Ana içeriğe atla

İşi Hep Satış Olan Tipler

Fi tarihinde çarşıda tanıdığım bir zabıta daire başkanıyla karşılaştım. Ayak üstü hal hatır sorduk ve lafladık.

Nereye hayırdır dedi. Eve gideceğim dedim. Hangi mahalle diye sordu. Verdiğim cevaba aynı mevkide oturuyoruz. Haydi beraber gidelim dedi. Bindik arabaya.

Zabıta daire başkanı olunca, bu seyyar satıcılar için bir düzenleme niye yapılmaz? Bildiğim kadarıyla bir ara bu düzenleme yapıldı. Seyyarlar için belirli yerler gösterildi. Sonra nedense bundan vazgeçildi. Daha doğrusu arkasında durulmadı. Serbestliği gören tablacılar bir aracın zor geçtiği yerlerde trafiği aksatıyor dedim.

Dediğin gibiydi. Tedbirler aldık. Baktık ki bazı esnaf ikili oynuyor. İkili oynayarak onlar iyi oluyor, biz ise kötü oluyoruz. Bu tipler iyi polis oluyor, biz ise kötü polis. İpin ucunu bırakıverdik dedi. 

Nasıl, bir şey anlamadım. Açar mısın dedim. Başladı anlatmaya:

Bir iş yerinin önünü tablacılar doldurmuş. Habire satış yapıyorlar. Tanınmış dükkan sahibi belediyeyi arar: "Siz ne biçim görev yapıyorsunuz? Biz burada evimize ekmek götürmeye çalışıyoruz. Eleman çalıştırıyoruz. Elektrik, su parası ödüyoruz. Kira veriyoruz. Dükkânımızın önündeki tablacılar ise ne elektrik ne su ödüyor, kira da vermiyor. Benim müşterimi engelleyecek şekilde dükkanımın önünde satış yapıyor. Kaldırın bunları buradan" şeklinde zehir zemberek konuşuyor telefonda.

Şikayet üzere ekip gönderdik. İşlem yapın, gereği ne ise yerine getirin dedik. 

Ekibimiz gitti. Tablacıların tezgahına el koydular. Haliyle bağırış çağırış, itiş kakış olur böylesi müdahalelerde.

Tüm bu manzarayı içeride dükkanının camından hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi izleyen az önce bize telefon edip şikayet eden esnaf, kapının önünde belirir: "İnsaf insaf, ne istersiniz şu Allah'ın gariplerinden. Bırakın da çoluk çocuğunun rızkını burada temin etsinler, kime ne zararı var? Allah'tan korkun Allah'tan" diyerek bizim ekibe çıkışır. 

Gönderdiğimiz ekip ne diyeceğimi ve ne yapacağını şaşırır. Yahu az önce bunları şikayet eden sen değil miydin demez.

Ne yapalım diye bizi aradılar. Tablaları geri verin, bırakın gelin dedik.

Kısaca seyyar ya da tablacılarla ilgili mesele bu. Her esnaf değil ama bir kısım esnaf ikili oynuyor. Kendisi, tablacı ve oradan gelip geçen vatandaş nezdinde iyi, biz ise kötü oluyoruz dedi. 

Anlattığı bu anekdotu duyunca şaşırıp kaldım. Bu kadar da olmaz dedim. O ise biz neleri görüyoruz abi. Alıştık hepsine. Artık hiçbir şeye şaşırmıyoruz dedi. 

Anekdotu kısaca değerlendirirsek, burada esnafın ikili oynama durumu söz konusu. Tablacıdan şikayetçi ama tablacı dükkanıma zarar verir düşüncesiyle hem onu korumaya çalışıyor hem ortamı geriyor hem tablacı ve çevrede seyredenler nezdinde tablacıyı koruma postuna girerek babacan bir görüntü çiziyor. Tablacı bu aşamadan sonra gelip dükkanın önünde satış yapmaz. Belediye ve zabıta da yaptığı bu vicdansız görüntüyle karizmayı çizdiriyor. Az önce telefon edip tablacıdan şikayetçi olanın kendisi olduğunu belediyeden başka kimse bilmediği için dükkan sahibi, fakir ve fukaranın, tüketicinin ve tablacının hamisi rolünü üstleniyor. Haliyle kazanan bu ikili oynayan esnaf oluyor.

İlgili oynama sadece ticarette olmuyor. İnsanın olduğu her alan ve yerde ikili oynama durumu söz konusu. Kimse perdenin gerisinde dönen dolapları bilmediği ve görmediği için bu şekil ikili oynayıp hami rolünü üstlenenler malı götürüyor ve deşifre olmadıkları müddetçe kazanan daima bu tipler oluyor.

O yüzden yanında seninle beraber olduğunu düşündüğün kişiler karşıya çalışıyor olabilir. Karşıymış gibi görünenler ve düşman görüntüsü çizenler karşı çıktığı kişilerle beraber iş tutuyor olabilir.

Hasılı her alanda olup biteni görmek ve doğru analiz için analitik düşünmek, olayların perde gerisini aralamaya çalışmak, kişileri sadece mangalda kül bırakmayan sözleriyle değil, eylem ve sonuçları itibariyle değerlendirmek deşifre için önemli. Tüm bunları, atılan taşın kaç kurbağa ürküttüğü, söz ve eylemlerin faydadan ziyade zarar getirip getirmediği, hep kimin kazandığı birlikte değerlendirilmelidir. Değilse birileri üzerimizden satış yapmaya devam eder. Çünkü işleri, görevleri ve misyonları satıştır. Birilerini uyutarak yapılan satış ise hep kazandırır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde