27 Şubat 2024 Salı

Yazma Kesatlığım

Şubat ayını bitiriyoruz. Kış mevsimindeyiz güya. Havalar güllük gülistanlık. Ağaçlar çiçek açtı açacak. Adeta bahar havası yaşıyoruz.

Kar görmedik. Yağmuru ise ara ara gördük. Hasılı kesat bir kış mevsimi geçiriyoruz. Bu demektir ki havalar böyle giderse susuzluk kapıda demektir.

Kışın kesat geçtiği gibi yazı yönünden de şubat ayı benim için kesat geçiyor. Elim yazmaya varmıyor. Bir iştahsızlık var. Gündemden uzak olunca yazı konusu bulmada da zorluk çekiyorum. Bir konu buluyorum. Başlıyorum yazmaya. Daha bir paragraf yazmadan canım çekmiyor. Boş ver bu konuyu diyorum. Başka bir konuya geçiyorum. Onu da daha baştan bırakıyorum. Bir konuya dair ne içimden bir şey geliyor ne de elim tuşlara gidiyor. 

Eskiden böyle miydim halbuki. Aklımda konu çok olur, çoğunun başlığı yazılmış, sırasını bekliyor olurdu. Bir gördüğümden, bir konuşmadan bir konu çıkarır; yolda, çarşı ve pazarda giderken elim klavyede olmasa da zihnimde yazmaya başlardım. Bir boşluk bulsam da şöyle bir döşeyiversem derdim. Şimdi ise aklıma gelen hiçbir konu haydi beni yaz demediği gibi boş ver diyor sanki. İçimden bir şey dökülmüyor. Galiba köreldi iyice.

Gündemi takip etmesem de aslında yazılacak konu çok. Ama hangi konu aklıma gelirse içimden bir ses cıs, aman ha diyor. Hoş bugüne kadar nice cıs konular yazdım. Yazarken de tehlikeli sularda yüzdüğümü bile bile gözümü budaktan esirgemeyip çalakalem yazdım. Olumlu, olumsuz tepkiler aldım. Olumlu tepkiler kimsenin görmediği ve duymadığı ortamlarda ifade edildi. Olumsuz tepkiler ise mimlemek, uzaklaşmak ve acıyarak bakmak şeklinde kendini gösterdi. 

Korkuyor muyum? Korku insani bir şey. Fakat korku değil benimki. Zira ölmüş eşek zaten kurttan korkmaz. Üstelik sırtımda yumurta küfem yok. Beklentim zaten hiç olmadı. Sadece adım çıkmış dokuza, inmez sekize. 

O zaman nedir yazıya karşı bendeki bu isteksizlik? Olmadık konulardan yazı çıkarırken niye şimdi konu sıkıntısı çekiyorum? Soruları soruyorum ama cevabı bende yok. O zaman ne olabileceğine dair yorum yapabilirim. Cevap ya bunlardan biridir ya hepsidir ya da yazmadığım başka bir şey.

Bir bakalım, nelermiş:

Yazıda doyuma ulaşmış, yazdığım kendimi tekrardan ibaret ve yeni şey üretemiyor olabilirim.

Yazdıklarımın karşılığı olmayabilir.

Yazılarım, toplumun kahir ekseriyetinin fikir ve düşüncesine uyum göstermiyor olabilir. Topluma yabancılaşmış, aynı dili konuşmuyor ve toplumda bir karşılığı yok.

Yazılarım, toplumun gerisinde kalmış, ne toplumu ne çağı okuyabiliyor. Gündem dışı kalmış.

İnan hangisi bilemiyorum. Galiba yazmak için biraz gündemi takip etmek gerek. Bir de okumak gerek.

Yazmaya başlarken neyi dert edinirsem, onu yazacağım demiştim. Galiba dert edindiğim kalmamış olabilir. Öyle ya derdi olmayan niye yazsın.

25 Şubat 2024 Pazar

Siyaset Panoramamız

31 Mart seçimlerine ramak kalmış, partilerin adayları belli olmuş, her şey YSK'nin açıkladığı takvime göre işliyor. Yalnız daha önceki seçimlerde alışık olmadığımız bir durumla karşı karşıyayız. 

Ne partilerde ne de meydanlarda bir seçim yarışı var. 

7/24 siyaset konuşan seçmende ise hiç seçim havası yok. 

Partiler, kale adı verilen ilçe ve illerde kimi aday gösterirse göstersin, nasılsa kaybetmiyor. O yüzden çok rahatlar. Kale olmayan yerlerde formalite aday gösteriyor. Partilerin tüm çabası seçimin bıçak sırtı olduğu ilçe ve iller. 

Partiler için bir belediye özellikle büyükşehir çok önemli. Çünkü belediyeler paranın en kolay harcandığı yerlerdir. Pekala siyasi partiye kaynak aktarılabilir. 

Siyasi partiler için ne kadar belediye demek o kadar para ve imkanlara konmak demektir. 

Seçmene gelince, seçmen hiç olmadığı kadar siyasetten uzak. Şu, bu belediyeyi hangi partinin adayının kazanması hiç umurunda değil. Çünkü o kadar parti arasında kendisini temsil eden bir parti bulamıyor. Partisi varsa da oy oranı küçük ve kazanamama durumu varsa oyunu kerhen bir başka partiye verip kötünün iyisine verecek. 

Eskiden böyle miydi? İki kişi bir araya gelse çaylarını yudumlarken konu döner dolaşır, siyasete gelirdi. Şimdi ise siyasetin dışında her şey konuşuluyor ama iş siyasete gelmiyor. Adeta herkes yeminli ve ağzı yanmış gibi.

Açıkçası, seçmen iktidardan sıdkını sıyırmış durumda, illallah diyor. Alternatif olan partilere bakıyor. Hiçbiri güven vermiyor. Adeta seçimi kazanmamak üzerine siyaset yapıyor. 

Bu durumda seçmenin önemli bir oranı ya sandığa gitmeyecek, giderse de oyunu iptal edecek ya da öylesine oyunu verip gelecek. Belki de adam gibi alternatif olamayan partisine kızıp madem öyle deyip aynı zihniyetin devam ettiği belediye adayına oyunu verip gelecek. 

Seçmenin bu noktaya gelmesinde en önemli sebep, seçmenin siyaset kurumuna verdiği kredinin hoyratça kullanılması yatıyor. Seçmen adeta hayal kırıklığı yaşıyor. İrili, ufaklı, hangi parti olursa olsun hepsini kendine çalışan nefsine Müslüman görüyor. Partiler ikbal peşinde koşarken fatura hep oy veren seçmene çıkıyor ve ceremesini halk çekiyor. 

Sahi siz iktidar ve muhalefette aktif siyaset yapıp da bedel ödeyenini gördünüz mü? 

Seçmenin siyasete ve seçime bu kadar bigane kalması, normal şartlarda belki olması gerekendir. Yalnız bugüne kadar gecesi ve gündüzü siyaset olan bu millet için anormal bir durumla karşı karşıyayız. Belki böyle böyle normalleşeceğiz. 

Hasılı bu seçimde hiçbir parti umut dağıtmıyor. Seçmenin ilgisizliği de bundan. Al birini vur ötekine misali.

Kısaca mevcut siyasi tablo, 2000 öncesi birbirine yakın oy alan parçalanmış, birbiriyle yenişemeyen tablodan beter. Siyaset adeta onca parti arasından tek zihniyetli bir partiye doğru gidiyor.

Seçmen her bir partiyi, koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali yüz ağartmaz görüyor ve hepsini sandığa gömecek bir alternatif arıyor. Alternatifini bulsa hepsine tekmeyi vuracak.

19 Şubat 2024 Pazartesi

Ömrünü Kur'an'a Adayanlarla İmtihanımız

Kendisini Kur'an'ı anlamaya ve anladığını anlatmaya çalışan o kadar insan tanırım ki nazarımda Mehmet Okuyan gibisi yoktur. Adeta kendini Kur'an'a vakfetmiş bir bilim insanıdır. Kur’an’ı yemiş yutmuş dense yeridir. Yine bu konuda kendisine allameicihan dense yakışır.

Kendisini Kur’an’a vakfetmesinde bir otobüs yolculuğunun etkisi büyüktür. Oturduğu oturağın arkasındaki iki yabancı kişiyle tanışması esnasında, onlara ilahiyat mezunu ve hafız olduğunu söyleyince, Bakara süresinde neden bahsedilir sorusunu sorar iki yabancı. İsrail oğullarından bahseder demiş. 286 ayet var bu sürede. Başka hangi konular var demişler. Birkaç konu daha saymış. Arkası gelmemiş ve mahcup olmuş. Öyle zannediyorum, bu anekdotun ardından kendini Kur’an’a adamış olmalı.

Geldiği nokta itibariyle Kur’an’a vukufiyet konusunda, Kur’an ayetlerini Kur’an ayetleriyle tefsir etmede üstüne yoktur. Ki Kır’an’ın Kur’an’la tefsir edilmesi tercih edilendir ve makbul kabul edilir.

Kendisini Kur’an’a adamış ve öğrenmiş. Bununla da yetinmemiş. Öğretmeye devam etmiş. Öğretmesi halen öğretim üyesi olduğu Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileriyle de sınırlı kalmamış. Kur’an’ın anlaşılmasını anlatmak için adeta Türkiye’yi karış karış dolaşıyor. Yeter ki herhangi bir il ve ilçeden talep gelsin.

Bildiğim kadarıyla uçak fobisi de var. Gideceği her yere otobüsle seyahat ediyor. Kur’an sohbetini veriyor. O kadar teptiği yolu yeniden tepiyor. Gittiği her yerde dolu salonlara hitap ediyor. Yeter ki bir salon bulunabilsin ve izin verilsin. Çünkü seveni kadar sevmeyeni de çoktur. Gittiği her ilde kendisini dinlemeye gelen kadar onu konuşturmamak için lobi faaliyetinde bulunan ve sesleri çok çıkan kişiler de vardır.

Davet edilen televizyonlara çıkıyor, konferanslara gidiyor. Ne televizyondan ne de konferans için gittiği yerlerden bir kuruş para alıyor. Yani meccanen yapıyor bu işi.

Kuran meali yazdı. Herkesin istifadesi için dijital ortama aktarttı. İsteyen herkes ücretsiz dinleyebiliyor.

Mealle de yetinmedi. Otuz cilt Kur’an’ın tefsirini yazdı.

Kur’an’la hemhal olması, konferans ve TV programlarından bir kuruş almaması, üzerine meal ve tefsir yazması takdir edileceği yerde, bugünlerde yerden yere vuruluyor. Vay efendim, “Kur’an bize yeter” dediği halde 21 tane kitap yazmış. Halbuki onlara göre Kur’an varken ne gerek vardı bu kadar kitap ve otuz ciltlik tefsir yazmaya. Okuyanın yanına Mustafa İslamoğlu (80), Caner Taslaman (17), Sait Çamlıca (31), Emre Dorman (10), Bayraktar Bayraklı (36) tarafından yazılan kitap adetleri de eklenmiş. Ayrıca her birinin fotoğraflarına da yer verilerek sosyal medyada afişe ediliyor bu kişiler. Sünnet ve hadis inkarcısı, oryantalist, sapık vs. ithamları, yapılan ithamların yanında pek masum kalır. Adeta hedef gösteriliyor.

Bu kişiler niçin zaman zaman ve şimdi temcit pilavı gibi böyle hedef gösterilir? İnsanımızın bu insanlarla alıp veremediği nedir, çok anlamış değilim. Öyle zannediyorum, belli kişi ve mahfillerin bu kişileri hedef almasında, bunların hadis ve sünnete bakışları yatmaktadır. Diğerleri için bir şey söylemeyeceğim. Yalnız Mehmet Okuyan hadis ve sünnet inkarcısı değil. Kendi ifadesiyle, hadisleri “Ne süpürüp atanlardan ne de süpürüp alanlardandır”. Yani Okuyanın suçu, hadislere temkinli yaklaşması, hadisleri Kur’an, akıl ve mantık süzgecinden geçirmesi.

Bildiğim kadarıyla hadisler konusundaki bu metot Okuyan’a ait değil. Bu metot aynı zamanda İmamı Azam ve İmamı Maturidi’nin yoludur. Bu ikisinin yolundan gidiyoruz. Biri amelde, diğeri itikatta mezhep imamımız.

Adı geçen kişileri savunmayacağım. Zira onlar kendilerini savunur. Yalnız bir hakkı teslim etme adına şunu söylemeden geçemeyeceğim. İslam ileri çağlara hitap edecekse, ileride İslam halkın gündeminde olacaksa, bunda adı geçen kişilerin payı büyük olacaktır. Bu demek değildir ki bu kişilerin her söylediği, yazıp çizdiği doğrudur. Tefsir yaparken bazı ayetlerde zorlama yorum yaptıkları da oluyor. Bunu da anlamak ve anlaşılmak için yaptıkları aşikardır.

Hasılı Mehmet Okuyan’ın Kur’an’ın anlaşılması üzerine hizmeti, çaba ve gayreti takdir edilmelidir. Taslaman’ın günümüz gençliğinin deist, ateist, agnostik olmaması, olduysa da oradan kurtulmaları için gösterdiği eforlar bir takdiri hak ediyor.

Okuyan ve diğerleri bir metot geliştirip yollarına revan olurlarken sahi biz ne yapıyoruz? Onların yaptıklarına burun kıvırıyoruz. Durmadan onları hedef gösteriyoruz. Birilerinin onlar adına oluşturup servis ettiği algıyı paylaşıp duruyoruz. Böyle yapacağımıza, kendimiz de bir metot geliştirip tefsir yazsak, meal yazsak, kitaplar yazsak daha iyi olmaz mı?

Meal ve tefsir yazmak kolay mı demeyin? Öyle kelli felli ilahiyatçılar ve kendilerini ehlisünnet savunucusu gören ve dinî bildiğini sanan öyle güney müftüleri var ki onlar için meal ve tefsir vız gelir. Yeter ki sosyal medyada Okuyan ve diğerlerine saldırma vazifesini bırakıp bir işe yaramaya odaklanabilsinler. Sahi işiniz yok mu sizin? Bir de Okuyan ve diğerleri hadislere temkinli yaklaşmasalar, tüm hadisleri süpürüp alsalar, size göre İslam’ın ve Müslümanların tüm dertleri bitecek mi? Tek derdimiz bu mu kaldı? Öyle zannediyorum, bunu muhabbetini yapmayı ve insanımıza saldırmayı meslek edinmişiz. Merak ediyorum, ne zamandan beri Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri suç oldu? Siz de Kur’an’ın hadisle tefsirini yapın. Elinizden alan mı var mübarekler...