Cuma namazı çıkışı, Allah kabul etsin Ramazan Hocam diyerek
biri geldi yanıma. Ne arıyorsun burada dedi. Şu okulda çalışıyorum dedim. Ben
de o okulun güney tarafında tek katlı evde oturuyorum dedi. Ne zamandan beri
buradasın dedim. 2000 yılında geldim buraya. Şu kadar koyunum var. Onlarla
uğraşırım. Yakınmışız. Eve de beklerim dedi. Ayrıldık.
Ayrıldıktan sonra beni bir
düşüncedir aldı. İyi de bu konuştuğum kimdi? O beni tanıyor hem de ismimle
cismimle. Üstelik hiç değişmemişsin dedi.
Kendimi ne kadar zorladım ise de bir türlü kim olduğunu
bilemedim. Acaba tanışıklığımız neredendi? Beni iyi tanıyan kişiye seni
tanıyamadım da diyemedim. Desem, nasıl tanıyamazsın derse, işin ucunda mahcup
olmak da vardı. Ayıp olurdu üstelik.
Ertesi hafta yine cuma sonrası karşılaştık. Uzaktan
selamlaşıp ayrıldık.
Bir iki hafta böyle geçti. Gelip
giderken aklımda hep o beni tanıyan vardı. Sair zamanlarda bu tür ilk etapta
çıkaramadıklarımla, geçmiş hukuku bir şekilde hatırlardım. Tamam ya bu o derdim.
Ama bu sefer sert kayaya çarptım. Belli ki geçmişte çok hukukum olmayan biri.
Belki de bir kalabalık ortamda oturmuşluğumuz, orada tanışmışlığımız
olabilir.
Bir gün lise son bir sınıfın
dersine girdim. Bu civarda oturan var mı dedim. İki öğrenci bu mahallede
oturduğunu söyledi. Tek katlı evin sahibini tanıyıp tanımadıklarını sordum.
Tanımıyoruz. Niçin sordunuz dediler. O beni tanıyor ama ben onu tanıyamadım. O
değilden adını ve soyadını öğrenme imkanınız var mı? Öğreniriz dediler. Yalnız
benim onu tanıyamadığımdan haberi olmasın dedim. Tamam, hocam, o iş bizde
dediler.
Bir hafta sonra aynı sınıfa derse
girdim. Tanıyan iki öğrenciden biri "Hocam, o evin sahibini öğrendim”
dedi. Kimmiş dedim.” İsmi neydi, galiba Hasan'mış” dedi. İsmi hiçbir çağrışım
yapmadı. Soyadı neymiş dedim.” Bilmiyorum” dedi. Nasıl öğrendin dedim.” Kendine
sordum” dedi. Ne diye sordun dedim. "Hocamız
sizi tanıyamamış. İsminiz ne dedim” . İyi, sağ olasın dedim.
Dedim ama gıyabında adamdan
utandım. Bir daha karşılaşırsam, bu tanıdığımın yüzüne nasıl bakacaktım. Bu aşamadan
sonra yanına varıp Hasan Bey desem, hadi len oradan. Beni tanımayanı ben hiç
tanımam dese, adamın hakkı var.
Ne ummuştum ne buldum. Güya adamın haberi olmadan tanıyamadığım
tanıdığımı öğrenecektim. Ne bilirdim benim son sınıf öğrencinin öğrenmek için böyle
bir yol izleyeceğini. Bileydim, simanız yabancı değil ama çıkaramadım sizi. Tanışıklığımız
nereden derdim.
Vah benim kafam vah benim aklım. Baltayı taşa vurdum hem de
ne vurma. Gel de tamir et bu işi. Tanıyamadığım tanıdığımla karşılaşırsam hele bu
aşamadan sonra yüzüne nasıl bakarım. Herhalde karşı kaldırıma geçer, boynumu eğer,
görmezden gelirim.
Bir daha öğrenciyi araya koyarak bu işi sessizce halletmeye
çalışır mıyım? Tövbe tövbe.
Siz siz olun, insanlık hali çıkaramadığınız tanıdığınıza, kardeş
kusura bakma. Af buyur, çıkaramadım. Nereden tanışıyoruz deyin. Deyin ki olacak
olan o anda olsun. Sonrası benim gibi sarpa sarar, Arap saçına döner.
Sakın, niye ayıp olsun, sorulmaz mı demeyin. Sordum zamanında.
Başıma gelmedik kalmadı. Fi tarihinde Adıyaman’da çalışırken bir arkadaşla adımlayarak
bir yere gitmiştik. Yanında da biri vardı. Başka da bir daha bir araya gelmedik.
İplikçi Camiinin önünde biri, ooo Ramazan Hocam, burada mısın, ne var ne yok dedi. Buradayım deyip tokalaştık. Gençten biri idi. Bıyıkları sanki yeni terlemiş. Mezun öğrencilerimden biri sandım. Bakışımdan tanıyamadığımı anlayınca, Adıyaman’dan dedi. Hangi dönem mezunusun dedim. Dedim ama dediğimle kaldım. Ne öğrencisi ya ben öğretmenim, falan okuldayım. Bir zaman falanla beraber adımlamıştık demez mi? Kusura bakma dedim ise de o da bozuldu. Benimle konuştuğuna pişman oldu. Görüşürüz dedi. Ayrıldık ama bir daha da görüşme imkanımız olmadı.