27 Eylül 2024 Cuma

Tek Sermayeleri Çene Olanlar

Yaşını başını almış, yetmişine merdiven dayamış niceleri vardır. Bu tiplerin çoğu okur yazar değil. Dışarı çıkma imkanları yok. Çünkü yürümekte zorlanırlar. Çıksalar bile yol yolak bilmezler. Bir meşgaleleri de yok. TV falan izlemezler. 

Dört duvar arasına hapsolmuş bu kişiler hayata tutunmak, hastalanmamak ve bu halinden daha da geriye düşmemek için poşet poşet ilaç kullanırlar. Zaten çoğunun raporlu ilaçları vardır. Kullandığı ilaçtan kaç tane kaldığını sayar dururlar. 

Bu tip yaşlıların tek sermayesi;

Çene, 

Hep çene, 

Bol çene, 

Sadece çene, 

Çene çene çene. 

Ve

Tekrar, 

Bol tekrar, 

Hep tekrar, 

Sadece tekrar,

Tekrar tekrar tekrar. 

Çünkü başka sermayeleri yok. Yeter ki bir dinleyen bulsunlar. Kovanın içinde ne varsa onu her gün alt üst etmek suretiyle yinelerler ve anılarını tazelerler. Ne de olsa anılar yaşlıların koltuk değneğidir. 

Anlatırken çeneleri yorulmadığı gibi rahatlarlar. 

Anlattıkça rahatlasalar da bu çene;

Bezdirir. İllallah dedirtir insana. 

Ama yapılacak bir şey yok. Dediğim gibi tek sermayeleri çene döğmektir. 

Bunların dışında yine yaşını başını almış ama okumuş yaşlılar vardır. Bunların da tek sermayesi konuşmaktır. Bunlar da

Durmadan kafa ütüler ve kafayı ağrıtır. 

Çünkü temcit pilavı gibi tekrar edip dururlar. 

Bununla kalsa iyi. 

Telafisi mümkün olmayan maddi ve manevi zararlara imza atarlar. 

Çoğu zaman yol, su, elektrik, su olarak sana döner ve ceremesini sen çekersin.

Okumamış konuşan yaşlı ile okumuş konuşan yaşlıları karşılaştırır ve hangisi masum dersek, okumamış yaşlılar daha masum kalır. Çünkü çok konuşup kafayı ütüleseler de kimseye zararları yoktur.

Halbuki okumuş çok konuşanların zararlarını ise herkes çeker.

En iyisi bin düşünüp bir konuşmak. Yeri ve zamanı gelmeden konuşmamak. Konuşunca da kararınca konuşmaktır. Ötesi çevreye ve sağlığa zarardır. 

MESEM'in Sıra Dışı Öğrencileri *

Bugün MESEM adı verilen çıraklık eğitim merkezlerinde genellikle ortaokulu bitirmiş, lise seviyesinde olan öğrenciler okumakta ise de sıra dışı öğrenciler de gözlerden kaçmıyor. Çünkü yaş sınırı yok.

9.sınıf bir MESEM sınıfına girdim. 30 yaşın üzerinde bir hanımefendiyi sınıfta gördüm. Bu kadın veli olmalı. Ne arıyor burada derken kadının öğrenci olduğunu öğrendim. Takı tasarım alanında çalışıyormuş. Aynı kadın okulda veliymiş aynı zamanda. Çünkü diğer 9 MESEM'de muhasebe okuyan kızı varmış. Anne madem kızım okuyacak, ben de gideyim, meslek öğreneyim demiş. Birlikte gelip gidiyorlar okula.

Diğer öğrencilere ismiyle hitap ederken anne öğrenciye bir şey soracağım, isminin yanına hanım eklemek suretiyle hitap ettim.

Mesleki eğitim merkezinde koridorda dolaşan birine, nöbetçi öğretmen, ne arıyorsun burada dedi. Sınıfıma geçiyorum dedi. Ne sınıfı, veli misin dedi. Hayır şu sınıfta öğrenciyim dedi. Yaşını sordum. 37 yaşındayım dedi. Yeni mi aklına geldi okumak dedim. Öyle oldu. Şu kadar yıldır sigortam var. Çalışıyorum. Ama ustalık belgem yok. Belgeyi almak için yazıldım dedi.

11.sınıf motor bölümünde ders işlerken hem derse katkı yapan hem de sorduğum sorulara mantıklı cevaplar veren bir öğrenci dikkatimi çekti. Bilgi ve birikiminle dikkat çekiyorsun. Nereden öğrendin bu bilgileri dedim. Hocam, ben şu liseyi bitirdim. Sınava girdim. İstediğim bölümü tercih edecek puan alamadım. Babam benim tamir ustası. Onun yanında ona yardım etmeye başladım. Daha önceki yıllarda da gidiyordum dükkana. Sonunda babam, yanımda çalış, kalfalık ve ustalık belgesi al dedi. Ben de liseden sonra MESEM okumaya karar verdim dedi. İyi düşünmüşsün, iyi bir usta olursun inşallah dedim. Ona YouTubeda dinlediğim bir tamirci ustasını anlattım. Tamir ustası şöyle anlattı:

"Okudum, doktor oldum. İyi bir doktorum. Bir de kardeşim var, okumadı. Haylaz mı haylaz. Babam bir gün dedi ki oğlum, şu kardeşin adam olmaz. Bunu bir tamirciye verelim. Sen bunu gör gözet dedi. Ben de tamam baba dedim.

Gel zaman git zaman kardeşim, tamir ustası oldu. Dükkan açtı. Ben de doktorluğa devam ediyorum. Kardeşim kısa zamanda işlerini ilerletti. Gözde muhitten bir villa aldı. Altına da Mercedes çekti. Benim ise kooperatiften edindiğim şehrin dışında bir evim var. Altımda da ayağımı yerden kesen normal bir arabam.

Babamın bana emanet ettiği kardeşime gıpta ettim. Nasıl gıpta etmem. Gittiğim yerde herkes hastalığını açar, onlara ilaç yazar, tedavi öneririm. Bana Allah razı olsun derler. Biraderim ise tamire gelenin ufak bir işini yapsa, borcum bin lira dediğinde herkes veriyor.


Bu durumu düşünmeye başladım. Sonunda doktorluğu bırakıp kardeşimin yanına giderek ustalık öğrendim. Beş sene çalıştım yanında. Sonunda bir tamirci dükkanı da ben açtım. Hatta araba toplayıp satmaya başladım. Satacağım arabanın üzerine de doktordan satılık yazınca, arabalar kapış kapış gidiyor. Yalan değil dediğim. Çünkü zaten doktorum. Kısa zamanda biraderin villasının yanından bir villa da ben aldım. Altıma da BMV çektim.

Baktım, iyi para kazanıyorum. Fen lisesinde okuyan oğlum vardı. Okulu bıraktırarak onu da yanıma aldım. Şimdi baba oğul tamir işiyle uğraşıyoruz”.

Bu öğrenciye bu hikayeyi anlattım. Bakarsın sen de böyle iyi bir usta ve iyi ve helalinden kazanan bir tamirci olursun dedim. İnşallah dedi.

Son sıra dışı MESEM öğrencisi ise geçen yıl mesleki ve teknik lise gıda bölümünden mezun ettiğim bir öğrenci. Bu öğrenciyi de MESEM’de gördüm. Hayırdır dedim. Hocam, üniversite sınavından iyi puan alamadım. Etli ekmek ustası olmak istiyorum. Aldığım ustalık belgesinde gıda bölümü yazıyor. Fırıncılık yazması gerekiyormuş. Burada 11.sınıftan başladım. İki sene daha okuyacağım fırıncı olmak için. Sadece meslek derslerine gireceğim dedi.

Benim gördüğüm sıra dışı MESEM öğrencileri bunlar. Daha nice sıra dışı öğrenciler vardır. Çünkü burada okumak için yaş şartı yok.

*01.11.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

MESEM'lerdeki Ders Yükü ve Ders Saatleri *

Biraz içinde olanlar bilirler ki Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) sanayi ve işyerlerinin çırak ve kalfa ihtiyacını gidermek için kurulmuş elzem kurumlardır. Haftanın 4-5 günü işletmede pratik eğitim alan bu öğrenciler, haftada bir gün mesleki eğitim merkezlerine giderek teori ve genel kültür derslerini alıyorlar. 9.sınıftan 12.sınıfı bitirinceye kadar bu öğrencilerin ücret/harçlık/maaşları devlet tarafından ödeniyor.

Yine içinde olanlar bilirler ki haftada bir gün kurum veya okula giderek yüz yüze eğitim gören bu MESEM öğrencileri 10 saat yüz yüze ders görüyor, gerisini aynı günün akşamında uzaktan bağlanmak suretiyle yapıyor. Yani bu çocuklar bir günde yüklü ders görüyor ve ders saatleri de diğer okul türleri gibi 40 dakika. 

Açıkçası haftada bir gün 10 saat yüz yüze, gerisini aynı gün uzaktan bağlanmak suretiyle ders yapmak ve her ders saatini 40 dakika olarak belirlemek çocuk ve öğrenci psikolojisini ve pedagojiyi göz ardı etmek demektir. Çünkü hem ders yükü hem de ders saati bu öğrenciler için çok ağırdır. Çünkü,

Bu öğrenciler tıpkı diğer okul türü öğrencileri gibi öğrenci olsa da veya kabul edilse de bu öğrenciler haftanın diğer günlerini işletme ve işyerlerinde geçirdiğinden, teşbihte hata olmasın, bu çocuklar sanayi veya işletme çocuğudur. Okula haftada bir gün misafir öğrenci gibi gelen kişilerdir. Dersle pek alakaları yoktur. Akademik başarıları düşüktür. Okumayı, kitap taşımayı, kalem bulundurmayı pek değil, hiç sevmezler. Ders dinlemek onlara çok zor gelir. 40 dakika sırada hareketsiz oturmak onlar için en büyük eziyettir. 

Haftada bir okul ya da kuruma getirttiğimiz bu sanayi çocuklarına, bir günde on saati yüz yüze, geriye kalanı ev ya da işyerinde uzaktan ders işlemek “Papaz ve Seyis” hikayesini aklıma getirdi.

Bilirsiniz, papaz vaaza hazırlanıp kiliseye geçmiş. Bakmış ki kilisede sadece bir kişi var. Şaşırır bu duruma. Halbuki kilisenin hınca hınç dolu olmasını bekliyormuş.

Tek cemaate, vaaza hazırlanıp burada konuşacaktım. Görüyorum ki sadece sen gelmişsin. Bu durumda ne yapayım, vaaz vereyim mi, vermeyeyim mi demiş.

Adam, efendim, ben seyisim. Atlardan anlarım. Vaazdan anlamam. Yalnız tüm aylar kaçsa geriye kalan bir ata yem vermemezlik yapmazdım deyince, papaz, o zaman anlatayım demiş.

Papaz anlatmış da anlatmış. Anlattıkça coşmuş. Vaazı bitirmek bilmemiş. Haliyle seyis de sıkılmış bu uzun vaazdan.

Papaz vaazını nihayet bitirir ve seyise, nasıl buldun vaazımı demiş.

Seyis, efendim, dedim ya ben seyisim. Vaazdan değil, sadece atlardan anlarım. Yalnız şu var ki tüm atlar kaçtı diye geriye kalan tüm yemi bir ata yedirmezdim demiş.

O hesap biz de haftada bir bulduk diye teşbihte hata olmasın, tüm dersleri öğrencilere bir günde vermeye kalkıyoruz.

Haliyle bu tür yoğun ders yükünden verim alınamayacağı açıktır.

Bu durumda ne yapmak lazım. Ders yükünü asgari seviyeye çekilmesinde ve ders saatlerini de 40 dakika yerine 30 dakikaya indirilmesinde yarar görüyorum.

*30.10.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.