1 Nisan 2025 Salı

Dindar ile İslamcı

Dindar, mütedeyyin ve İslamcı kavramları birlikte bazen birbirinin yerine kullanılmakta. Genellikle aynı kişiler için ifade edilmekte ise de arasında benzerlikler ve dağlar kadar farklılıklar var.

Dindar- mütedeyyin ve İslamcı aynı kaynaktan beslenir. Her ikisi de Kur'an ve sünnet yolunun yolcusudur. Belki de tek benzerlikleri budur.

Dindar ve mütedeyyin kişi, dininin gereklerini yaşamaya çalışır. İbadetlerini yerine getirir. Yaşayamadığının üzüntüsünü yaşar. Benim tek eksiğim şu var. Ah bir de şunu yapabilsem der. Dinini daha iyi yaşayanlara gıpta eder. Günah işlediği zaman tövbe eder. İslamiyet’i tam yaşayamadığının pişmanlığını samimiyetle yaşar. İyi bir kul olmaya çalışır. İnandığı dini kendi hayatında yaşar. Dinini yaşayamayanlara üzülür. Onlara hidayet bulması için bol dua eder. Tüm bu yaptıklarından dolayı cennete gitmeyi ümit eder.

İslamcı ise slogancıdır, bol hamaset yapar. İnsanlara ayet ve hadisle ayar vermeye çalışır. Yaşamayanlara parmak sallar. Her kim ne yaparsa ilgili ayet okur. Kim İslam, Müslümanlar ve İslami değerler hakkında ne demişse zamanı gelince yüzüne vurmak için hepsini not eder. En ufak bir şeyde kişileri cehenneme göndermekten zevk alır. Şunu dedin, kafirsin. Bunu dedin, münafıksın şeklinde insanları damgalar durur. Hele bir de sırtını bir güce yaslamışsa ağzını bozar. Beddua ve lanet ağzından eksik olmaz. En ufak bir şeyde devleti göreve çağırır. Üslubunu bozar. Bunu da “geçti o pısırık Müslümanlık. Bunlara ağzının payını vereceksin” der. Daima sureti haktan görünür. Kısaca kavgacıdır, huzur bozmada üstüne yoktur. Kutuplaşmayı ve kutuplaştırmayı pek sever.

Karşı mahalleden biri ölmüşe, İslamiyet hakkında bir şeyler söylemişse, artık o kimseyi ne camiye kabul eder ne İslamiyet dairesinde tutar. Cenazesi kılınmaz fetvası vermeye başlar. Kötü bilirdik, geberdi gitti. Şimdi öbür dünyada yanacak, ateşi bol olsun kefere der.

Yani İslamcılık bir yaşamdan ziyade bir felsefedir. Bir söylemden ibarettir. Dindarlık bir hal ise İslamcılık kâldir.

Hayatı kendisi gibi düşünmeyenlere zindan etmede, toplumu germede üstlerine yoktur.

Her konuda da bilgileri var. Her konuda söz söylerler. Üzerine gelirken ayet ve hadisle gelirler. Ya kabul edip İslam dairesinde kalırsın ya da bu dinden çıkarsın bu İslamcılara göre.

Lafı çok uzatmadan dindar ile İslamcı arasındaki farkı daha iyi ifade etmek için şu anekdotu paylaşayım:

Şeyhin oğlu büyümüş. Şeyh, oğluna haydi sabah namazını kılmak için camiye gidelim demiş.

Baba oğul camiye giderlerken oğlanın gözü mahalledeki evlere kaymış. Bakmış ki hiçbir evin ışığı yanmıyor. Hemen dönüp babasına, “Baba! Mahallede tek bir ışık yanmıyor. Hiç kimse sabah namazına kalkmamış deyince, şeyh:

Evlat, daha ilk defa sabah namazına gidiyorsun. Hemen mahalleliyi yargılamaya başladın demiş.

Sunucu Mehmet Akif Ersoy'un kısa bir videosundan dinlemiştim bu anekdotu. Kendi dindarlığıyla meşgul olana Müslüman, başkasının Müslümanlığıyla meşgul olana İslamcı denir diyordu videosunda. Bunun üzerine söz söylemeye gerek olmaz sanırım. Çünkü tüm farkı ortaya koyuyor. 

Adı Üzerinde Şov

Volkan Konak isimli sanatçının vefatının ardından bir kesim yasa boğulurken bir kesimin yakışmayacak bir şekilde tavır alması dikkatimi çekti. Tanımadığım sanatçı hakkında hiç yazı yazma gibi bir düşüncem yok iken bir kısım İslamcının sanatçı hakkında ileri geri şeyler yazdığını görünce sanatçı hakkında “Volkan Konak’ın Ardından” ve “Karşı Mahalleden Biri Ölmeye Görsün” başlıklarıyla iki yazı kaleme aldım.

Sanatçı hakkında en büyük vaveyla da “Öldükten sonra cesedinin yakılıp küllerinin Karadeniz’in üzerine serpilmesi” vasiyeti.

Nedir, ne değildir, sanatçının böyle bir vasiyeti var mı, varsa da hangi ortamda ne niyetle söylemiş olabilir, bu işin aslı astarı nedir arayışı için sanal aleme girdim. Turan Büyükyılmaz isimli tanımadığım birine ait bu konuya dair şu yazıyı bulup okudum. Yazım ve imla yanlışlarını düzelterek yazıyı aynen bilginize sunuyorum:

DİN ADINA İŞLENEN EN BÜYÜK GÜNAH

Kıbrıs’ta verdiği konser sırasında hayatını kaybeden Volkan Konak’ın ardından yapılan tartışmalar üzücü bir şekilde devam ediyor.

Kendisine Müslüman diyen bir kesim bir röportajda “Ben ölürsem beni yakın. Küllerimi Karadeniz’e savurun” sözlerinden hareketle onun kafir olduğunu söyleyerek son derece çirkin ifadelerde bulundu.

Benim paylaşımımın altına yorum yazan Hürriyet Gazetesi Temsilcisi onunla yapılmış bir röportajı yayımlayarak, Volkan Konak’ın bu sözü nasıl ve hangi gerekçe ile söylediğini anlattı.

Ona hakaret edenler bu röportajı okuduktan sonra pişmanlık duyup tövbe eder Allahtan af dilerler mi bilmem.

Volkan Konak’ın röportajı şöyle;

“KÜLLERİMİ DENİZE SAÇIN”

Volkan Konak'ın ani vefatının ardından, usta sanatçının yıllar önce sahnede yaptığı vasiyet konuşması gündeme geldi. Hani özeti: Yakın beni küllerimi Karadeniz'e saçın olan… Konak, o dönemde de günlerce konuşulan vasiyetiyle ilgili televizyonlarda ve Hürriyet gazetesine verdiği röportajında şunları söylemişti:

“GAZİNO MÜŞTERİLERİNE VASİYET OLMAZ, O ŞOV”

"Vasiyet yok. Vasiyet yapacaksam da kendi aileme yaparım. Gazino müşterisine yapmam. O bir sahne şovudur. Sahnedekileri ciddiye almasın arkadaşlarım. Sahnede bazen argo da konuşuyoruz. Ferman yazıcılar var. Onlara gün doğmuş oldu. Ya bu insanlar hiç konsere gitmemiş, tiyatroya gitmemiş, hiç sahne şovu seyretmemiş. Bu röportajda söylediklerim beni bağlar ama sahnedeki sözler şov."

“Yatacağım yeri de şimdiden ayarladım. Maçka’da babamın yattığı yerde bizim sülale mezarlarında incir altında yatacağım. Dolayısıyla oradan kopmam mümkün değil.” Turan Büyükyılmaz

Sonuç olarak sanatçı bu sözleri gazinoda şov amaçlı söylediğini verdiği ropörtajda söylemiş. Sizi bilmem ama bu roportajta söyledikleri beni ikna etti. Bir de kişinin en son söylediğine bakmak lazım diye düşünüyorum. Öyle ya gazino vasiyet yapılacak yer değil. Üstelik vasiyet yakınlara yapılır. 

Kardeş Değil, Kara Taş

Babasından kalma bir evde oturan bir öğretmen yıllarca aynı evde hem hasta annesine bakar. Bir de boyundan aşağısı tutmayan abisine.

Bir köşede annesi yatmış, diğer köşede abisi ya da kardeşi yatmış.

Diğer kardeşleri ne anneye bakmış ne de ağabeylerine.

Zamanı gelir her iki hasta da vefat eder.

İki vefatın da ardından kardeşleri mahkemeye dava açarlar: "Ağabeyimiz (ya da kardeşimiz) şu kadar yıldır mirasçısı olduğumuz evde kalmıştır. Kaldığı yıllara ait birikmiş kira bedelini muhitin rayiç kirası üzerinden tarafımıza ödemesi".

Yanlış okumadınız. Mahkemeye açılan dava bu içerikte.

Hem yatalak annesine hem de yatalak abisine yıllarca bakan bu öğretmenle bir arkadaş vasıtasıyla oturup iki defa çay içmişliğim ve sohbet etmişliğim var. Sağdan, soldan, havadan ve sudan konuştuk. Hiç kardeşlerim bana şöyle yaptı demedi.

Kardeşleri tarafından mahkemeye verildiğini de aynı okulda çalışan bir arkadaşım söyledi.

Siz böyle bir dava ile karşılaştınız mı bilmiyorum ama ben ilk defa duydum. Haliyle şaşırdım. Ne kardeşler varmış. Olmaz olsun böyle kardeş dedim.

Annelerine ve ağabeylerine bakmayan bu kişilerde gerçekten mide varmış. Aynı evde yaşayıp bakımlarını üstlendiğinden dolayı kardeşlerine: "Abi, biz anne ve ağabeyimize bakamadık. Bütün yük sendeydi. Biz bakamadığımız gibi maddi destek de sağlayamadık. Sana karşı mahcubuz. Biz sana çok teşekkür ediyoruz. Biliyoruz bunun için bakmadın. Emeğini de karşılamaz ama babadan kalma bu ev senin. Biz hiç hak iddia etmiyoruz. Hemen tapuya gidelim. Evi senin üzerine devredelim" demeliydiler. En azından ben böyle beklerim. Ki olması gereken de bu.

Beyefendi ve hanımefendiler, bırakın böyle demeyi. Geçmişten günümüze biriken kira bedelini istemişler. Yazıklar olsun gerçekten.
Böyle paragöz kardeşlere kardeş denmez, dense dense kara taş denir.

Sonrasını bilmiyorum. Öyle zannediyorum, dava devam ediyordur. Görünen o ki kardeşlerin gözü hem kirada hem de evde. Çünkü kira isteyen o evdeki payını hayli hayli ister. Hakimin kararını bilemem ama öyle zannediyorum kira isteyen bu kardeşler haklı bulunur. Çünkü kimse annesine baktı, ağabeyine baktı demez. Belki de bakmayaydı denecek.

İşin garibi bu öğretmen emekli olmasına rağmen hala evi yok. Emekli olmadan önce evini alamayan emekli olduktan sonra hiç ev alamaz. Görünen o ki ölünceye kadar emekli maaşı ile kirada kalacak. Belki de daha çalışacaktı. Emekli olayım da anne ve kardeşine bakayım diye emekli oldu. Çünkü daha zorunlu emekli yaşında değil.

Ne diyelim, böyle kardeşler de varmış. Kardeş değil, kara taş. Olmaz olsun böyle kardeş. Evden, gönülden, ortamdan ırak olsun.

Burada bir hakkı daha teslim edeyim. Evde yıllardır hem kaynanasına hem de kayınbiraderine bakan bu öğretmenin eşinin eli öpülür. Helal olsun kadına. Hem öğretmenin hem de eşimin ismini örnek olsun diye altın harflerle yazmak lazım.

Bu arada bu ailede üveylik, özlük vardır diye aklınıza gelebilir. Sizden önce ben sordum arkadaşa. Üveylik yokmuş aralarında. Bu öğretmenin anne ve babası yaşasaydı, bu öğretmen sizin öp öz oğlunuz mu yoksa kira isteyen diğer çocukların mı öz derdim. Çünkü her ne kadar beş parmağın beşi de bir olmaz ise de aynı ailenin çocukları arasında bu kadar uçurum olmaz. Çünkü biri hasbi diğerleri çıkarcı. Acaba doğumları esnasında hastanede değiştirilmiş olabilirler mi? Değişti ise hangisi? Paracı kardeşler mi, bu hasbi öğretmen mi? Hepsi hastanede değiştirilemeyeceğine göre herhalde bu öğretmen hastanede değiştirilmiş olmalı. Başka da aklıma bir şey gelmiyor.

Allah iyi kardeşlerle karşılaştırsın.