtiliyor.

Güven, samimiyet, dürüstlük ve hizmet kalitesi yönünden şu şehrin esnafı daha güvenilir, bu şehrin insanı az güvenilir ya da şu şehirler iyi, bu şehirler iyi değil şeklinde toptancı bir anlayışı doğru bulmuyorum. Çünkü hiçbir şehir salt iyi ya da kötü olamaz. Her şehirde iyisi de vardır, kötüsü de.

Listede Konya’nın ilk sırada olması bir Konyalı olarak göğsümü kabartsa da yine de bir soru işareti koymak isterim ve acaba diyorum. Çünkü esnafın dürüstlüğü veya dürüst olmaması biraz göreceli. Birine, bir şehirde çok güven veren bir esnaf denk gelir, diğerine sahtekarın biri denk gelir. İyisiyle karşılaşan için o şehir güvenilir, sahtekarıyla karşılaşan için o şehir güvensizdir. Zira bir örnekten genelleme yapma gibi bir yönümüzün olduğu gerçektir. Yalnız değerlendirmede bulunurken davulun sesinin uzaktan gür geldiği de bilinen bir gerçektir. Buna “Dışı eli yakar, içi de beni” diyebiliriz.

Yazımın bundan sonraki kısmında, bu konuda değerlendirme yapmak yerine, bu araştırma sonucunu haber yapan gazetenin haberinin altına yapılan yorumların bazısına yer vermek istiyorum:

“Gerçekten sıralama böyleyse ülke bitmiştir”.

“Hepsi birer pırlanta”.

“Geçen sene Şebiarus törenlerinde otel lokanta ve diğer esnaflardan illallah etmişlerdi gelen Turistler. Dürüstlerden özür diliyorum, Konya esnafı Hz. Mevlana’nın arkasına saklanarak rezilliğin dibine dibine vurur o kadar”.

“Konya esnafı kadar kötüsü yoktur. Yüzde 95’i üçkağıtçı”.

“Türkiye’nin hemen her yerini gördüm, gezdim, pek çok yerinde bir iki yıl yaşadım. Konyalıyım. Konya esnafından kötüsünü hiçbir şehirde görmedim. Bu haber tam palavra”.

“Konya’da 2 çeşit esnaf var. Güler yüzlü olan ve olmayan. Ama her iki grubun ortak özelliği paracıdırlar. Nakit ödemeye bayılırlar; kredi kartı uzatınca abdestleri bozulur. Fiş, fatura hak getire”.

“Bu başlığı atanlar çarşıya, pazara çıkmıyorlar galiba”.

“Gerçekten böyle ise ülkenin vay haline!”.

“Konya esnafı Türkiye’de mimlidir. Bu araştırmanın gerçekle hiçbir alakası yoktur. 30 senedir Konya’da yaşıyorum. Esnafla alışverişim ve Konya dışında insanlardan, esnafla ilgili duyduklarım hiç olumlu değil. Tabi istisnalar kaideyi bozmaz”.

“Pırlantayı bırakın, bakır kuruşa bile razıyız”.

“Esnafı bir garip. Sanayicisi daha da garip. Üniversite mezunu arar ama maaşı asgarinin de altında verir. Sigorta eksik yatar, maaşın yarısı bankadan, yarısı elden ödenir. Elmas bu mu?”.

“Konya esnafı mı pırlanta ve güvenilir mi? Vallahi hiç güleceğim yoktu”.

Yapılan yorumların hepsi Konya’da ikamet edenlerden. Gördüğünüz gibi esnaf hakkındaki yorumlar pek olumlu değil. Ki yorumların bu şekil olmasını çok yadırgadığımı maalesef söyleyemeyeceğim.

Elbette Konya esnafı hakkında yapılan bu olumsuz yorumlar tüm Konyalıları ve müşterileri bağlamaz ise de yine de esnaf hakkında bir ipucu verir. İstisnalar kaideyi bozmamakla beraber demek ki çoğu Konya esnafının görüntüsü müşteri gözünde böyle.

Bu araştırmada esnafı nasıl bilirsiniz sorusu sorulmuş. Oldu olacak, bir araştırma da müşteriler üzerine yapılsa ve esnafa, 'müşterilerinizi nasıl bilirsiniz' dense, bakalım, eleştirilen esnaf, müşterileri hakkında ne diyecek?

30 Eylül 2025 Salı

Meğer Kaan Motoru Bizim Değilmiş!

Dış İşleri Bakanı Sayın Hakan Fidan: “İki NATO müttefiki ülke arasında, birbirlerinden alım yapmayı engelleyen yasal kısıtlamanın olması büyük bir problem. Almayı beklediğimiz F-35 ve KAAN’ın motorları ABD Kongresi’nde bekletiliyor. Motorların gelmesi lazım ki KAAN’ların üretimi başlayabilsin” açıklamasında bulundu.

Bu beyan gösteriyor ki Sayın Bakan açıklamasa, yıllardır % 100 yerli ve milli dediğimiz savaş uçağımız Kaan meğer yüzde yüz yerli ve milli değilmiş.

Meğer Kaan Motoru ABD menşe imiş.

Meğer motor da ABD’nin bize uyguladığı diğer yasaklara takılmış.

Meğer motor gelmediği için semalarda uçurduğumuz Kaan seri üretim yapamıyormuş.

Meğer çoğu teknolojide olduğu gibi her şeyimizle ABD bizim elimizi kolumuzu bağlamış.

Bu ABD kongresi denen şey neymiş ki her şey onların alacağı karara bağlı. Aceleleri de yok gördüğüm kadarıyla.

Kurtulamadık gittik şu CAATSA yasasından.

Bilmeyenler için söyleyeyim. Bu yasanın açılımı, “Amerika’nın Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası” imiş.

İsme bak, hizaya gel. “Düşmanlarına karşı koyma”. Düşman da biz oluyoruz.

Bu yasa da İran, Kuzey Kore, Rusya ve Türkiye’ye uygulanıyor.

Hele İran, Kuzey Kore ve Rusya’yı anladım da Türkiye’nin bu yasaklar ve yaptırımlardan nasibini alması anlaşılmaz.

Bir taraftan düşman kabul ediliyoruz, diğer taraftan dostuz. Anladım ise harap olayım.

Güya stratejik ortağız.

Güya ikimiz de NATO ülkesiyiz.

Görüşüyoruz. Güya dostuz. Öve öve bitiremiyor bizi Trump. Üst düzey bir karşılama ve ağırlama yapıyor. Biz de itibar kazandık diye ayaklarımız yere değmiyor.

Bir diğer anlamadığım, bir şeyin motoru ithal ise ne diye yerli ve milli deniyor? Tamam, motoru yapamayabiliriz. Başka ülkeden ithal edebiliriz. Biz de diğer aksamını yaparak savaş uçağı yapabiliriz. Bu durumu da halkın bilmesi gerek.

Bu arada bir uçağı uçuran, uçağın en önemli aksamı motorudur. Motor dışarıdan ise o uçağı yerli ve milli kabul etmek, böyle açıklamak, kişinin ya da devletin kendini olduğundan farklı göstermesi demektir. Bunun adına ne denir bilmiyorum ama olsa olsa eziklik psikolojisidir.

ABD bizi mücadele edilmesi gereken hasım devlet gördüğüne, geçmişten günümüze eften püften gerekçelerle bize yaptırım uygulamaktan kaçınmadığına göre başka ülke yerine, niye ABD gibi bizi hasım gören ülkeden motor alma anlaşması yapıyoruz?

Bu arada açıklamasıyla bilgi sahibi olduğumuz Hakan Fidan bence hiç konuşmasa daha iyi. Çünkü bugüne kadar pek konuşmayarak halkın nezdinde bir itibarı var. Konuşmasın ve bizi hayallerimizle baş başa bıraksın. 

Bir diğer husus, Demokles’in kılıcı gibi ABD kongresi her işimize maydanoz oluyorsa, kötü komşu mal sahibi yapar deyip kendi motorumuzu kendimizin yapma zamanı gelip geçmedi mi hâlâ? Gerçekten neyi bekliyoruz? Bildiğim kadarıyla bu ülke insanına imkan verilsin, motoru da yapar, uçağı da. Yeter ki bu tür insanlarımızı korumayı bilelim. Çoğu şüpheli ölümle kaldırılmasın.

Mal Müşteriye Satılır

Zaman zaman bazı esnaflarla alavere yaparken muhabbet ettiğim de olur. Edindiğim izlenime göre esnafların çoğu, kendini insan sarrafı olarak görüyor.

Alın size iki örnek:

Esnaf çay ocağı çalıştıran birine bir arkadaş sordu. Gelen müşterileri tanır mısın diye. “Gelenin kaç çay içeceğini gözünden, gelişinden şıp diye bilirim” dedi.

Bir başkası, “Şuna bakayım, buna bakayım. Şu kaç lira, bu kaç lira” diye soran birine yeterince ilgi göstermedi. Yerinden bile kalkmadı. İstediği şeylerin bazısını oturduğu yerden gösterdi, bazısını da eliyle uzattı. Müşteri onlara bakarken kendisi başka işlerle uğraştı. Az sonra müşteri çekip gitti. Halbuki bu esnaf çoğu müşteriye samimi ilgi gösteren biri idi. Esnafa, adamla niye ilgilenmedin? Yoksa almayacağını biliyor muydun dedim. “Aynen öyle. Dükkana adım atan birinin alıcı olup olmadığını bilirim. O yüzden alaka göstermedim” dedi.

Esnaf olmadığım için bu işin künhünü bilmiyorum. Demek ki esnaf olmak da ayrı bir sanat ve meziyet imiş.

Bu demektir ki ayağına kadar gelen yağlı müşteriyi esnaf kolay kolay bir şey almadan göndermez. Müşteriye güven verdi mi, biraz içten konuştu mu biraz ilgi ve alaka gösterdi mi, bu iş tamam. Alttan girer, üstten çıkar, gerekirse çay, kahve hatta yemek bile ikram eder. En azından teklif eder. Nasılsa az sonra satışını yapacak. İkramı da içinde bir fiyat verecek. Müşterinin bir de gözü kapalı ise bayılır böyle esnafa. Ne de olsa mal müşteriye satılır. Ne de olsa müşteri, başka yerde görmediği ilgiyi burada görüyor. Arada biraz da muhabbet olursa, müşteri pazarlık bile yapmaz. Kazara fiyatını sorsa, “ayıp oluyor ama ne fiyat sorup duruyorsun? Sen beğen yeter ki. İstersen para verme. Size öyle bir fiyat vereceğim ki hiçbir yerde bu fiyata bu malı alamazsın. Çünkü sen yabancı değilsin” türünden yağlamalar da eksik olmaz.

Adıyaman’da çalışırken böyle bir esnafla tanışmıştım. 8-10 arkadaş bir araya gelerek farklı okullarda okuyan ihtiyaç sahibi öğrencilere ayakkabı alalım istedik. Belirlenen öğrencilerin ayakkabı numaralarını da tespit ederek birkaç esnafa girip çıktık.

Çeşidi bol, diğerlerine göre daha büyük esnaf, “Hocam, sizler bizim çocuklara sahip çıkıyorsunuz. Bizimkilerin yapmadığını yapıyorsunuz. Size ben de ikram edeceğim. Uyguna vereceğim” dedi. Bu esnaftan aldık. Çocuklara ayakkabıları giydirdik.

Gel zaman git zaman ağzı laf yapan bize gaz veren bu esnafa, kendi çocuklarımız için de alışverişe gider olduk. Çocuklarla varınca, şunlara beğendikleri iyi bir ayakkabı ver diyoruz. O da ayakkabı kolay. Önce ne içeceksin. Bir şey içmeden olmaz. Hatta açsanız yemek söyleyeyim” demesi hoşumuza gidiyordu. Çünkü çoğu esnafta görmediğimiz ilgi, iltifat ve taltif bunda vardı.

O kadar dost olmuştuk ki aldığımız ayakkabıların fiyatını da sormaz olduk. Çocuk beğenirse, kaç lira günahımız derdik. Şu kadar ver, tamam derdi. Sevine sevine evin yolunu tutardık. Başka esnafa o değilden fiyat sormaya bile gereksinim duymadık.

Samimiyet o kadar arttı ki adı üzerinde dost olduk. Hatta cümle arasında bize laf sokuşturmaya bile başladı.

Zaman zaman caddede gördüğünde, “hocam, niye gelmez oldunuz. İlla bir şey alacağınız zaman mı geleceksiniz. Bakın dükkan sizin. Borcunuz artıyor” derdi.

Yine bir zaman uğradık yanına. Ne içersiniz dedi. Çay olsun dedik. Başka bir şey için dedi. Yok yok çay olsun. Seni fazla masrafa sokmayalım deyince, “Ne masrafı hocam, çay içseniz de ayran içseniz de kahve içseniz de kola iseniz de hepsi zaten sizden çıkacak. Az masraflı olursanız alaverede ona göre ekleriz, çok masraflı olursanız, onu da ona göre ayarlarız dedi. Şaka yapıyor diye gülünce, ne gülersiniz, realite bu dedi. Baktık ki hiç olmadığı kadar ciddi. Biz de kulaklarımız varan ağzımızı topladık.

Bu realite hiç hoşumuza gitmedi. Ondan sonra bir daha ne uğradık ne de alışveriş yaptık. Öyle ya realite bu olsa da esnafın kendi sırtımızdan ağalık yapmasına fırsat vermemeliydik.

O yüzden esnafın yaptığı ağalıktan hep korkmuşumdur.

Anladığım kadarıyla esnaf, müşterinin gözünden alıcı olup olmadığını anladığına göre malı müşteriye satıyor. Bir de tüccar kafası varsa, bilin ki o müşteri yanmıştır. Müşteri de yaptığı masrafı kendi cebinden ödemeyecekse, amme adına iş yapıyorsa, alan ve satandan ziyade amme düşünsün. Ya Rabbi, ne günahımız vardı diye.