3 Mayıs 2024 Cuma

Hayıflanmamak Elde Değil (2)

Neyse gelelim son masa erbabına. Ben Arapça yabancı dil olur mu, bunu da biliyorum deyince, olur, niye olmasın. Dur, ben de kendime işaretleyeyim dedi. Meğer o da biliyormuş Arapça. Ona da bu aklı verdiğimden dolayı o an kendimle ne kadar gurur duysam azdır. Bilin ki anlatılmaz yaşanır. Hele ki o günün görkemli ve gücü temsil eden, herkese ayar veren askerine, Arapça dilini bildiğini söylemek de ayrı bir cesaretti. Ayrıca masada oturan bir subay olmalıydı ve subayın Arapça bilmesi de takdirimi celp etmedi değil. Böyle asker de var demek ki. Peygamber ocağı diye boşuna söylememişler dedim. Ki benim bildiğim asker, Arapçaya ihtiyaç duyunca tercüman götürürdü.

Nizip'te çalışırken Nizip Müftüsü okulumuzdaki Arapça derslerine girerdi. Hoşsohbet biri idi. Bir gün bir anekdotunu anlatmıştı. Şöyle ki: O bölgede görevli komutanlar bazen Suriyeli komutanlarla görüşmeler yaparlarmış. Her Suriye'ye gittiklerinde veya Suriyeli askerler Türkiye'de geldiklerinde, Ahmet Hocamı da tercüman olarak yanlarına alırlarmış. Yine Suriye’de bir görüşme yapılmış. Ardından yemekler yenecek. Masalar askerler tarafından donatılıyor. Bizim komutanlar da yan tarafta oturuyorlar. Bakarlar ki Ahmet Hoca Suriyeli garson askerlerle bir tartışma içerisine girmiş ve Hocaya, Hocam ne oldu, mesele nedir, ne tartışıyorsun diye sorarlar. Hoca da "Masalara içki koyuyorlar. Bunları kaldırın. Müslüman içki içer mi? Siz Müslüman değil misiniz dedim ama kaldırmıyorlar şeklinde açıklama yapar. Bizim komutanlar, söyle o askerlere. Kaldırsınlar içkiyi. Çünkü müftünün yanında hiç içki içilir mi derler ve içkiler kaldırılır. Gördüğünüz gibi o günün askerleri Arapça bilmeseler de Müftünün yanında içki içmeyecek kadar dini hassasiyetleri yüksek.

Neyse biz gelelim bu konu dışı konulardan konumuza. Arapça yabancı dilimi yazdırıp oradan ayrıldım. Başka bir asker bize mihmandarlık yaparak bize koğuşumuzu ve yatağımızı gösterdi.

Yattık, kalktık. Sabah içtimaında toplandık. Baktım ki masada istatistik bilgilerimi alan yüksek rütbeli komutan diye düşündüğüm kişi ile aynı bataryadayız. Benim komutanım dediğim kişi de yedek subay statüsünde bir ermiş meğer. Hiç fırfırına da mı bakmadın demeyin. Ne anlarım ben fırfırdan. Üzerinde asker elbisesini, oranın kırk yıllık elemanı gibi bir görüntü çizmesini, ben sivilken onun asker elbisesi giymiş olmasını, bir de kendisine masa, kağıt, kalem ve sandalye verilmesini görünce tamam, bu adam bir subay demiştim. O kadar da komutanım demiştim halbuki.

Tanışma faslında anladım ki komutanım dediğim kişi, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalında asistan imiş. O da benim gibi bedelli askerliğe gelmiş. Tanıştıkça şaşkınlığım arttı. Ne ara benden önce geldin de komutanlarla hemhal olup samimiyet kurdun, asker elbisesini giydin ve önüne bir masa verdiler de benden kıdemli oldun. Askerlikte bir gün önce bile olsan kıdem kıdemdir dedikleri bu olsa gerek. Mübarek de ya bir gün önce ya da o günün sabahında nizamiyeden giriş yapmış. Anlamadığım, ilahiyatçı olduğunu bildikleri halde o günün askeri bu kişiyi masaya oturtarak nasıl görev vermiş? Çünkü o günün askeri bize, biz askere mesafeliydik.

Bu kişi masadan kalkıp bizimle beraber hafif tabur içtimalarına katılmakla kalmadı. 

İlk cumamızı nizamiyede kılacağız. Camiye gittik. Minbere sarık ve cübbesiyle çıkan birini gördüm. Acaba buranın kadrolu görevli imamı olabilir mi diye düşündüm. Dikkatli bakınca aynı taburda olduğumuz, daha önce masa başı işte aşina olduğumuz kişiden başkası değildi. Bizimki masa başından kalkıp minbere çıkmış. Yalnız bir eksiği vardı. O zamanlar elinde kılıcı yoktu.

İki ay boyunca tüm cumaları bu arkadaş kıldırdı. Sesi güzel, mahreci de düzgündü. (Devam edecek) 

Hayıflanmamak Elde Değil (1)

İnsanın bahtı yaver gidecek bir defa. Olmayınca olmuyor işte. Haliyle hayıflanmamak da elde değil. Ama neye yarar.

Bu vesileyle bir büyüğümü daha hatırladım. Vefat etti Allah rahmet eylesin. Büyüğümün de aynı okulda okuduğu bir arkadaşı imam olmuş. Kendi ise rençper kalmış. Demişti ki bir gün bana. Bu nasıl iş yeğenim? Şu caminin imamı ile aynı okulda okudum. Ses ise benim de sesim güzel. Bilgi ise ondan fazlam var, eksiğim yok    . O nerede, ben neredeyim demişti.

O zamanlar çocuktum. Bunu pek anlamamıştım. Hatta niye böyle der diye garipsemiştim. 

Gel zaman git zaman başa gelince büyüğüm yerden göğe haklıymış. Ama alacağı yokmuş dedim. 

Çaresi yok ama benim hayıflanmamam da bitmiyor. 

Senin neyin var derseniz, inan dokunmayın. Çünkü dokunuverseniz ağlayacağım. Ki ağlama gibi bir huyum olmamasına rağmen. 

Benim de bir askerlik arkadaşım var. 1993 yılının Kasım ayında şartların zorladığı bir mecburiyetle askerde aynı tabura düştük.

Kendisini akşama doğru saat 17.00 olmadan nizamiyeden girince tanıdım. Niye bu kadar geç kaldınız derseniz, askerlikte lazım olacak malzemeyi almak için Burdur'un mecburiyet caddesinde arşınladım durdum. Bir de sabah erkenden teslim olma. Akşam beşten önce varırsan, o gün askerlikten sayılır demişti bir tanesi. Gitmeden önce ne lazım, hepsini bir bir öğrenmiştim. Akıl veren de içeride pahalı olabilir, sen dışarıdan al demişti. Uydum ona. Tıraş malzemesi, boyna asılacak para cüzdanı gibi. Daha başka aldıklarım da vardı ama aklımda kalmadı. Her aldığıma da şimdi bu askeriyede ne kadardır dedim durdum. Öyle ya hesaplısı varken niye kazık fiyata içeriden alacaktım.

Nizamiyeden girip sırayla şu lazım mı, bu lazım mı stantlarını bir bir geçerken aldığım her şey orada vardı. Lazım olan yoktu. Zira hepsini almıştım. Yine de meraktan sordum fiyatlarını. Hepsi de dışarıdan aldığımdan ucuzdu. Vay anasına dedim. Hayıflandım ama son pişmanlık neye yarar.

Tüm teslimat işlerini bitirdim. Artık askeriyenin bir ferdi idim. Bu askerliği yaparak adam olacaktım. Yapmayınca zira adam yerine koymuyorlardı o zaman.

En son etaba geldim. Bir sandalye, önünde bir masa, üzerinde evrak vardı. Bir de sandalyede asker elbisesiyle oturan. Kendinden ve ne yaptığından emin bir şekilde oturuyordu sandalyesinde. Sanırsın ki yılların askeri orada. Bir askerde görünmesi nadir olan güler yüz de eksik değildi yüzünde. İlgi zaten o biçim. Hoş geldin, hayırlı olsun vatana, millete dedi bana.

Adımı soyadımı yazdı. Bazı bilgilerimi daha aldı. En son bildiğim yabancı dilleri sordu. İngilizce dedim. İngilizceye dair bildiğim de tenslerden ve sınıf geçmekten ibaretti. Bir de where are you from demek vardı. Ardından Arapça da sayılır mı dedim. Çünkü Arapça sarf ve nahiv bilgim de fena değildi. Her iki dilde de tek eksiğim konuşup anlayamamak. Haliyle hem İngiliz'e hem de Arap'a Fransız'ım. Bir de İngilizce telaffuz sorunum var. Mübareklerin dili yazıldığı gibi okunmuyor. Mesela usually yazıyorlar. Yujili şeklinde okuyorlar. Buna da genellikle diyorlar. Hoş tüm Latin dilleri böyle. Mesela Alman Niçe için Nietzsche yazıyorlar. Gördüğümüz gibi tamı tamına dokuz harf. O kadar harfi nasıl dört harfe indirip Niçe diyorlar? Hala anlamış değilim. (Devam edecek) 

1 Mayıs 2024 Çarşamba

Centilmenlik Sırası GS'de

Sporda özellikle futbolda centilmenlik önemli. Bir takımın futbolcusu, bir centilmenlik yaptığında, diğer takımın oyuncusu da bu centilmenliğe hemen cevap verir. 

Futbolda zaman zaman bu centilmenliği görürüz. Mesela son centilmenliği ezeli rakibi GS'ye karşı FB yaptı. Bu centilmenlik FB'ye pahalıya patladı. Ama özünde centilmenlik olunca kaybı düşünmek ve zararı hesaba katmak düşünülemez. Çünkü centilmenlikte düğünlere götürülen hediye gibi karşılılık ilkesi geçerlidir.

Ne demek istediğimi hatırlamanız için isterseniz konuyu biraz açayım.

Hatırlarsanız, 2022-2023 sezonuna ait Süper Kupa finali, takımların ve Federasyonun Suudi Arabistan macerasının ardından şurada mı oynayalım, burada mı oynayalım, hangi tarihte oynayalım, oynansın mı oynanmasın mı derken kulüplerin de görüşü alınarak maçın Şanlıurfa'da oynanmasına karar verilmişti.

Maçın günü yaklaştı. Olaylı Trabzonspor-FB maçının ardından başka hesaplar devreye girdi. İş, maçı nasıl oynar, kulübe bir kupa daha nasıl götürürüz hesabı yerine maça nasıl çıkmayız hesabına dönüştü.

Üyeler statta toplandı. Ligden çekilme dahil düşünüldü. Sonunda haziran ayındaki kongreye ertelendi ve kulüp başkanına her türlü kararı alma yetkisi verildi.

Başkan da Şanlıurfa'da yapılacak maça U19 takımıyla çıkma kararı aldı.

Gün geldi. Gündüz maç yapan U19 takımı aynı günün akşamında tekrar maça çıktı ve maçın ilk dakikasında takım maçtan çekildi.

Bu maçtan çekilme herkes tarafından protesto olarak görüldü. Halbuki burada FB'nin, ezeli rakibi GS'ye altın tepsi içinde kupayı sunması bir centilmenlikti. Her ne kadar ezeli rakibim olsan da 90 dakika koşarak yorulmanı istemiyorum. Buyur kupayı dedi. 

GS bu centilmenliği anlamadı. Üzerine gitti, ilk dakika içinde bir de gol attı. Üzerine bir de sevindi.

Halbuki FB as futbolcularla çıkmıyorum. Maçtan da hemen çekileceğim. Maç da senin kupa da senin dedi. 

GS anlamadığı gibi Futbol Federasyonu da bu jesti anlamadı. Toplanıp FB'nin bu jestine maçtan çekildin diye bir de ceza verdi. Sonra para cezasını biraz düşürdü ama olsun. Ceza cezadır. Yalnız dünyanın neresinde görülmüş centilmenliğe ceza vermek? 

Neyse kupa heyecanı dolayısıyla GS bunu anlamamış olabilir. Yalnız maçtan bugüne epey zaman geçti.

Şimdi sıra geldi GS'ye. Malumunuz FB'nin GS ile GS’nin sahasında oynayacağı bir maç var. İşte bu maç, anlaşılmayan jeste, karşılık vermenin tam sırası.

GS bu maç bizim için önemli. Şampiyonluk maçı dememeli. Basit hesap yapmamalı ve maça U19 takımıyla çıkmalı. Maçın ilk dakikasında FB gol attıktan sonra takımı sahadan çekmeli. FB'li futbolcular GS sahasında sevinmeli. 

Sonunda maçı üç-sıfır, FB lehine kaybetmeli. Bugüne kadar ne yaptığı FB tarafından hiç anlaşılmayan Federasyon da zaman kaybetmeden maçı FB lehine üç sıfır hükmen galip şeklinde tescillemeli.

Şampiyonluk düğümü bu maçta çözülmezse, kulüpler son kozlarını son hafta oynayacağı İstanbul ve Konyaspor maçlarına saklamalı. FB, İstanbulspor maçında gole doymalı. GS de Konyaspor maçına formalite gereği çıkmalı. Konya gol atamazsa -ki Konya sahasında galip gelmeyi sevmez- GS'li futbolcular gerekirse kendi kalelerine gol atmalı.

Hasılı Ali Koç'un Süper Kupa maçında yaptığı centilmenliğe GS de bu sezonun şampiyonluğunda FB'ye bir centilmenlik yapmalı. GS, Süper kupayı, FB de 2023-2024 kupasını müzelerine götürmeli. Her iki takım da müzesine birer kupa götürerek sezonu berabere bitirmeli. 

Federasyon da giderayak takımların bu centilmenliğine centilmenlik yapmalı. Her iki güzide takıma da yılın fair-play ödülünü vermeli. 

Burada tek sorun kupa ve fair-play ödülünün nerede verileceği. Bunu da Federasyon belirlemeli. İster Suudi Arabistan'da verebilir ister Şanlıurfa'da. 

Gördüğünüz gibi ligi kazasız ve belasız bitirmenin yolu, sayemde tere yağdan kıl çekmek gibi oldu.