16 Ağustos 2024 Cuma

Okumanın Ederi ve Okumamanın Ederi *

Bir şeyler üreten, ürettiğini marka yapan, teknolojik gelişmelerde imzası olan, bilimsel buluşlarda adı olan niçin başka ülke insanı, daha doğrusu bunlar ve her şey niçin gelişmiş ülkelerden çıkıyor? Niye hiçbir alanda bizim esamimiz okunmuyor?

Merkezi sınavlarda derece yaparak yüksek puanlarla en iyi bölümleri tercih eden öğrencilerimiz akademisyenliğin zirvesine de çıkmasına rağmen niçin bir buluşa imza atamıyor?

En iyi okulları ve fakülteleri dereceyle bitirerek görev alan ve bu görevinden dolayı köşeyi dönmüş kaç zenginimiz var?

Bu sorulara değişik cevaplar verilebilir. Bana göre bilim ve teknolojide, bir şeyin icadında, esamimizin okunmamasının en önemli sebebi bizde okumanın amacının, okuyup bir işe girmek, girdiğimiz işte rahat etmek, işimizde yüksek maaş almak ve bordro mahkumu olmak için okunduğundandır. Belki de bundan dolayı bizde bilim adamı yetişmiyor.

Aşağıda okumamış, okuduysa da fakülteye gitmemiş, gittiyse de fakülteden mezun olmamış, fakülteyi terk etmiş insanların başarısına değinen bir alıntıya yer vereceğim:

“Her Amerikan üniversitesi her yıl, kendi alanında çok sivrilmiş ama mutlaka akademik hayattan gelmesi de gerekmeyen bir önemli ismi mezuniyet konuşması yapmak, yeni mezunlara çeşitli öğütler vermek üzere davet ediyor. Aşağıda bu yıl, ünlü Yale Üniversitesi’nde yapılan mezuniyet töreninde konuşmak üzere davet edilen Oracle bilgisayar şirketinin kurucusu ve genel müdürü Larry Ellison’un şaşırtıcı, hatta sok edici konuşması var.

“Yale Üniversitesi mezunları, daha önce böyle bir giriş görmediğiniz için özür dilerim ama benim için bir şey yapmanızı istiyorum. Lütfen, etrafınıza iyi bir bakin. Solunuzdaki sınıf arkadaşınıza bir bakin. Sonra sağınızdaki sınıf arkadaşınıza bir bakin. Ve şimdi şunu aklınıza koyun: Bundan beş yıl sonra, on yıl sonra, hatta otuz yıl sonra, solunuzdaki kişi hiçbir şeyi başaramamış olacak. Sağınızdaki kişi de aslında hiçbir şey başaramamış olacak. Ve siz, ortadaki? Ne bekliyorsunuz? Siz de başaramayacaksınız. Aslında bugün söyle bir etrafıma baktığımda parlak gelecek için yüzlerce umut isimi göremiyorum. Yüzlerce değişik endüstride liderliği ele alacak kişiler de göremiyorum. Görebildiğim tek şey, geleceği başarısızlıktan başka bir şey olmayacak yüzlerce insan. O kadar. Sinirlendiniz.

Bu anlaşılabilir bir şey. Ben, Lawrence ‘Larry’ Ellison üniversite terk, kim oluyorum ve bu yetkiyi nerden alıyorum ki, ülkenin en prestijli yükseköğrenim kurumunun bu yılki mezunlarına böyle şeyler söyleyebiliyorum? Bu yetkiyi nereden aldığımı söyleyeyim: Çünkü ben, Lawrence ‘Larry’ Ellison, üniversite terk ve dünyanın en zengin ikinci adamıyım. Siz değilsiniz. Çünkü Bill Gates, o da üniversite terk ve dünyanın -şimdilik- en zengin adamı. Siz değilsiniz. Çünkü Paul Allen, o da üniversite terk ve dünyanın en zengin üçüncü adamı. Siz değilsiniz. Başka örnekler de var. Mesela Michael Dell, o listede 9 numara ve yukarı doğru hızla tırmanıyor, o da üniversite terk. Ve siz o listede hiç yoksunuz. Hımmm… Simdi çok kızdınız. Bu da anlaşılabilir.

O halde biraz da egolarınızı okşamama izin verin. Pek çoğunuz burada dört ya da beş yıl eğitim gördünüz. Önünüzdeki yıllar için epey iyi bir eğitim aldınız, bilmeniz gereken pek çok şeyi öğrendiniz. İyi çalışma alışkanlıkları edindiniz. Burada size o önünüzdeki yıllar boyunca yardımcı olacak bir sürü insan tanıdınız, onlarla bağlantı kurdunuz. Ve hayat boyunca yanınızdan ayrılmayacak bir kelimeyle güçlü bir ilişkiniz oldu burada: Terapi. Bunların hepsi güzel şeyler. Ama gerçekte, o kurduğunuz arkadaşlık bağlantılarına fena halde ihtiyacınız olacak. O çalışma alışkanlığına ve ‘Terazi’ye de ihtiyaç duyacaksınız hayat boyu. İhtiyacınız olacak, çünkü üniversiteyi terk etmediniz. Dolayısıyla asla dünyanın en zengin insanları arasına katılamayacaksınız. Elbette, belki de listeye 10 ya da 11. sıradan, Microsoft yöneticisi Steve Ballmer gibi, girebilirsiniz. Ama herhalde onun kimin için çalıştığını söylememe gerek yok, değil mi? Sadece kayda geçsin diye söylüyorum, o da zaten master sınıfından terk. Biraz geç kalmış anlayacağınız.

Son olarak, herhalde bazılarınız ya da umarım bu konuşmadan sonra çoğunuz kendi kendinize soruyorsunuz: ‘Yapabileceğim bir şey var mi? Bir umudum var mi?’ Maalesef hayır. Çok geç kaldınız. İçinize çok şey dolduruldu, siz onlara bakıp çok şey bildiğinizi sanıyorsunuz. Artık 19 yasında değilsiniz. Eveeet, simdi gerçekten çok kızdınız. Bu anlaşılabilir bir şey. Belki de su an, size bir umut ışığı vermenin, bir çıkış yolu göstermenin tam zamanıdır. Hayır, 2000 mezunları size değil. Siz kaybettiniz. Sizi, yılda 200 bin dolarlık komik maaş çeklerinizle baş başa bırakıyorum. Üstelik o maaş çekinin üstünde sizden birkaç yıl önce okulu terk etmiş birinin imzası olacağını söyleyerek. Öğütlerim size değil daha alt sınıfta okuyanlara.

Size söylüyorum: Hemen ayrılın. Daha güçlü söyleyemem: Ayrılın. Hemen toplayın eşyalarınızı ve fikirlerinizi ve bir daha geri dönmeyin. Terk edin. Her şeye yeniden başlayın. Size söyleyebileceğim tek şey, o başınızdaki kepler ve kıyafetin sizi aynen şu güvenlik görevlilerinin beni kürsüden aşağı çektiği gibi aşağı çektiği…………” Tuzlu Kahve’den. 

(https://www.beyaznokta.org.tr/oku.php?id=160) sitesinden alıntıdır.

*19.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Hayalimi bile Çalıyorlar

Öyle hayallerim vardı ki hiçbiri gerçekleşmedi. Hele bir tanesinin olmasını çok istemiştim.  Hayalimi sorarsanız;

Bol param olsun.

İmkanlarım alabildiğine geniş olsun.

Yediğim önümde, yemediğim arkamda olsun.

Bana israf işlemesin.

Milletin sırtından geçineyim.

Millet hep bana baksın.

Ben bana bakan millete minnet edeceğime, millet bana minnet etsin. Saygıda kusur işlemesin.

Bana hiç hesap sorulmasın.

Hiç para, imkan ve yetki sıkıntısı çekmeyeyim.

Yedikçe azayım.

Azdıkça saldırgan olayım.

Saldırıyı bir başıma değil, kalabalıklar içerisinde yapayım.

Hatta kameralar da çeksin ki ileride bir hatıram olsun.

Arkamda destekçilerim oldukça karşı tarafa horozlanayım durayım.

Destekçilerim yaşa, var ol, kelle koltukta korkusuzca mücadele ediyor desin.

İşi daha da ileri götüreyim ki göze gireyim.

Kavgada ilk yumruğu ben atayım.

Hatta boğazını sıkayım.

Sonra herkes meydana koşsun.

Ortaya büyük bir kaos ve arbede çıksın.

Yumruk attığım bana yumruk atmadan araya girsinler.

Sonra beni ayıplayan ayıplasın. Kınayan kınasın. Bilin ki bunların hepsi benim için vız gelir. Hatta reklam olur. Böylece göze girerim.

En büyük hayalim buydu ama gerçekleştiremedim maalesef. Bir de bir şeyi çok isteyince olur derler. Aslı astarı yokmuş meğer.

Hasılı kedi olmak istedim. Bugüne kadar bir fare tutamadım.

Vah ki bana vah.

En büyük üzüntüm de gerçekleştiremediğim hayalimi, noktası virgülüne başkasının gerçekleştirmesi.

Haliyle bu kopyacıları kıskanmamak elde değil.

Hayalimi çalıp gerçekleştirenleri asla affetmeyeceğim. 

İşi Hep Satış Olan Tipler *

Fi tarihinde çarşıda tanıdığım bir zabıta daire başkanıyla karşılaştım. Ayak üstü hal hatır sorduk ve lafladık.

Nereye hayırdır dedi. Eve gideceğim dedim. Hangi mahalle diye sordu. Verdiğim cevaba aynı mevkide oturuyoruz. Haydi beraber gidelim dedi. Bindik arabaya.

Zabıta daire başkanı olunca, bu seyyar satıcılar için bir düzenleme niye yapılmaz? Bildiğim kadarıyla bir ara bu düzenleme yapıldı. Seyyarlar için belirli yerler gösterildi. Sonra nedense bundan vazgeçildi. Daha doğrusu arkasında durulmadı. Serbestliği gören tablacılar bir aracın zor geçtiği yerlerde trafiği aksatıyor dedim.

Dediğin gibiydi. Tedbirler aldık. Baktık ki bazı esnaf ikili oynuyor. İkili oynayarak onlar iyi oluyor, biz ise kötü oluyoruz. Bu tipler iyi polis oluyor, biz ise kötü polis. İpin ucunu bırakıverdik dedi. 

Nasıl, bir şey anlamadım. Açar mısın dedim. Başladı anlatmaya:

Bir iş yerinin önünü tablacılar doldurmuş. Habire satış yapıyorlar. Tanınmış dükkan sahibi belediyeyi arar: "Siz ne biçim görev yapıyorsunuz? Biz burada evimize ekmek götürmeye çalışıyoruz. Eleman çalıştırıyoruz. Elektrik, su parası ödüyoruz. Kira veriyoruz. Dükkânımızın önündeki tablacılar ise ne elektrik ne su ödüyor, kira da vermiyor. Benim müşterimi engelleyecek şekilde dükkanımın önünde satış yapıyor. Kaldırın bunları buradan" şeklinde zehir zemberek konuşuyor telefonda.

Şikayet üzere ekip gönderdik. İşlem yapın, gereği ne ise yerine getirin dedik. 

Ekibimiz gitti. Tablacıların tezgahına el koydular. Haliyle bağırış çağırış, itiş kakış olur böylesi müdahalelerde.

Tüm bu manzarayı içeride dükkanının camından hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi izleyen az önce bize telefon edip şikayet eden esnaf, kapının önünde belirir: "İnsaf insaf, ne istersiniz şu Allah'ın gariplerinden. Bırakın da çoluk çocuğunun rızkını burada temin etsinler, kime ne zararı var? Allah'tan korkun Allah'tan" diyerek bizim ekibe çıkışır. 

Gönderdiğimiz ekip ne diyeceğimi ve ne yapacağını şaşırır. Yahu az önce bunları şikayet eden sen değil miydin demez.

Ne yapalım diye bizi aradılar. Tablaları geri verin, bırakın gelin dedik.

Kısaca seyyar ya da tablacılarla ilgili mesele bu. Her esnaf değil ama bir kısım esnaf ikili oynuyor. Kendisi, tablacı ve oradan gelip geçen vatandaş nezdinde iyi, biz ise kötü oluyoruz dedi. 

Anlattığı bu anekdotu duyunca şaşırıp kaldım. Bu kadar da olmaz dedim. O ise biz neleri görüyoruz abi. Alıştık hepsine. Artık hiçbir şeye şaşırmıyoruz dedi. 

Anekdotu kısaca değerlendirirsek, burada esnafın ikili oynama durumu söz konusu. Tablacıdan şikayetçi ama tablacı dükkanıma zarar verir düşüncesiyle hem onu korumaya çalışıyor hem ortamı geriyor hem tablacı ve çevrede seyredenler nezdinde tablacıyı koruma postuna girerek babacan bir görüntü çiziyor. Tablacı bu aşamadan sonra gelip dükkanın önünde satış yapmaz. Belediye ve zabıta da yaptığı bu vicdansız görüntüyle karizmayı çizdiriyor. Az önce telefon edip tablacıdan şikayetçi olanın kendisi olduğunu belediyeden başka kimse bilmediği için dükkan sahibi, fakir ve fukaranın, tüketicinin ve tablacının hamisi rolünü üstleniyor. Haliyle kazanan bu ikili oynayan esnaf oluyor.

İlgili oynama sadece ticarette olmuyor. İnsanın olduğu her alan ve yerde ikili oynama durumu söz konusu. Kimse perdenin gerisinde dönen dolapları bilmediği ve görmediği için bu şekil ikili oynayıp hami rolünü üstlenenler malı götürüyor ve deşifre olmadıkları müddetçe kazanan daima bu tipler oluyor.

O yüzden yanında seninle beraber olduğunu düşündüğün kişiler karşıya çalışıyor olabilir. Karşıymış gibi görünenler ve düşman görüntüsü çizenler karşı çıktığı kişilerle beraber iş tutuyor olabilir.

Hasılı her alanda olup biteni görmek ve doğru analiz için analitik düşünmek, olayların perde gerisini aralamaya çalışmak, kişileri sadece mangalda kül bırakmayan sözleriyle değil, eylem ve sonuçları itibariyle değerlendirmek deşifre için önemli. Tüm bunları, atılan taşın kaç kurbağa ürküttüğü, söz ve eylemlerin faydadan ziyade zarar getirip getirmediği, hep kimin kazandığı birlikte değerlendirilmelidir. Değilse birileri üzerimizden satış yapmaya devam eder. Çünkü işleri, görevleri ve misyonları satıştır. Birilerini uyutarak yapılan satış ise hep kazandırır. 

*26.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.