27 Mayıs 2024 Pazartesi

Merkez Camiine Haksızlık Yapmışım

Konya Millet Bahçesinin köşesine yapımı devam etmekte olan Merkez Camii ve Kur'an Kursunun hem ihtiyaç olmadığına hem konan ismine hem de büyüklüğüne oranla, kondurulan küçük kubbeyi estetik yönden eleştiren "Büyük Camiye Küçük Kubbe" başlıklı bir yazı kaleme alıp paylaşmıştım. 

Yazıyı okuyan bir arkadaş "Ne var bunda? Sen bir de İstanbul Esenler Otogar Camii ve minaresinin mimarisine bak, haline şükret" şeklinde bir yorum yazmış. İlaveten bu Camii ve minaresinin resmini göndermiş. Cami ve minaresinin
Gönderilen bu cami ve minaresinin görünce, küçük kubbesinden dolayı Konya Merkez Camiine haksızlık yaptığımı anladım. Çünkü Konya Merkez Camii, Esenler Otogar Camiine göre bir şaheser. Esenler Camii ise minaresi ile birlikte ucube bir görüntü veriyor. Tek başına minaresi ise minareden ziyade sanki füze görüntüsünü andırıyor. 
Bir de Afyon Üniversitesi Kampüs Camiinin görüntüsüne yer vereyim. 
Türkiye'de bu şekil ucube daha ne kadar mabet var, kim bilir? 
Merak ediyorum, mimarımız mı yok? Ki çok sayıda var. Mimarlarımız kendilerini yetiştirememiş mi ya da biz yetiştiremiyor muyuz? İyi mimarlarımız var da biz onlara bu camilerin projelerini vermiyor muyuz? Yerlerine, ahbap çavuş ilişkisi içerisinde ehil olmayanlara mı veriyoruz? Mimarlarımız şaheser bir esere imza atmaktansa garip ve ucube bir proje çizerek bu şekil mi hayırla yad edilmek ve hatırda kalmak istiyorlar? 
Haydi mimarlar macera peşinde. Bu projeyi çizdirenler niçin bu ne biçim proje, biz bu projeyi kabul etmiyoruz demezle? Devletin ilgili yetkilileri böyle ucube mimari örneklerine niçin sessiz kalırlar da müdahale etmezler? Diyanet İşleri Başkanlığı bu tür kötü mimari örnekleri için niçin bir şey demez? 
Hasılı çok sayıda camimiz var ama çoğu estetikten ve zarafetten yoksun. 21.asırda hala örnek ve bize özgü bir mimarimiz yok. Her alanda olduğu gibi maalesef cami mimarisinde de yokuz. Bu duruma da üzülmemek elde değil. 

26 Mayıs 2024 Pazar

Süper Lig Maratonu Sona Erdi

2023-2024 Süper Lig maratonu sona erdi.

Şampiyonluk yarışını, ezeli rakibinin üç puan önünde tamamlayan GS kazandı.

24.şampiyonluğunu kazanarak 5.yıldızı takmaya son bir adımı kaldı.

Bu sezonu şampiyon tamamlayan GS'i tebrik etmek lazım.

Lige bir hafta kala on kişi oynadığı maçta ezeli rakibini 1-0 yenerek umutları son haftaya taşıyan ve ligi ikinci bitiren FB de tebriki hak etti.

Sezonun başından beri şampiyonluğun en güçlü iki adayı olan GS ve FB'yi, rekabete kattıkları katkı ve getirdikleri heyecan dolayısıyla tebrik etmek gerek.

Gönül isterdi ki şampiyonluğa oynayan takım sayısı daha fazla olsaydı. Çünkü lige renk, hey açan ve kalite gelirdi. Keşke ligin üst tarafı da düşme hattındaki takım sayısı kadar olsaydı. Çünkü esas heyecan ligin altında idi. İstanbulspor Karagümrük ve Pendikspor'un ardından ligden düşecek dördüncü takım son haftaya kadar sürdü. Bir doksan dakika kah Konyaspor kah Ankaragücü ligden düştü. Sonunda ligden düşecek 4.takımı Trabzonspor belirledi ve Başkent ekibi Ankaragücü Süper Lig'e veda etti. Ankaragücü'ne yazık oldu. Belki de Ankaragücü, Trabzon karşısında sarı lacivert renkli formasının kurbanı oldu. 

Bir zamanların Ziraat Türkiye ve Süper kupasını kazanmış Konyaspor’a, bu sezon sahasında çok maç kaybetmesi, çok sayıda teknik direktör değiştirmesi ve oynadığı kötü oyun yakışmadı. Trabzon sayesinde lige tutundu. Ümit ederim ki seneye daha iyi bir takım kurarak ligde kendini gösterir. Oynayacağı oyunla iyi ki düşmemiş dedirtir. Yoksa ligden düşmeyi bir sezon ötelemiş olur.

Depremden kötü bir şekilde etkilenen ve bin bir sıkıntıyla boğuşan Hatayspor'un lige tutunması, memnuniyet verici.

Karagümrükspor gibi iyi oynayan bir takımın ligden düşmesi üzüntü verici.

Hatasıyla, sevabıyla, yanlış ve tartışmalı kararların çokça olduğu ve algı oluşturmaya yönelik bir ligi geride bırakırken bu sezonun garip bir lig olduğunu belirtmek isterim. Bu da ligimiz adına üzüntü verici. Çünkü şampiyon olan takımla ligden düşen takım arasında 86 puan fark var. Lige son sırada tutunan Konyaspor’la şampiyon takım arasında 61 puan var. Yine ilk iki ile üçüncü takım arasında 35-32 puan fark var. Bu da Ligimizdeki takımlar arasında rekabet ve Ligimize kalite gelmesi yönünden uçurum olduğunu göstermekte. Şampiyon ile son takım arasında puan yönünden makas ne kadar daralırsa Ligimize kalite geleceğini düşünüyorum.

Yazımı bitirirken kısa kısa şu hususlara da değinmek isterim. Konyaspor ile GS maçının berabere bitmemesi şaibe yönünden iyi oldu.

Sezonun kaybedeni, nicedir ekranlarda boy gösteren ve bu sezonun şampiyonunun FB olacağını söyleyen müneccim kızımız oldu. Attı ama tutmadı.

Şampiyonluk maçından bir gün önce kongre yaparak yeni başkanını ve yönetim kurulunu seçen GS’yi tebrik etmek isterim. Sessiz, sedasız, kavgasız ve nizasız bir seçim yaptılar. Kazananı ve kaybedeni birlik oldu. Gelmiş, geçmiş tüm başkanlar GS’in başarısı için yan yana geldi ve kenetlendi. Takım seçimden olumsuz etkilenmedi. Bu seviyeyi korumaları yönüyle başkan adayları ve üyeleri kocaman bir tebriki hak etti.

On yıldır şampiyon olamayan ve ligi ikinci sırada bitiren FB’ye de bir parantez açayım. FB büyük takım olarak kalmak istiyorsa, ezeli rakibi GS’in yönetimini örnek almasında fayda var. FB, başkan adaylarının atışmasından, başkanlarının kavgacı ve gerilimli yönetim anlayışından vazgeçmesi ve oyunuyla adından söz ettirmesi iyi olur. Değilse, başkanları eliyle bu tarihi kulüp eski başarılarından gittikçe uzaklaşacaktır.

Bir diğer husus, çoğu FB’lilerin ve başkanlarının GS fobisinden ve nefretinden bir an evvel kurtulmaları gerekir. Çünkü bu kadar hazımsızlık rekabetten öte bir şey. Belki de bu hazımsızlık, şampiyonluk sayısında FB’yi GS’in ardına düşürdü. Çünkü çoğu FB’li için şampiyonluk mu, GS’i yenmek mi, bu ikisinden birini seçin dense, öyle zannediyorum, çoğu GS’i yenmek şampiyonluktan önce gelir diyecektir. Halbuki FB’nin buna ihtiyacı yoktur. GS’i yenmekle yetineceğine maratona odaklanması başarıyı getirecektir.

Bir diğer husus, FB şampiyonlukta bir Çapanoğlu arayacağına, Şampiyonu sahasında bir eksikle yenebildiğimize göre zamanında daha kolay maçları sahamızda kaybetmeseydik,  şimdi şampiyon biz olurduk özeleştirisini yapabilmelidir. Başarısızlığına gerekçe üretmemelidir.

Nüfusta Tehlike Çanları

Özal döneminde nüfus planlaması teşvik edildi. Az çocuk yapın, bakabileceğiniz kadar çocuk sahibi olun bilgilendirilmesi yapıldı. Boy boy kamu spotları yayımlandı. Sağlık ocaklarında planlama üzerine birimler açıldı. Adeta ülke olarak bir seferberlik ilan edildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bu nüfus planlamasının tam aksi yönünde açıklamalarda bulundu. Gerek katıldığı nikah törenlerinde ve başka konuşmalarında en az üç çocuk tavsiyesinde bulundu. Hala da ortamını bulduğu zaman bu görüşünü yineliyor. 

Aslında üç çocuk öylesine söylenmiş bir temenni ve tavsiyeden ibaret olmasa gerek. Nüfus artışının makul seviyede artması için bu şart. Çünkü bir çocuk nüfusu eksiye götürür. İki çocuk nüfusu yerinde saydırır. Üç çocuk ise nüfusta artı artış demektir.

Özal dönemi nüfus planlaması üzerine çalışmalar, bildiğim kadarıyla istenildiği gibi sonuç vermedi. İyi ki böyle oldu.

Açıklanan veriler dikkate alındığında, Erdoğan’ın üç çocuk önerisi de sonuç vermemiş görünüyor. Çünkü önceki yıllarda binde yedi olan nüfus artış hızımız, 2023 yılında binde 1,1'e düşmüş ve 2022 yılına göre 2023 yılında nüfusumuz sadece 92 bin kişi artmış.

Bu artış çok az. Böyle giderse bir müddet sonra nüfus önce yerinde sayar. Sonra eksiye düşmeye başlarız. Bu da bir ülke için tehlike çanlarının çalması demektir.

Nüfus artışımız onca teşvik, temenni ve öneriye rağmen niçin düşüyor? Bunun üzerine kafa yormamızda fayda var. Öyle görünüyor ki az çocuk yapın, üç çocuk yapın teşvikinin vatandaş nezdinde bir karşılığı yok. Kimse sipariş üzerine bir planlama yoluna gitmiyor. Herkes bildiğini okuyor.

Nüfus artış hızının bu derece düşmesinde elimde bilimsel bir veri yok. Kendimce nüfus artırışının düşmesine dair görüşlerimi yazacağım.

TÜİK’e göre 2023 yılında evlilikler de bir önceki yıla oranla 1,82 azalmış. Aynı şekilde boşanmalarda da 2,01 azalma olmuş. Evlenme yaşı da erkeklerde 28,3’e çıkarken kadınlarda 25,7’e yükselmiş.

İstatistiğe göre hem evlenme oranında azalma var hem de evlenenler daha geç yaşta evlenme yoluna gidiyor. Nüfus artışının azalmasında bu iki verinin etkisi var.

Evlenmelerde azalmanın sebebi başka sebepler olsa da herhalde en önemlisi ekonomik maliyet olsa gerek. Çünkü haydi deyince bugün düğüne kalkan 600 bin ila 1 milyonu gözden çıkarması gerekir. Bu maliyetin altından kaç kişi kalkabilir ve düğün yapabilir? Evlenenlerin de daha geç yaşta evlenmesinde bu ekonomik tablonun etkili olduğunu düşünüyorum.

Diyelim ki düğün maliyetinin altından kalkıldı ve borç harç evlilik yapıldı. Yeni evliler haydi deyince çocuk düşünmüyor. Bunda evliliğin devam edip etmeyeceği neden olabilirse de bunda da en önemli sebebin evlenen çiftlerin çalışıyor olması. Çünkü günümüzde kadın da erkek gibi çalışmak zorunda. Eskiden çalışan kadın sayısı az iken günümüzde çalışan kadın nüfus, çoğu mesleklerde erkeği solladı. Eskiden nasılsa anne çalışmıyor, çocuğa bakacak var denirken, günümüzde çalışan çiftler çocuk düşünürken iyi de çocuğumuza kim bakacak düşüncesi içerisine giriyor.

Çiftler daha çocuk planlamadan ve çocuk olmadan bakıcı planlaması yapmak zorunda kalıyorlar. Çoğu çift ilk etapta ücretli bakıcı düşünmüyor. Çünkü bakıcı için en az bir asgari ücreti gözden çıkarmak gerekiyor. Bu da bir maliyet çiftler için. Bu maliyetin altından kalkabilseler bile çoğu kimse ücretli bakıcıyı tercih etmiyor. Çünkü bu şekil bakıcıya güvenemiyor. Anne ilk etapta ücretsiz izin alsa da ücretsiz iznin de belli bir süresi var. Ki maaş alamayacağı için çoğu kimse ücretsiz izne de ayrılamıyor. Çocuğa bakma işi de genelde büyükannelere kalıyor. Büyükanne de kaç çocuğa bakacak? Bir ya da iki toruna bakabiliyor. O yüzden çalışan çiftler çoğu zaman tek çocukla yetiniyor. Bu da nüfusun eksiye doğru gerilemesi demektir.

Bir diğer husus, bir çocuğun bakımı, annenin ücretsiz izin alması ve büyükannelerin bakmasıyla bitmiyor. Çünkü ilkokul ve ortaokul bitinceye kadar çocuk bakıma muhtaç durumda. Bu yüzden çalışan anne-baba, anasınıfı çağına gelinceye kadar çocuğunu kreşe vermek durumunda kalabiliyor. Kreşler de cep yakıyor maalesef. Bu da ayrı bir maliyet.

Çocuğun bezini, mamasını, çocuk odasını, çocuk koltuğunu, oyuncağını üst baş vs. masrafını saymaya gerek yok.

Ailelerin doğacak veya büyüyecek çocuğunun geleceğini görememe, ileride bunları baş göz etme, iş güç sahibi yapma ve bakma endişesinin de etkili olduğunu düşünüyorum.

Hasılı günümüzde çocuk bir maliyet. Bakımı bir dert. Büyüyünce okuması ve istihdam durumu ayrı bir dert.

Bu durumda nüfus azalmasın da ne yapsın?

Tehlike çanları çalmaya başlamışken bu konunun ele alınıp üzerine ciddiyetle gidilmesinde yarar görüyorum.