17 Aralık 2024 Salı

Evhamın Böylesi

Yaşını başını almış, emekliliği gelmiş biri öğle namazını kılmak için lavaboya gider, abdestini alır.
Sonra mescide giderek namazını kılar.
Namazını kılıp dışarı çıktıktan sonra secdeye gittiği zaman belinde serinlik hissettiği vesvesesi aklına damar.
Kendisini bir düşüncedir kaplar. Acaba belim açılmış olabilir mi? Öyle ya bel açılmış olmasa bu serinlik niye gelsindi.
Namazım bozuldu mu, kıldığım bu namaz oldu mu diye bir din hocasına sorar. Bozulmaz, Allah kabul etsin dese de bunu yeterli görmez. Çünkü evham alır başını gider. Bir başka din hocasına da sorar. O da aynı şekilde bozulmaz, iadesine gerek yok der.
Tamam o zaman dese de vesvese başının etini yer. Ya namazım olmadıysa der durur. Çünkü fetva veren din hocaları da yanılmış ve yanlış fetva vermiş olabilir diye düşünür.
Olmayacak böyle, ne olur ne olmaz deyip tekrar namaz kılmaya karar verir. Namazı iade etmekle de kalmaz. Abdest de almaya karar verir.
Abdesti niye aldı. Lavabo ihtiyacı geldi de o yüzden mi aldı ya da belim açıldıysa sadece namaz değil, abdestim de bozulmuş diye mi düşündü bilinmez.
Her neyse bu vesvese kendisine pahalıya patlar. Abdest alırken lavaboda bir de düşer.
Nasıl düşmüş demeyin. Ayağını yıkamak için lavaboya kaldırınca tek ayakla durmaya çalışırken düşmüş olabilir. Çünkü tek ayakla durmak abdestte herkesin işi değil.
Bereket herhangi bir yerinde bir yaralanma yok.
Sonrası mı? Abdestin ardından namazını iade eder.
Sonrasını bilmem. Acaba lavaboya düştüm diye namaz kılmadan önce elbisesini değiştirmiş olabilir mi? Çünkü lavaboda yerler ıslak olur. WC'den çıkan her bir yere basar. İyi ki necasetten taharet aklına gelmemiş. Şimdi söylesem, iki defa kıldığı öğle namazını bugün kaza ederdi.
Neyse işin o kısmını bilmiyorum.
Bildiğim, bel açılmış olabilir şüphesinden dolayı kıldığı namazın kendisine pahalıya patladığıdır.
Bir meslektaşın başına gelen bu kuruntulu hali duyunca, aklıma bir öğrenci geldi. O da banyoda iken iğne ucu kadar kuru yer kalmayıncaya kadar tüm bedeni yıkamak kuralı aklına gelince, vücudumda kuru yer kalmış olabilir şüphesiyle üç defa gusül abdesti almış bir defasında.
Olur mu olur. Çünkü vesvese bu. Geldi mi? Gitmez.
Siz siz olun vesvese, evham, kuruntu, şüphe her ne derseniz deyin, bunlardan uzak durun. Yoksa hem kendinize hem birlikte yaşadıklarınıza hayatı zindan edersiniz.

16 Aralık 2024 Pazartesi

Takkem de Takkem

Yan tarafta gördüğünüz iki takke de benim. Kışın soğuk havalarda giyerim.
Koyu olanı eskiden beri var. Nereden aldı isem, kafama giymenin dışında bir faydasını görmedim. Çünkü kafama geçirdiğim zaman beni soğuktan koruyacağı yerde, dışarıda ne kadar soğuk varsa içe çeken bir özelliği var. Kafamda da düzgün durmaz. Her giydiğimde kıvırdığım yerlerin yeri değişir. Pek işimi görmediyse de soğuk havalarda başına bir takke geçirseydin diyenlere tampon görevi görüyordu.
İşime yaramasa da dostlar alışverişte görsün türünden ve psikolojik olarak rahatlatıyordu.
Ben kışları böyle geçirirken zaman zaman soğuk havalarda takkesiz çıktığım oldu. Çünkü ne zamandır giyiyormuşum. Yıkanması gerekiyormuş. Yıkayacak zamanı buldun mübarek. Bu havada takke mi yıkanır demiş oldum. Bekledim ki keşke yıkamasaydım. Bir daha öyle yaparım demesini. Ne mümkün. Demez mi başına güzel bir takke daha al diye. Belli ki takkecilerle ortaklığı var benim evin.
Baktım olmayacak. Çünkü güllük güneşlik havalarda yıkanmayan takkem nedense zemheride yıkandı. Hem de kaç defa.
Yeni bir takke daha alayım da biri yıkandığı zaman diğerini giyeyim ki kellem üşümesin.
Ne zaman, nereden, kaça aldıysam, paraya kıyıp alttaki krem takkeyi almışım. Artık iki takkem olmuştu.
Ama bu son aldığım tam kafama oturdu. Giyerken de çıkarırken de düzeltmeye ihtiyaç duymadım. Kafama geçirince de kafam ne rüzgarı aldı ne de soğuğu. Kim örrdüyse sıkı örmüş. Aldığı parayı hak etmiş. O kadar sıcak tutuyor ki o soğuk havalarda kafam hava alsın diye zaman zaman çıkarmışlığım olur. Bir iyi yönü daha var. Kafama geçirince tarak kullanmaya da gerek yok. Çünkü ne kadar saç varsa saçlarımı bir güzel taramış oluyor, asfalt gibi.
Baktım iyi, işimi de görüyor. Kışın soğuklarını görünce koyu olanı değil, bu krem olanı kullandım. Çünkü çok memnunum kendisinden.
2024'ün soğukları kendisini gösterir göstermez pardösü ile birlikte bu krem takkeyi de giymeye başladım. Nereye çıktıysam kah başımda kah cebimde taşıdım. Hele sabah erken saatlerde işe giderken çok hora geçiyor diyebilirim.
Takkeden o kadar memnunum ki sanırım nazar değdim takkeme.
Bir çarşamba okuldan geldim. Oğlana haydi akşam yemeğini bu defa lokantaya gidelim dedim. Çıktık birlikte eve yakın işlek bir lokantaya gittik. Karnımızı doyurup geri eve geldik.
Ertesi gün çarşıya çıkacağım. Kaşkolü boynuma attım. Ceketi giyip pardösüyü üzerine geçirdim. Gözüm takkeyi aradı. Yoktu. Cepte olabilir mi dedim. Yoktu. Ceketin cebine baktım. Yok. Evin her bir yerini tek tek yokladım. Yoktu. Oğlana, evlat! Akşam lokantaya giderken başımda takke var mıydı dedim. Vardı galiba dedi. Demek ki lokantada kaldı o zaman dedim.
Yöneldim lokantaya. Kasadaki hanım kıza, dün akşam şu masada yemek yedik. Takkem burada kalmış olmalı dedim. Komilere sordu kadın. Gidip dediğim masaya ve koltuklara baktı. Yok dedi görevli. “Abla, unutulan eşyayı size veriyoruz. Şu dolapların gözüne bakar mısın” dedi. Kadın her bir dolaba baktı. Burada kalmamış dedi. Teşekkür edip ayrıldım.
Dışarı çıktım. Hava ayaz mı ayaz. Üşüyerek çarşıyı boyladım. Hem giderken hem dönerken ne kadar soğuk varsa aldım.
Eve girince baktığım yerlere bir daha bakarak takkeyi aradım. Lokantada yoksa evde de yoksa bu takke yer ayrılıp içine mi girdi o zaman? Acaba okulda dolabımın gözünde bırakmış olabilir miyim dedim. Ama okulda kaldığına hiç ihtimal vermedim.
Ertesi günü tekrar lokantaya gittim takkeyi aramaya. Çünkü içeride müşteri var. Üstünkörü baktılar. Müşteri boşalınca belki bakmış olabilirler ve takkeyi bulup kasaya getirmişlerdir belki dedim. “Beyefendi dün de geldiniz. Burada kalmadı” dedi hanımefendi kibarca. Nereden bilebilirdim bir önceki günkü kadın olduğunu. Makyaj yapınca aynı kadın gözümde değişik göründü.
Oradan tekrar çarşıya geçtim. Perşembeden sonra cuma günü de tüm soğuğu yedim.
İçimde bir üzüntü. Üşüdüğüm bir tarafa. Gördüğü işlev yönüyle takke benim için önemliydi. Manen olmasa da benim için maddi değeri başkaydı. Öyle ya ayazı bol bu Konya’da şimdi takke fiyatları bu mevsimde kaçadır. Hadi paraya kıyıp yeni takke aldım diyelim. Yeni aldığım takke bu krem takkenin yerini tutacak mıydı? Ya koyu renkli takke gibi yok hükmünde bir takke çıkarsa aldığım. Tüh ya bir lokanta sevdası başıma ne iş açtı dedim kendi kendime. Lokanta parasının üzerine yeni takke fiyatı da ekledim. Bu yemek bana baya tuzlu geldi.
Cumartesi çarşıya çıkarken ıskartaya çıkardığım koyu renkli takkeyi geçirdim başıma. Sağ olsun, yine bildiğiniz gibiydi. Tüm soğuğu sanki takke giymemişim gibi başıma çekti.
Çarşı, pazar dolaşsam da ağzımın tadı kalmamıştı. Dört gün boyunca cenaze gibi dolaştım. Aklımda hep takke vardı.
Pazar günü kaybettiğim ve geri gelmez dediğim takkenin üzerine pazartesi sendromu çöktü. Yesem de tadı yok, içsem de.
İçimde umutsuz vaka olarak okul kaldı. Acaba takke okulda kalmış olabilir miydi? Ama oğlan takke başındaydı dediğine göre takkenin okulda kalması yüzde bir ihtimal bile değil.
Pazartesi sendromu hâletiruhiyesi içinde okulun yolunu tuttum. Nöbet defterini imzaladıktan sonra İstiklal Marşı öncesi derse hazırlık için dolabı açtım. O da ne? Benim dört gün boyunca aradığım takke dolabımda değil miymiş. Bir sevinç bir sevinç. Tıpkı eşeğini kaybettikten sonra bulan Nasrettin Hocanın sevinci gibi bir sevinç idi bendeki. Anlatılmaz ancak yaşanır. Bu durumdan beni bir Nasrettin Hoca anlar. Sakın at mı, deve mi, altı üstü bir takke demeyin. Hiçbir sevinç, kaybedilen bir şeyi bulmanın verdiği sevinci veremez.
Takkemi bulduktan sonra kim tutar beni. Pazartesi sendromu dediğiniz nedir ki. Soğuk ve yağmurlu bir havada dışarıda nöbet de tutarsın. On saat derse de girersin.
Mutlu olmak ve sevinmek istiyorsanız, lütfen kaybedin. Önce kaybedin sonra bulun. Masrafı da yok. Bedava üstelik.
Allah kimseye onca gündem arasında yazacak konu sıkıntısı yaşatmasın.

Diyanet'in Miras Hutbesi

Diyanetin cuma hutbelerinde okunmak üzere seçtiği konuların her yıl birbirinin tekrarından ve belirli gün ve haftaları takip etmekten ibaret olduğunu bilmeyenimiz yoktur. O kadar geniş bir müktesebatın dar bir daire içinde dönmesi olacak şey değil.
Diyanet niçin aynı çember içinde döner durur? Öyle zannediyorum, birçok konu Diyanet için cıs hükmünde.
Fakat Diyanet'in 6 Aralık 2024 tarihli hutbesi, "Miras: Sınırlarını Allah’ın Belirlediği Hak" başlıklı bir konu idi. Doğrusu bu konu ve böyle bir konu seçilmesi beni şaşırttı. Çünkü Diyanet netameli konulara pek girmez. Bizi özellikle beni şaşırtsa da bu konuyu ele aldığı için Diyanet’i tebrik etmek lazım.
Bildiğim kadarıyla Diyanet miras konusunu hutbede ilk defa işledi. Hutbe baştan sona mirasa ayrılmıştı.
İçerik olarak eksik olsa da uygulamaya yönelik bir öneri sunmasa da güzel bir hutbe idi.
Hutbe metninde “Anne babanın ve yakınların miras olarak bıraktıklarından erkeklere pay vardır; yine anne babanın ve akrabanın miras olarak bıraktıklarından kadınlara da pay vardır. Allah, miras malının azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir. " demek suretiyle Nisa süresi 7.ayete, hadis olarak da “Miras malını hisse sahipleri arasında Allah’ın Kitabı’na göre taksim edin…” ve “Allah’tan korkun ve evlatlarınız arasında adaletli olun.” hadislerine yer verilmiş. Ayrıca" Yüce Rabbimizin mirasla ilgili belirlediği sınırları asla ihlal etmeyelim." demek suretiyle Kur'an'da belirlenen miras taksiminin hududullah (Allah'ın koyduğu sınırlar) olduğuna işaret edilmiş.
Hem konu hem de içeriği yönünden hutbe güzel olsa da Diyanet,” Hak sahiplerine paylarını verin, kız çocuklarını mirastan mahrum etmeyin, dağıtımda adaletten ayrılmayın” gibi genel ifadeler kullanarak bu önemli konuyu geçiştirdi.
Hududullaha riayet edin derken miras taksimini genel hatlarıyla ele alan ayete yer verirken nedense varislerden hangisinin hangi oranda mirastan pay alacağını bahseden ve tek tek özele inen Nisa 11.ayete hiç değinmedi.
Bir taraftan hududullah derken diğer taraftan “Bunlar Allah’ın hududur” ayet mealinin yer aldığı Nisa 11’deki taksimattan bahsetmemesini açıkçası garipsedim. Çünkü bugün miras konusunda vereseler arasında dananın kuyruğunun koptuğu yer bu ayettir. Pekala genel ifadelerden sonra dinin taksimatı niçin bu şekil yaptığını da izah etseydi, kafalardaki müphemlere ışık tutmuş olurdu. Açıkçası Diyanet dostlar alışverişte görsün türünden bu konuyu ele almış ama sadede gelmemiştir.
Sadet nedir derseniz, günümüz insanı eşit paylaşımı esas alan Medeni Hukuk ile dinin 11.ayetinde belirttiği kadının erkeğe oranla yarım miras alması arasında sıkışıp kalmıştır. Medeni Hukuka göre taksimatı yapsa olmuyor. Dinî paylaşım yapsa olmuyor. Çünkü vereseler arasında eşit paylaşımda bile sorun çıkarken dini paylaşımda hayli hayli sorun çıkmaktadır. Her ne kadar hutbede de bahsedildiği gibi vereseler rızaya dayalı taksimat yapabilir dese de işin içine para ve mal girince rızaya dayalı paylaşım yapanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Günümüz insanını bu ikilemde kurtaracak formül, bence “Evlatlarınız arasında adil olun” hadisidir. Aile bireylerinin üstlendiği sorumluluğa göre bir taksimi esas almak sorunu çözer gibi geliyor bana. Çünkü sosyal olaylar zamana, zemine göre değişir. İki erkek kardeş bile aynı sorumluluğu üstlenmiş olmayabilir. Kız çocuğu erkek kardeşlerinden daha fazla taşın altına elini koymuş olabilir. Bu yönüyle Medeni Hukuktaki taksimat da çok adil olmayabilir.
Hasılı günümüzde en iyi taksim rızaya dayalı taksim olsa da rıza yoksa aile bireylerinin üstlendiği sorumluluğa göre farklı farklı oranlar belirlenebilir.